Şimşek’in geleceğini Erdoğan’ın tahammül sınırı belirleyecek

Şimşek’in geleceğini Erdoğan’ın tahammül sınırı belirleyecek
Gazeteci İbrahim Ekinci'nin haftanın ekonomi gündemini ve yeni kabinede Mehmet Şimşek etkisini yorumluyor.

Bakanlar Kurulu nihayet açıklandı. Ekonominin başına eski bakan Mehmet Şimşek atandı. Şimşek’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile pazarlık ettiği, 18 aylık bir sürede politika faizlerini halen % 8.5 olan seviyesinden %25’e çıkarma ve Merkez Bankası Başkanlığı gibi kritik kurumlara atamalar konusunda “karışılmaması” sözü aldığı konuşuldu. Şimşek’in bazı sözler aldığını varsayabiliriz. Bu muhtemelen böyle. Ancak tam çerçevesi şimdilik muğlak.

PODCASTİMİZİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ

Şimşek aslında finansçı ve finans kapitalin kalbinden geliyor. Ortodoks politikalara yakın bir isim. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan kendi politikaları için bir alan açılması sözü almış olmalı ki birçok kere reddettikten sonra şimdi kabul etmiş olsun.

Erdoğan, bir döviz krizi kapıya dayanmışken Nas politikasından, vatandaşa öve öve bitiremedikleri kurtarıcı Yeni Ekonomi Politikasından (YEP) ve “faiz sebep enflasyon sonuçtur” tezinden geri çekiliyor. Açıkça kabul etmese de Şimşek’in göreve çağırılması bütün bu politika ve tezlerin çöpe atılması anlamına geliyor. 1.5 – 2 yıl içinde, ekonomiyi yüksek enflasyona, büyük servet transferine, bir döviz krizin eşiğine taşıyan politikaların bir özeleştirisi yok ortada. Her zamanki AKP üslubunu izliyoruz. Neylerse güzel, müthiş, süper eyliyor. Şimdi kalkıp, “Hani YEP müthişti, hani faiz sebep enflasyon sonuçtu, hani Nas vardı?” diye sormanın hiçbir esprisi yok. Sorunun yersizliğinden değil muhatap kürsüsü çoktan boşaltıldığı için.

Şimdi, sadede gelirsek, Şimşek’e inisiyatif alanı açılıyor ama Erdoğan’ın anlayış ve yönetim üslubunun tekrar nüksetmeyeceğinin bir garantisi yok. Özetle, Şimşek’e ne kadar, nereye kadar tahammül edecek?

Özellikle yerel seçimler gündeme girmişken. Erdoğan, deneyimle sabit ki seçim ekonomisi uygulamaktan asla vazgeçmeyecekken… Şu da var ki Erdoğan’ın yönetim üslubu, hiçbir kurum ve kişiye inisiyatif alanı açmıyor. Hatırlayın, kurumların kanuna dayanan özerkliklerini birer birer çöpe attı. Merkez Bankası dahil buna. Çünkü siyasetteki tek adamı ekonomide “kumanda ekonomisi” olarak uyguluyor. Bütün toplama ve dağıtma kararlarını kendisinde topluyor. Her şekilde “piyasa” çalışmıyor. “Serbest piyasa” yolundan çoktan çıktı, başka bir yola girdi. Dolayısıyla bu atamayı bir taktik geri çekilme olarak anlayabiliriz. Söylemek istediğim şu: Eninde sonunda kendi politikasına dönecektir. Bilmediğimiz bunun ne kadar zaman sonra olacağıdır.

Şimdi üç olasılık var:

1) Mehmet Şimşek ekonomi politikasında tam yetkili olur. Bu takdirde ortodoks politikalar görürüz.

2) Mehmet Şimşek “vitrin” olur, kararları yine Erdoğan verir. Faizde “mış gibib” bir artıştan sonra Nas politikası temelde sürer.

3) Para politikası Şimşek’in inisiyatifinde devam ederken, Maliye politikasında (özellikle yerel seçimler ve CB seçimi vaatleri nedeniyle) Erdoğan’ın dediği olur. Bu takdirde eklektik, hibrit bir politika ile karşı karşıya kalırız.

Bütün bunlardan hangisinin ağırlık kazanacağını da önümüzdeki günler gelen kararlarla anlayacağız. Şu an için daha fazla kesinlikte konuşmak olanaklı değil. Erdoğan, 1.5 yıl önce “Nas var” diyerek Ekonomi Bakanı’nı, Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldı. Şimdi onların uygulamaya çalıştıkları politikaları uygulasın diye Şimşek’i işbaşına getiriyor! Onlara 1 yıl bile tahammül edememişti. Şimşek’e edebilecek mi bilmiyoruz. Çok fazla belirsizlik var.

Gündem ağır

Yapılması gereken çok şey var. Yapısal sorunları kapsayan bir program çerçevesi olmadan bu işlerin altından kalkmak mümkün gözükmüyor. Öncelikle 2 büyük problemle uğraşılması gerekiyor: Enflasyon ve döviz kıtlığı! Birincisi için ortodoksi reçete politika faizinin artırılmasını öngörüyor. Şimşek de zaten bunu yapacak. Yüzde 25’e kadar çıkarma sözü aldığı konuşuluyor. Enflasyon yüzde 40’ın altından daha da aşağılara doğru düşme eğilimini sürdürürse bu oranda faiz artışının etkili olması ihtimali vardır. Ne var ki kurdan enflasyona geçişkenliği dikkate alırsak, (baz etkisi de ortadan kalkmışken) beklenen döviz kuru artışı ile birlikte enflasyonun düşme değil aksine yeniden artma eğilimine girmesi ihtimali de vardır. Bu takdirde MB politika faizini daha yüksek oranlara çekme ihtiyacı doğabilecektir ki bu da Şimşek’in klasik reçetesi ile Erdoğan’ın her şart altında ve her zaman “büyümeci” politikası arasındaki çelişkinliği, gerilimi artıracaktır.

Şimşek, ücret artışlarından yana olmayacaktır. Faiz artışı ile talebi baskılamaya yönelirken, Erdoğan’ın, yerel seçime giderken kesenin ağzını açık tutma eğilimi, ortodoks reçetede para politikasının etkisini törpüleyen bir işlev görecek.

Ücretliler, yerel seçimlere kadar iktidarın ilgi alanı içinde olacaklar. Şimdiye kadar yapılmış bütün artışlar (artık açlık sınırı altında kalmış asgari ücret dahil) bu kesimi enflasyona karşı koruyamadı, durumunda belirgin bir düzelme sağlamadı. Şimşek, (Erdoğan’ın büyümeci eğilimi de gözeterek, faiz artışının yatırım kanalını zora sokmaması için aynı süreçte) kredi teşviklerini devreye alırken, ücret artışlarının sınırlanması, pratik sonuç olarak faturanın emekçi kesimlere ödetilmesi anlamına gelecek. Ortodoks reçeteler, sermaye kesiminin baskın etkisi, hırslı talepleri altında şekilleniyor. Sonuçta canlı, büyüme potansiyelini gerçekleştirmesi beklenen bir ekonominin iki temel dinamiğinden biri olan talebin de canlı olması için gerekli ücret artışlarına tahammül edemiyorlar. Şimşek’in geçmişte asgari ücret artışlarına karşı aldığı tutum, bu konudaki sicili gözetildiğinde emek örgütlerinin takipte kalması, teyakkuzda gerekiyor.

Döviz durumuna gelince…

  1. Bir kere 75 milyar dolar eksi rezervi yerine koymak gerekecek, üstüne de hiç olmazsa 3 aylık ithalatı karşılayabilecek ölçüde (yaklaşık 100 milyar dolar) net rezerv yaratılmalıdır. Fakat ilk bir yıl için hiç olmazsa sadece eksi rezerv yerine konulmak istense 75 milyar dolar rezerv biriktirilmesi gerektiği anlaşılıyor.
  2. Cari açık yüksek seyrediyor. Bu kanaldan da yaklaşık 50 milyar dolara ihtiyaç olduğunu düşünebiliriz.
  3. 200 milyar doları geçen kısa vadeli dış borçların önemli bir kısmı yüksek faizle de olsa çevrilebiliyor. Ancak yine de önümüzdeki 1 yıl içinde olası ödeme kısmını karşılamak için döviz ihtiyacı olacaktır. Bu kanalda 20 – 30 milyar dolara ihtiyaç çıkabileceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu üç alan için Türkiye’nin önümüzdeki 1 yıl içinde 150 milyar dolar civarında dövize ihtiyacı olacağını söyleyebiliriz.

Toplamı 2.5 trilyon liraya (120 milyar dolar) ulaşan Kur Korumalı Mevduatta (KKM) kur farkı yükü var. Bu tarafını çok önemli görmesek dahi TL’den dönüşümlü kısımda – uygulama bitirilirse- dövize yöneliş olması kura yukarı yönlü etki edebilir. Dövizden dönüşümlü KKM, vade bitiminde kaydi olarak döviz tevdiat hesabına dönecek. Raporlar, analizler, iktisatçı tahminleri toplumda “dolar 25 lira olacak” beklentisi yarattı. İtibar edilen görüş, dolar kurunun bu seviyelere geleceği yönündedir. Dolayısıyla, 23 - 24 TL seviyelerine kadar yerleşiklerden döviz talebi devam edecek gibi görünüyor.

İçerde güvensizliği yenip, yerleşiklerin döviz talebini düşürmek gerekecektir. Dövize talebi düşürmenin tek yolu TL varlıkların cazip hale gelmesi ve döviz girişidir. TL yatırımı, tasarruf olarak enflasyon karşısında kazandırmalıdır ki vatandaş güven ortamı içinde döviz tutmaktan vazgeçsin.

Yabancı gelir mi?

  1. Doğrudan yatırımlar uzun vadeli yatırımlar. Doğal olarak Türkiye’nin uzun vadede geleceği ile ilgili, yatırım ortamı ile ilgili verilere, beklentilere bakacaklardır. Bu tarafta çok iştahlı bir eğilim olacağını sanmıyorum. Burada 80 bin yabancı, yabancı ortaklı şirket var. Onların işlerini büyütmekle ilgili sermaye takviyeleri olabilir. Zaten olmaktadır. Burada ciddi olmayan artışlar görebiliriz.
  2. Borsaya yabancı gelir gibi görünüyor. Son haftalara kadar çıkış izledik. Borsa, Şimşek haberinden sonra yukarı hareket etti. Özellikle bankaların sıkıntıya sokan kararların, uygulamaların kalkacağı beklentisi bankacılık hisselerini destekledi. Borsa kar fırsatları sunuyor. Yabancıların borsaya ilgisinin artacağını öngörebiliriz.
  3. Geçmişte, Türkiye’ye sıcak para girişinin en önemli nedeni TL’nin değerli oluşuydu. Yabancı döviz getiriyor, TL’ye geçiyor, TL varlıklara yatırım yapıyor, çıkarken de daha da ucuzlamış dolar alıp gidebiliyordu. Burada çok yüksek karlar vardı. Bir dönem dolar bazında yüzde 40’a varan kazançlar sunuyordu. 100 dolarla giren 140 dolarla çıkabiliyordu. Hatırlayın Japon ev kadınları bile Türkiye’de yatırım yapıyordu. Şu anda bu ortam yok. O sıcak para akışı döneminde yerleşiklerin döviz mevduatları da hızla azalmaktaydı. Yerli – yabancı yatırımcı davranışı temelde aynıdır. 2000 – 2015 dönemi düzeyde sıcak para girişi görmek için öncelikle döviz kurunun istikrar kazanması gerekiyor. Yükselmeye devam eden bir kur yabancı için ancak varlık (şirket, gayrimenkul) alımı yönünden ilginç olabiliyor.
  4. Halen CDS’ler yüksektir. 500 puan üstü, faizle birlikte dolara yüzde 8 – 9 faiz de çok yüksek bir getiridir. Dolayısıyla yabancıların TL varlıklara değil, daha bir süre döviz cinsi varlıklara (eurobondlara) yatırım yapacağını düşünebiliriz. Bu şu sıralar zaten devam etmektedir.

Podcast