NE? NASIL? / S400 KRİZİ: TÜRKİYE FİŞİ TAKMAYACAK

NE? NASIL? / S400 KRİZİ: TÜRKİYE FİŞİ TAKMAYACAK
Rengin Arslan, “Ne? Nasıl” programında, Erdoğan - Biden görüşmesini, f16 ve F35’leri ele alıyor. ABD merkezli Washington Enstitüsünden yazar, tarihçi ve analist Soner Çağaptay, “Benim öngörüm şu. Beyaz Saray bu meselenin artık daha fazla büyümesini istemiyor. Cumhurbaşkanı Erdogan da Amerika ile iyi geçinmek istediği için özellikle piyasalara güven vermek açısından bu konuda meselenin büyümesini istemiyor. Dolayısıyla iki taraf da meseleyi büyütmeyecek adımlar atacak. Türkiye muhtemelen bu sistemi fişe takmayacak. Beyaz Saray da yeni yaptırımlara müsaade etmeyecek” diyor.



Bugün ilk gündemim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Amerikan Başkanı Joe Biden arasında Roma’da 31 Ekim’de yapılan görüşme. Türkiye ile ABD ile arasında yapılan her görüşme önemli. Ancak bu kez Ankara ve Batılı ülkeler arasındaki gergin gelişmelerin akabinde yapıldığı için ayrıca dikkat çekiciydi. 

Hatırlarsınız 10 batılı ülkenin büyükelçileri 18 Ekim’de ortak bir açıklama yaparak tutuklu iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılmışını talep etmişti. Bu ülkelerin arasında ABD de bulunuyordu. Bunun ardından yaşananlar bana tam olarak lunaparklardaki hız trenlerini anımsatıyor açıkçası. 

Biliyorsunuz Erdoğan önce büyükelçileri Türkiye’nin iç işlerine karışmakla suçladı. Sonra istenmeyen kişi ilan edilmeleri için talimat verdiğini söyledi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun sonradan söylediğine göre büyükelçiler tam bavullarını topluyorlardı ki, kriz yine 10 büyükelçiliğin yaptığı bir açıklama ile sona erdi. 

Sonunda kimileri Türkiye’nin kimileri ise batılı ülkelerin geri adım attığını iddia etti. Ki böylece bu kriz de kişilerin kanaatlerine göre yorumlanacak esnek bir son ile şekilde çözülmüş oldu.

Bu küçük hatırlatmadan sonra görüşmenin Biden, Ocak ayında göreve geldikten sonra Erdogan ile yaptığı ikinci toplantı olduğunu ekleyeyim. Biden ve Erdogan’ın gazetecilere birlikte poz vererek başlayan bu toplantı 20 dakika planlanmıştı. Görüşmenin yaklaşık 70 dakika sürmüş olması da iki ülke arasındaki ilişkilerdeki olumlu havanın bir göstergesi olarak görüldü. 

Hükümete yakınlığıyla bilinen Takvim, “Baş başa 65 dakika”, Türkiye gazetesi “Roma’da Taze başlangıç” manşetleri atmış. 

Hem Erdogan hem ABD’li yetkililer görüşmenin olumlu bir havada geçtiğini söyledi. Ancak açıklamalara bakarak olumlu geçen kısmın ne olduğu kestirmek şimdilik zor. Zaten bu görüşmelerden büyük sözler, bugünden yarına büyük değişimler beklemek de zor. Dolayısıyla bundan sonra neler olacağını takip etmekte fayda var. 

 

Şimdi gelin tüm bunları da akılda tutarak iki tarafın yaptıkları açıklamalara bakalım. Türkiye’den yapılan açıklamaya göre: 

"İki lider Türkiye-ABD ilişkilerini daha güçlendirmek ve geliştirmek için müşterek irade beyanında bulundu ve bu doğrultuda ortak bir mekanizma kurulması konusunda mutabık kaldı." Türkiye bu ortak mekanizmayı önemsiyor. 

Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre ikili Suriye’deki siyasi süreci, Afganistan’a insani yardımı, Libya’daki seçimleri, Doğu Akdeniz’deki durumu, Güney Kafkaslardaki diplomatik çabaları konuştu. Türkiye’nin S-400 sistemine sahip olması ile ilgili kaygıları iletti. Demokratik kurumların, insan haklarına saygının önemini dile getirdi. 

Fakat kuşkusuz Türkiye’nin programın başından beri dahil olduğu F-35 projesinden çıkarılması gündemin en önemli maddelerinden biriydi. Gelin Erdoğan’ın görüşmeden bu konuda sonra söylediklerini dinleyelim:

"Biliyorsunuz dar kapsamlı bir görüşme yaptık. Bu dar kapsamlı görüşmede de F-35'ten kaynaklanan bildiğiniz gibi bizim 1 milyar 400 milyon dolar bir ödememiz vardı. Bu ödemeden hareketle biz bu süreci nasıl iyi bir konuma taşırız, bunun üzerinde durduk. Bunun üzerinde de daha çok F-16'lar gündeme geldi. F-16'ların elimizdekilerin modernizasyonu veyahut da yeni F-16'lar verilmesi konusu gündemimize geldi. 

İşte bugün üzerinde duracağımız bol sıfırlı ve bol F’li konu bu. Öncelikle Türkiye’nin almak için 1,4 milyar dolar ödediği F-35’ler konusunun geleceğine bakalım. Görünen o ki, Türkiye bu savaş uçaklarını alabilme ihtimalini artık görmüyor ve ödediği parayla Ankara’ya F-16 verilmesini veya mevcut F-16’ların modernizasyonunu istiyor. 

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasının ardından ABD’de tarafından alınan yaptırım kararlarının bir parçası olarak Türkiye F35 programından çıkarılmıştı. Geçen günlerde Reuters haber ajansı, Ankara’nın  40 adet F-16 savaş uçağı satın alma ve 80'e yakın uçağın modernizasyonu için talepte bulunduğunu bildirmişti.

Fakat gelelim F-35’ler için ödediğimiz 1.4 milyar dolara. Bunun TL karşılığı bugünkü kur üzerinden 13,3 milyar TL. Bu miktar 4,5 milyon kişinin asgari ücretine denk geliyor. Konu savunma sanayine gelince paranın lafı olmaz diyebilirsiniz. Ancak Türkiye’nin kaybı sadece bununla sınırlı değil. Yüzlerce parçası Türkiye tarafından üretilen F-35’ler aynı zamanda istihdam ve üretim anlamına geliyordu. Üstelik tahmin ne kadar doğrudur bilemiyorum ama Pentagon Ankara’yı programdan çıkarırken bunun Türkiye’nin kaybının 9 milyar dolar olacağını öngörüyordu. 

Yani Türkiye’nin Türk Lirası cinsinden kaybettiği miktar tam 85 milyar Türk Lirası. Yaklaşık 30 milyon asgari ücret. 

Türkiye’de hükümet stratejik bir tercih yapıp tüm bunları elinin tersiyle itmiş olabilir. Ya da en başından itibaren savunulduğu gibi hem Rusya hem ABD ile aynı anda eşit koşullarda savunma sanayisini zenginleştirmek istemiş de olabilir. Ancak bu durum da, bu miktarın Türkiye’de vergi ödeyenlerin cebinden çıktığı gerçeğini maalesef değiştirmiyor. 

Programın “Ne” kısmı böyleydi. Şimdi de “Nasıl?” kısmına gelelim. Peki bu iş nasıl çözülür? ABD merkezli Washington Enstitüsünden yazar, tarihçi ve analist Soner Çağaptay yanıtladı. 

“Ben bu meselenin kısa sürede çözülebileceğini zannetmiyorum. Çünkü bu alımdan dolayı [S-400] Türkiye Kongre’de yaptırıma uğradı. İşe gerçekçi açıdan baktığımızda, Türkiye ABD’nin müttefiki olduğu için aslında müttefiklere bu gibi konularda istisnalar yaratılabilir. Hindistan örneğin. S-400 alımı neticesinde yaptırıma uğramaması için Kongre’de şu an bir girişim var. Bu girişimin arkasında önemli senatörler var. Hindistan Nato müttefiki bile değil... 

Hindistan’a yapılırken bu istisna Türkiye’ye yapılmıyor. İşte bundan dolayı çözülemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü çözülmesi konusunda Kongre’de ciddi siyasi irade yok. Ben Beyaz Saray’ın bu konuyu çözmek istediğini düşünüyorum ama ABD’deki güçler ayrımı ilkesini göz önüne aldığımızda Kongre onayı olmadan Beyaz Saray tek başına evet diyemiyor.”

Kongre’de Türkiye’ye karşı savunma meselelerinden bağımsız olarak negatif bir hava var. Cumhurbaşkanı Erdogan’ın demokrasiye otokratik müdahaleleri, ayrıca Türkiye’nin genel olarak ABD ile işbirliği yapmayan bir ülke olduğu fikri çıktı ne yazık ki. Bunları eklediğimizde Kongre’deki hava son derece menfi diyebiliriz. 

Benim öngörüm şu. Beyaz Saray bu meselenin artık daha fazla büyümesini istemiyor. Cumhurbaşkanı Erdogan da Amerika ile iyi geçinmek istediği için özellikle piyasalara güven vermek açısından bu konuda meselenin büyümesini istemiyor. Dolayısıyla iki taraf da meseleyi büyütmeyecek adımlar atacak. Türkiye muhtemelen bu sistemi fişe takmayacak. Beyaz Saray da yeni yaptırımlara müsaade etmeyecek. Ama krizin şu an çözülmesi mümkün değil. Krizin çözülmesi için Türkiye’nin Kongre ve Savunma Bakanlığı nezdindeki imajının değişmesi gerekiyor. O da çok uzun soluklu bir süreç. 

Sevgili Soner Çağaptay yorumlarınız için çok teşekkürler. Hindistan ile ilgili verdiğiniz örnek gerçekten çok ilginç. Erdogan ve Biden arasındaki buzlar erimiş gibi görünüyor ancak bu konudaki gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkinin seyri de daha görünür olacak. 

****

ANKSİYETE PROBLEMLERİ


Türkiye-ABD bahsini burada kapatalım. Şimdi uluslararası konulardan, daha bireysel bir konuya geçeceğiz. 

Programın bu bölümünde konumuz dünyanın en prestijli tıp dergilerinden birinde, Lancet’te yayımlanan bir araştırma. 204 ülkeden farklı yaş ve cinsiyet gruplarının pandemiden nasıl etkilendiğini mercek altına alan araştırmanın sonuçları Türkiye açısından ilginç. Zira Kovid-19 kaynaklı depresyon ve anksiyete vakalarının artışında Türkiye, Avrupa’da ilk sırada.

9 Ekim'de yayınlanan araştırma, Kovid-19 sırasında majör depresif bozukluklar ve anksiyete problemleri konusunda yapılan ilk çalışma özelliğine sahip. 

 

Belki hatırlarsınız başka bir veri daha var elimizde. Geçen Ağustos,  yazılı bir soru önergesine yanıt veren Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 2017 ile 2020 yılları arasında 15 milyon kişinin psikiyatri kliniklerine başvurduğunu söyledi. 2017'den 2020 yılına kadar 12 milyon 272 bin kişiye antidepresan ilaç reçete edildiğini ekledi. 

Bu tablo elbette iki cümle ile geçiştirilecek bir şey değil. İçinde kişilerin terapi gibi daha pahalı çözümlere erişimden yoksun olmaktan tutun içinde yaşadığımız belirsizliklere kadar pek çok factor var.

Ama yine de bu haberi buraya not etmek istedim. Nasıl daha iyi oluruz, kendimizi nasıl daha iyi hissederiz, sorusunun yanıtını önümüzdeki programlarda konuşacağız. 

DOĞAN AKHANLI’YA SAYGIYLA….

İlk programda söylediğim gibi her bölümde okuduğum bir kitaptan burada tartıştığımız konularla ilgili bir alıntı yapacağım. Ancak bugünün bir istisnası var. Bugün 31 Ekim’de hayatını kaybeden sürgündeki bir yazar, Doğan Akhanlı’nın sesiyle baş başa bırakacağım. Akhanlı 31 Ekim’de hayatını kaybetti. 

Akhanlı yıllarca adım atamadığı ülkesine babasının hasta olduğunu öğrenince 2010 yılında gelmiş, İstanbul’a ayak bastığı anda tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Tahliye talepleri kabul edilmedi. Bu süre içinde Akhanlı hasta babasıyla görüşemedi. Ve 87 yaşındaki babasının cenazesine katılamadı. Babasının ölümünden bir yıl sonra 2011 yılında beraat ederek serbest bırakıldı. 

Ben de onunla bir yayınevinde çalıştığım sırada İlknur Özdemir ile birlikte gittiğimiz Frankfurt Fuarı’nda tanışmıştım. Fotoğraflarına da bakınca göreceksiniz çok güzel gülümseyen biriydi. Utangaçlığa bile yorabileceğiniz bir sessizlik eşliğinde, güneşli bir havada sandviç alıp fuarın önündeki piknik masalarında yemiştik o zaman. 

Gelin bugünün kitabı onun sesi olsun. Yazmaya neden başladığını Dotche Welle’nin yaptığı röportajdaki sözleriyle dinleyelim. 

AZİZ ÇEVİRMENLER BAYRAMI

Bu haftaki programı da yine söz verdiğim gibi bir Kardeş Bayram ile kapatalım. Bu bayramları hatırlamak, hem Anadolu’da yaşayan kadim medeniyetlerin yılın her ayını nasıl bir bayramla donattığını hatırlamak için, hem de üzerinde yaşadığımız bereketli toprakların bayramlarını kutlamak için bir vesile olur diye umuyorum. Bu konuda kaynağım Inkılap Yayınevi’nden çıkan, Akdogan Özkan’ın yazdığı Kardeş Bayramlar kitabı. 

Ekim ayını bitirdik ama benim aklım Ermenilerin, Ermeni alfabesini geliştiren iki aziz anısına ekim ayının ikinci cumartesisi kutladıkları Tarkmanças Bayramı yani Aziz Çevirmenler Bayramı, Özkan’ın aktardığına göre İstanbul’daki Ermeniler bu günü kilise ve cemaat okullarında günün önemini vurgulayan edebi eser ve şiirler seslendirerek kutluyor. Ayrıca Tarkmanças pek çok cemaat okuluna da isim olarak veriliyor. 

Yine kitapta aktarılana göre bir zamanlar yüzbine yakın Ermeninin yaşadığı Sivas’taki Tarkmanças mektebi de bunlardan birisiymiş. İstanbul’da da Ortaköy’de 1790 yılında eğitime başlayan ve zamanında Osmanlı’ya meclisi mebusan üyeleri ve devlet adamları yetiştiren Tarkmanças okulu eğitim vermeye bugün de devam ediyor. 

Kutlayan herkesin geçmiş Tarkmanças Bayramı kutlu olsun. 

Podcast