TÜRKİYE SİNEMASININ CANNES YOLCULUĞU 1 / YILMAZ GÜNEY VE YOL

TÜRKİYE SİNEMASININ CANNES YOLCULUĞU 1 / YILMAZ GÜNEY VE YOL
Kısa Dalga’dan Yeşim Özdemir, Sinepod podcast serisinde, Cannes Film Festivali’ne katılan ve festivalden ödülle dönen yerli filmleri ve bu filmlerin yaratıcılarını anlatıyor. İlk bölümde Yılmaz Güney ve Yol filmi var..


Cannes Film Festivali’nin tarihi geçmişi 1930’lara dayansa da festival ilk kez 1946 yılında düzenleniyor. Fransa’nın güneyinde bulunan Cannes kentinde düzenlenen bu festivalin en büyük ve en prestijli ödülü Altın Palmiye Ödülü. Festivale her yıl dünyanın dört bir yanından ve her türden filmler katılıyor. Ve tabi Türkiye’den de bu festivale katılan filmler oluyor.

P
odcast serimizin ilk bölümünde, Türkiye’ye Cannes Film Festivali’nde ilk kez ödül kazandırarak Türkiye sinemasını uluslarası bir üne kavuşturan Yılmaz Güney’i ve Cannes’nın en büyük ödülü olan Altın Palmiye Ödülü’ne layık görülen “Yol” filmini konuşacağız. 


Sinemaya olan tutkusu çocukluk yıllarında başlayan Yılmaz Güney’in asıl adının Yılmaz Pütün olduğunu duymuşsunuzdur. Sinema hayatının başlamasıyla birlikte herkes onu Yılmaz Güney olarak tanıdı ya da namı diğer Çirkin Kıral.

Filmografisi oldukça zengin olan Yılmaz Güney, hayatı boyunca yönetmen, senarist ve oyuncu olarak sinema ile iç içe bir yaşam sürdü. Sinemanın yanısıra şiir ve öyküyle de ilgilenen Güney’in çok sayıda öykü kitabı bulunuyor.

Film dağıtımcılığından yönetmenliğe…

Çocukluğu Adana’da geçen Yılmaz Güney’in sinema serüveni, çeşitli film şirketlerinde film dağıtımcılığı yaptığı yıllarda başlıyor. İçinde film bobinlerinin bulunduğu kutuları sinemadan sinemaya taşırken, her götürdüğü filmi başından sonuna kadar izleyerek sinema hakkında hem teknik bilgileri anlamaya çalışıyor hem de seyircinin isteklerini gözlemleme fırsatı buluyordu.
Yılmaz Güney, ölmeden hemen önce 1984’te, BBC’ye verdiği bir röportajda sinemayla tanışma anını şöyle anlatıyor:

“Ben sinemayı ilk defa, köyümüze gelen kutulu bir makinede tanıdım. Şu kadar küçük bir kutu içinde bir sinema. Sinemanın taşıyıcısı yani o kutunun taşıyıcısı filmi seslendiren, filmin şarkılarını söyleyen, filmdeki olayları anlatan aynı zamanda bir şovmen gibiydi. Daha sonra, sinema hastası haline geldim. Daha çok kovboy filmlerini, gangster filmlerini, kavgalı-dövüşlü filmleri, savaş filmlerini seviyordum. Daha sonra bu çocukluk döneminin tatları yerini, “Viva Zapata” ile birlikte daha sosyal içerikli filmlere bıraktı. Ve ondan sonra filmlerde daha başka şeyler aramaya başladım. Ki o zaman ne siyasi bilincim vardı ne doğru dürüst bir sanat kültürüm vardı. Bu konularda çok eksiğim vardı. Ki hala var.” 


Yol’un senaryosu hapiste yazılıyor

Güney’in, üniversite öğrenimi için İstanbul’a geldiği dönemde, Atıf Yılmaz ile tanışmasıyla sinema kariyeri de başlamış oluyor.
İlk kez 1959 yılında, yönetmenliğini Atıf Yılmaz'ın yaptığı “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmlerinde senarist ve oyuncu olarak sinama hayatına atılıyor ve ardı ardına  “Umut, Ağıt, Endişe, Arkadaş, Sürü, Yol, Duvar” gibi birçok başarılı filme imza atıyor.

Hayatı boyunca birçok kere politik nedenlerle veya adının karıştığı çeşitli olaylar sebebiyle hapis yatan Yılmaz Güney, buna rağmen 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 64 filmde de senaristlik yapıyor.
Mapusluk günlerini yoğun çalışmalarla geçiren Yılmaz Güney, birçok senaryosunu hapiste yazıyor. “Yol" filminin senaryosu da Isparta Yarı Açık Cezaevi’nde tutuklu olduğu sırada ortaya çıkıyor.
Güney bu senaryonun ortaya çıkış hikayesini şöyle anlatıyor:


“Bilindiği gibi çok uzun yılları cezaevinde geçirdim. Bu süreç içerisinde beraber yaşadığım, beraber aynı koğuşu paylaştığım, aynı acıları paylaştığım arkadaşların hikayelerini dinledim. Özellikle yarı açık cezaevinde, filmde anlattığım insanları bizzat tanıdım ve filmde anlattığım insanların hikayeleri, bizzat yaşanmış hikayelerdir. Onların ağzından dinlediğim. Ancak ben, bir sanatçı olarak bu hikayeleri bir sanatçı gözüyle yeniden kalıplara soktum. Burada hem benim tecrübelerim hem benim yaşadığım, gördüğüm, gözlemlediğim şeyler hem de bizzat filme konu olan arkadaşların hayatları vardır. Açıktır ki her sanatçı anlattığı hikaye ile bir gerçeği sergilemek ister. Ben de izine çıkan beş arkadaş aracılığıyla Türkiye'den manzaralar çizmeye, sosyal manzaralar, ekonomik manzaralar çizmeye çalıştım. Filmde bu insanlar aracılığı ile anlatılan şeyler; baskı acımasızlık kayıtsızlık umutsuzluk, çaresizlik ve aynı zamanda bir direniş…”


Şerif Gören’in Yol’a dahil olma süreci

Senaryo ilk yazıldığında filmin adı “Bayram” olarak belirleniyor. Filmin kurgusu sırasında Yol ismi ortaya çıkıyor. İzne çıkan mahkumların sayısı da beş değil onbir. Fakat filmin yönetmeni Şerif Gören, senaryonun çok uzun olduğunu ve bu karakterlerin yalnızca altısını çekebileceğini söylüyor.
Yılmaz Güney başta razı gelmese de uzun tartışmalar sonucu kabul ediyor ve karakterler altıya indiriliyor. Altıncı karakteri de kurgu sırasında çıkartmak zorunda kaldıkları için, geriye kalan beş karakterle filmin baş rolleri belirlenmiş oluyor.
İmralı Yarı Açık Cezaevi’nde tutuklu bulunan bu beş mahkumun bayram iznine çıkmasıyla başlayan film, dönemin Türkiye panaromasını çiziyor.

Tabi Şerif Gören’den önce filmin çekimlerine yönetmen Erden Kıral ile başlanmış ama
Yılmaz Güney, Erden Kıral’ın çektiği görüntüleri beğenmeyince, kıyametler kopuyor ve çok sinirlenip film setini tamamen durduruyor. Filmin çekimleri o sırada Cunda adasında yapılıyor. Ve Yılmaz Güney’in bu ani kararıyla yıkılan set ekibi, pılını pırtını toplayıp, adadan Istanbul’a dönüyor.  Sonradan film tekrar çekilmeye başlansa da bu duruma kızan birçok oyuncu devam etmek istemiyor. Hal böyle olunca Yılmaz Güney, Bayram filmi için yeni bir ekip arayışına giriyor.

Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney, Esin Yılmaz’ın “Yol’un Öyküsü” adlı belgeselinde o anı şöyle anlatıyor:



“İlk fotoğraflar geldi. Fotoğrafları da ben götürdüm. Gayet iyi hatırlıyorum onu. Fotoğrafları açtı, baktı, baktı, baktı. ‘Anlamamış filmi’ dedi. ‘Anlamamış benim anlattıklarımı, benim istediğim şeyi kavrayamamış’ dedi ve çok üzüldü. Hemen dedi git filmi durdur. Bu o kadar zor bişeydi ki benim için. Set orada, çalışma bütün heyecanıyla devam ediyor. Herkesi topladım, falan. Dedim ki ‘arkadaşlar maalesef film durdurulmak zorunda. Yılmaz, böyle, böyle söylüyor. Ve başka da kimseyle görüşmeden tekrar geri döndüm. Tabi büyük bir infial olmuş doğal olarak. İnsanlar tam çalışmanın ortasında. Erden tabi büyük bir şevkle çalışıyor elinden geldiği bütün gücüyle çalışıyor. Fakat böyle bir durum var ortada. Ondan sonra tabi kızanlar oldu, üzülenler oldu, bozulanlar oldu”

Yönetmen Şerif Gören o sırada Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde hapiste. Bayram filminin çekimlerine başlandığı haberini de hapishanede gazetelerden okuyor.
Fakat hapisten çıktığında karşılaştığı tablo bambaşka oluyor.
O sırada Yılmaz Güney hapisten izinli olarak çıktığı için, Şerif Gören’in tahliye olduğu gün, yüz yüze görüşme imkanı buluyorlar. Yılmaz Güney, olanı biteni “sağ kolum” dediği asistanı Şerif Gören’e anlatıyor. Ve bu filmi kendisinin çekmesini istiyor.
Şerif Gören, Yol’un Öyküsü Belgeseli’nde o günleri şöyle anlatıyor:

“O gece saat onbir buçukta tahliye oldum. Ama tabi gazeteler benim tahliyemi yazdığı için, Yılmaz Güney de duymuş. Yani diğerleri de Tarık, falan herkes okumuş tabi gazeteleri. O gün beni bütün gün aramışlar ama ben tabi hala koğuşta yatıyordum. İşte sonraki gün beni buldular. Yılmaz abi de izne gelmiş o sırada. Ve beni çağırttı. Gittim, karşılaştık. O bana hep ‘şerif kardeş’ derdi. Ben de ona ‘Yılmaz abi’ derdim. Bana filmin hikayesini anlattı. Filmi durdurduğunu ve işte onbir kişilik hikayeyi anlattı. Ben de senaryoyu istedim. Aldım, o gün senaryoyu okudum. Ve sonraki gün gittiğimde dedim ki ‘Ben bunun altısını çekerim, yani altı hikayeyi çekerim. O da çok büyük emekler verdiğini, bunun, işte onbir kişisinin çekilmesini istedi falan. Ben de ‘hayır’ dedim. Bunun altısını çekmek istediğimi söyledim. Ya büyük tartışmalar oldu aramızda ama sonuçta şunu söyledi ‘Ne çekersen çek ama bu filmi çek’


Şerif Gören, yönetmen koltuğuna geçiyor ve darmaduman olmuş film setini yeniden topluyor. Tabi yaşananlara kızan birçok oyuncu filmde oynamak istemiyor. Bu nedenle yeni oyuncular, yeni set ekibi oluşturuluyor. 

Ve nihayet her şey tamamlandığında, Bingöl’de motor deniliyor ve çekimlere yeniden başlanıyor. Bingöl’de başlayan çekimler; Adana, Diyarbakır, Urfa, Antep ve  Konya’da devam ediyor.


Darbenin gölgesinde çekilen Yol!

Filmde, bayram iznine çıkan beş mahkumu; Tarık Akan, Halil Ergün, Necmettin Çobanoğlu, Tuncay Akça, Hikmet Çelik oynuyor.

Yılmaz Güney’in birçok filminde başrolde gördüğümüz Tarık Akan, Yol’da Seyit Ali karakterini oynuyor. Tarık Akan filme dahil olma sürecini, Güney Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi’ne verdiği röportajda şöyle anlatıyor:

“Erden telefon açtı, dedi ki ‘Tarıkcım, Yılmaz abi beni çağırıyor. İmralı’ya gitmem lazım, bir iş var galiba’ dedi. Dedim 'hemen git, hemen git. Hemen git çıktığın zaman da bana şifreli konuş.’ Çünkü telefonlar dinleniyor. ‘Şifreli konuş iki kelime, üç kelimeden fazla söyleme’ dedim. Aradan 4 gün geçti, 4 gün sonra Erden’le  konuştum. Dedi ki ‘Tarıkcım bir senaryo; 12 mahkum, haftalık izne çıkarlar, geriye en fazla 2 kişi döner, geri kalanların hepsi ölür’ dedi. Allahım yarabbim! muhteşem bir senaryo dedim. Tamam Diyarbakır’ı bırakıyoruz dedim, buna giriyoruz dedim. Bir ay sonra İstanbul'dayım dedim askerliğim bitti geldim.”


Yol filminin çekimlerine, 1980 Askeri Darbesi’nden hemen birkaç ay sonrasında; baskının, şiddetin, kaosun en had safhada olduğu sıkı yönetim koşullarında başlanıyor.
Ve bu koşullarda, sadece cezaevlerinin değil; demokrasinin, özgürlüğün olmadığı bir Türkiye sınırları içinde; yasaklarla, engellerle yaşanılan her yerin, her şeyin bir hapishane olduğunu anlatan politik bir film çekiliyor. Film hem sıkı yönetimin baskılarıyla hem de sokağa çıkma yasaklarıyla sık sık engelleniyor.


Peki Yol, Sansür Kurulu’ndan Nasıl Geçti?

Filmde “ses” metaforu ile iktidar tanrısal düzlemde bir korkuya dönüştürülüyor.
Otorite; emirler yağdıran, yasaklar koyan görünmez bir ses’tir. Görünmese de korkulur ve varlığı gerçektir. Filmde etkilerini gördüğümüz bu korku ikliminde çekimleri gerçekleştiren ekip, başlarına bir iş gelmesin veya çekimler engellenmesin diye, birçok mekanda kameraları gizleyerek çalışmak zorunda kalıyor. Negatiflerin sıkı yönetimin eline geçmesi halinde filmin durdurulacağına, tüm ekibin tutuklanacağına eminler. Bu yüzden çekilen tüm sahnelerin negatifleri toplanıp hemen İsviçre’ye gönderiliyor. Filmin çekimleri bittikten bir süre sonra, 9 Ekim 1981’de gazeteler Yılmaz Güney’in izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden firar ettiğini yazıyor. Yılmaz Güney, önce Yunanistan’a, oradan İsviçre’ye, İsviçre’den de Fransa’ya gidiyor. Böylelikle “Yol” filminin kurgusunu yurtdışında kendisi yapıyor.

Tarık Akan, Yol filmindeki çalışma koşullarını şöyle anlatıyor:

“Gece işte saat 11-12 gibi sokağa çıkma yasağı başlıyorsa, tam saatini unuttum. Biz orda kaldık bütün ekip olarak, sokağa çıkma yasağı başladı ve biz çekime başladık, sabaha kadar. Ordunun haberi yokken kaçak çalıştık. Diyarbakır’da çalışmamız lazım, asker görmemiz lazım. Jandarma görmemiz lazım. O zaman jandarmayı kullanmamıza imkan yok, kıyafet bulmamıza imkan yok. Ben oradaki komutana çıktım. Dedim ki ‘bakın bir film çekiyoruz. Sansürden müsademiz bu, Geceyarısı Ekspresi’nin hapishaneleri kötüleyen o filmin, çok daha farklı bir şeyini çekiyoruz. Hikayeyi palavradan anlattım. Adamın çok hoşuna gitti. Dedim ki ‘Valla halk, rahatsız ediyor. Bütün Diyarbakırlılar üstümüze geliyor. Kamerayı koyamıyoruz. Bizi koruyacak bir jandarma lazım. Etrafımıza en az beş on tane’
‘Tamam, kolay’ dedi. Hakkaten elli tane yüz tane jandarma gönderdi. Bütün yolları kesildi. Ama şimdi kameranın önünde ben varım ama kamera sürekli olarak jandarmayı çekiyor. Jandarma nerden anlasın bunu”

Yani “Yol" filminde gördüğümüz bütün jandarmalar gerçek ve bu şekilde kullanılmış…
O dönemde, bir filmin çekime başlaması için Sansür Kurulu’ndan onay almaları gerekiyor. Tabi bu senaryonun Sansür Kurulu’ndan geçmeyeceğini bilen ekip, daha önce kuruldan onay almış başka bir senaryoyu kurula veriyor ve böylelikle Yol filmi Sansür Kurulu’ndan geçmiş oluyor. Çekim bölgelerindeki sıkı yönetim komutanlıklarından da hep bu senaryoyu göstererek izin alıyorlar.


Unutulmaz tren sahnesiyle Halil Ergün…

Filmin başrol oyuncularından biri olan Halil Ergün, Yol’da Mehmet Salih karakterini oynuyor. Halil Ergün o dönemler ağırlıklı olarak tiyatro yapıyor.
Sinema kariyeri Yılmaz Güney’in “İzin” filmiyle başlıyor.
“Sinemaya Yılmaz Güney’le başladım” diyen Halil Ergün’le “Yol” günlerini konuştuk:

-Halil Bey, sizinle 40 yıl kadar geriye gidelim, Yol filmindeki günlerinize dönelim. O dönemin koşullarını da değerlendirdiğinizde Yol filminde rol almak ve başrollerden biri olmak nasıl bir duyguydu?
-Ya bir kere çok heyecan vericiydi. O filmi çekmek. Bütün kadro; bütün insanlar, yönetmenimiz Şerif Gören, bir şey ruhla, oruç tutar gibi, müthiş fedakarlıkla, çok çetin koşullarda yani para-pul çok zor denkleştirilerek getiriliyordu filmin devamı açısından. Ama inançla, bir taraftan Yılmaz Güney’in muhteşem senaryosu ve çok değerli yönetmenim Şerif Gören ve çok iyi bir kadroyla, o günün koşullarında yani 12 Eylül koşullarında çektik, düşünün.
-Evet şimdi o tren sahnesine gelicez. Diyarbakır’da banliyö treninde çekilen bi sahne var. O sahneyi biraz anlatır mısınız?

-Bu sahneyi söylemek isterim; çok mühim bu. Şimdi bizim tren tutmamız, devletten kiralamamız mümkün mü? O büyük para. İzin almak zaten bizler için çok kolay değildi. İkincisi de onun parasını karşılayacak finansman yoktu yani. Ama banliyö treni vardı Diyarbakırla şey arasında, Kurtalan Ekspresi deniyor adına. Ve gidiyor, akşam üstü beşte. Orda kalıyor tren, sabah tekrar insanları getiriyor buraya. Prodüksiyon o trenle program yaptı. Saat beşte binip, hava kararmadan işte gidebildiğimiz kadar, orada çekiyoruz. Tekrar geliyoruz, tekrar gidiyoruz. O şekilde tren sahnelerini çekebildik. Orada gerçek yolcular vardı. Bi de bunu söylemek zorundayım yani…O insanlar Yılmaz Güney için gelmiş insanlardı. İnan, onun adını duydukları an, trende koyunda vardı, keçi de vardı, bu yolculukta. Öyle bir banliyö treni o.
Asıl mesele şu orda; bitirmesi lazım sahneleri yönetmenin. Prodüksiyonu götüren arkadaşımıza diyor ki ‘git kondüktörü biraz lafa tut, biraz ayarla, ağır gitsin yani biraz daha zaman kazanalım’



İlk kez Yol Filmi ile gelen Altın Palmiye

Tüm maddi imkansızlıklara ve faşizmin gölgesinde ödenen bedellere rağmen “Yol” filmi sinema dünyasının en önemli etkinliklerinden biri olan Cannes film festivalinde gösterime giriyor.
Türkiye sineması uluslararası platformda ilk büyük ödülü 1963’te Berlin Film Festivali’nde “Susuz Yaz” ile almıştı. Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı film “En İyi Film” dalında Altın Ayı Ödülü’ne layık görülmüştü.

Susuz Yaz’dan tam 19 yıl sonra 26 Mayıs 1982’de bu kez “Yol” filmi Fransa’da, sinema dünyasının en prestijli festivalinde yarışıyor.
Tüm salonun ilgisini çeken bu yapıtla; Yılmaz Güney Cannes film festivalinin en büyük ödülü olan “Altın Palmiye” ödülünü alıyor.
Bu ödülle, Türkiye sineması, ilk kez Cannes film festivalinde temsil edilmiş oluyor.
Hem de büyük ödülle…
Fakat, bu başarı Türkiye’de cezalandırılıyor.


Sürgünle “taçlandırılan” ödül


Yılmaz Güney sol yumruğunu kaldırarak, aldığı “Altın Palmiye” ödülünü maalesef ülkesine getiremiyor ve arkadaşlarıyla bu sevinci paylaşamıyor.
Kendisi sürgünde arkadaşlarının da yurtdışına çıkmaları yasak.

Fatoş Güney, Yol’un Öyküsü Belgeseli’nde, ödül anını şöyle anlatıyor:

“Ödül töreni olmadan önce, Yol’un birinci olacağı belliydi. Neden belliydi. Film ilk gösterildi, kıyamet koptu. Festivalde gösterilen en kuvvetli filmlerden biriydi. Ama inanılmaz bir kıyamet koptu Yol’un etrafında. Ve sonra geldiler dediler ki işte “Büyük Ödül sizin” dediler.
Tabi artık oradaki hüzün de bambaşkaydı. Ülkesinden ayrı olmak, o filmi hayata geçiren arkadaşlarının oraya gelememesi, o duyguları, o başarıyı paylaşamaması, o atmosferi yaşayamaması”

Uluslararası platformda böylesine önemli bir ödül alan film, Türkiye’de tam 17 yıl boyunca yasaklanıyor. (Film Türkiye’de ilk defa 1999 yılında gösterime giriyor)
Her gün başka bir ülkede gösterime girerek tüm Avrupa’yı sallayan filmin oyuncuları kendi ülkelerinde filmlerini izleyemiyorlar. Çok sonraları filmin kaçak bir kopyası Türkiye’ye gönderiliyor ve ekibin bir kısmı toplanıp filmi öyle izleyebiliyor.


Şerif Sezer: “Asla affetmeyeceğim”

Yol filminde Zine karakterini canlandıran Şerif Sezer, Yol’un Öyküsü Belgeseli’nde  kendilerine bu acıyı yaşatanları asla affetmeyeceğini söylüyor.

“17 yıl sonra geldi, Türkiye’de oynadı Yol. Herkes, bütün Avrupa seyretmiş. Bütün dünya seyretmiş. Dışarda seyredip gelip bana anlatıyorlardı. Yol’u gördük; işte şöyle, işte böyle… Biz böyle bakıyoruz. Ne olduğunu bilmeden. Bize o keyfi yaşatmadılar ya…
Korkunçtular… Yani hiç unutmayacağım. Ve de asla affetmeyeceğim”


Halil Ergün: “Biz cezalandırıldık”

Halil Ergün ise; o günlerdeki hissiyatını şöyle ifade ediyor:

“Şimdi Cannes’da ödül alanlar haklı olarak takdir edilirken biz cezalandırıldık Türkiye’de. Yani 17 sene sonra seyircisine ulaştı. Oyunculara, seyirciye, prodüktöre, yönetmene, senariste herkese ihanettir yani. Ben yıllar sonra seyirciyle birlikte seyrettim burda. Başarıyı gölgeleme meselesi. Farkında olmadan işin aslını kaybettirdiler o spekülasyonun içinde. Oysa Türkiye’de bakın şimdi kıyamet kopuyor Cannes’da ödül alındığında. Bu ülkede Cannes’da ödül alındı. 80’li yıllarda bu ülkede, yol filmi ödül aldı orda. Hiç şakası yok” 


Halil Ergün’ün dediği gibi dönemin Türkiye’sinde bu büyük başarı cezalandırılıyor. 

Film nedeniyle oyuncuların çoğuna çeşitli davalar açılıyor.
Yönetmen Şerif Gören 4 ayrı davadan 60 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor.

1982 yılında yurtdışına çıkışı yasaklandığı için Cannes’da büyük ödülü Yılmaz Güney’le alamayan Şerif Gören, Cannes Festivali’nin 50. yılında Yol filminin özel bir versiyonla tekrar gösterime girmesiyle, festivale davet ediliyor ve filmin yönetmeni olarak onurlandırılıyor.

Ve yılmaz Güney’inArşiv Odası’ndaki sözleriyle noktalayalım…

“Şunu açıkça söyleyeyim mi? Çoğu kişi beni cezaevinden film çeken yönetmen gibi tanımlarla adlandırdı. Bu doğru değil. Ben sadece cezaevinden bir filmin yaratılmasının koşullarını yarattım diyebilirim. Buna uygun insanlar buldum diyebilirim. Filmlerin bütün başarısı bizzat o işte çalışan arkadaşların başarısıdır Benim buradaki payım gerek o arkadaşlarca gerek izleyiciler ya da bu işi yakinen bilenler tarafından zaten ortaya konulacaktır. Bana şey sorulabilinir ‘Türkiye'de cezaevi koşulları bu kadar zorken sen bu işleri nasıl yaptın bu insanlarla nasıl bir ilişki kurdun?’ denilebilir tevazuya gerek yok, Ben Yılmaz Güneyim.”




KAYNAKLAR:

-BBC TÜRKÇE-Arşiv Odası programı/Yılmaz Güney Bölümü

https://youtu.be/1wPHG7WqBVI


-Yılmaz Güney’in Umut, Sürü, Yol filmlerinden ses alıntıları

Sürü filmi
https://youtu.be/vkbrYgY8m1k

Yol Filmi:

https://youtu.be/svBUiofFu1g

Umut filmi:

https://youtu.be/PMEy3EKUhpc


-Esin Yılmaz’ın “Yol’un Öyküsü” belgeseli.

https://youtu.be/7_Ude2Rnr2k


-Güney Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi- Tarık Akan ve Yılmaz Güney

https://youtu.be/Oo3EYKewA-0



Ödül anı::

https://youtu.be/M1_acqY6dAg

Podcast