Türkiyelileşen Kıbrıs: AKP, Kıbrıs’taki seçimi nasıl kazandı?

Türkiyelileşen Kıbrıs: AKP, Kıbrıs’taki seçimi nasıl kazandı?
Kuzey Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Ada’nın kuzeyine AKP’nin müdahalelerini bir kez daha gündeme getirdi.



AKP iktidarı 2010’dan bugüne Kuzey Kıbrıs’ta istediği sonuçları alamıyor, desteklediği adaylar seçimleri kazanamıyordu.

2010 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Derviş Eroğlu karşısında Mehmet Ali Talat’ı desteklemiş, kazanan Eroğlu olmuştu.

2013’teki genel seçimlerde AKP’nin açık şekilde desteklediği UBP, seçimleri CTP karşısında kaybettiği gibi, UBP Genel Başkanı İrsen Küçük milletvekili dahi seçilememişti.

2015 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP dönemin UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu’nu desteklemiş, ancak Eroğlu yarışı Mustafa Akıncı karşısında kaybetmişti.

Peki, bu seçimlerde değişen ne oldu ve 10 yıldan sonra AKP’nin açık şekilde desteklediği aday Ersin Tatar seçimleri kazandı?

Seçim sürecinde yaşanan müdahaleleri Özgür Gazete Kıbrıs yayın yönetmeni Pınar Barut, müdahalelerin geçmişten günümüze sürecini YKP Genel Sekreteri Murat Kanatlı ve Ada’da AKP döneminde yaşanan sosyolojik değişimlerin seçimlere etkisini Oxford Üniversitesi’nden Sıla Uluçay’la konuştuk.

Kıbrıs sorununda federal çözümden yana olan Mustafa Akıncı ve AKP’nin açık şekilde desteklediği, Ada’da iki ayrı devlet olmasını savunan Ersin Tatar arasındaki yarışı Ersin Tatar kazandı.

Seçmenlerin yüzde 67,3’ünün oy kullandığı seçimlerde Tatar oyların yüzde 51,7’sini, Akıncı ise yüzde 48,3’ünü aldı.

İlk turda 11 aday yarışmış, hiçbir aday yüzde 50’nin üstünde oy alamamıştı. Oyların yüzde 32,3’ünü alan Ersin Tatar ile yüzde 29,8’ini alan Mustafa Akıncı ikinci tura kalmıştı.

Kıbrıs’ta federal çözümden yana olan Mustafa Akıncı’yı siyaset yelpazesinin güçlü aktörlerinden Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) destekleme kararı almıştı. Milliyetçi, muhafazakâr çizgideki Yeniden Doğuş Partisi (YDP) ile merkez sağ diyebileceğimiz Demokrat Parti (DP) ise Ersin Tatar’ı desteklemişti.

Akıncı: Bu sonucun çıkmasında rol oynayanları tebrik ederim

Bu sürece esas damga vuran ise AKP’nin seçimlere müdahale ettiği iddiaları oldu.

Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından adaylardan Mustafa Akıncı da seçimin normal şartlarda yapılmadığını belirterek “Bu sonucun çıkmasında rol oynayanları tebrik ederim” sözleriyle AKP’nin seçimlere müdahalesini işaret etmişti:

“Sanıyorum neler yaşandığını görmeyen kalmadı. Normal şartlarda yapılmış bir seçimdi dersek, gerçeği söylemiş olmayız. Sayın Tatar’a hayırlı olsun. Bu sonucun çıkmasında rol oynayanları da tebrik ederim. Bu başarıldı, bu sonuç elde edildi. Bu sonucun elde edilmesi için yapılanları biliyorsunuz, yapanları biliyorsunuz. Yapanlar başardı.”

Tatar’dan Erdoğan’a ve Fuat Oktay’a teşekkür

Ersin Tatar ise sonuçların açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada Kıbrıs halkının yanı sıra Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve yardımcısı Fuat Oktay’a verdikleri desteklerden dolayı teşekkür etti.

Tatar ayrıca Akıncı’nın AKP’yle iplerin 2015’te gerilmesine neden olan “Artık yıllarca istismar edilen ana vatan-yavru vatan edebiyatını bir kenara bırakıp kardeşler ilişkisini kurmak gerekir” sözlerine de adeta karşılık verir bir vurguyla “Anavatan” dediği Türkiye’ye teşekkür etti.

“Müdahaleyi herkes biliyor”

Peki, seçim sürecine müdahale edildiği yönündeki iddiaların temelinde neler yatıyor, seçim sürecinde neler yaşandı?

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu öncesi Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı Fuat Oktay’ın danışmanı Ali Genç ile Cumhurbaşkanı adayı UBP lideri Ersin Tatar ve bakanların hemen her gün bir otelde gerçekleştirdikleri görüşmeleri kamuoyuna duyuran ve bu yüzden Ersin Tatar tarafından “ajanlık”la suçlanarak, tehdit edilen Özgür Gazete Kıbrıs’ın yayın yönetmeni Pınar Barut’a sorduk:

“Evet, Türkiye her zaman KKTC’deki seçimlere bir şekilde müdahale etti. Sadece cumhurbaşkanlığı seçimlerine değil, parti kurultaylarında, milletvekilliği seçimlerinde de kendini gösterdi. Dolayısıyla evet, Türkiye’nin KKTC’deki seçimlere müdahalesi bir sürpriz değildi.

Zamanında önceden destek verdiği insanları seçime sokmadığı zamanlar da oldu, adaylıktan çekilmek zorunda kalanlar da oldu. Fakat bu kadar aleni şekilde yapılmamıştı. Tabii teknolojinin de ilerlemesiyle artık duyum değil, görüntülerle, video kayıtlarıyla, birçok şekilde ortaya çıkabildi.

Çiğnenen birçok kural da yasak da oldu. Bunların en başında YSK’nın yasakları vardı. Biliyorsunuz su temin projesinin bir borusunda meydana gelen bir arıza vardı ve bu arıza 9 ay boyunca giderilmemişti ama seçimlere birkaç gün kala bu arızanın giderildiği duyuruldu ve bununla ilgili de tören yapılacağı söylendi.

YSK kararını açıkladı ve hem pandemiden dolayı hem propaganda konuşmaları olamaz dendi ve bu töreni yasakladı.

YSK kararına karşı hile

Fakat ‘Bu yasak KKTC YSK’sının yasağıdır, dolayısıyla biz Türkiye’ye gidersek bu yasağı delebiliriz’ dendi. Ersin Tatar Türkiye’ye gitti, propagandasını orada yaptı, törenini orada yaptı ve devlet televizyonu BRT de bunu yayınladı. Bir şekilde Türkiye eliyle bu yasak delinmiş oldu. Bunların herhangi bir cezai yaptırımına da şahit olmadık şu ana kadar.

Onun dışında bir Maraş meselemiz var. Aynı konuşma içerisinde Maraş’ın açılacağı söylendi. Ki Ersin Tatar bunları söylerken hükümet ortağı ve projenin esas sahibi Kudret Özersay’ın bile bundan haberi yoktu.

Sonrasında aslında Ekim ayında Maraş’ın sadece sahilinin bir bölümü daha, zaten açık olan sahilin bir diğer bölümü daha açılmış oldu.

Tabii bunları objektif olarak irdeleyen, değerlendiren herkes, bunların seçim yatırımı olduğunun farkındadır. Zaten 2016’da açılmış bir projenin tekrar açılışının yapılması, ‘Açıyoruz Maraş’ı’ yalanıyla sadece sahilinin bir kısmının, hem de Ekim ayında açılmış olması hepsi seçim yatırımıydı ve aslında bunlar yasaktı, yapılmaması gerekiyordu.

Sadece seçim yönelik de değil aslında. Özellikle Maraş meselesi BM kararlarına rağmen, hükümet ortağının bile haberi olmadan sadece Türkiye ve Ersin Tatar ikilisi diyebileceğimiz bir noktada açılmaya çalışıldı. Böyle duyuruldu. Bunların hepsi seçimlere müdahalenin açık göstergeleriydi.

Bizim gazetenin konusuna gelecek olursak, aslında bunu çok da fazla dillendirmeye gerek yok. Bizim gazetemizin haberine herhangi bir yalanlama gelmedi. ‘Hayır, bu yalan haberdir, burada görüşen insanlar bunlar değildir’ gibi bir yalanlama olmadı.

“Sadece doğru olan bir haberi neden yapıyoruz diye suçlanmıştık. Bu da seçime müdahalenin sanıyorum en net fotoğraflarıydı.

(Fotograf: https://www.ozgurgazetekibris.com/kibris/6137-iste-mudahalenin-fotograflari.html)

“Hiç işlenmediği kadar seçim suçu işlendi”

Dolayısıyla çok uzun yıllardır, belki de tarihimizde hiç görmediğimiz, alenen açık açık son geceye kadar paraların dağıtıldığı, sandıkların önünde kim olduğu bilinmeyen, partilerin gençlik kollarından olduğu söylenen insanların oyunu verip çıkan insanları ellerindeki listelerde işaretleyip, çardaklar altında seçim boyunca beklemeleri… Bu kareler gerçekten kolay unutulacak şeyler değil. Yani, ‘Biz dün size para verdik, bunun karşılığını verdiniz mi, sandığa gidip oyunuzu verdiniz mi?’nin hesabı soruldu.

Hiç işlenmediği kadar seçim suçu işlendi. 15 kişiye polis tarafından yasal işlem başlatıldı. Bu 15 kişinin içinde kimileri verdikleri oyun fotoğrafını çekerken yakalandı, kimileri tercihlerini yaptıktan sonra oy pusulasını kapıda bekleyen birine göstermek isterken yakalandı, kimileri yanlarında getirdikleri oy pusulasını orijinal oy pusulasıyla beraber sandığa atmak isterken yakalandı. Bunlar da bizim çok duyduğumuz, alışık olduğumuz şeyler değildi. Dolayısıyla bu da tarihe düşülecek ayrı bir not.

Her şey herkesin gözü önünde yaşandı ve aslında kimse, Sayın Tatar’a oy verenler de dahil olmak üzere ‘Türkiye’nin müdahalesi yok’ demedi, kimse bunu inkâr etmedi.

Aslında bu müdahaleyi görenler ve görmeyenler arasında bir yüzdelik farkı değil. Bu, görünen, alenen açık bir müdahaleyi reddedenler ve kabul edenler arasındaki fark.

Yani yüzde 48 dedi ki, ‘Hayır, ben bu müdahaleyi kabul etmiyorum, kendi irademe sahip çıkıyorum’. Diğer kesim de ‘Evet ben bu müdahaleyi görüyorum, olması gerektiğine inanıyorum, bu müdahaleye razıyım. Ben irademi Türkiye’ye teslim edebilirim’ noktasındaydı.

Dolayısıyla biz müdahale var mı yok mu tartışmalarını, bunların iddia olduğu noktasından çoktan çıkardık. Bunlar iddia değil, artık ispatlanmış, herkesin gözü önünde yaşanan gerçeklerdi. Kimileri bunu kabul etti, kimileri etmedi.”

Erdoğan daha önce “Maraş’ı Rumlara veririz” demişti

Burada bir parantez açalım ve Maraş’ın halka açıldığının duyurulduğu törende Tayyip Erdoğan’ın Maraş’ın tartışmasız Kuzey Kıbrıs toprağı olduğunu savunduğu şu sözlerini hatırlayalım:

“Maraş’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti toprağı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Buradaki tasarruf hakkı da Kıbrıs Türk makamlarına aittir…”

Ancak, Erdoğan bundan 3 yıl önce, Ocak 2017’de Maraş’ın Rumlara verilebileceğini söylemişti:

“Eğer Maraş’ı tamamen halkın istifadesine sunmak istiyorsanız, bizim size bir teklifimiz var. Nedir? Erenköy’le Güzelyurt arası birleştirilmek suretiyle burası Kuzey Kıbrıs Türk Yönetimi’ne bırakılır, aynı şekilde Açık Maraş-Kapalı Maraş, o bölgede tamamıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne bırakılır.”

Gizli Maraş operasyonu

Bu noktada tartışmalara neden olan bir diğer konu Maraş’ın açılacağından hükümet ortağının, bakanlar kurulunun, hatta Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın dahi haberdar edilmemesiydi.

Biliyorsunuz, bu nedenle seçimlere 4 gün kala hükümet ortağı HP koalisyondan çekildi ve Kuzey Kıbrıs’ta hükümet düştü.

CTP Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Arkut, Evrensel’den Arif Bektaş’a 14 Ekim’de verdiği söyleşide Maraş’ın açılacağından Ersin Tatar’ın dahi haberinin olmayabileceğini şu sözlerle ileri sürüyordu:

 “Bence Ersin Tatar bile Ankara’ya gelmeden, Maraş’ın açılmak istendiğinden haberi yoktu. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatları sonucu böyle bir şey yapıldı. Çünkü Ersin Tatar, “Sayın Erdoğan’ın talimatları sonucu Maraş’ı açtık” diye canlı yayında açıklama yaptı.”

 “Müdahaleler 1975’e dayanıyor”

Bugüne kadar ki seçim süreçlerini, yakın tarihte Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalelerini ve bu son seçimde yaşanan farklılıkları Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) Genel Sekreteri Murat Kanatlı anlatıyor:

“Aslında Kıbrıs’taki müdahaleleri anlamak için 10 yıl çok da yeterli değil. 1975’lerden başlayan bir süreçten bahsediyoruz aslında.

“Meraklılar açısından İş Bankası Yayınları’ndan çıkan Hatice Kurtuluş ve Semra Purkis’in “Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli göçmenler” kitabında süreç çok net şekilde görülebilir.

Türkiye’den getirilenler sağ partilere oy veriyor

Ada’ya nüfus taşınması, birçok kişinin bahsettiği gibi basit şekilde insanların Kıbrıs’a gelmesi değildi. Bu kitapta çok net şekilde görebilirsiniz ki, direkt olarak Türkiye’den insanlar kaldırıldı ve gece otobüslerle bugün Doğu Akdeniz Üniversitesi olan bölgedeki binalara getirildiler. Çünkü BM’ye bu insanların Ada’ya getirildikleri gösterilmek istenmiyordu.

Bu insanlar Karpaz bölgesine yerleştirildi ve 1980-1990’lardaki süreçle beraber akraba ağları, hemşeri dernekleriyle beraber bir gettolaşma halini aldı.

Bugün baktığımızda Karpaz ekonomik olarak en az gelişmiş bölge, işsizlik oranının en yüksek olduğu bölge. UBP lideri yüzde 70 oyla o bölgeden seçilebiliyor.

Geçmişte de çeşitli müdahaleler yaşanmıştı ama 10 ay boyunca özellikle Fuat Oktay’ın ekipleri bu bölgede kalarak muazzam bir iş çıkarttılar. Hemen hemen ev ev dolaşıp, özellikle bu Türkiye’den gelen nüfus üzerinde ciddi bir manipülasyon oluşturdular.

Hikâye sadece bugüne dair bir öykü değil. Ta 1975’ten bir muhafazakâr getto yaratma söz konusu. Türkiye’deki soldan arkadaşlar ‘Bu insanlar 45 yıldır orada, siz nasıl bağlantı kuramadınız’ diye bize soruyorlar. Nasıl ki Türkiye’de sol kesim Orta Anadolu’da örgütlenemiyorsa burada da daha dindar, daha muhafazakâr, daha cemaatlerle bağlantılı grupların bir yerde öbeklenmesi söz konusuydu ve bunlar hemen hemen son 40 yıllık seçim süreçlerinde hep ‘etkileyen’ oldular. Karpaz bölgesi ve Magosa bölgesi seçimlerin kaderini bu şekilde belirledi.

Özellikle 2000’lerden sonraki seçimlerde Türkiye’nin müdahaleleri daha az göründü ya da daha dolaylı, Türkiye’nin yanında duranı işaret ederek yapıldı. Ancak bu seçim diğerlerinden çok farklı oldu ve böylesi bir müdahaleyi yaşadık.

Fabrikalar kapatıldı, herkes memur yapıldı

Elbette tek müdahale bu değildi. Özal ‘100 bin kişinin ekonomisi mi olur, biz sizi besleriz’ demişti.

1986’larda 1987’lerde Turgut Özal paketi diye bahsettiğimiz süreçte birçok fabrika kapatıldı ve memurlaşma süreci yaşandı.

Bu paketlerin gelmesiyle beraber ülkedeki ekonomik yapı tümüyle Türkiye’ye bağımlı hale geldi. Bugün geldiğimiz noktada da bir pandemi hastanesi yapamayacak durumdayız. Hasta sayısı artıyor ve bu koşullarda siz bir hastane yapacak ya da mevcut hastaneyi geliştirecek pozisyonda değilsiniz. Ne oluyor? Seçimlere bir ay kala Türkiye gelip burada ihaleye çıkmadan bir Türkiyeli firmanın eşliğinde hastane yapıyor. Böylece şov yapmanın koşulları oluşturuluyor.

Başka ne yapılıyor? Kıbrıs’ın can damarı, su ihtiyacı yerel kaynaklardan, kendini yenileyebilen kaynaklardan sağlanması gerekiyor ama Türkiye bize dayatıyor ve ‘asrın projesi’ deyip hemen hemen bütün yeraltı yerüstü kanalizasyon suları da dahil bir elde toplayacak, Devlet Su İşleri’ne devredecek bir proje başlatıyor. Bu yalnızca Türkiye’den su getirme değil, içerisinde yağmur suyunun kullanılması dahil, tüm suları içeren bir anlaşmayı dayatıyor.

Böylesi bir durumda bir boru patlıyor ve bir süre bu boru yapılamıyor, seçimlere çok az bir süre kala tamiratı gerçekleştiriliyor.

Bizi sürekli olarak Türkiye’ye bağımlı, Türkiye’nin yardımları olmasa ayakta kalamayacak bir ülke pozisyonuna getiriyorlar.

AKP buraya da aslında bir tane kayyım atamış oluyor. Kayyımın birazcık seçimle makyajlanmış halidir. Çünkü burası artık çok net şekilde adını koymaya başladığı haliyle sömürge bölgesidir. Bu sömürge bölgesine de yerli ve milli kayyım atanmıştır. Böylesi sıkıntılı bir süreçteyiz.

Ta Turgut Özal’ın döneminden beri yaratılansa Türkiye’ye bağımlı bir siyaset. İşin ilginç tarafı, bizim bağımlı olduğumuzu ve ihtiyacımızın olduğunu iddia ettikleri pek çok proje bu coğrafyada tartışılmadı. Türkiyeli firmalar gelip burada yollar yaptılar. O yollar gerçekten ihtiyaç mıydı, bilmiyoruz ama bu yollara bağımlı hale getirildik. Böylesi bir seçimde AKP’nin her şeyiyle, Fuat Oktay’ın hemen hemen her şeyiyle burada olduğu bir seçim dönemiydi.

Bu müdahaleler maalesef son 46 yıla damgasını vurdu. Nihayet Tatar’la zirve yaptı. AKP’nin yeni senaryolarında biz de maalesef payımıza düşeni aldık.

Adanın ihtiyacı olan yeniden birleşmedir. O yüzden bölge halklarıyla beraber bu kavgayı verip, bu Ada’yı birleştirip barışa bir katkı olması için umudumuzu kaybetmedik, mücadelemizi sürdürüyoruz.”

 

“Türkiye’ye göre eskiden ‘yeterince Türk olmayan’ Kıbrıslılar, şimdi de ‘yeterince Müslüman’ değiller”

AKP’nin Kuzey Kıbrıs’a müdahalelerinin sadece siyaset ve seçimler çerçevesinde kalmadığı, sosyolojik olarak da bir süredir müdahaleler gerçekleştirdiği, toplumsal yapı üzerine müdahalelerde bulunduğu sıklıkla dillendiriliyor.

Hatta Murat Kanatlı’nın da değindiği gibi Türkiye’den çok sayıda kişinin Kuzey Kıbrıs vatandaşı olması sağlanarak Ada’nın kuzeyinin demografik yapısının ciddi şekilde değiştirildiği de ifade ediliyor.

Bu noktada son dönemde AKP’nin siyasal İslamcı kimliği ile Kuzey Kıbrıs’ın seküler toplumsal yapısına yönelik de müdahalelerde bulunduğu, dini cemaat yapılanmalarının yaygınlaştığı, cami inşaatlarının arttığı, ilahiyat koleji gibi yapılar kurulduğu belli aralıklarla gündeme geliyor.

Bu tür müdahaleler yaşanıyor mu, toplumun dindarlaştırılması gibi özel çalışmalar var mı, bunlar toplumdan nasıl karşılık görüyor ve son seçimlere etkisi ne oldu? Oxford Üniversitesi Hukuk ve Sosyoloji doktora öğrencisi Sıla Uluçay’a sorduk…

“Bu konuyu değerlendirirken Kıbrıs Türk toplumuyla Türkiye toplumu arasında doğal bir etkileşim olduğunu vurgulamak lazım. Kıbrıslı Türkler edebiyat, müzik, siyaset, moda gibi alanlarda Türkiye medyasını yakından takip ediyor ve bu mecralardaki gelişmelerden etkileniyorlar.

“Bu doğal etkileşimin dışında, Türkiye hükümetlerinin adanın Kuzeyindeki toplumsal yapı üzerinde gerçekleştirdikleri müdahaleler var. Bu müdahalelerin AKP ile başlamadığını ifade etmek de önemli.

Türkiye’de geçmişte de farklı hükümetler, Kıbrıslı Türklerin kendi ideolojik yaklaşımlarına göre eksik buldukları yönlerini tamamlamak için müdahalelerde bulundular. Türkiye’deki hükümetlerin bakış açısına göre, geçmişte yeterince Türk olmayan Kıbrıslılar, şimdi de yeterince Müslüman değiller.

“Halk danslarını bile değiştirdiler”

Önceki dönemlerde, adadakilerin Türklüğü pekişsin diye coğrafi bölgelerin, köylerin isimleri değiştirildi, uzun süre kendi geleneksel halk dansları yerine Türkiye’nin farklı bölgelerine ait halk danslarını oynadılar.

Vatandaşlık verilmesi aracılığıyla adanın demografik yapısının değiştirilmesi de geçmişten beri yoğunluğu değişerek devam eden bir uygulama.

AKP döneminde gerçekleşen sosyolojik müdahalelere bakarsak, hedefte Kıbrıslıların din ile olan ilişkileri olduğunu görüyoruz. 2002 sonrası Kuzey Kıbrıs’ta yerel ihtiyaçlara bakılmaksızın sayısız camii yapıldı, her bir camiye görevli atandı. Din dersleri için Türkiye’den öğretmenler gönderildi, kuran kursları düzenlendi ve ciddi bir finansal kaynak ayırılarak bir İlahiyat Koleji kuruldu. Şu an bu kolejde 800 öğrenci var.

Bunların yanı sıra bazı üniversitelerde ilahiyat fakülteleri kuruldu. Bu yöntemlerle farklı bir dini anlayışın dayatılması, Kıbrıslı Türkler arasında huzursuzluk yarattı, Kıbrıslı Türk kimliğinin ve iradesinin kaybına dair var olan bir endişe vardı, bu yoğunlaştı.

Sol kesimler eskiden beri toplumsal yapıya ve iradeye yönelik gerçekleştirilen müdahaleler konusunda hassas iken, AKP döneminde bu hassasiyetin sağ kesimlerde de arttığına şahit olduk.

Türkiye’de ‘laik-dindar çekişmesi’ olarak adlandırabileceğimiz tartışmalar ve gerginlikler de Türkiye’yi yakından takip eden Kıbrıslı Türkler arasında endişe yarattı.

Bu ortak hassasiyet seçimlerde de kendini gösterdi. Bugüne değin genellikle sol adayların kullandığı Kıbrıs’a ait imgeler ve motifler, hem sağ hem de sol adayların seçim kampanyalarında yer aldı. Hemen her seçim videosunda adanın doğal güzelliklerini, geleneklerini ve tarihi yerleri izledik. Hemen hepsinde kimlik ve kimliğe sahip çıkma vurgusu vardı.

Seçim sonucunu belirleyen üç faktör

Peki, kimliğin yok olmasına dair böylesi ortak bir endişe varken, nasıl oldu da Türkiye’nin açıkça tercih belirttiği, kazanması için müdahale gerçekleştirdiği aday kazandı? Bunu 3 ana başlıkla açıklayabiliriz.

Öncelikle, ekonomik faktörler önemli rol oynadı. Yakın zamanda, Türkiye hükümetlerinin birincil tercihi olmadığına inanılan Kuzey Kıbrıs hükümetleri Türkiye’den alacakları ekonomik yardım konusunda yine Türkiye kaynaklı belirsizlik yaşadılar. Hali hazırda devam eden ekonomik sıkıntılar da pandemi dönemiyle birlikte arttı. Ekonomik kaygılar seçmeni bu anlamda daha güvenli bir dönem geçirme gailesiyle Türkiye’nin işaret ettiği adaya oy vermeye yöneltti.

Bunun dışında, sağ seçmen, Kıbrıslı kimliği ile ilgili hassasiyetinden bağımsız olarak geçmişten beri federasyona dayalı bir seçime hep isteksiz yaklaştı. Çünkü bu kesimde önemli bir grup adadaki statükoyu, yani bölünmeyi çözüm olarak kabul ediyor. Fakat Türkiyeli yetkililer uzun zamandır BM parametreleri çerçevesinde bir çözüme destek belirtiyorlardı, yani iki toplumlu iki bölgeli federasyona dayalı bir çözüme. Bir yandan federasyonun gerçekleşebileceğine dair inancın azalması, diğer yandan Türkiyeli yetkililerin, konfederasyona dayalı bir anlaşmaya daha ılımlı olduklarını belirten açıklamalar yapmaları, sağ seçmen ile Tatar’ı ve Tatar’ı destekleyen Türkiye’yi yakınlaştırdı.

Son olarak, Ersin Tatar ve ekibi, bu ekonomik endişeleri ve federasyona karşı olan isteksizliği kullanarak yoğun bir kutuplaştırma kampanyası yürüttüler. Buna ek olarak, sağ seçmen üzerinde çeşitli baskılar uygulandığı, para yardımları yapıldığı da konuşuldu.  Günün sonunda, görünürde kimlik ve irade konusunda ortak endişeler taşıyan seçmen bölündü ve Tatar cumhurbaşkanı seçildi.”

Başbakan kim olacak, hükümet nasıl kurulacak?

Sonuç olarak, Türkiye’deki iktidarın doğrudan müdahalelerinin konuşulduğu bir seçim süreci geride kaldı.

Şimdi Ada’nın kuzeyinde gündem, UBP Genel Başkanı ve Başbakan Ersin Tatar’ın partisinden ve başbakanlıktan istifa ederek Cumhurbaşkanlığı’na çıkmasının ardından UBP’nin başına kimin geçeceği ve kimin Başbakan olacağı.

Seçim öncesi Maraş’la ilgili karardan haberdar edilmeyen Halkın Partisi’nin bu nedenle koalisyondan çekilmesi sonucu hükümetin de düştüğünü hatırlarsak, gündemdeki bir diğer konu da yeni kurulacak hükümet.

Kuzey Kıbrıs’ta şimdiden genel seçimlerin erkene alınıp alınmaması tartışılmaya başlanırken, “yeni hükümet mi, seçim hükümeti mi kurulacak” soruları da sorulmaya başlandı.

Podcast