VARTİNİS KATLİAMI VE UTANGAÇ YARGI: 28 YILDA, ELDE VAR BİR FİRARİ SANIK
Bundan 28 yıl önceki 3 Ekim sabahı Muş’un Korkuteli İlçesi’ne bağlı Vartinis Köyü’nden dumanlar yükseliyordu. Evlerden, ahırlardan, samanlıklardan çıkan dumanlara, gece yakılan insanların, hayvanların ağır et kokusu sinmişti. Doğan güneşin ortaya çıkardığı tablo acıydı:
Nasır Öğüt’ün evi yanmış ve evden kurtulan olmamıştı. 9 kişilerdi; baba, anne ve 7 çocuk. Aileden bir tek Aysel kurtuldu. Aysel o gece amcalarına gitmişti.
Muş Valiliği’ne resmi kanallardan haber ulaştırıldı: PKK Vartinis’i bastı ve gece ateşe verdi. 9 kişi yaşamını yitirdi. Devlet bunu yıllarca böyle sandı veya sanmak istedi. Bu resmi bilginin zemini de hazırdı:
2 Ekim’de Vartinis’in kırsal bölgesinde PKK ile güvenlik kuvvetleri arasında çatışma çıkmıştı. Çatışmada bir astsubay şehit oldu. Yine resmi bilgiye göre o astsubayı şehit eden PKK’lı teröristler 2 Ekim’i 3 Ekim’e bağlayan gece de köyü basmıştı!
Aslında öyle değildi. Yıllar sonra devletin de kabul ettiği gerçeğe göre olay şöyle olmuştu:
2 Ekim’deki çatışmada Ahmet astsubay şehit olduktan sonra güvenlik kuvvetleri bölgeden ayrılırken dönemin Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu köy meydanında havaya iki el ateş açtı. Ve şöyle seslendi: “Bu gece gelip köyünüzü yakacağız!”
Gün boyunca bölgedeki güvenlik birimlerinde operasyon hazırlığı yapıldı. Bitlis’ten, Muş’tan farklı birimlerden kuvvet toplandı. Jandarmadan, özel kuvvetlerden. Güvenlik kuvvetlerinin bölgeye tekrar gitmesi için bir gerekçe gerekiyordu. Bu gerekçe de istihbarattan gelmişti. İstihbarata göre, köylüler devletin astsubayını şehit eden teröristleri evlerinde barındırıyor, terör örgütüne yardım ve yataklık ediyordu. Bir, 1990’lar klasiği.
İşte Öğüt ailesinin 9 ferdi, devlete göre operasyon, bölge halkına göre baskında yandı.
KÖYLÜLER YARDIM YATAKLIKTAN YARGILANIP BERAAT ETTİ
Güvenlik makamları senaryosunda ısrarcıydı: Köyü teröristler bastı. Bazı köylüler de teröristlere bu baskında yardım etti. 9 insan yaşamını yitirmiş, haliyle bir sorumlusu olması gerekiyordu. Bazı köylüler hakkında, yardım yataklıktan davalar açıldı. Davanın hayali - firari sanıkları ise PKK’lı teröristlerdi.
Dosya dönemin Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gönderildi. Köylüler yargılandı. Operasyona katılan askerler tanık olarak dinlendi. Askerlerden bazıları çatışma yaşandı dedi, bazıları ise çatışma olmadığını anlattı. Sanık köylüler de durumu bildiklerince anlattılar. Devlet Güvenlik Mahkemesi heyeti dosyayı inceledi. Gerçekten de ne bir mermi ne güvenlik kuvvetlerinden bir yaralı ne de mermi ile ölmüş bir köylü vardı. Haliyle köylüler beraat etti.
Dava dosyası yıllarca kalacağı rafına konuldu ve klasörlerin sırtına da şöyle yazıldı: Faili meçhul.
AB RÜZGARIYLA YENİ SORUŞTURMA
Ülkede, 2001 – 2002 yılında esmeye başlayan ve AKP iktidara geldikten sonra da bir şekilde devam eden Avrupa Birliği rüzgarı, Vartinis’e de uğramıştı. Gerçi köyün adı değiştirilmiş ve Altınova olmuştu ama olsundu. Yine de devletin faili meçhulleri aydınlatma söylemi sürüyordu.
Olay olduğunda 17 yaşında olan ve o gece amcasında kaldığı için kurtulan Aysel Öğüt de büyümüştü. Hem psikolojik tedavi gördüğü Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne gelip giderken de Ankara’daki demokratikleşme havasını koklamıştı.
Aysel Öğüt 2003 yılında, o dönemde Hukuk Fakültesinden yeni mezun olup avukat çıkan, aynı zamanda akrabaları olan, şimdinin Bitlis Barosu Başkanı Fuat Özgül’e başvurdu. Suç duyuruları yapıldı. Soruşturma dosyaları savcılıklar arasında geldi gitti.
“DOSYAYI HERKES BİRBİRİNE PASLADI”
Soruşturmaların ve davanın başından bu yana ilgilenen Avukat Fuat Özgül aileden geriye kalan kuzeni Aysel’in uzun yıllardır korku nedeniyle etkin bir şekilde hakkını arayamadığını söyledikten sonra 28 yılı şöyle anlatıyor:
“Bu olay 1993 yılında oldu. 3 Ekim 1993. 90’lı yılların şartları herkesçe malum. Aile korktu doğrusu. Buradaki avukat bulunmama durumundan ziyade ailenin tedirginliği vardı. Abdullah Öğüt (Aysel Öğüt’ü eşi) ile aynı zamanda akrabayız. Abdullah benim halamın oğlu. Akrabalık ilişkilerinden kaynaklı olarak birbirimizi tanıyoruz. O aileden kurtulan tek kişi Aysel Öğüt’tü. 2003 yılında Aysel Öğüt’ün müracaatı üzerine bizimle görüştü. Vekaletname çıkartıp şikayetçi oldu. Biz de 2003 yılından itibaren bu soruşturma dosyasını takip ettik. Yaklaşık 10 yıl sonra 2013 yılında Muş Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Daha sonra güvenlik gerekçesiyle bu dosyayı Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiler. 2016 yılında Karabük’e gitti. O dosyada 4 sanık vardı. Mahkeme sanıkların beraatına karar verdi. Daha sonra biz kararı temyiz ettik. Gerçi yerel Cumhuriyet savcısı da temyiz etmişti. Yargıtay Bülent Karaloğlu yönüyle kararı bozdu. Bunun asli fail olduğundan kanaatli olarak. Dosyayı ilk derece mahkemesine geri gönderdi. İlk derece mahkemesi yaptığı ilk duruşmada sanıkla ilgili tutuklama amaçlı yakalama emri çıkarttı. Şu anda sanırım firarda.
İlk soruşturma başlatıldığı zaman doğrusu bu dosyanın mahiyeti itibariyle, çünkü yargılanan kişiler normal sıradan insanlar değildi. Alay komutanı, emniyet müdürü, jandarma komutanı… Sanıklar bunlar olduğu için soruşturmayı yürüten savcılıklar olsun. Bu işle ilgili karar veren hakimler olsun herkes dosyayı bir diğerine paslıyordu. Ben değil de bir başkası karar versin şeklinde bir durumla karşılaştık. Mesela dosyayı ilk olarak Elazığ Kolordu Askeri Mahkemesi’ne gönderdiler. Ondan sonra adamlar, bizimle alakası yoktur. Normal adli bir suçtur, askeri bir suç değildir dediler. Sonra dosyayı Muş’a gönderdiler. Muş, bu memur suçudur deyip valilikten izin talebinde bulundu. İzin talebi üzerine verilen kararlara karşı idare mahkemesine gidildi. Bu şekilde bir çıkmaza girildi.”
“BİR DİZİ GARABET VE HUKUKİ SKANDALLAR”
Kamuoyunun 28 yıldır “Vartinis Davası” adıyla takip ettiği yargılama süreci kadar dava öncesi de önemliydi. O nedenle, gelin bu süreci bir de davayla halen aktif bir şekilde ilgilenmekte olan Muş Baro Başkanı Avukat Kadir Karaçelik’ten de dinleyelim. Avukat Karaçelik 3 Ekim’de Vartinis’te olup bitenleri de ekleyip süreci şöyle anlatıyor:
“1993 yılı 2 Ekim’inde Vartinis beldesinde gündüz yaşanan bir çatışma sonrası bir güvenlik görevlisi yaşamını yitirdikten sonra o dönemin ilçe jandarma komutanı köyün içerisinden geçerken ‘ben bu köyü bu gece yakacağım’ deyip, köyün ortasında durup, havaya iki el ateş edip, ‘ben bu gece bu köyü yakacağım, şehidimin intikamını alacağım’ şeklinde beyanlarda bulunuyor ve devam ediyor. Sonrasında 2 Ekim’i 3 Ekim’e bağlayan gece saat 02:00 – 03:00 sularında büyük bir operasyon yapılıyor. Bu, 4-5 birliğin katılmış olduğu bir operasyon. Bunun üzerine bir kısım evler ateşe veriliyor. Evlerden bir tanesinde içindeki fertler yanmak suretiyle yaşamlarını yitiriyorlar.
Sonra ne oluyor, doğru dürüst bir soruşturma yapılmıyor. Bu eylem bir kısım köylülere yüklenmeye çalışılıyor. Onlarla örgüt üyelerinin ortaklaşa yaptığı bir şeymiş gibi. Sonra dosya Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderiliyor. Gönderildikten sonra bir kısım köylüler hakkında örgüte yardım ve yataklıktan dava açılıyor. Örgüt üyeleri hakkında da firari oldukları gerekçesiyle daimi arama kararları çıkarılıyor ve dosya raflarda yerini almaya başlıyor. 1993 – 2003 yılları arasında yargılanan köylüler beraat ediyorlar. Dolayısıyla Öğüt ailesinin yakılma hadisesi tamamen ucu açık bir soruşturmaya konu olmaya başlıyor; failleri güya örgüt üyeleriymiş şeklinde.
2003’te mağdur Aysel Öğüt’ün tekrar müracaat ediyor. ‘Ben bunların soruşturulmasını istiyorum, köylülerin tanıklıkları var, insanların tanıklıkları var, benim ailem yanarak can verdi. Bu hepimizin gözleri önünde meydana geldi. Bu o dönem operasyonu yapan askerler tarafından gerçekleştirilmiştir’ diye ifade veriyor.
Dosya, 2003 ile 2013 yılları arasında 10 yıl boyunca askeri savcılıkla sivil savcılık arasında gitti geldi. O diyor sen görevlisin, diğeri hayır sen görevlisin diyor. Bir dizi hukuki garabet, hukuki skandal diyebileceğimiz olaylar yaşanmaya başlıyor. İnsanların öldürülmesi görev suçu olarak nitelendirilmeye çalışılıyor. Sonunda soruşturma izni isteniyor. Valilik soruşturma izni veriyor. Bu sefer şahıslar itiraz ediyorlar. Bölge İdare Mahkemesi bu soruşturma iznini ortadan kaldırıyor. Kaldırırken çok skandal bir karara imza atıyor. Diyor ki bu zamanaşımına uğrayan bir dosyadır. Kendi görev tanımının dışına çıkarak böyle bir tespitte bulunuyor. Ben soruşturma iznini ortadan kaldırıyorum diyor. Buna yönelik kanun yararına bozmaya gidiliyor. Yeniden dilekçeler veriliyor. Sonrasında bunun üzerine takipsizlik kararı veriliyor. Takipsizliğe karşı Aysel Öğüt’ün avukatları itiraz ediyor. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesi hayır görev suçu değil diyerek takipsizlik kararını kaldırıyor. Bildiğin önemli bir ağır cezalık dosyadır diyor. Bu şekilde soruşturma yine de devam ediyor. 2013’te nihayetinde bir iddianameye dönüşüyor.”
DEVLET İLK KEZ KABUL ETTİ
Olaydan 10 yıl sonra açılabilen davanın görülmesi de kolay olmadı. Muş Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılama serüveni önce Kırıkkale’de bir süre devam etti. Sonra buradan da güvenlik gerekçesiyle bir ara Karabük’e bile uğradı. Oradan yine Kırıkkale’ye döndü.
Artık yargılama başlamıştı. Sanık sandalyesinde dönemin Hasköy Jandarma Komutanı Yüzbaşı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu, Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Hanefi Akyıldız, Muş Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü Şerafettin Uz ve Gökyazı Karakol Komutanı Astsubay Turhan Nurdoğan vardı.
Dava 3 yıl sürdü. Devlete göre operasyona, köylülere göre baskına katılan askerler tanık olarak dinlendi. Askerlerden bazıları çatışma olmadığını anlattı bazıları da teröristlerin kendilerine karşılık verdiğini söyledi. Hatta aralarında, önce “çatışma olmadı” deyip sonra, “ben yanlış söylemişim çatışma oldu yeniden ifade vermek istiyorum” diye dilekçe sunan bile oldu.
Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava 2016 yılında sona erdi. Mahkeme 4 sanığın da beraatine karar verdi. Öğüt ailesinin avukatları ve savcılık kararı temyiz etti.
Dosya bu kez de Yargıtay’da beklemeye başladı. Bekledi bekledi tam 5 yıl. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi bu yılın başlarında dosyayı inceledi ve Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını sadece Yüzbaşı Bülent Karaoğlu yönünden bozdu. Yargıtay diğer sanıkların beraat kararını onadı ama aslında kararında aslında çok şey anlattı. Örneğin operasyon sırasında köylülerin samanlıklarının, ot yığınlarının, ahırlarının hayvanlarının yakıldığını anlattı. “Birçok evin ve Nasır Ögüt’ün evinin ateşe verildiğini” anlattı örneğin. Ve dahası dedi ki Yargıtay:
“Yangını söndürmek için müdahale etmek isteyen belde halkına askerler tarafından izin verilmediği anlaşılmıştır.”
Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi’nin kararı, 1990’lardaki köy yakma eylemlerinden en çok tartışılan Vartinis olayının sorumluluğunun devlet görevlilerinde olduğunu kabul ediyordu. Ve Daire devletin görevlisi olan Yüzbaşı Bülent Karaoğlu’nun sorumluluğunu şöyle aktarıyordu:
“Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı olarak görev yapan sanığın operasyona katıldığının tanık beyanları ile sabit olduğu, kaldı ki İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yapması sebebiyle sorumluluk alanında yapılan böyle bir operasyonda görev almamasının düşünülemeyeceği ve sanığın operasyondaki en rütbeli kişi olduğu, astsubayın şehit edilmesi sonrasında sarfettiği sözler de dikkate alındığında yangının sanığın emir ve talimatı doğrultusunda meydana geldiği anlaşılmıştır.”
Yargıtay’ın bu kararıyla 1990’ların köy yakma eylemlerinden en azından birinin devlet görevlileri eliyle gerçekleştiği kabul ediliyordu ve önemliydi. Ancak kararda bir eksiklik vardı. Benzer davalarda sanık aleyhine bozma olduğunda bu kararla birlikte “derhal tutuklama” kararı da verebilen Yargıtay o konuda sessiz kaldı. Tutuklama işini yerel mahkemesine bıraktı.
“TEK SORUMLU MÜVEKKİLİM DEĞİL”
Yargıtay’ın bu kararı vermesinden sonra dosya yeniden Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme duruşma gününü 21 Eylül’e verdi. Yani Yüzbaşı Karaoğlu, kendisi hakkında mahkumiyet kararı verebilme olasılığının güçlü bir olasılık olduğunu öğreneli 9 aya yakın bir zaman olmuştu. Mahkemeye gelseydi tutuklanması gerekiyordu. Ve haliyle gelmedi. Avukatı aracılığıyla mazeret bildirdi: Göğsümün üstünde bir ağrı var o nedenle gelemiyorum.
Sanığı savunmak avukatına düştü. Duruşma sonrasında ajanslara düşen habere göre Avukat Emine Delihasanoğlu müvekkilini savunurken sadece şunları söyleyebildi:
“Evet yaşanan olay vahşettir fakat tek sorumlu müvekkilim değildir. Sanığın savunmasının tekrar alınmasını, tanığın yeniden dinlenmesine ilişkin dilekçemizi mahkemeye ibraz ediyoruz.”
İlk bakışta sadece müvekkilinin sorumluluğunu itiraf gibi görünen bu savunma mahkemede karşılık bulursa davayı uzatabilecek kritik bir adımdı. Hem şunun şurasında zamanaşımına ne kalmıştı ki. 2 yıl. 2 yıl çok uzun değildi. Açılması 10 yıl, temyizi 5 yıl süren dava 2 yıl daha uzatılabilirdi.
Mahkeme duruşma sonunda sanık Bülent Karaoğlu’nun tutuklanmak üzere yakalanma yönünde karar verdi. Karar tüm güvenlik birimlerine bildirildi ama Karaoğlu 10 günü aşkın süredir halen yakalanamadı. Güvenlik birimlerinin etkin bir arama yapmadığına işaret eden Muş Baro Başkanı Kadir Karaçelik bu tutuklama kararının, duruşma başlamadan dosya Kırıkkale’ye geldikten hemen sonra verilmesi gerektiğine işaret ediyor ve ekliyor: “Bunun için duruşmaya gerek yoktu. Böyle olunca tutuklama kararı alem-i cihana ilan edilerek verildi.”
“DEVLET İSTESE 24 SAATTE MAHKEMESİNE GETİRİR”
İşte Vartinis davası zamanla yarışında son kulvara girdi. 3 Ekim 2023’e kadar sonuçlanmazsa zamanaşımından düşecek. Tehlikeye dikkat çeken davanın avukatlarından Fuat Özgül de bu duruma şöyle işaret ediyor:
“Bu kişi bugüne karar kollanmışsa, bizim endişemiz, korkumuz da o. Bir takım güçler tarafından korunabilir. Bu şekilde bu dosyanın zamanaşımına uğratılma durumu var. Daha öncesinde de belirtmiştim. Şimdi de belirteyim. Bir hukuk devletinde 9 kişiyi nitelikli şekilde canavarca hisle öldürme suçundan yargılanan birisinin bir gün dahi gözaltına alınmaması, tutuklanmaması, bunun için uğraşılmaması, bir uğraş verilmemesi bana göre utanç verici bir durum. Şu ana kadar bizin taraf dışında bu dosyayla bir ilginin olmadığını da gördüm. Yani bu kişinin yakalanması için veya eğer varsa cezasının çektirilmesi için bir uğraş olduğuna da şahit olmadık. Doğrusu bu da bir hukukçu olarak bizi üzüyor. Bizim buradaki amacımız kesinlikle bir intikam alma değil. Eğer burada bir insan bir suçu işlemişse bu suçun cezasını çekmelidir. Çektirilmelidir. Devletimiz de bunun için uğraş vermelidir. Ben şuna inanıyorum. Devlet bugün bunu istediği zaman 24 saat içerisinde bu adamı getirir mahkemesine teslim eder. Varsa cezasını alır, yoksa beraat kararını alır.”
SON SÖZ AYSEL ÖĞÜT’ÜN: “BU DÜNYADA TEK KALDIM ERDOĞAN’DAN YARDIM İSTİYORUM”
Son sözü, 7 kardeşini, anne - babasını kaybeden ve 28 yıl önceki olayı anlatırken hala sesi düğümlenen Aysel Öğüt’e bırakalım. Sanığın tutuklanamamasını nasıl değerlendiriyor, bugün ne düşünüyor bu soruların cevaplarını kendisinden dinleyelim:
“Onun bir an önce tutuklanmasını istiyorum. Yargıtay karar verdi ama daha tutuklanmadı. Daha dışarıdadır. Onun için biraz üzüntüm var. Benim düşüncem, büyüklerimden yardım istiyorum. Sayın Tayyip Erdoğan’dan. Büyüklerimizden yardım istiyorum. Onun tutuklanmasını istiyorum. Benim düşüncem şimdi odur. Onu düşünüyorum. Başka ben ne düşüneyim. Ben şimdi hala ilaç kullanıyorum. Depresyondayım. Hastayım.
Ben Ankara’da Hacettepe’de tedavi gördüm. 10 yıl depresyon ilacı kullandım. 10 yıl hep oraya gelip gittim. Ben 3 defa yüz felci geçirdim. Göz felci geçirdim. Tabi ki benim çok zor durumlarım oldu. Olaydan sonra bunlar oldu. Eğer bu tutuklansa belki biraz su serper yani. Benim canlarım gitti. Babam, kardeşlerim ailem. Bu dünyada tek kaldım.”
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.