“AVUKATLARA MÜDAHALEYLE VATANDAŞLARA MESAJ VERİLİYOR"

“AVUKATLARA MÜDAHALEYLE VATANDAŞLARA MESAJ VERİLİYOR"
Yasaksız Meydan'da Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Mersin Şube Yöneticisi İbrahim Cinbaş; Mersin'de, Tehlike Altındaki Avukatlar Günü kapsamında avukatlar tarafından yapılmak istenen basın açıklamasına yapılan müdahaleyi anlattı.


24 Ocak 1977‘de İspanya’da 4 avukat ve 1 işçi temsilcisinin katledilmesi nedeniyle 24 Ocak  ‘Tehlikedeki Avukatlar Günü’ olarak ilan edildi.
Bu yıl Kolombiyalı avukatlara ithaf edilen 'Tehlike Altındaki Avukatlar Günü' nedeniyle Mersin'de adliye önünde açıklama yapmak isteyen avukatlara polis müdahale etmişti.
Yasaksız Meydan'da Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Mersin Şube Yöneticisi İbrahim Cinbaş;  basın açıklamasına yapılan müdahaleyi anlattı. 

"ELBETTE ADLİYE ÖNÜNDE EYLEM YAPACAĞIZ, ORASI BİZİM İŞ YERİMİZ"

"Tehlike Altındaki Avukatlar Günü" ile ilgili yapılan basın açıklamasında; amaçlarının spesifik talepler belirtmekten ziyade günün önemine dikkat çekmek olduğunu söyleyen Cinbaş, şöyle konuştu:

“Biz özel olarak bir talepte bulunmaktan ziyade, Tehlike Altındaki Avukatlar Günü'nün önemine dikkat çekmek, Türkiye'deki avukatların durumuyla ilgili de değerlendirmeler yapmak kendi nazarımızda, kendi görüşlerimizi aktarmak için basın açıklaması yapmak istedik. Elbette ki basın açıklamasını yapmak için seçeceğimiz mekan adliyedir. Çünkü adliyeler bizim iş yerlerimiz, biz avukatız. Savunmanın bir tarafıyız. Dolayısıyla adliye önünde bu açıklamayı yapmamız gerekir. Bizim en temel hakkımızdır bu. Bu açıklama metni içerisinde aslında doğrudan Türkiye’deki avukatlardan ziyade dünyadaki bu sene atfedilen Kolombiyalı meslektaşlarımız da anarak, Türkiye'deki durumu da özetleyen bir basın açıklaması yapmak istedik.”

Cinbaş yapılmak istenen barışçıl gösteriye yapılan müdahalenin gerekçesini ve biçimini şöyle anlattı: 

“Yapılan müdahalenin gerekçesi şudur: Bu gösterinin izinsiz olduğu ve suç teşkil ettiği şeklinde bir gerekçe ile kolluk kuvvetleri bizi uyardılar. Sonrasında metni okuyan arkadaşımızın sesini duymaması için de kendilerinin elinde bulunan megafonla dağılmamız yönünde bize uyarıda bulundular. Biz de burasının bizim çalışma sahamız olduğu, adliye olduğu ve aynı zamanda bugünün de Tehlike Altındaki Avukatlar Günü olduğu, dolayısıyla en azından bugüne özel böyle bir muamele ile karşılaşmamız gerektiğini izah etmeye çalıştık ama onlar ısrarcı oldular.”

“AVUKATLARA BASKI VAR"

Yapılan müdahalenin tekil bir örnek olmadığını, demokratik toplum gereklerindeki aşınmayla birlikte okunması gerektiğini şu şekilde aktarıyor: 

“2016 yılındaki darbe girişiminden sonra özellikle OHAL ilanıyla birlikte hepimizin bildiği gibi Türkiye'de toplumsal muhalefet üzerinde çok ciddi baskı ve dolayısıyla avukatlar da baskıdan muaf değiller. Avukatlara yönelik baskılar var. Aslında avukatlara yönelik baskıyı şöyle okumak lazım: Bir hak arayışı ya da bizim hep okulda ya da üniversitede öğrendiğimiz ezilenlerin hak arayışı olarak avukatlık mesleği çerçevesinde değerlendirmek lazım. Bunun dışında şöyle gerçekler de var: Yani işin hak-hukuk boyutuyla ve savunmayla ilgili boyutunda avukatlar arasında intiharlar çok fazla, geçinememe problemleri çok fazla. Mesleğin, yani avukatlık mesleğinin daha doğru savunma mesleğinin, değersizleştirilmesine yönelik genel bir politika elbette ki var. Ama bu genel politikanın dışında, özellikle dediğim gibi insan hakları örgütlerine ya da bu alanlarda çalışan avukatlara yönelik özel bir politika da olduğu bir gerçek.”

İbrahim Cinbaş, “Avukatların kullanamadığı bir hakkı diğer vatandaşlar maalesef kullanamazlar. Aslında avukatlar üzerinden verilmek istenen mesaj bizce toplumadır. Burada topluma verilmek istenen mesajın şu olduğunu düşünüyorum: ‘Bakın biz avukatlara bile açıklama yaptırmıyoruz.’ Burada yani Türkiye'nin elbette ki genel vaziyeti ile ilgili bir sıkıntı, bir problem olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.


Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.


SÖYLEŞİNİN TAM METNİ

ZD: Merhaba, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan başlıyor. Ben Zeynep Duygu Ağbayır, bugünkü konuğumuz ÖHD Mersin Şube Yöneticisi İbrahim Cinbaş. Hoş geldiniz. 

İC: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum Zeynep Hanım. 

ZD: Mersin'de Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Demokrat Avukatlar Grubu, Çağdaş Hukukçular Derneği Şubesi adliye binası önünde yapmak istediği basın açıklamasına müdahale edildi. Aslında bunu konuşacağız. Tehlike Altındaki Avukatlar Günü’nü 2019 yılında Türkiye'deki avukatlara ithaf edildiğini biliyoruz. Dilerseniz öncelikle bu olguyu tartışalım. Türkiye'de avukatlar tehlike altında mı, nedir bu tehlike, tehlikeyi ortadan kaldırmakla savunmanın işlevini yerine getirmesi için gerekli güvenceleri sağlamakla yükümlü olan devlet bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için ne yapıyor? 

İC: Öncelikle teşekkür ediyorum bizi konuk olarak aldığınız için. Şöyle şimdi Tehlike Altındaki Avukatlar Günü aslında 2010 yılından bu yana dünyanın birçok yerinde tehlike altındaki avukatlara ithaf edilen bir gün olarak kutlanıyor. Tarihçesi olarak da İspanya'da faşist dönemde işçi sendikası avukatlığı yapan 4 avukatın Madrid’deki ofislerinde öldürmesinin anması; daha doğrusu bu olayın üzerine 2010 yılından bu yana dediğimiz gibi devam eden bir süreç. 2010 yılından bu yana aslında Türkiye 1 kere değil 3 kere ithaf edilen avukatlar unvanını kazandı. Dolayısıyla 2010 yılından bu yana 2019’dan önce de sanırım 2012 ve 2013'te de Türkiye ile ilgili, Türkiye ithaf edilmiştir. Türkiye'deki durumla ilgili şunu söylemek mümkün: Yani aslında ülkelerin, ithaf edilen ülkelerin durumuna baktığımızda Türkiye'deki durumu da biraz değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Demokrasinin ileriye gitmediği tam tersi geriye gittiği özgürlüklerin her alanda sınırlandığı bir düzlemde avukatların da tehlike altında olması tabii ki çok normal. Burada avukatlardan da kastımız elbette ki bütün avukatlar kendisini tehlike altında hissetmiyor olabilir. Ama özellikle bir hak arayışının tarafı olan avukatların kendisini tehlike altında hissetmesi gayet normal, anlaşılabilir bir durum. Türkiye'de biliyorsunuz 2011-2012 yıllarında ÇHD üyesi meslektaşlarımızla ilgili bir soruşturma başlatılmıştı. Ondan önce KCK adı altında yine ciddi sayıda avukatın gözaltına alındığı ve uzun süre tutuklu kaldığı bir dosya vardı. Sonrasında 2011’den sonra tekrar yakın zamanda yine ÇHD’li avukatlara yönelik büyük bir operasyon oldu. Bu büyük operasyonlar dışında yerel bazda işte Mersin'in de dahil olduğu 2017 yılında avukatlara yönelik operasyonlar yapıldı. Türkiye’deki durum dünyadaki diğer örneklerden çok farklı değil. Demokrasinin geriye gittiği bir ortamda elbette ki avukatlar da tehlike altında. En son işte, en büyük, yakın zamandaki olay, ÇHD'li avukatlarla ilgili, meslektaşlarımızla ilgili dosyada mahkeme heyeti bütün tutukluların tahliyesine karar vermişti. Sonrasında -bu söylediğim 2018 ya da 2019 olabilir- sonrasında bütün mahkeme heyeti dağıtıldı, yerine başka bir mahkeme heyeti hemen transfer edildi. Bu mahkeme heyeti bütün avukatlarla ilgili tekrar tutuklama kararı verdi. Cezaevinden çıkmadan tekrar tutuklanmış oldular. Dosyaları da -usuli eksiklik olanların dışında Selçuk Kozağaçlı gibi- neredeyse tamamı onandı kesinleşti. Buradan şunu anlatmaya çalışıyorum: Hak arayışı içerisinde olan avukatlar, yani ÇHD'li avukatlar ÖHD’li avukatlar ya da bir birçok farklı hak alanı, hak arayışı içerisinde olan avukatların ciddi baskı altında olduğu bir gerçek. Mersin özelinde yaşanan şey de şöyle ifade edeyim: Daha önce de dediğim gibi Mersin'de bizim 10'a yakın avukat arkadaşımız 2017 yılında gözaltına alınmıştı, haksız hukuksuz bir dosya ile. Gözaltına alınan avukat arkadaşların işte isimleri afişe edildi. Bir sürü kendileriyle ilgili olmayan şeyler iddia edildi. Sonuç olarak hepsi beraat etti. Dolayısıyla bunları birbirinden ayrı ve bağımsız görmemek lazım. İktidarın genel bir politikasının sonucu olarak okumak görmek lazım. Mersin özelinde yaşanan bir durum da bundan çok farklı bir şeyin tezahürü değil. 

ZD: Aslında biraz bahsettiniz. Şöyle bir soru yöneltmek istiyorum: 22 Ocak tarihinde Mersin Adliyesi önünde Tehlike Altındaki Avukatlar Günü ile ilgili basın açıklaması yapmak istediniz; kamuoyuna ya da yetkililere duyurmak istediğiniz talepleriniz nelerdi? 

İC: Şöyle; bizim özel olarak bir talepte bulunmaktan ziyade, Tehlike Altındaki Avukatlar Günü'nün önemine dikkat çekmek, Türkiye'deki avukatların durumuyla ilgili de değerlendirmeler yapmak kendi nazarımızda, kendi görüşlerimizi aktarmak için basın açıklaması yapmak istedik. Elbette ki basın açıklamasını yapmak için seçeceğimiz mekan tabii ki adliyedir. Çünkü adliyeler bizim iş yerlerimiz, biz avukatız. Savunmanın bir tarafıyız. Dolayısıyla adliye önünde bu açıklamayı yapmamız gerekir. Bizim en temel hakkımızdır bu. Bu açıklama metni içerisinde aslında doğrudan Türkiye’deki avukatlardan ziyade dünyadaki bu sene atfedilen Kolombiyalı meslektaşlarımız da anarak, Türkiye'deki durumu da özetleyen bir basın açıklaması yapmak istedik. Ama savcılığın burada açıklama yaptırmayacağız şeklindeki bir kararının olduğunu ilgili kolluk memurları bize bildirdiler. Biz de böyle bir kararı tanımadığımızı söyledik. Çünkü bu kararın hukuksuz olduğunu biliyoruz. Daha önce de Mersin Adliyesi önünde çok defa basın açıklaması yaptık. Hakkımızda soruşturmalar da açıldı. Bu soruşturmaların tamamında takipsizlik kararı verildi. Yani süreç böyle. 

ZD: Anayasa'nın 34. maddesine göre şiddet içermediği sürece gösterilerin engellenmemesi ve müdahale edilmemesi gerekiyor. Bu açıklamaya katılan insanlar avukatlardı ve neyin yasal ya da yasadışı olduğunu çok iyi biliyorlardır. Ama basın açıklamanıza güvenlik güçleri tarafından müdahale ediliyor gördüğümüz kadarıyla. Yapılan müdahalenin gerekçesi neydi, size açıklandı mı? 

İC: Yapılan müdahalenin gerekçesi şudur: Bu gösterinin izinsiz olduğu ve suç teşkil ettiği şeklinde bir gerekçe ile kolluk kuvvetleri bizi uyardılar. Sonrasında metni okuyan arkadaşımızın sesini duymaması için de kendilerinin elinde bulunan megafonla dağılmamız yönünde bize uyarıda bulundular. Biz de burasının bizim çalışma sahamız olduğu, adliye olduğu ve aynı zamanda bugünün de Tehlike Altındaki Avukatlar Günü olduğu, dolayısıyla en azından bugüne özel böyle bir muamele ile karşılaşmamız gerektiğini izah etmeye çalıştık ama onlar ısrarcı oldular. Sonrasında biz açıklamamızı yaptık. Açıklamayı bitirdikten sonra kısa bir oturma eylemi yaptık ve adliye içerisine giriş yaptık. Burada şöyle bir durum yani aslında birçok kentte benzer anmalar yapıldı. Tehlike Altındaki Avukatlar Günü ile ilgili birçok yerde basın açıklamaları yapıldı. Ama Mersin'de müdahaleye dönüştü. Burada da Mersin Başsavcılığı'nın tavrıyla ilgili bir problem oldu tabii ki çok açık. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, kendisinin verdiği talimat doğrultusunda adliye bahçesinde açıklama yaptırmayacağını ifade ediyor. Hâlbuki dediğiniz gibi Anayasanın 34. Maddesi, Anayasa Mahkemesi kararları, AİHM kararları barışçıl gösterilerin bir izne tâbi olmayacağını ancak barışçıl gösterinin somut şekilde bir tehlike -barışçıl olarak başlayabilecek bir gösterinin diyelim- somut şekilde tehlike arz etmesi durumunda, yani burada kamu güvenliğine ilişkin ya da diğer başkalarının haklarına ilişkin bir tehlike arz etmesi durumunda müdahale edilebileceğini söylüyor. Biz kendi iş yerimiz olan adliyemizin önünde mesleğimizle ilgili bir konuda açıklama yapmak isterken bu müdahaleyi maalesef uğradık. Ama dediğimiz gibi daha önceden de çok defa biz basın açıklamaları yaptık, müdahale edilenler de oldu müdahale edilmeyenler de oldu. Hakkımızda soruşturma açılanlar oldu; soruşturmaların tamamından takipsizlik kararları verildi. Yani dava açılmasına yer olmadığına ilişkin kararlar verildi. Dolayısıyla Başsavcılığın bu tutumu tarzı ve aynı zamanda kolluğun tarzı elbette ki hukuka uygun bir tavır tarz değil. Biz de daha sonrasında zaten buna ilişkin yaptığımız açıklamada şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da kendimizle ilgili mesleğimizle ilgili yapmak istediğin açıklamaları adliye önünde dilediğimiz zaman da yapacağımızı, bu konuda izne tabi olmadığımızı ifade ettik, deklare ettik.

ZD: Tam da burada şöyle bir şey sormak istiyorum: EŞHİD olarak 2015 yılından itibaren sistematik bir şekilde barışçıl toplantı ve gösterileri yapılan polis müdahalelerini ve mülki idare tarafından ilan edilen yasakları izliyoruz. Verilerimiz arasında Tehlike Altındaki Avukatlar Günü'nde yapılan eylemlere müdahale edilmesine ilişkin bir kayıt yok. Zannediyorum bu ilk müdahale. Bu yıl müdahale edilmesi demokratik toplum gereklerindeki aşınma ile mi ilgili, nasıl değerlendiriyorsunuz? 

İC: Elbette ki. Yani tam dediğiniz noktayla ilgili. Yani 2016 yılındaki darbe girişiminden sonra özellikle OHAL ilanıyla birlikte hepimizin bildiği gibi Türkiye'de toplumsal muhalefet üzerinde çok ciddi baskı ve dolayısıyla avukatlar da baskıdan muaf değiller. Avukatlara yönelik baskılar var. Aslında avukatlara yönelik baskıyı şöyle okumak lazım: Bir hak arayışı ya da bizim hep okulda ya da üniversitede öğrendiğimiz ezilenlerin hak arayışı olarak avukatlık mesleği çerçevesinde değerlendirmek lazım. Bunun dışında şöyle gerçekler de var: Yani işin hak-hukuk boyutuyla ve savunmayla ilgili boyutunda avukatlar arasında intiharlar çok fazla, geçinememe problemleri çok fazla. Mesleğin, yani avukatlık mesleğinin daha doğru savunma mesleğinin, değersizleştirilmesine yönelik genel bir politika elbette ki var. Ama bu genel politikanın dışında, özellikle dediğim gibi insan hakları örgütlerine ya da bu alanlarda çalışan avukatlara yönelik özel bir politika da olduğu bir gerçek. Daha önce de az önce bahsettiğim birçok meslektaşımız hakkında sadece müvekkilleriyle ilgili mesleklerini yapma tarzlarıyla ilgili davalar açıldığını, ceza istendiğini, uzun süre tutuklu kaldıklarını biliyoruz. Bunları da bundan bağımsız görmemek lazım. Mersin özelinde bu müdahalenin ne olduğu sorusuna cevap olarak da -sanırım yeni bir Başsavcımızdı- yeni başsavcının tarzı tutumuyla ilgili olabilir diye düşünüyoruz. Çünkü daha sonrasında bu müdahaleden sonra Baro Başkanımız kendisiyle görüştüğünü; yine benzer şekilde ancak barolar adına olabilecek açıklamaları, ancak kendisinin işaret ettiği yerde yapılabileceğini, diğer grupların yani diğer derneklerin vesairenin yapacağı açıklamalara izin verilmeyeceğini kendisi ifade etmiş. Tamamen hukuka aykırı bir durum. Yani özellikle Mersin'de bunu buradaki başsavcılığın tarzı tutumuyla ilgili olduğunu söylemek mümkün. Ama az önce de ifade ettiğim gibi meslektaşlarımız da bu konuda kararlılar, bu konuda geri adım atmayacaklarını her mecrada ifade ediyorlar. 

ZD: İzin demişken; aslında şöyle bir altını çizmek istediğimiz bir husus var: Bizim verilerimize göre 2911 sayılı kanundaki bildirim yapma koşulu uzun zamandır valilikler tarafından fiili olarak izin alma şartına dönüştürülüyor. Ve birçok gösteri izinli olmadığı gerekçesiyle müdahaleye uğruyor. Hâlbuki anayasada açıkça izinsiz ibaresi geçiyor. Siz Tehlike Altındaki Avukatlar Günü için yapacağınız açıklamayı Mersin Valiliği'ne bildirdiniz mi? Sizin basın açıklamanız özelinde nasıl işledi bu süreç? 

İC: Biz herhangi bir yere bildirimde bulunmadık, biz bildirimde bulunma zorunluluğumuz da olmadığını düşünüyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda da kararları var. 2911 sayılı kanun evet bunu sınırlıyor ve bir izne bağlıyor ama burada barışçıl şekilde toplanan kişilere müdahale edilmesi için kamu düzeninin korunmasının gerekli olduğu ya da katılımcıların hak, ödev ve sorumluklarına uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce gösterilmesi gerekir şeklinde bir kararı var. Dolayısıyla bu şu anlama gelir: Bir basın açıklaması ya da bir toplantı ve gösteri yürüyüşü ancak ve ancak kanunun belirlediği ölçünün dışına çıkarsa, kişilerin ve kamu düzeninin korunmasına ilişkin bir tehlike ortaya çıkarsa kolluk müdahale edebilir. Dolayısıyla az önce söylediğiniz bildirimde bulunma şartı fiilen izin almaya dönüşmüş, dediğiniz çok doğru. Biz bunun hukuka uygun olmadığını düşünüyoruz. İzin ve bildirim süreçleri nerede olur? Örneğin mitinglerde, yapılacak büyük etkinliklerde; evet bununla ilgili çünkü yer tahsisi gerekir, başka prosedürler gerekir: Bildirimde bulunmak hatta izin almak gerekir. Ama herhangi bir konuda basın açıklaması yapmak için izin alma ya da bildirimde bulunma şartı olmadığını düşünüyoruz. Dediğim gibi düşünüyoruz’dan da çıkıp Anayasa Mahkemesinin kararları da bu yönde. Daha önce HDP'li ya da BDP'li vekiller için yapılan başvurularda da, benzer kararlarda, bunların suç sayılması ya da bunlarla ilgili izin şartı varmış gibi değerlendirme yapılması kesinlikle hukuka uygun değil. Biz bu noktada ne valiliğe ne de savcılığa biz burada açıklama yapacağız şeklinde bir izin talebinde bulunmadık. Ancak şunu söylediğini ifade edeyim: Hatırladığım kadarıyla meslektaşlarımızdan bazıları savcılığa şey bilgisini vermişlerdi. “Biz bir açıklama yapacağız, bilginiz olsun” şeklinde söylemişlerdi. Onlar da buna izin vermeyeceklerini, müdahale edeceklerini, kapının dışında ancak yaparsak yapabileceğimizi, adliye bahçesinde bunu yapamayacağımızı ifade etmişlerdi. Ancak dediğim gibi yani bu tarz basın açıklamaları kesinlikle bildirim ya da izin şartına tabi değildir. Anayasanın amir hükmü ve Anayasa Mahkemesi kararları bu doğrultuda. Dolayısıyla basın açıklaması yapmak için bir izin ya da bir bildirimde bulunma zorunluluğu olmadığını düşünüyoruz, böyle değerlendiriyoruz. Biz avukatlar olarak da; yapacağımız açıklamalarla ilgili hem kanunu bilen, hem içtihatları bilen kişiler olarak hukuka uygun olup olmadığını elbette ki değerlendiririz. Hukuka aykırı bir fiilin içerisine biz de girmek istemeyiz. Ama adliye önünde basın açıklaması yapmak gibi temel bir hakkın engellenmesi de dediğim gibi kabul edilebilir bir şey değil, buna da her mecrada itiraz etmek lazım. 

ZD: Ben yine buradan aslında şöyle bir şey sormak istiyorum: Bu müdahale bize Türkiye'de barışçıl toplanma hakkının kullanılmasının seyri hususunda bir gösterge mi yoksa sadece tekil bir örnek mi, ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? Şu bakımdan soruyorum: Avukatların kullanamadığı bir hakkı diğer vatandaşlar rahatlıkla kullanabilir mi? 

İC: Bence çok güzel bir soru sordunuz, teşekkür ediyorum. Avukatların kullanamadığı bir hakkı diğer vatandaşlar maalesef kullanamazlar. Aslında avukatlar üzerinden verilmek istenen mesaj bizce toplumadır. Burada topluma verilmek istenen mesajın şu olduğunu düşünüyorum: “Biz bakın avukatlara bile açıklama yaptırmıyoruz.” Burada yani Türkiye'nin elbette ki genel vaziyeti ile ilgili bir sıkıntı, bir problem olduğunu düşünüyoruz. Tekil bir örnek tabii ki değil. Türkiye'de uzun zamandır, 2016 yılından bu yana, öncesinde de çok matah bir durum yoktu ama özellikle 2016 yılından bu yana artan şekilde toplumsal alandaki bütün hak arayışlarını, bütün bu mücadeleleri baskı yapıldığı bir gerçek. Avukatlara yönelik bu tavrın da bundan bağımsız olmadığını düşünüyoruz. Yine burada, işte az önce bahsettiğimiz soru: Bu avukatlar hangi avukatlardır? Bu avukatlar ÖHD’li avukatlardır, ÇHD’li avukatlardır. Ya da hiç bunlar olmayabilir. Ama işte Tehlike Altındaki Avukatlar Günü ile ilgili bir basın açıklaması yapmak isteyen avukatlardır. Dolayısıyla burada mesajın avukatlar üzerinden tabii ki hem avukatlara, aynı zamanda topluma verildiğini söylemek lazım. Bir basın açıklamasına dahi, adliye önünde avukatların yaptığı barışçıl tamamen bir günü anma ile ilgili basın açıklamasına bile müdahale edildiği bir durumda toplumun geri kalanıyla ilgili durumun oldukça vahim olduğunu söylemek mümkün. Bunu diğer genel Türkiye’nin mevcut içinde bulunduğu pozisyondan çok farklı, çok tekil bir örnek olarak açıklamak mümkün değil. Biliyorsunuz; en akıllardaki örneklerden biri, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi dava dosyasıdır. Bununla ilgili yürütülen yargılamadır. Uzun bir süre hiçbir kimsenin avukata bile uğramadığı dava dosyasında yıllar sonra açılan davada da gerçeğin açığa çıkarılması değil, tam tersi üstünün kapatılması için bir çabanın olduğu görülüyor. Buna ilişkin bir Baro Başkanı'nın yani Diyarbakır gibi önemli bir kentin bir baro başkanının, çatışmanın ortasında kalarak hayatını kaybetmesi ile ilgili dosyada bile hiçbir hukuki prosedürün uygulanmadığı, tamamen keyfi tamamen dediğimiz gibi gerçeği ortaya çıkarma amacından uzak bir tavrın olduğunu görürsek ve Türkiye'deki diğer kentlerdeki avukatlara yönelik baskıları da görürsek, bunun tekil bir örnek olmadığını rahatlıkla anlamış oluruz diye düşünüyorum. 

ZD: Peki son olarak yapılan müdahale ile ilgili olarak herhangi bir suç duyurusunda bulundunuz mu? Ya da bu kararla ilgili herhangi bir dava açmayı düşünüyor musunuz? 

İC: Şöyle aslında, yani bir karar, yani resmi bir karar falan yok, sadece müdahale var. Bununla ilgili bizim dernek yöneticilerimiz işte diğer arkadaşlar tabii ki bununla ilgili bir değerlendirme yapacaklardır. Öncelikle şöyle bir şey bekliyorduk. Biz savcılığın iznine aykırı hareket ettiğimiz için savcılıktan bir soruşturma açılmasını arkadaşlarımız bekliyorlar ya da bekliyorlardı. Henüz bununla ilgili bir gelişme yok. Bir soruşturma olursa zaten bu soruşturma ile ilgili gerekli şeyler yapılır ama bir soruşturma eğer savcılık bünyesinde devam eden bir soruşturma yoksa ya da açılmayacaksa bununla ilgili dediğim gibi kurum temsilcileri muhtemelen bir başvuruda bulunacaklardır. Yani bu müdahale ile ilgili özel olarak alınmış bir karar ya da alınmış yazılı bir tebliğ vesaire de olmadığını düşünüyoruz. Dediğim gibi muhtemelen kurum temsilcileri bu konuda bir değerlendirme yapıp başvuru yapacaklardır diye düşünüyorum. 

ZD: Peki, bize katıldığınız için çok teşekkür ederim. 

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan, farklı konu ve konuklarla iki haftada bir cuma günü sizlerle olmaya devam edecek. Şimdilik hoşça kalın.

Podcast