YASAKSIZ MEYDAN / "DERDİMİZ DOĞRULARI SÖYLEMEK, YANLIŞA YANLIŞ DEMEK"

YASAKSIZ MEYDAN / "DERDİMİZ DOĞRULARI SÖYLEMEK, YANLIŞA YANLIŞ DEMEK"
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde 2020 yılının Kasım ayında yayın hayatına başlayan Yasaksız Meydan, ikinci sezonuna dördüncü bölümüyle devam ediyor. Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu; yıllardır eylem ve etkinlikleri mülki idare kararları ve kolluk kuvvetleri müdahalesiyle engellenen Furkan Vakfı. Semra Kuytul konferans engellemeleri, mekan yasaklarıyla başlayan eylemlilik süreçlerini anlatıyor.


Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliğinde 2020 yılının Kasım ayında yayın hayatına başlayan Yasaksız Meydan, ikinci sezonuna dördüncü bölümüyle devam ediyor. Zeynep Duygu Ağbayır’ın bu haftaki konuğu; yıllardır tüm barışçıl eylem ve etkinlikleri mülki idare kararları ve kolluk kuvvetleri müdahalesiyle engellenen Furkan Vakfı. Furkan Vakfı’ndan Semra Kuytul konferans engellemeleri, mekan yasaklarıyla başlayan eylemlilik süreçlerini anlatıyor.
Barışçıl toplantı ve gösteri hakkını kullanmaya nasıl karar verdiklerini ve bu süreçte karşılaştıkları engellemeleri Semra Kuytul şöyle aktarıyor:

4 -5 YIL ÖNCESİNE DAYANIYOR

“Engellemeler 4-5 sene öncesine dayanıyor. O zamanlarda konferans engellemesi ile başlamıştı. Konferans salonları bize verilmemeye başlanmıştı. İlk olarak böyle başladı. Kapalı spor salonu gibi özellikle devlete ait salonlar tamamen yasaklandı. Önce çeşitli bahaneler buluyorlardı. Sonra Furkan Vakfı olduğu için verilmediğini söylemeye başladılar. Sonrasında biz Konferanslarımızı düğün salonlarında yapmaya başladık. ilk süreçte yapabilirken sonraki süreçte düğün salonu sahiplerinin emniyet tarafından aranıp vermemeleri gerektiğini söyleyerek sözleşmeyi iptal ettikleri oldu. Sonraları zaten düğün salonu sahipleri Furkan Vakfı deyince veremiyoruz diyorlardı. Yani hepsine böyle bir bilgi ulaşmış ki, hiçbirisi vermiyordu; bu şekilde başladı. Ondan sonra zaten 30 Ocak operasyonu dediğimiz Alparslan Hocaefendi’nin tutuklanma süreci başlayınca, tabii daha da kızıştı işler de. Işte buradaki Furkan Vakfı genel binası, onunla beraber var olan şehirlerdeki şube binaları bir bir kapatıldı. Alparslan Kuytul Hocaefendi cezaevine gönderildikten sonra, tamamen dışarıdaki bütün eylemlerde, eylem olabilecek yerlerde daha hiçbir eylem yapmadığımız halde, daha en baştan her şeyin tamamen yasaklandığına dair valilik kararı çıktı. Hatta şöyle ilginç bir şey söyleyebiliriz: Kendisi daha gözaltında iken Adana’da, yani tutuklama kararı bile çıkmamışken valilikten bir yasak yazısı yayınlanmış, valiliğin sitesinden. Furkan Vakfı’ndan olduğu anlaşılan kişilerin parkta, bahçede, kaldırımda, yolda, herhangi bir yerde iki kişiden fazla bir araya gelmesinin yasaklanması şeklinde. Sonra yapılabilecek akla gelebilecek ne varsa hepsi kararda yazıyor. Stand açma, oturma eylemi, açlık grevi... Aklınıza gelebilecek ne tür sivil eylem varsa hepsini yazmışlar oraya.”

YASAKLAMA KARARI EYLEM ANINDA BİLDİRİLİYOR

Yasaklama kararlarının ne şekilde bildirildiği ve yasaklama kararlarına ilişkin eylemciler tarafından başvuru mekanizmalarının kullanılıp kullanılmadığına dair soruları yanıtlarken Semra Kuytul mülki idare ve kolluğun tavrına değiniyor: “Yasaklama kararları eylem anında bildiriliyordu. Polis geliyordu; yürüyemeyeceğimizi ya da orada oturamayacağımızı bize söylüyordu. Biz neden dediğimiz zaman valilik kararı var diyerek telefonundan açıp gösteriyordu. Bu valilik kararlarına itiraz ettiğimiz oldu. Ama ilk başlarda bu süreçler gerçek zannediyorduk. Yani aslında gerçek derken şunu söylemek istiyorum: Aslında o an sana çıkartılmış kararlar ve yasal dayanakları yok. Sonradan biz bunları öğrendik. Yani böyle bir karar valilik çıkartamazmış, böyle genel, böyle adı sanı belli olmayan kişiler üzerinden; böyle bir olay olmaksızın. Kişinin varsa ismi, işte icabında TC’si, varsa aracı plakası vs gibi sadece somut birtakım bilgilerle birlikte; artı bir de gerçek bir gerekçeyle birlikte bunu yapabilir. Yani bir gerekçesi olmalı. Kişiler tespit edilmeli ve şu şu kişiler şu şekilde alınamaz denmeli mesela. Mesela bize şöyle bir karar çıkıyor; Furkan Vakfı'ndan olanların falanca yere girişi yasaklandı, diye. Bolu'ya, Furkan Vakfı'ndan olanlar buraya giremezler diye valilik kararı vardı. Mahkemeye verdik biz bunu. Soruşturma bile açılmadan kapandı. Hani böyle bir mağduriyet yaşattılar. Mesela buradan 10 saat yol gitmiş arkadaşlarımız, Bolu’ya cezaevini ziyarete gitmişler hocaefendiyle görüşmeye. Görüştürmeyecekler ama yine de maksat farkındalık oluşturmak ve arkadaşlarımız açısından böyle bir etkinliğin gerçekleşmesi. Emniyet şehre, Bolu’ya almadı.”

"SESSİZLİK VAR GENELDE HER KESİMDE"

Furkan Vakfı ile gerçekleştirdikleri eylemlilik sürecinden önce daha önce protesto hakkının kullanımına ilişkin düşüncelerinin süreçle birlikte şekillendiğini anlatıyor: “İlk protestomu Furkan Vakfı’yla yaptım. Daha önce pek görmedim açıkçası, bu tarz protestolara pek şahit olmadım diyebilirim. Yani yakın tarihimizde böyle bir şey çok hatırlamıyorum. Biz Adana’da oturuyoruz. Adana’da bu tarz protestoları pek hatırlamıyorum. Sessizlik var genel olarak her kesimde, bir boyun eğmişlik ya da bir korku atmosferi; nedenini bilemiyorum. Yani yaşadığına şükür eder gibi bir hal var maalesef millette. Yani bu tarz protestolara pek şahit olmadım kendi çevremde. Biz ilk protestomuz olarak konferansımız engellendiğinde konu hakkında basın açıklaması yapmak için başlatmıştık.” 

"DERDİMİZ DOĞRULARI SÖYLEMEK"

Müdahale edilen barışçıl toplantı ve gösterilere ilişkin sunulan gerekçeyi konuğumuz Semra Kuytul şu şekilde aktarıyor:
"
Müdahale gerekçesi yok, bilmiyorum onu. Öyle bir şey hiç duymadım. Müdahalenin bir gerekçesi zaten olabilecek bir durum da yoktu. Türkiye gündemini sarstı bu camiide biber gazı olayı. Sanki İsrail polisi camii basmış gibi. Bayağı bir tepki verdik biz bu meseleye. Ertesi gün Adana'da 40’tan fazla cami basıldı. Bunun üzerine gitme konusunda bir karar gelmiş yukarıdan bir yerden sanki ama hiçbir gerekçe tanımadan polis direkt geliyor, basıyor. Kuytul, engellemelerin devamı halinde sürecin devamlılığı için kararlı olduklarını aktarıyor:  “Yani bundan sonraki süreçte... Eğer yapmak istediklerimize engelleme koyarlarsa, şimdiye kadar olduğu gibi yani...Bizim eylemlerimiz biraz oradan ortaya çıkıyor. Bizim derdimiz eylem yapmak değil, bir olay çıkartmak değil. Böyle bir düşüncemiz yok. Toplumdaki doğruları söylemek, yanlışlara yanlış demek tabii ki muhalefetin zaten kendisidir. Onu zaten yapmaya devam ediyoruz ama derdimiz olay çıkartmak değil.”

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga ortaklığında Yasaksız Meydan, barışçıl toplantı ve gösteri hakkı engellenen ve seslerini kamuoyuna duyurmak isteyenlerin platformu olmaya devam ediyor. Eğer siz de toplantı ve gösteri hakkınızın ihlal edildiğini düşünüyorsanız ya da barışçıl toplantı ve gösteri hakkına dair söylemek istedikleriniz varsa, Eşit Haklar İzleme Derneği ve Yasaksız Meydan ekibine esithaklar@gmail.com adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.


SÖYLEŞİNİN TAMAMI

Zeynep Duygu Ağbayır: Merhaba , Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Kısa Dalga iş birliği ile Yasaksız Meydan  başlıyor! Ben Zeynep Duygu. Bugünkü konuğumuz Semra Kuytul. Barışçıl toplanma özgürlüğü Anayasa ile güvence altına alınmış, evrensel bir insan hakkıdır. Barışçıl gösterileri engellemek, yasaklamak, müdahale etmek, yargılamak uluslararası standartlara aykırıdır. Yasaksız Meydan bu engellere muhatap olan ayrımsız herkes için, sözlerini söyleyebilecekleri bir mecradır. Furkan Vakfının son dönemde adını çok duyuyoruz?  Ne oldu? Nasıl başladı bu süreç? 

Semra Kuytul: Evet, ben de böyle bir röportaj yapmayı çok istiyordum. Bunu birçok defa anlattık ama uzun bir süreç geçirdik, o yüzden burada kısaca özetlemeye çalışacağım. Engellemeler 4-5 sene öncesine dayanıyor. O zamanlarda konferans engellemesi ile başlamıştı. Konferans salonları bize verilmemeye başlanmıştı. İlk olarak böyle başladı. Kapalı spor salonu gibi, özellikle devlete ait salonlar tamamen yasaklandı. Önce çeşitli bahaneler buluyorlardı. Sonra Furkan Vakfı olduğu için verilmediğini söylemeye başladılar. Sonrasında biz konferanslarımızı düğün salonlarında yapmaya başladık. İlk süreçte yapabilirken sonraki süreçte düğün salonu sahiplerinin emniyet tarafından aranıp salonu vermemeleri gerektiğini söylendi ve sözleşmeyi iptal ettikleri oldu. Sonraları zaten salon sahipleri “Furkan Vakfına veremiyoruz” diyorlardı. Yani böyle bir bilgi dolaşmış, hiçbirisi vermiyordu. Bu şekilde başladı. 

Ondan sonra zaten 30 Ocak operasyonu dediğimiz Alparslan Hocaefendi’nin tutuklanma süreci başlayınca tabii daha işler onun üzerine iyice kızıştı. İşte buradaki Furkan Vakfı genel binası, onunla beraber şehirlerde var olan şube binaları bir bir kapatıldı. Alparslan Kuytul Hocaefendi cezaevine gönderildikten sonra, tamamen dışarıdaki bütün eylemlerde, eylem olabilecek yerlerde daha hiçbir eylem yapmadığımız halde, en baştan her şeyin tamamen yasaklandığına dair valilik kararı çıktı. Hatta şöyle ilginç bir şey söyleyebiliriz: Kendisi daha gözaltında iken Adana’da, yani tutuklama kararı bile çıkmamışken, valiliğin sitesinden bir yasak yazısı yayınlanmış. Furkan Vakfı’ndan olduğu anlaşılan kişilerin parkta, bahçede, kaldırımda, yolda, herhangi bir yerde iki kişiden fazla bir araya gelmesinin yasaklanması. Kararda yapılabilecek, akla gelebilecek ne varsa hepsi kararda yazıyor: stand açma, oturma eylemi, açlık grevi... 

Aklınıza gelebilecek ne tür sivil eylem varsa hepsini yazmışlar oraya. Önden önlem almak için hepten herşey yasaklandı. Bu bildiri ile bizlere duyuruldu: “Kaldırımda bile bir araya gelseniz bunu toplantı sayacağız, yasak kapsamına girecek” dercesine bir tavır, bir baskılama ile başladık biz sürece. Gerçekten de öyle oldu. Ara sıra farklı arkadaşlarımız öylesine kendi aralarında randevulaşmışlar, orada buluşup bir yere gidecekler. Bu şekilde bile bir araya gelecek olsalar hemen yanlarına polis geliyordu. Böyle çok sıkı bir süreçle başladı. Bütün yapılabilecek, yapılan tüm eylemlerin önünü baştan kesme amaçlı olduğu çok belliydi. 

Onun üzerine biz de belli bir zaman sonra artık bu duruma daha fazla sessiz kalamayacağımız düşünüp çareler aramaya başladık. Çünkü, şunu çok iyi biliyoruz bir Türkiye klasiği olarak, birisi herhangi bir yaftalamayla hapisaneye atılıyor ve eğer gerçekten arkasında onu destekleyecek, savunacak birileri yoksa uzun yıllar geçmesine rağmen onun hakkını kimse kendisine vermiyor. Yani, “Sen haksızlıkla buraya atılmışsın.” demiyor kimse. Üstü örtülen bir sürü davalar var, hapisanelerde yaşlanan bir sürü insan var. Bunları da bildiğimiz için biz bu duruma sessiz kalamayacağımızı en baştan beri biliyorduk. O yüzden sosyal medyayı çok aktif kullanarak tepkimizi her gün vermeye çalışıyoruz. Ama tabi sosyal medya da bir yere kadar, onun tepkisi de yeterli olmuyor, sadece belli bir kitleye hitap etmiş oluyor. Bize bunları yapanları rahatsız edici bir durum da ortaya çıkmıyor. Biz böyle bir karar aldık kendi aramızda, bizi madem  böyle mağdur ettiler, bir zulüm durumuna düşürdüler, biz de onları rahatsız edeceğiz. O zaman bizim eylemlerimizle, mücadelemizle uğraşsınlar. 

Kendi içimizde de böyle bir karar aldık, bu işin peşini bırakmamaya azmettik. O zamanlar ilk olarak yürüyüşler yapmak suretiyle başladık. Tabii yürüyüşlerimiz de aslında valilik kararı kapsamında yasaklı sayılıyordu yine, ya da biz öyle biliyorduk belki o kararların bile yasal bir dayanağı yoktu bize öyle tebliğ edilmişti sadece. 

ZD: İzninizle birşey sormak istiyorum. O kararlar size bildiriliyor muydu, özellikle yürüyüş yaptığınızda? Ya da siz o kararlara herhangi bir mahkemede itiraz ediyor muydunuz? 

SK: Kararlar şöyle mesela: Polis geliyordu, yürüyemeyeceğimizi ya da orada oturamayacağımızı bize söylüyordu. Biz de “Neden?” dediğimiz zaman “Valilik kararı var.” diyerek telefonundan açıp kararı gösteriyordu. “Siz de girebilirsiniz, sitede görebilirsiniz.” diyordu. Valilik kararlarına itiraz ettiğimiz oldu. Ama ilk başladığımız süreçte bunları gerçek zannediyorduk. Yani aslında gerçek derken şunu söylemek istiyorum: Aslında o an hemen çıkartılmış bir karar var ortada. Yasal bir dayanağı da yok. Sonradan biz bunları öğrendik. Böyle bir kararı valilik çıkartamazmış, böyle genel, böyle adı sanı belli olmayan kişiler üzerinden; böyle bir olay olmaksızın. Mesela bize şöyle bir valilik kararı çıkıyor; “Furkan Vakfı'ndan olanların falanca yere girişi yasaklandı”. Sonradan araştıra araştıra öğrendik ki, aslında valilik böyle bir karar çıkaramazmış. Kişinin ismi, icabında TC’si, aracı varsa plakası vs. gibi somut birtakım bilgilerle birlikte; bir de gerçek bir gerekçeyle birlikte bunu yapabilir. Yani bir gerekçesi olmalı. Kişiler tespit edilmeli ve “Şu şu kişiler şu şekilde alınamaz” denmeli. Böyle bir gerekçesi de olmalı ama olmadığı halde Bolu'ya, “Furkan Vakfı'ndan olanlar buraya giremezler” diye valilik kararı vardı. Mahkemeye de verdik biz bunu. Mahkeme, malum olarak soruşturma bile açılmadan kapandı. Böyle bir mağduriyet yaşattılar. Buradan 10 saat yol gitmiş arkadaşlarımız Bolu’ya cezaevini ziyarete gitmişler Hocaefendiyle görüşmeye. Görüştürmeyecekler, ama yine de maksat farkındalık oluşturmak ve arkadaşlarımız açısından böyle bir etkinliğin gerçekleşmesi. Emniyet şehre, Bolu
‘ya almadı onları. Şehre girişi tamamen yasaklandı ve şehrin dışında jandarma bölgesinde bir parka çekiyordu arkadaşların, otobüsünü. “Orada, burada yemeğinizi yiyin, namazınızı kılın, rahatlayın, tekrar geri dönün” diyerek şehrin girişinde tekrar geri çeviriyordu. 

Bunun yanında, bu karar üzerinden bir mağduriyet yaşadığımız içi mahkemeye verdik. Soruşturma bile açılmadı. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar çıktı, itirazımız reddedildi. Bunun gibi başka şeyler de var. Her her yönde bir kısıtlama yaşadık biz. İşte o süreçte yürüyüşler yapmaya karar verdik. Bunun önünü nasıl açacağımızı düşündüğümüzde, adına yürüyüş demeyelim ama sabah yürüyüşü diyelim dedik. Çıkıyoruz, 10  - 15 tane arkadaşımla birkaç kilometre yol yürüyoruz. Hatta 10,000 adım diye başlamıştık. Polis de soracak olursa: “Eylem mi yapıyorsunuz?” “Hayır eylem yapmıyoruz, sabah yürüyüşü yapıyoruz.” Ama boynumuzda atkılar var ve düzenli bir şekilde yürüyoruz. Polis de dahil gören herkes, hepimiz biliyoruz ki bu bir eylem. Ama adını öyle söylemiyoruz. Evet sade bir şekilde yürüyoruz aslında. Gören herkesin, polis de dahil olmak üzere, hepimiz biliyoruz ki bu bir eylem ama adını öyle söylemiyoruz. Madem her şeyi yasaklıyorsunuz, biz de ilk etapta adını öyle söylemiyoruz diyerek başladık ve bu tabii çok şaşırttı. Yani sabah yürüyüşüne ne yapacaklarını bilemediler ilk etapta. Sonraları artık bir durdurup atkıları çıkartarak yürümeniz gerekiyor. Yoksa hakkınızda tutanak tutacağız demeye başladılar. 

ZD: Orada gerekçe ne sunuyorlar, atkıda ne vardı?

SK: Atkıda Alparslan Kuytul’a özgürlük yazıyor. Ön cephesinin yanında yazıyor bir tarafında, bir tarafında da Alparslan Kuytul’a özgürlük yazıyor, uç kısmında Türk bayrağı var, diğer tarafta işte Furkan Vakfı’na dair bir amblem var. Böyle işte. O günlerde Hocaefendi tutuklama gerekçelerinde terör örgütüne üye olmakla suçladıkları için atkıyı terör örgütünü destekleme kapsamında saydıklarını söylüyorlardı. Ama işte şu anda biz hepsini yani artık gözümüz de açıldığı için anlıyoruz ki böyle bir suç da yokmuş. Biz o zaman da, yani ben o zaman öyle demiştim; eğer suçsa da ben bunu kabul etmiyorum, ben bunu takacağım. Yani suçsa da ben suç olduğuna inanmıyorum. Çünkü yarın birgün anlaşılacak terörle hiçbir alakamız olmadığı. Şu anda siz bunun üzerinden bize bu baskıyı yapıyorsunuz ama ilerde bir gün mutlaka haklı çıkacağız. Belki bugün suç işliyor gibi görünüyor olabiliriz ama ilerde mutlaka haklı olduğumuz ortaya çıkacak diyerek devam etti. Ve sonra da ben anladım ki aslında o da suç değil. Yani çünkü henüz hüküm koyulmuş bir durum yok. Artık hüküm koyulmuş olsa bile hüküm koyulmuş kişi hakkında bile böyle birşey yapmaya kalktığımızda, bir pankart bir döviz, bir atkı, bir tişört... Yani terör örgütünden hüküm giymiş kişi hakkında bile yapılmasının, emsal kararları var suç sayılmamış. Yani buna rağmen ilk başta bizim yakamıza takmış olduğumuz Alparslan Kuytul’a özgürlük yaka kartından dolayı arkadaşlarımız tek tek göz altına alındılar. Sonra biz sosyal medyadan gözümüzün açıldığını ilan ettik, dedik bu suç değilmiş. Hatta ben kendim konuştum. Dedim, “Ben  bu atkılardan bastırdım. Boynunuzda görürlerse benim adımı verin, ben bastırdım. Daha bastırmaya da kararlıyım. Suç değil, bu bizim hakkımız ve hakkımızı da sonuna kadar kullanacağız.” diye sosyal medyadan duyurunca, direkt atkıya suç diyemediler. Bu sefer atkıyla yürümek suç dediler. Tamam yürüyebilirsiniz ya da burada durun bu şekilde ama atkıyla beraber yürüyemezsiniz. Tabi tartışma büyüyordu her defasında. Atkı suç mu suç değil mi, işte bizi durduramazsınız, yok durdururuz. İşte polis orada aldığı talimat üzerine mecbur tutanak tutuyordu ve o tutanaklardan bir kısmından soruşturmaya yer olmadığı kararı çıksa da sırf benim hakkımda şu anda açılmış 30 tane mahkeme var, sırf o tutanaklarda. Yürümüşsünüz diyor yani. Hakimin karşısına çıkıyoruz işte yürümüşsünüz diyor, evet yürüdük; ne oldu. Bir şey yok yani. Bir cam mı kırmışız birine zarar mı vermişiz? Yok, öyle bir şey yok; ama yürümüşsün. Evet diyordum, böyle böyle geçiyor yani mahkemenin ortamı da bu şekilde geçirecek kadar, çok basit meselelerle önümüze engeller koydular. İşte bu olaylar çok fazla yani bunun gibi, her gün yaptığım. Alparslan Hocaefendi tutuklandıktan 8 ay sonra başlayıp, tahliye oluncaya kadar yani 22 ay sonrasına kadar her gün yaptık. Aslında ondan dolayı da çok fazla olay yaşamış olduk. Bir buçuk sene kadar her gün yaptık. 

ZD: Peki protesto hakkınızı ilk kez Furkan Vakfı'na yapılanlardan dolayı mı kullandınız? Daha önce hiç sokağa çıkmış mıydınız? Ya da sokağa çıkan, protesto hakkını kullanan insanları gördüğünüzde duyduğunuzda ne düşünürdünüz? 

SK: Pek görmedim diyebilirim açıkçası, bu tarz protestolara pek şahit olmadım diyebilirim. Yani yakın tarihimizde böyle bir şey çok hatırlamıyorum. Biz Adana’da oturuyoruz. Adana’da bu tarz protestoları pek hatırlamıyorum. Sessizlik var genel olarak her kesimde, bir boyun eğmişlik ya da bir korku atmosferi nedenini bilemiyorum. Yani yaşadığına şükür eder gibi bir hal var maalesef millette. Yani bu tarz protestolara pek şahit olmadım diyebilirim kendi çevremde. Biz ilk protestomuz olarak konferansımız engellendiğinde konu hakkında basın açıklaması yapmak için başlatmıştık. Orada zaten ilkti bu olaylardan önce, Hocaefendi'nin tutuklanmasından önce ilkti. Ve polisin çok şiddetli baskısıyla karşı karşıya kaldık. Aşırı derecede bir kuvvetle şiddetle gelmişlerdi. Sanırım ilk olduğu için hani bunun devamı gelmesin diye, bir baştan iyice korkutalım bir ezelim amaçlı bir müdahale idi diye düşünüyorum. Çünkü çocukların gözlerine varıncaya kadar biber tozu sıktılar ve yaşlı genç demeksizin joplarla ağzını yüzünü dağıtacak şekilde çok kanlı bir toplantıya dönüştü yani o basın açıklaması. Ilki o şekilde başladık. Ilk defa TOMA’yı o şekilde gördük. Ilk defa biber gazının tadına o gün bakmış olduk yani, öyle diyebilirim. Öncesinde böyle bir protesto, böyle bir eylem, böyle bir yönümüz de yoktu. Böyle birşey yapmıyorduk, yapan da pek gördüm söyleyemem yani. Hiç hatırlamıyorum yani böyle hayatı da falan. İnsanlar eylem yapıyorlar, neden yapıyorlar acaba diye böyle bir şeye şahit olduğumu da hatırlamıyorum. 

ZD: Peki siz bu toplantıları, protestoları yaparken kamuoyu oluştu mu? Hangi kesimlerden destek aldığımız? Ya da sokakta eylem yaptığınızda, yürüyüş yaptığınızda çevredeki insanların size bakışları nasıldı, destek veriyorlar mıydı? 

SK: Kamuoyu şöyle ilk başta hiç oluşmadı. Yani yürüyüşleri ısrarla yapmamıza rağmen hiç bir haber sitesi ya da hiçbir kanal, hepsini haberde vermenize rağmen. Ben zaten şunu açıkça söylüyorum bu tarz sorularla karşılaştım zaman: Bize karşı kararlı bir sansür var. Yani karar verilmiş ve muhtemelen bütün yayın organlarının bilindik yayın organlarına gönderilmiş bunların haberlerini yayınlamayın diye sansür olduğundan, neredeyse gözümle görüyor gibi eminim diyebilirim. Çünkü yani sanki hiç yokmuşuz gibi Türkiye’de Furkan Vakfı, Furkan gönülleri Alparslan Hoca hiç yokmuş gibi günler geçirdik. Öyle günler geçirdik yani. Bir yerde 10 işçi, 10 tane işte kadın bir şey yapıyor mesela; hani o da tabii –destekleyen  de vardı onun da farkındayım ama- yani o kişinin yaptığı tepki kanallarda akşam haberlerinde çıkarken... Mesela biz 5 bin 10 bin kişi bir araya toplanmışız. Misalen söyleyeyim: Filistin’e destek veriyorsun, tüm Türkiye veriyor. İstanbul'da da eylemler yapılıyor. Ankara'da da yapılıyor. Küçük illerde bile yapılıyor ve hepsi mesela kanallar tek tek veriyor. Aynı gün, herkesle beraber, aynı yerde -yani karşı muhalif olarak değil- biz de Filistin’e destek mitingi yapmışız burada. 5-10 bin kişi katılmışız ve hatta belki Türkiye’nin en büyük mitingini gerçekleştirmişiz. Ama bu kanallarda çıkmıyor, buna defalarca şahit olduk. Protesto derken sadece Furkan Vakfı üzerinden mi yaptınız derken, biz aslında ümmetle alakalı konularda da, Müslümanlarla alakalı konularda da. Mesela Irak Savaşı'na hayır eylemi, protestosu yapmıştık daha öncesinde. İşte Filistin’e bombardıman ya da belli olaylar şiddetlendiğinde onlara destek amaçlı mitingler düzenledik. Ahmet Yasin’in şehadetini kınama mitingi düzenledik. Bunun gibi başka eylemlerimiz oldu; polis izin veriyordu, engel olmuyordu. Onlarda bir olay yaşamıyorduk. Çünkü o zaman ülkenin politikası da o şekilde, yani ülkenin siyaseti de o doğruda ilerliyordu. Öyle günler yani aykırı bir iş yapmış olmuyorsun o esnada, ona rağmen yani belki de Türkiye’nin en büyük mitingini gerçekleştiriyoruz ama hiçbir kanal hiçbir site onu haber olarak vermiyordu. Bilindik bir kaç tanenin dışında. Bilindik derken, bizi bilen birkaç küçük haber sitesinin dışında. Dolayısıyla ben böyle bir sansür olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim ben baştan beri. O yüzden bu başlatmış olduğumuz, hocaefendi ile alakalı başlatmış olduğumuz eylemler de başta kesinlikle yansımadı, yansıtılmadı. Kamuoyuna çıkartılmadı, ta ki biz de gözaltılar başladı. Sadece polis engeli şeklindei di başta sonrasında gözaltılara dönüştü. Ben gözaltına alındım ve bir kaç defa. Bunlar üzerine bazı siyasetçilerin ilgisini çekmeye başladı. Onlar mecliste gündeme getirmeye başladılar. Mesela Ömer Faruk Gergerlioğlu, Saadet Partisi'nden Abdulkadir Karaduman gibi, CHP’den birkaç vekil... Onlarla da irtibata geçiyorduk. Böyle böyle eylemler yapıyoruz. Bu haksızlığa ses vermeye çalışıyoruz. Onlar da arkadaşlarımız sürekli bilgilendirme yapıyordu. Onun üzerine biraz daha yani bir tık hareketlilik ya da duyulmaya başladı diyebilirim. Ama çevrenin etkisi derseniz ya da çevrenin bakışı bizim bu yaptıklarımıza. Yani o konuda olumsuz bir şey kesinlikle görmedim diyebilirim. Yani gerek bizim düşüncemize sahip olup gerek tamamen zıt görüşlü olduğunu anlayabildiğimiz tarzda yapıda insanların gelip bizzat takdir ettiklerini, işte bizzat arkamızda olduklarını; hani böyle böyle kazanacağımızı; “devam edin kazanacaksınız devam edin, geçecek bu süreç.” Hatta ilginç bir şey, sarhoşlardan bile destek aldık diyebilirim. Yani önünde içmiş belli masada oturuyor, konuşması bile kötü yani içkiden dolayı belli. O bilindik sarhoş ses tonuyla, “aferin size devam edin, böyle yaparak kazanacaksınız” diyenleri çok defa duyduk. Yani halk anladı diye düşünüyorum ama duyulmaması için de ciddi bir gayret gösterildiğini de yine söylemek istiyorum. 

ZD: Ben en son hatırladığım bir şey var. Camide toplanma kararı almıştınız değil mi? Sonra orada da bir müdahale oldu, o müdahalenin gerekçesi neydi? 

SK: Camide derken itikaf olayını soruyorsunuz sanırım.

ZD: Evet evet.

SK: Onda şöyle bir durum vardı: Normalde camilerde Ramazan’ın son 10 gününde itikafa girilir. Erkekler camiilerde girerler, kadınlardan evlerinde girmesi daha uygundur. Camilerde yatıp kalkarlar. Ve camilerin de bunun için açılması lazım normal şartlarda. bu Diyanet tarafından da bilinen ama Türkiye'de şimdiye kadar yani son 15- 20 yıla kadar hiç uygulanmayan bir konuydu. Biz bunu ilk defa dile getirdiğimizde de biraz yadırganmıştı ama sonrasında alışılmıştı. Hatta bu ramazanda da yine Diyanet tarafından camilerde itikafa girilebileceğine dair açıklama yapıldı. Yalnız izin alınması gerektiği konusunda. Bizim arkadaşlarımız da izin başvurularını yaptılar, izin başvuruları onaylandı. Hatta birçok camide o camiye girebileceklerin isimleri imam tarafından kendilerine bildirilmiş izin başvurusu yapanların listesi ve isimleri camiye asılmış. Yani bunlar buraya gelecekler itikafa girecekler. Hani rastgele gelip birileri kalmasın. Tabii tedbir açısından onların da bunu yapması lazım. Buna rağmen yani ne olduğunu gerçekten anlayamadığımız bir şekilde bütün camilere baskın yaptı. Ve zor kullanarak camiden çıkartmaya çalıştı. Gaziantep’te ilk olarak yaşandı önce, pazartesi günüydü o. Orada işte hatta en çok o görüntü gündeme geldi. Biber gazı sıkıyor sanırım orada bir bekçi, özel güvenlik yani. Yakın mesafeden camide itikafa girmek isteyen kişiye ve polis zorla çıkartıyor. Yaka paça çıkartıyor camiye girip hepsini. Onlar da hani biz burada hakkımız. Senin böyle bir şey yapmaya hakkı yok. Yani sen camiden adam çıkaramazsın. Zaten izin almışız. Çıkmak istemiyor camide olanlar da. Ondan kaynaklı itmeler kakmalar biber gazı arbedeler. Ne kadar çıkardılar hepsini gözaltına aldılar. Artı hepsine mahkeme açtılar polise direnmekten.

ZD: Gerekçe neydi?

SK: Polise mukavemetten.

ZD: Müdahale gerekçesi ne?

SK: müdahale gerekçesi yok, bilmiyorum onu. öyle bir şey hiç duymadım. Müdahalenin bir gerekçesi zaten olabilecek bir durum da yoktu bu. Türkiye gündemini sarstı bu camide biber gazı olayı. sanki İsrail polisi camii basmış gibi. Bayağı bir tepki verdik biz bu meseleye. Ertesi gün Adana'da 40’tan fazla cami basıldı. Yani böyle şey gibiydi. Yani bunun üzerine gitme konusunda bir karar gelmiş yukarıdan bir yerden. ama hiçbir gerekçe tanımadan polis direk geliyor basıyor. işte Adana'da hoca efendi de camideydi, benim oğlum da onlar da camideydi. Zaten her camiye üçer beşer kişi giriyorlar. Kalabalık zaten olmaması halinde kalacak yer de yok ona göre. üçer üçer beşer kişi gelip ibadet ediyorlar. Çok yıllardır yaptığımız bir şey bu. 20 yıldır biz yapıyoruz bunu camilerde. İmam da destek oluyor. İmam da geliyor onlarla beraber ibadet ediyor herkes. gayet normal bir durumdu yani. ama bu defa Adana’da 40’tan fazla camii bir gecede basıldı. Hocaefendi dahil olmak üzere dört yüzden fazla kişi 430 civarında kişi gözaltına alındı bunların 30u çocuk. babalarıyla beraber işte 18 yaş altı yani 13, 14, 15 yaşlarında çocuk. Benim oğlum da onlardan bir tanesi. Ve hepsi Ramazan günü olmasına rağmen akşam iftardan sonra baskınlar yapılıyor. Otobüslerde bekletildiler, çok çok kötü idi. Yani olay çok kötü. Sahur yiyemediler. Orucu aç bir şekilde ertesi gün orada devam ettiler. Biz de bu olaya tepki olarak o gece emniyetin önüne gittik. Biz de sahur yapamadık, olayın peşine düştük. Çünkü ne oluyor, olay nedir diye peşine düştük. Sonra işte bir şey değil hepsini bırakacağız dediler. Hakikaten ertesi gün ifadelerini aldılar. ifadeleri almadan otobüslerden ger bıraktılar, emniyete bile almadılar. Otobüsün içinde bekletmişler. 24 saatten fazla otobüs içerisinde bekletmişler. Namazlarını da otobüste kılmak zorunda kalmışlar o şekilde gözaltına alınanlar. nezarethaneler doldu taştı yani öyle bir toplu alış yaptılar. Sonra kiminin ifadesini almadan bıraktılar, kimisini alıp peyderpey bıraktılar. Sonra hocaefendi ile beraber 4 kişiyi 4 gün bekletip mahkemeye çıkardılar. Mahkemeden de zaten serbest bırakıldı. Bir şey yok çünkü, olayda hiçbir şey yok. Yani polise mukavemet ama belki de başka şeyler başka birtakım suçlar o esnada icat edilmeye ya da bulunmaya çalışıldı. O da olmayınca mecbur tekrar bıraktılar gibi bir durum ortaya çıktı. Yani anlamsız, anlam yükleyebileceğimiz hiçbir tarafı yok. Ben şu anda size kestirmeden kısaca anlatıyorum ama gerçekten olayı incelediğinizde de mantıklı bir izahı, bir açıklaması olabilecek konular değil bunlar. 

ZD: Bir yerde de Youtube kanalımızda Furkan Vakfına mensup kadınlardan biri şöyle bir şey söylüyor: “Biz kadın kadına yaptığımız konferanslara dahi genelde izin verilmiyor”. Bunlar hala devam ediyor mu bu süreç? 

SK: Yani onları çok yaşadık. Özellikle ise 30 Ocak operasyonu 2018’den önce çok yaşadık. Hocaefendinin tutuklu olduğu süreçte de kısmen yaşadık. Yani salon tutuyoruz normal herkes gibi bir organizasyon yapıyoruz, bir etkinlik. ve polis öncelikle ilk uygulaması salon sahibini arayıp tehdit etmesi, vermemek gerektiğini söylemesi. bunlar dönerse zaten salon sahibi salonu kapatıyor yani açamayacağını kusura bakmayın diyor kapatıyor. Yok eğer salon  sahibi ben söz vermiştin dersea bunun üzerine kapılara polis geliyor. Kimi yerlerde TOMA kimi yerlerde çelik kuvvet diyelim. Salona giremeyeceğimizi söylüyorlar ve ben kapıda toplananları dağıtıyorlar ya da öncesinden işte duyurmaya çalışıyorlar bize bizzat arayarak. işte iptal oldu konferansınız haberiniz olsun diyerek bizi arıyorlar. Yani bu tarz engellemeler çok yaşadık gerçekten. hatta çok yani çok farklı çeşitleri de yaşadık. bir defasında mesela ben Urfa’da konferans yapacaktım. Urfa’ya yoldayım, varmak üzereyim, 1 saat kalmış. evden çıkmışsın oraya kadar gitmiş bir saatlik yolu kalmış. Haber geldi salondan, salonda konferans yapamayacakmışız. Neden, işte öyle yapamayacaksınız. Sonra gittik önüne elektrik yok salonda dediler. çarşının ortasında bir salon, elektrik yok dediler. Belediyeye ait konferans salonu, elektrik yoksa jeneratör getirelim yani bir çaresini buluruz. Yani Urfa’nın çarşısının ortasında bir salonda elektrik olmaması demek. Dağ başı değil burası, ne demek diye bayağı bir böyle üzerine gittik. sonra yok açamayacağız dedi adam yani açamıyorum. anladık ki talimat var açamıyor, elektrik değil sorun. Yandaki bir dükkana ya da bir yere bağlayarak jenaratör getirerek kapısında basın açıklaması yaptık. ama içeride toplantı, konferans yapamadık yani. Mesela bir defa Ankara'da bomba ihbarı olduğunu söyledi Emniyet benim konferansında. yine izinliydi hatta. Bomba ihbarı olduğunu söylediler. Yani bomba ihbarından dolayı izin veremeyeceklerini söylediler. Yani inanmıyorum kesinlikle böyle şeylere artık inanmayacağımız süreçten geçtiğimiz için. Ama yani mecburen yani salon sahibi de açmıyor. Valilik de kendilerine böyle bir talimat geldiği için üzerine gidemiyorlar, riske atmak istemiyorlar. Böyle çeşitli sebepler. Yani bazen direkt sebeplerle bazen kapalı birtakım yöntemlerle... Tadilat var, yok işte elektrik kesik, yok bomba olabilir gibi birtakım bahanelerle bu şekilde engellendiği çok oldu ama şu son bir kaç defadır böyle bir problem yaşamıyoruz. Bunu da belirtmek istiyorum. Adana’da çok büyük bir konferans gerçekleştirdik. Yaklaşık 20 bin kişi katıldı. Mimar Sinan diye bir açıkhava tiyatrosu var. Orada yaptık. Hocaefendi yaptı. Kadın erkek bir bütün herkesin katılımıyla büyük bir konferans gerçekleşti. Hiçbir şekilde polis müdahalesi ya da başka bir şey görmedik. Onun üzerine ben iki tane konferans yaptım. Biri Diyarbakır'da biri Istanbul'da olmak üzere. ikisinde de herhangi bir şey yaşamadım. nedendir ben de bilmiyorum. Bu son birkaç defadır böyle bir durum da yaşıyoruz. Ama öncesinde yüzlerce konferansımız bu şekilde iptal edildi. 

ZD: Bundan sonraki süreci nasıl devam ettirmeyi planlıyorsunuz? Son olarak bunu sormak isterim. 

SK: Yani bundan sonraki süreçte... biz Müslüman bir cemaatiz. Derdimiz Allah'ın dininin anlaşılması ve kelimei tevhidin gerçek manasının toplumumuzdaki insanlarımız, ailemiz, akrabamız tarafından anlaşılması ve Allah'ın bizlere göndermiş olduğu Kuran-ı Kerim'in insanlara ulaşması. Bu davetin, bu mektup diyeyim, yani kutsal emanetin insanlara ulaşması. Davamız tamamen bunun üzerine. Bu uğurda elimizden ne geliyorsa faaliyet anlamında ders anlamında toplantı anlamında bu daveti insanlara ulaştırmak için ne yapabiliyorsak yapmak konusunda kararlıyız. Eğer onlara engelleme koyarlarsa, şimdiye kadar olduğu gibi yani, mesela bizim eylemlerimiz biraz oradan da ortaya çıkıyor. Konferansımız engelleniyor; biz de konferansımızın engellendiğini duyurmak için ya da ona tepki göstermek için bir basın açıklaması gerçekleştiriyoruz. bu şekildede oldu zaten bir çoğu yani. bizim bir baska derdimiz eylem yapmak değil, hani bir olay çıkartmak değil. böyle bir düşüncemiz yok. Toplumdaki evet doğruları söylemek, yanlışlara yanlış demek tabii ki muhalefetin zaten kendisidir. onu zaten yapmaya devam ediyoruz ama derdimiz olay çıkartmak değil. buna zaten bu süreçte aslında dost düşman herkesin anlamış olması lazım. Derdimiz olay çıkartmak olsaydı çok daha farklı şeyler yapabilirdik ama tamamen meşru düzende ilerlemeye çalıştık. Bizim derdimiz bu değil yani eylem değil yani aslında. ama herhangi bir faaliyetimizi, herhangi bir etkinliğimizde, hakkımız olan, müslümanın hakkı olan herhangi bir talebimize engel çıkartacak olurlarsa, biz onlara tepki göstererek zor da olsa hakkımızı almaya devam edeceğiz. Yani bu konuda kararlıyım. Mesela şimdi yarın, bugün salı yarın Çarşamba. Yarın hocaefendinin Gaziantep’te konferansı var ve bir düğün salonu tutuldu. Duyuruları ilanları yapıldı, brandalar açıldı. Şimdi 3 gündür 3 - 4 gündür zabıta ekipleri hiçbir gerekçe göstermeksizin, hatta kanun manun dinlemiyoruz biz gibi bir takım ileri geri konuşmalar da yaparak programları kesiyorlar. Bu da bir engellemedir, yani bu ciddi bir engellemedir aynı zamanda. Gelip brandaları kesiyorlar ve arkadaşlarımız soruyor, neden kesiyorsun. yani bir sebep söylemiyor. İşte biraz evvel söylediğim mantık üzerinden, eğer bizim hakkımız olan, herhangi bir hakkımız ve yasal bir hakkımız ya da bir müslüman olarak vazifemizi engellemeye kalkacak olurlarsa biz de ona sonuna kadar sahip çıkmaya devam edeceğiz. arkadaşlarımız 3 - 4 gündür brandaların başında. Türkiye tarihinde hatta dünya tarihinde olmayan bir eylem yapıyorlar. Branda nöbeti tutuyorlar. Yani bu da çok ilginç bir şey ortaya çıkardı. Brandanın başında nöbet tutuyorlar. 2, 3 kişi her brandanın başında bekliyorlar. Zabıta geldiği zaman vermiyorlar, zabıta almaya çalışıyor, onlar vermiyorlar. polis çağırıyorlar, polis geliyor. Tabii polisin direk müdahale etmesi için bir sebebi yok elinde. Derken polis de gidiyor zabıta da gidiyor. Branda salim bir şekilde kalıyor. Yani brandamızı orada tutabilmek için bile bir mücadele verdiğimiz ülkeye dönüştüysek bunu sorgulaması gereken çok yetkili var. Kendi vicdanında, kendinde sorgulaması gereken çok yetkili var. Ama biz şunu yapmıyoruz: yani ne yapalım bu hafta yapacak bir şey yok, engelliyorlar deyip durmuyoruz. farkımız şu anda bu. O yüzden hakkımız olan bir şeyse onu alıncaya kadar elimizden geldiğince bütün gücümüzle meşru düzeyde mücadele etmeye devam etmekte kararlıyız. Şu anda konferanslarda bir engel çıkmadı. Belki de çıkmaz. artık anladılar; bunlar konferans engeli çıktığı zaman üzerine basın açıklamasıydı, protesto eylemlerydi... Yani yapıyoruz. Daha büyük bir şey ortaya çıkıyor. yani konferansta duyuramadığımız sesimizi belki de sonrasında yapmış olduğumuz protestoda daha fazla duyurmuş oluyoruz. Belki de o yüzden konferansların önünü açmaya karar verdiler, bilmiyorum. yani daha büyük olaylar çıkmasın diye belki de ona karar verdiler. Ki böyleyse şayet başka bir sebep yoksa böyleyse bu da mücadelenin fayda verdiğinin delilidir, ispatıdır. Demek mücadeleyle hakkımızı alabiliyormuşuz yani. 

ZD: Peki ben bize katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. 

SK: Ben teşekkür ediyorum. 

ZD: Eşit Haklar için İzleme Derneği ve Kısa Dalga işbirliği ile Yasaksız Meydan, farklı konu ve konuklarla iki haftada bir cuma günü sizlerle olmaya devam edecek. Şimdilik hoşça kalın.

Podcast