Yenidoğanın üstün yararı mı, devletin mi?
Türkiye hop oturup hop kalktı, geçen hafta. Araya başka pek çok gündem maddesi girdi. Ama bu konu da sıcaklığını koruyor.
İstanbul’da bebek acil hastalarını daha önce anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip, ölümlerine neden olan yenidoğan çetesi hakkında uzun bir süredir soruşturma yürütüldüğü ortaya çıkmıştı. İddianamede 47 şüpheli hakkında müebbet hapis cezası ile 11 kez uygulanmak üzere 582 yıl 9’ar aya varan hapis cezaları talep edilmişti.
Çok büyük bir skandaldı bu. Gazeteler, televizyon kanalları yüzlerce sayfalık iddianameyi satır satır haberleştirmiş, ortadaki pisliği gözler önüne sermişlerdi. Tartışılacak, irdelenecek çok şey vardı, sorulacak çok soru. Yine tüm sorular büyük ama tek bir soruya açılıyordu.
Koskoca iddianamede devlet yoktu. Olası-Kast’ın pek çok bölümünde sık sık vurgulandığı gibi devlet yine yoktu. Oysa tüm kanunlarda çocuğun üstün yararı diye bir şey vardı. Ama o yarar sadece kanunlardaydı, kağıt üstündeydi yani yine. Yararı her şeyin üstünde olması gereken çocuğun, hatta bebeğin ölümü söz konusu olduğunda; bilmediğimiz yüzlercesinin yaralanması, sakat kalması, ömrünü acılar içinde geçirmesi söz konusu olduğunda devletin çıkarı, çocuğun ve dolayısıyla kamunun çıkarının üstünde tutulmuştu yine. Hastanelerin yenidoğan birimlerinde bile.
Müezzinoğlu’nun sahibi olduğu hastane, SGK’yı dolandırmak üzere kurulan ve ihmal nedeniyle bebeklerin ölümüne neden olan çetenin anlaştığı hastanelerden biriydi. İddianamenin tamamlanmasının ardından, ruhsatı iptal edilen hastanelerden biriydi.
Yenidoğan çetesi ile ilgili soruşturma aylar sürmüştü. İçinde doktorların, hemşirelerin, 112 Acil Servis çalışanlarının olduğu çetenin telefonları aylarca dinlenmişti.
Müezzinoğlu gibi iddianameyi okuyan herkes aynı soruyu sordu. Ne beklenmişti? Telefon görüşmelerinde bebeklerin nasıl öldüğü, bu ölümlerin üstünün nasıl örtülmek istendiği açık seçik konuşuluyordu. Operasyon için düğmeye neden bu kadar uzun süre sonra basılmıştı?
Eski Bakan, iddianamede adı geçen hastanelerden birinin sahibi olan Müezzioğlu, herkesin aklındaki soruyu sormuştu. “Sen devlet olarak… ikinciyi neden bekliyorsun. Sen de katil olmuyor musun?” demişti.
Kendi hastanesinin adının da karıştığı bir skandal için devleti suçlayarak, işin içinden sıyrılmaya çalışıyor; denilebilir eski Sağlık Bakanı için.
Ama soru hala meşru. Bu çetenin çökertilmesi için neden bu kadar beklendi? Acaba daha büyük bir skandal mı vardı ortada, daha fazla bebek, daha fazla hastane, daha geniş bir organizasyon… Ya da dinlenen telefonlarda başka birisinin adının geçmesi mi beklendi?
Ama sorular hala meşru… Soruşturma sürdükçe bebekler ölüyordu. Soruşturmanın çıkış noktası olan CİMER şikayetinde “Bir sürü bebek insanlık dışı bir şekilde öldü” deniyordu. Daha fazla bebeğin ölümü söz konusu muydu? Bu çetenin anlaştığı hastane sayısı bu kadar mıydı?
Sorular o kadar çok ve o kadar cevapsız ki…
Devlet ne zamandan beri haberdar?
Onlardan biri… Devlet bu suçtan ne zamandan beri haberdar? İddialar muhtelif… Suç tarihi bile belli değil tam olarak.
Dönemin İstanbul’un İl Sağlık Müdürü, şimdinin Sağlık Bakanı 22 Ekim’de Anadolu Ajansı’nın Editör Masası programına konuk oldu.
Öte yandan “Ankara Sağlık Muhabirleri” adında bir whatsapp grubu var. Sağlık Bakanlığı’nın basın müşavirliği bu grupta yönetici, üyeleri ise Ankara’daki gazete, televizyon ve ajans muhabirleri.
Bakan Memişoğlu, Anadolu Ajansı’nın programı üzerinden tüm televizyon kanallarında canlı yayındayken, bu whatssapp grubuna bir mesaj atılıyor:
“Değerli basın mensupları. Yenidoğan çetesinin çökertilme sürecine dair hazırladığımız kronolojiyi sizlerle paylaşıyorum” diyor.
Bir word belgesi paylaşılıyor. Bu belgede yenidoğan çetesi ile ilgili CİMER şikayetinin 27 Mart 2023’te yapıldığı yazıyor. 28 Mart’ta, bir gün sonra; şikayetin hem Teftiş Kurulu Başkanlığı’na hem de İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne gönderildiği yazıyor. Ki bu CİMER’in temel çalışma prensibine uygun.
2 Mayıs’ta de denetimlerin başladığı anlatılıyor. Bu kronolojiyi televizyonlarda Bakan Memişoğlu da sıralıyor.
Yani bakan, soruşturma sürecinin 27 Mart 2023 CİMER ihbari ile başladığını söylüyor. Buradan bu konu ile ilgili herhangi bir iddianın, herhangi bir şüphenin daha önce bilinmediği sonucuna varılıyor.
Ancak… BirGün Gazetesi’nden Mustafa Kömüş’ün haberi, bu konunun daha önce bilindiğini ortaya çıkardı. Habere göre iddianamede, Bakan Kemal Memişoğlu’nun İstanbul İl Sağlık Müdürü olduğu dönemde, Özel Hastanelerin Denetiminden Sorumlu Birimin yetkilisi olan Doktor Malik Türkay Esin’in ifadesi alınmıştı. İddianamede de yer alan ifadede yetkili, 2023 yılının Ocak ayında yapılan denetimlerden bahsediyordu. Buna göre bu denetimlerde yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde doldurulması gereken defterlerin doldurulmadığı görülmüştü. Ayrıca bebeklerin dosya üzerinde gösterilen sağlık durumları ile fiili sağlık durumlarının uyuşmadığı görülmüştü. Örneğin entübe olarak gösterilen bebeğin gayet sağlıklı ve nefes alabilir durumda olduğu belirlenmişti.
Yeni yenidoğan yoğun bakım birimlerinde bir sorun olduğu 27 Mart 2023’teki CİMER ihbarı ile değil 2023’in ilk günlerinde görülmüştü.
Ama bakan da bakanlık da ısrarla miladı Mart 2023’ten başlatıyordu.
Suç tarihi bile tam olarak net değil yani.
Suç tarihi neden 2022?
İddianamede 47 şüpheli var, dedik. Her birinin isminin altında kimlik bilgileri var. Ve bir de suç tarihi ve yeri bilgisi. Suç yeri, İstanbul tamam. Suç tarihi için ise 2022, 2023, 2024 yazıyor. 2022? Nasıl? Bakan diyor ki Mart 2023’te haberimiz oldu hemen düğmeye bastık. İddianamede bilgisine ve ifadesine başvurulan yetkililer diyor ki Ocak da olabilir.
2022 ne? Cevabı yok.
Sakura’dan bile mi?
Bir başka soru…
Ne demekti, özel hastanenin yenidoğan yoğun bakım servisinin taşerona verilmesi. Bu nasıl bir sistemdi. Devletin hastaneleri vardı değil mi, ama oradaki hiçbir küvezde yer yoktu diyelim başka devlet hastanelerinde de mi yoktu?
Belki de daha önemlisi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayalim dediği şehir hastanelerinin gözbebeği olarak nitelendirilen Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nden bile bebek alındığı, bu bebeğin yine çetenin anlaşmalı olduğu hastanelere sevk edildiği…
Erdoğan’ın da sık sık öve öve bitiremediği hastaneden de mi bebek alınıyordu? Bu nasıl bir sağlık sistemiydi?
Sibel Maraşlı kim?
Aklımıza takılan bir başka soru…
Günlerce didik didik edilen iddianamede gün gibi, güneş gibi ortada duran bir şirket adı vardı, mesela…
Kimse bu şirketin ne olduğu, kimin üzerine olduğunun üzerine gitmemişti.
Belki de çok anlamlı değildi, ya da anlamlı bir sonuç çıkmadı.
Ama hiçbir tehdide boyun eğmeyen savcı bile, adı iddianamede yüzlerce kez geçen şirketin ne olduğuna bakmamıştı. Baktıysa da iddianamesine koyacak bir değer görmedi.
Sartun Estetik ve Güzellik Hizmetleri Limited Şirtketi…
Yenidoğan çetesinin lideri olduğu kabul edilen Fırat Sarı’nın cep telefonunun hattının kayıtlı olduğu şirket.
Yüzlerce sayfada bu şirketin adı yüzlerce kez geçiyor.
Fırat Sarı’nın kendi şirketi var. Medisense. Ama telefon hattı kendi şirketine değil de başka bir şirkete kayıtlı.
Sartun Estetik, Ağustos 2021’de kurulmuş. Fırat Sarı’nın sahibi olduğu Medisense Sağlık Hizmetleri ARGE Bilişim Limited Şirketi ise 2018’de.
Sartun Estetik’in kurucusu, sahibi Sibel Maraşlı. İddianamede adı hiç geçmiyor.
Sadece iddianamenin 1275. Sayfasında Fırat Sarı’nın eşinin adının Sibel Sarı olduğu belirtiliyor, o da sanıklardan birisinin ifadesinin özetlendiği bir kısımda.
Takvim Gazetesi’nde yayınlanan bir haberden Sibel Sarı’nın Fırat Sarı’nın eski eşi olduğu anlaşılıyor.
Linkedn sayfasındaki bilgiler Sibel Maraşlı’nın Medisense Yaşam Merkezi’nde yönetici olduğunu gösteriyor. Aralık 2022’de Demirören Haber Ajansı’nın epilasyon cihazları ile ilgili bir haberinde Sibel Maraşlı için Medisense Yaşam Merkezi’nin kurucusu olduğu bilgisi veriliyor. Fırat Sarı’nın şirketinin adı da Medisense Sağlık Hizmetleri’ydi.
İşin daha da ilginci, Sibel Maraşlı’nın kurucusu olduğu Sartun Estetik ve Güzellik Hizmetleri Limited Şirketi ile Fırat Sarı’nın şirketi Medisense aynı adrese kayıtlı: Piri Reis Mahallesi, Esenyurt.
Sibel Maraşlı’nın bir de kardeşi var, Ezgi Maraşlı. Onun da bir şirketi var Meditouch Sağlık Estetik Hizmetleri Limited Şirketi.
Ezgi Maraşlı da ablası gibi güzellik, estetik işlerinde. İlk güzellik merkezini 2020’de Florya’da kuruyor kendisi. 2022’de ise Meditouch markasını geliştiriyor. İkinci şubesini ise 2023 yılında Bağdat Caddesi’nde açıyor. İzmir’de de şubesi var…
Soruşturma aşamasında Sibel Maraşlı ve Ezgi Maraşlı’nın ifadesine neden başvurulmadı. Başvurulduysa bununla ilgili bir bilgi, bir ibare neden yok? Fırat Sarı’nın şirketi ile Medisense, eski eşi Sibel Maraşlı’nın şirketi Sartun ve kardeşi Ezgi Maraşlı’nın şirketi Meditouch arasındaki ilişki neden sorgulanmadı?
Bu soruların yanıtları belki çok önemsiz, ama belki de çok önemli olacaktı… Ama bu yanıtlar yok. Ortada sadece sorular var.
Tüm bunlar ortadayken…
İnsan ister istemez, sağlık sisteminin özünü sorgulamaya başlıyor. Ve insan ister istemez, sağlık sistemi ile ilgili özellikle de yenidoğan birimleri ile ilgili başka sorunlara dikkat kesiliyor.
--
Şimdi başka bir konu… Ama hiç de bağımsız değil yenidoğan çetesinden…
“Doğumsal felç” diye bir kavram var. Tıptaki karşılığı “brakial pleksus felci.” Aslında bir komplikasyon olarak geçiyor literatürde.
Ama sosyal medyaya girilip bakıldığında, özel veya devlet hastanesi farkı gözetmeksizin yenidoğan çocuğu bu tanıyı almış pek çok aile var.
Bir Google taraması, bu tanının doğan her 1000 bebekten birinde görülebildiğini gösteriyor. Mağdur ailelerin kurduğu gruplarda dile getirdikleri rakam ise 1000 bebekte 4.
Facebook’ta “Brakial Plexus Türkiye” hesabında yazılan bir yorum, Olası Kast’ı bu konuya getirdi.
Buna göre, doğumun yapıldığı yer bir özel hastaneydi. “Doktor doğum esnasında bir türlü yanıma gelmedi. Hasta baktığı içinmiş ve yardımcı ebeye talimatlar verdi…” diyordu bir anne, paylaşımında. Paylaşımın devamı şöyle:
“Beni kendi halime bıraktı. Son anda geldi yanıma. Çocuk resmen kendi çabalarımla dünyaya geldi. Aldılar yanımdan götürdüler. Birkaç saat sonra da kolunda uyuşukluk olabilir ama geçecek bir 10 güne, geçmezse getirirsiniz tedavi edilir denildi. Doğum komplikasyonu diyerek kendilerini savunuyorlar.”
Bir başka anne ise bu paylaşımın altına benzer bir konudan şikayet ediyor:
“Doğumda doktor gelmedi. Bebeğimizi eşime verirken ‘sanırım sağ kolunda bir problem var, götürüp gösterin’ demişler.”
İki seçenek var…
Doğum sırasında oluşan komplikasyon veya ihmal… Çocukların kollarını sakat bırakıyor. Yıllar süren ameliyatlar bile soruna tam olarak çözüm sağlayamıyor.
Ailelerin doktorlar ve hastaneler aleyhine açtığı onlarca dava var.
Konu Anayasa Mahkemesi’ne bile taşınmış, yıllar içinde birkaç kez. En yakın karar 24 Mayıs 2023’te verilmiş, hem de ailenin lehine.
Olay, aileye göre şöyle gelişiyor:
Doğum, Gaziantep’te bir özel hastanede yapılıyor. Anne, doktor tarafından ebeye yönlendiriliyor. Ebe, basınç uygulayarak bebeğin içinde bulunduğu zarı patlatıyor. Ebenin talimatıyla bir hemşire ve bir hasta bakıcı taburelere çıkıyor ve annenin karnına iki yanından bastırıyor. Bebek çekiştirilerek çıkarılıyor. Doğumdan sonra aynı gün içinde taburcu edilen bebeğin sağ kolunun hareketsiz olduğu fark ediliyor.
Yani doğum felci, yani brakial pleksus.
Hastane ise ebenin, çocuğun oksijensiz kalmaması için doğumu hızlandırdığı yönünde bir savunma yapıyor. Adli Tıp Kurumu raporunda, brakial pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olduğu belirtiliyor.
Mahkeme davanın reddine karar veriyor. Ancak karar Yargıtay tarafından bozuluyor.
Bilirkişi raporları, itirazlar… Süreç uzuyor. Ancak raporlar, sorunun bir komplikasyondan kaynaklandığında ısrar ediyor.
Mahkeme tekrar davayı reddediyor. Karar tekrar temyiz ediliyor. Ancak temyiz talebi reddediliyor ve karar onanıyor.
Konu 2020 yılında Anayasa Mahkemesi’nin önüne geliyor.
Yüksek mahkeme üç yıl sonra verdiği kararda, “maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine” hükmediyor ve bu karar ailenin başvurusunu iki kez reddeden mahkemeye gönderiliyor.
--
Anayasa Mahkemesi bir başka karara ise Aralık 2019’da imza atıyor. Konu, yine brakial pleksus vakası.
Doğum, İstanbul’da bir devlet hastanesi. Doğumu uzman doktor değil, ebe yapıyor. Çocuğun omuzları, doğarken takılıyor. Gerekli manevralar yapılıyor ve canlı doğum gerçekleşiyor ancak yine brakial pleksus felci ile sonuçlanıyor.
Savunma ise “Hastanın bacaklarını kapatıl kendini sağa sola döndürerek bilinçsiz hareketlerle ebenin çalışmasını zorlaştırdığı” tezi üzerine kuruluyor. Başvurucular ise bu ifadelerin ebe tarafından düzenlenen raporun iki satır arasına sonradan eklendiği görüşünü savunuyor.
Adli Tıp Kurumu yine şaşırtmıyor ve felcin bir doğum komplikasyonu olduğuna, tıp kurallarına aykırı bir işlemin yapılmadığına kanaat getiriyor.
Ailenin talepleri mahkemeler tarafından reddediliyor. Konu 2016’da Anayasa Mahkemesi’nin önüne geliyor.
Yüksek Mahkeme bu kez, “kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğinin” tespiti talebini reddediyor.
Böyle çok sayıda vaka var, brakial pleksus ile ilgili, yani doğum felci ile ilgili.
Yine devletin olası kastı
Tüm bunları neden anlattık…
Çocuğun, küçüğün üstün yararının üstün olmadığını göstermek için…
Yenidoğan çetesi olayında. Devlet konuyu daha önce biliyormuş, hemen harekete geçmemiş. Dönemin il sağlık müdürlüğü, dönemin bakanından bile konuyu saklamış. Bir ihbar ile harekete geçilmiş. Şüpheliler aylarca dinlenmiş de dinlenmiş. Fiziki takip bile yapılmış. Nerede çocuğun üstün yararı? Yok.
Ne demişti, eski Sağlık Bakanı. Hastanesinin adı iddianamede geçen eski sağlık bakanı. Soruşturmayı aksattığını düşündüğü devlete “Sen de katil olmuyor musun” diye soruyordu.
2022’de işlenmeye başlandığı iddia edilen bir suç, 2023 Ocak ayında denetimlere takılıyor. Ancak 2023 Mart’ında ihbar haline geliyor. Bunun üzerine harekete geçiliyor. 17 ay dinleme yapılıyor. Sonuçları biline biline. Resmen Olası kast. Şebekenin üstüne tüm tehditlere rağmen giden savcıyı tenzih ederek. Resmen devletin olası kastı var ortada. Hem de çocuğun üstün yararı ilkesini de göz ardı ederek..
Brakial pleksus vakalarında. Aileler ihmal diye bağırıyor. Anneler sezaryene değil de normal doğuma zorlandıkları için çocuklarının doğum felci ile karşı karşıya kaldıklarını iddia ediyor. Davalar açılıyor. Doktorlar kendilerini savunuyor. Hastane yönetimleri hemen doğum komplikasyonu diyor. Adli Tıp Kurumu aynı savunmayı savunuyor. Aileler zorlama diyor. Yine yok. Mahkemelerin bazıları ailelerden, bazıları devletten ana karar veriyor.
Devletin olası kastı ile ilgili şüphenin kırıntısı ortaya çıktığında, ortada ne bebek kalıyor, ne çocuk, ne çocuğun üstün yararı. Doğumhanede, yenidoğan biriminde hatta yenidoğan yoğun bakımda bile önce devlet diyor bu devlet.
Çocuğuna brakial pleksus tanısı konan bir anne, şunları yazıyor:
“Yenidoğan çetesinin yeni değil eski bir oluşum olduğunu düşünen var mı acaba benim gibi? Benim hamileliğimde her şey normaldi. Ta ki doğum gerçekleşene kadar. Çocuklarımızın çoğunu bilerek sakatladılar ömür boyu para akışı sağlamak için…”
Acılı bir anne bunları söyleyebilir. Zaten kendisi de ekliyor, “işlerin gerçekten ters gittiği doğumlar olabilir…” diye. Ama bir de “ama…” diyor ve kendi hikayesini anlatıyor.
İşte bu ama çok yüklü…
Gelecek hafta, Olası-Kast’ta görüşmek üzere…
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.