Şili’den Türkiye’ye: Fay kırığını kim onaracak?

Şili’den Türkiye’ye: Fay kırığını kim onaracak?
Bu soruları art arda sıralayınca Türkiye’nin deprem sorununa çareyi siyasilerin, yöneticilerin bulmayacağı, onların da sorunun parçası olduğu ortaya çıkıyor.

EKİN ULUĞ

Şili’ye gidişim Kahramanmaraş Depremi’nin hemen sonrasıydı. Dünyanın en şiddetli depremlerine maruz kalan Şili’de tanıştığım herkesin, nereli olduğumu öğrendikten sonra ilk sorduğu sorular da depremle alakalıydı. “Evin depremin olduğu bölgede mi?”, “Yakınlarını kaybettin mi?” türünden kişisel soruları derhal “Bu kadar çok yıkım nasıl oldu?”, “Neden bu kadar can kaybı var?”, “Deprem sizde nadir görülen bir şey mi?” türünden muhatabı devlet yetkilileri olan sorular takip ediyordu. Benim verdiğim cevapları ise çoğu zaman hayretler içinde dinliyor, bir deprem ülkesi olmamıza rağmen yöneticilerimizin içinde bulunduğu aymazlığa ve biz vatandaşların bu aymazlığı deprem olup da yüzlerce bina başımıza yıkılana kadar dert etmemiş olmamıza şaşıyorlardı.

Depremler açısından Şili, Anadolu coğrafyasından bile bahtsızdır. Dünyanın en yoğun sismik ve volkanik hareketlerinin yer aldığı Pasifik Ateş Çemberi diye anılan bölgede bulunan Şili, 1960’da 9.6 ile dünyanın kaydedilmiş en büyük depremini yaşadı. Valdivia Depremi olarak bilinen bu depremde 2000 Şili vatandaşı hayatını kaybetti. 1965’te 7.4 büyüklüğündeki Ligua depreminde 280 kişi, 1971’de 7.5 büyüklüğündeki Illapel depreminde ise 85 kişi. Bu son depremden sonra işler değişmeye başladı.

foto-1.jpeg

Şili’nin kara bahtı değişiyor

1971 depremi olduğunda iktidarda sosyalist başkan Salvador Allende vardır. Allende depremin haberini alınca dönemin bakanlığından ayrıntılı bir rapor ister. Çok kısa süre sonra tamamlanan rapordan elde edilen verilerle de depremden zarar gören bölgelere yönelik ‘1971-1973 Yeniden İnşa Planı’nı hayata geçirilir. Bu plan, yalnızca zarar gören yapıların yeniden inşasını değil ekonomik ve sosyal faaliyetlerin de restorasyonunu içeren bütüncül bir plandır. Plan ile birlikte, Şili’nin hala geçerli olan deprem ve felaket durumlarına yönelik yasalarının da temeli oluşturulur.

N°17.564 olarak bilinen bu yasa, Şili vatandaşlarını devletin sivil savunma kurumlarının aktörü haline getiriyor, deprem alanında kamu ve özel sektörün işbirliğini örgütlüyor, Şili Üniversitesi’nin Jeofizik, Sismoloji ve Jeodezi Bölümü’ne ayrılan bütçeyi büyüterek deprem araştırmalarına yoğunluk veriyordu.

Yeniden inşa sürecinde elbette depremden etkilenenler için konut programları da vardı. Hükümet, şehirlerin yeniden planlanmasından, finansmana, inşaatlarda kullanılacak malzemeden arsa teminine kadar her meseleyi göz önüne alarak süreci yönetti. Afet durumlarında kullanılmak üzere evleri zarar görenlerin barınacağı prefabrik barakalar üretildi ve depremzedeler yerleştirildi. Bu barakaların inşasında Allende liderliğindeki Sosyalist Parti’nin gençlik örgütünün katılımı büyük rol oynadı.

Hükümetin attığı adımlarla ülkeye hakim olan dayanışma dalgası böylece bütün Şili’ye yayıldı. Depremden en fazla zarar gören kentler, ekonomik olarak en güçlü Şili şehirleriyle kardeş şehir ilan edildi. Aynı dönemde Şili’nin güneyinden deprem bölgesine, her kentte durup yardım toplayarak ilerleyecek olan “Dayanışma Treni” de yola çıktı.

foto-2.jpeg
Deprem sonrasında yayımlanan ‘Şili birleşerek kendini yeniden inşa ediyor’ başlıklı afiş

Pinochet’in bile dokunmadığı uygulama

Depremden bir sene sonra NCh433 olarak bilinen yönetmelik uygulamaya kondu. Bu yönetmelik Şili’de inşa edilecek yapıların sahip olması gereken yeterlilikleri belirliyordu. Yasa 1996 yılında güncellenene kadar tam 24 yıl yürürlükte kaldı.

Burada ilgi çekici olan bir başka husus ise Şili’ye, deprem ve afet ülkesi olarak bir devlet politikası kazandıran Allende hükümetinin yalnızca üç sene iktidarda olması, sonrasında gelecek Diktatör Augusto Pinochet’in, Allende dönemi uygulamalarının hemen hepsini geriletirken Allende’nin yarattığı deprem ülkesi vizyonuna ilişmemiş yahut gücü yetmemiş olmasıdır.

Allende’nin yasası ne kadar etkili oldu?

Şimdi dönüp tekrar tarihlere bakalım. 1960, 1965 ve 1971’de Şili büyük depremler yaşıyor ve bu üç depremde toplam 2365 insan hayatını kaybediyor. 1971’den sonra Allende sayesinde artık ülkenin kapsamlı bir deprem stratejisi oluşuyor ve bu tarihten günümüze kadar en küçüğü 5.9 büyüklüğünde olmak üzere 52 farklı deprem oluyor. Bu depremlerde kaç yurttaşını kaybediyor Şili? 53 yıl boyunca yaşanan 52 depremde toplam 790 insan hayatını kaybediyor. Salvador Allende’nin planı işliyor.

ana-gorsel.jpeg

Türkiye ile karşılaştıralım

Türkiye’de aynı yıllarda durum nasıl? 1966 Varto depreminde 2394 insan, 1970 Gediz Depremi’nde 1086 insan, 1971 Bingöl Depremi’nde 878 insan, 1975 Lice Depremi’nde 2385 insan, 1976 Muradiye Depremi’nde 3840 insan, 1983 Narman Depremi’nde 1155 insan, 1992 Erzincan Depremi’nde 653 insan, 1995 Afyon Depremi’nde 90 insan, 1998 Adana Depremi’nde 146 insan, 1999 Gölcük Depremi’nde 17.118 insan, aynı yıl Düzce Depremi’nde 894 insan, 2002 Afyon Depremi’nde 44 insan, 2003 Bingöl Depremi’nde 177, 2010 Elazığ Depremi’nde 41, 2011 Van Depremi’nde 604, aynı yıl Van’daki diğer bir depremde 40, 2020 Elazığ Depremi’nde 44, 2020 İzmir Depremi’nde 117, 2023 Kahramanmaraş Depremi’nde ise 53 bin 537 insanımız hayatını kaybetti.

Türkiye’de depreme karşı devlet girişimleri hiç mi olmadı? Oldu. 1947’de yürürlüğe giren “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği” var. Üstelik bu yönetmeliği 1953, 1961, 1968, 1975, 1998, 2007 ve 2018’de, yani ortalama on yılda bir güncellemişiz. En uzun zaman yürürlükte kalan hali ise 1975 yönetmeliği. Şili 1971’den bugüne 52 depremde 790 insanını kaybetti demiştik. Türkiye 1975 yönetmeliğinden sonra kaç vatandaşını depreme kurban etti dersiniz? 66 depremde 78 bin 600 kişi. Buradan şu sonuç çıkıyor: Deprem Türkiye’de, Şili’de olduğundan neredeyse 100 kat daha öldürücü.

Sorun nerede?

Şili, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre dünyanın en büyük 43. ekonomisi. Türkiye ise IMF’nin yayımladığı verilere göre dünyanın en büyük 17. ekonomisi. Demek oluyor ki sorunun kökünde ekonomik olanakların kısıtlılığı yok. Yanlışımız acaba Allende’nin barınmayı temel insan hakkı olarak gören programının aksine bizim konutundan, köprüsüne, otoyolundan tren yoluna inşaatın her türlüsünü rant kapısına çeviren yöneticilerimiz olabilir mi? Cumhurbaşkanlarımızın, başbakanlarımızın, cumhurbaşkanı aday adaylarımızın çoğunun inşaat sektörüyle temaslı kişiler olması olabilir mi? Allende üniversitelere devlet imkanlarıyla deprem araştırmaları için kaynak ayırırken, 2011’de “çürük binalar yaptım, herkes yaptı” diye televizyonlara çıkıp itiraflarda bulunan iş adamına aynı yıl Yılın En Beğenilen İş Adamı Ödülü’nü bir devlet üniversitesinin vermesi bir şeyler canlandırıyor mu? 1971’de Şili’de prefabrik barınakları Sosyalist Parti’nin gençliği inşa ederken bizim Kızılay’ın depremzedelere çadır satmaya çalışmasını hatırlıyor muyuz? O dönem Kızılay’ın başında olup çok sonra istifaya mecbur kalan kişinin “İyilik ve Merhamet Elçisi” ilan edilmesi konuyu biraz aydınlatıyor mu? 1999 depreminden sonra yürürlüğe giren, halkın taktığı isimle Deprem Vergisi’nin her depremden sonra “Deprem Vergileri Nerede?” diye gündem olması ve bu verginin nereye gittiğinin hala kamuoyu tarafından bilinmemesine ne diyeceğiz?

foto-3.jpeg

Çözüm nerede olabilir?

Bu soruları art arda sıralayınca Türkiye’nin deprem sorununa çareyi siyasilerin, yöneticilerin bulmayacağı, onların da sorunun parçası olduğu ortaya çıkıyor. Yazının başında dediğim gibi, Allende Şili halkının örgütlülüğünün hem sonucu, hem örgütleyicisiydi. İktidarda kaldığı kısacık dönemde de halkın örgütlülüğünü geliştirmeye önem vermişti. Deprem sorununun çözümünde halkı aktör haline getirmişti. Şili’nin deprem sorununu çözdüğü reçeteye bakarsak Türkiye için de şunları söylemek mümkün: Halk olarak örgütlü talepleri bir araya gelip dile getirmediğimiz, depremi Türkiye gündeminin daimi bir unsuru haline getirmek için çalışmadığımız müddetçe deprem sorununu çözmenin imkanı yok.

Peki örgütlenme sorununun çaresi nerede? Bu yazının bir reçete olma imkanı yok elbette ama bana çarenin nerede olduğunu sezdiren bir anım var. Van Depremi olduğunda öğrenciydim. Depremden sonra bütün fakülte, yüzlerce öğrenci depremzedelere yardım kolileri yapmak için bir araya gelmiştik. Yaklaşık üç gün üç gece fakülte kantininde ortalık koliden, çuvaldan geçilmez halde çalışmış, sonrasında bir araya getirdiklerimizi koca bir otobüsün altına üstüne zar zor sığdırıp yola çıkmıştık. Otobüs öyle hınca hınç malzeme doluydu ki şoförden başka beş altı öğrenci ancak oturacak yer bulabilmiştik. Oraya vardığımızda yardım kolilerini ellerimizle teslim edip, gazetecilik öğrencileri olarak röportajlar yapıp aynı otobüsle geri dönmüştük. Bu yazıyı okuyan hemen herkes bu anlattığım hikayeyi gözünde kolayca canlandırıyordur çünkü Kahramanmaraş Depremi’nden sonra çoğunuz depremden sonra evinden eşya topladı, halkın çabasıyla kurulan merkezlere kendi götürdü, diğer yardım malzemeleriyle birlikte tasnif edip koliledi, kendi olanaklarıyla o tarafa giden araçlara yükledi. Sonra ne oldu? Gecelerce birlikte çalışıp yardım toplayan insanların, depreme karşı örgütlenme potansiyeli yok muydu? Varmış ki bu dayanışma faaliyeti tüm zorluklarına rağmen çalıştı ve felaketin devlet sorumluluğuna terk edilmesi halinde kat be kat büyüyecek olmasının önüne geçildi. Demek ki bir araya gelmeyi çoğaltmalı, birlikte yardım topladığımız insanlarla, tanımadan yardım etmek için çırpındığımız depremzedelerle bir arada durmaya gayret etmeliyiz. Açık ki bizi bir sonraki depremden koruyacak, yıkılmayacak binaları inşa ettirip denetleyecek bir mekanizma bugün için yok çünkü.

foto4.jpeg

Diyeceğim o ki deprem sorunu karşısında örgütlenmeyi bir parça başarabilirsek, belki çalıştığımız yerde, okuduğumuz üniversitede, devlet kurumlarında, parkta, bahçede, mahallede, sokakta, birlikte yaşadığımız insanlara daha dikkatli bakar, daha fazla konuşur, daha fazla dinler, Türkiye’nin tıpkı deprem gibi, ancak halk örgütlülüğü ile çözülebilecek demokrasi, yolsuzluk, yoksulluk, şiddet sorunlarını da gündeme getirmeyi çoğaltırsak, birlikte çözüm üretmeye daha fazla zaman ayırırsak bu saydığım sorunları çözmek mümkün olacaktır. Belki o zaman Allende döneminin en popüler şarkılarından birinde geçen “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sözünü özümser, örgütsüz bir halkı iç dış her türlü mihrakın kolaylıkla yendiğini anlarız. Belki o zaman müteahhit olmayan siyasetçiler de görürüz ha? Ne dersiniz?

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.

Konuk Yazar