Anlama kılavuzu: Yüksek enflasyon altında ekonomi nasıl çalışıyor?

Türkiye ekonomisinin yaklaşık 2-3 yıldır yüksek enflasyon altında nasıl çalıştığını anlamak için bu süreç boyunca oluşan temel değişimler ve yapısal faktörlerin nasıl bir arada etkileşim içinde olduklarına bakmak gerekir.

2021 yılının sonundan itibaren yaklaşık 2 yıl uygulanan düşük faiz politikası daha önce görmediğimiz türden iktisadi değişkenlerin kısa bir zaman aralığında hızlıca hareketlenmesine neden oldu. Enflasyon hiç olmadığı kadar hızlı yükseldi, varlık fiyatları benzer şekilde anormal düzeylere ulaştı, gelir/servet dağılımı benzeri görülmemiş düzeyde çalışanların aleyhine bozuldu. Fakat bu dönemde makroekonomik düzeyde birtakım türbülanslar olsa da önemli bir kriz ortaya çıkmadı. Bir bakıma makro krizsiz bir iktisadi refah krizi yaşandı. Bu durumu daha önceki yazılarımda daha detaylı ifade etmiştim, yani iktisadi refahın farklı aktörler üzerinden nasıl ayrıştığını belirtmeye çalışmıştım. Bu yazıda amacım bu tür değişimlerin rutinleştiği bir yapıda yüksek enflasyon ve yüksek faiz oranı altında makroekonominin genel çalışma dinamiğinin nasıl çalıştığına dair kendi görüşlerimi sizinle paylaşmaktır.

Ülkede dışsal bir şok sonrası (düşük faiz politikasını dışsal bir politik şok olarak dikkate aldığımızda) iktisadi refahta yeni eğilimler ve dengeler ortaya çıktı. Buna Mayıs 2023 seçimi sonrası oluşan yeni hükümetin müdahalesi, yani dezenflasyon eklendi. Dolayısıyla, birinci politik şok sonrası ortaya çıkan iktisadi durum ile sonrasında buna dönük düzeltici müdahalelerle oluşan yeni bir iktisadi yapı ortaya çıktı. Ülkede makroekonominin bu koşullar altında nasıl çalıştığını anlamak için temel beş unsurun dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bunlar kısaca:

(i) gelir/servet dağılımındaki bozulma (ii) emeğin fiyatının ucuzlaması ve asgari ücretin referans ücrete dönüşmesi (iii) yüksek enflasyon ortamında firma gücünün belirginleşmesi (iv) sektörel (mal ve hizmet) fiyatlama farklılaşması

Bu faktörler olan biteni anlamamızı ve belli bir iktisadi çerçeve içinden bakmamızı kolaylaştıracaktır çünkü uzun bir süredir ekonomistler birbiri ile çelişen çok şeyin aynı anda olduğunu düşünmeye başladılar. Tabii ilan edilen iktisadi istatistiklere dair olası bilgi problemlerinin varlığını dışlamıyorum fakat bunun son dönemde hafiflediğini de düşünüyorum.

Öncelikle yukarıda saydığım durumların yarattığı etkileri ve birbiri ile ilişkilerini belirtelim. Gelir ve servet dağılımındaki bozulma ciddi bir talep ayrışması yarattı. Talebi sınırlı kalan oldukça büyük bir kitle ile talebi artan azınlık bir kesim oluştu. Bunu hem üst gelir gruplarının tüketimden aldığı payın büyüklüğünden, hem de tüketim ithalatındaki artıştan ve lüks tüketimden izlemek mümkün. Bu, birinci durum. İkinci durum, birincisi ilişkili, gelir dağılımındaki bozulma emekçilerin aleyhine gerçekleşti, bu da sadece nispi anlamda değil mutlak anlamda da oldu, yani ortalama reel ücret düzeyi düştü. Asgari ücretin yaygın bir ücrete dönüşmesi ücretlerin geneli üzerinde aşağı yönlü bir etkide bulundu. Bu, bir yandan ayrışan talebe ilave olarak, üretimin ucuzlayan emek ile devam etmesine imkan sağladı. Yani makro düzeyde hem talep hem de üretimde ciddi bir sorun yaratmadı. Çalışanlar üretmeye devam ederken zenginler tüketmeye devam etti.

Üçüncü durum, firma fiyatlama davranışındaki değişim ki bu da yüksek enflasyon rejiminde sermaye-emek çelişkisinin çok daha belirgin hale getirdi. Özellikle bu ortamda firmalar piyasa güçleri ile fiyat ve ücretleri belirlemede ciddi avantajlar elde ettiler. Oluşan bilgi problemleri, bulanıklaşan beklentiler ve piyasa gücü firmalara zincirleme (input-output bağlantıları) bir yapı içinde karlarını daha da artırma imkanı sundu (kar enflasyonu). Dördüncü durum ise, sektörel bazda fiyat farklılaşmasının ortaya çıkması. Bunu da özellikle hizmet sektöründeki fiyat farklılaşmasında görüyoruz. Bunu aşağıda daha detaylı ifade edeceğim.

İzlenen dezenflasyon programının etkileri de yukarıda tanımladığım mevcut durumlar üzerinden şekilleniyor. Yani, dezenflasyon politikasının etkileri büyük oranda düşük faiz politikası döneminden kalan miras üzerinden şekilleniyor. Bu, iktisadi yapının kısmi olarak regülasyonlarla esnetildiği, fakat büyük oranda temel belirleyici değişkenlerin aynı kaldığı ve faizlerin oldukça yükseltildiği yeni bir rejime geçildi. Politika faizi dikkate alındığında reel faizler negatif %70’ler düzeylerinden kademeli olarak pozitif bir aralığa çekildi. Bu yanıyla, düşük faiz oranı ile oluşan iktisadi değişkenlere yüksek faizle simetrik bir çözümün arandığı bir programla karşı karşıyayız. Bu süreçte yaşananlar ise kısaca şöyle: Cari açık düzeyi düşüyor. İstihdam artıyor. Enflasyon yavaş da olsa yıllık düzeyde düşüyor. Ve büyümede kısmi gerileme var. Şimdi bu gelişmelerin neden olduğuna bakalım.

Enflasyon neden yavaş düşüyor?

Her şeyden önce düşük faiz politikası ile oluşan iktisadi yapının niteliği, sadece faizleri yükselterek enflasyonu simetrik bir şekilde düşürmeye uygun değil. Bu yüzden, enflasyonun düşmesi için iç ve dış konjonktür oldukça uygun olmasına (talebin düşmesi, döviz kurunun stabil olması, ve petrol/doğal gaz fiyatlarının artmıyor olması) rağmen beklenildiği gibi düşmüyor. Bunu yukarıda da ifade ettiğim genel yapı içinde ortaya çıkaran temel sebepleri var:

(a) Talep düşse bile firmalar hala yüksek enflasyon düzeyinin verdiği momentum ile fiyatlarını maliyetten bağımsız bir şekilde yükseltiyorlar. Firmaların stratejilerinde hedef bir kar düzeyi var ve bunu miktar düşse bile fiyatla elde etme eğilimindeler. Diğer yandan, son dönemde firmaların karlarında nispeten bir düşme olduğunu görüyoruz. Bence bunda önemli oranda miktardaki (talepteki) düşme etkili. Fakat fiyat artışı kardaki düşmeyi sınırlamakta. Yani daha önceleri kar artışını kar enflasyonun temel göstergesi olarak kolayca sunabiliyorduk, fakat şimdi karlardaki düşme artık böyle bu etkinin olmadığı izlenimini vermektedir. Bence bu, yanıltıcı bir çıkarsama olur. Çünkü karların artık fiyat artışlarındaki eğilimi direkt temsil etmediğini düşünüyorum. Evet temel kar motivasyonu değişmedi, sadece miktarda aşağı yönlü eğilimi telafi eden fiyat artışları söz konusu. Bu da talepsiz enflasyon anlamına geliyor. Yani tam tersi talebin olmayışı enflasyon yaratıyor, talebin kendisi değil. Tabi bu ne kadar sürdürülebilir göreceğiz.

(b) Bu tür fiyat davranışları özellikle hizmet sektöründe kendisini daha fazla gösteriyor. Hizmet sektörünün ekonomideki payının yüksekliği de bu sektördeki firmaların fiyat davranışlarının enflasyon üzerindeki etkisini daha yaygın kılıyor. Hizmet sektöründe (eğitim, sağlık, lokanta/otel) fiyat artışları fiziksel ürünlerin fiyat artışlarından yıllık olarak ortalama %20 ile %50 arasında daha fazla. Bunun fiyat yapışkanlığı durumunu aşan bir tarafı var. Bu sektörün somut maliyet kalemleri, kira ve emektir. Kiralar fiyatlar üzerinde bir baskı oluştursa da değişim sıklığı az, emek de reel olarak ucuz. Dolayısıyla, fiyatlama davranışı büyük oranda bu sektördeki rekabet biçimi, talebin fiyat esnekliğinin düşük olması, cezbedici fiyatlama sinyalleri (önce yükseltip sonra indirim yapma) ve lokal tekel konumlarının bir sonucu. Bu durumlar, firmaların yüksek enflasyon rejiminde fiyat ve miktar uyarlamalarında kolayca fiyat üzerindeki güçlerini kullanmalarına imkan sunuyor.

(c) Diğer yandan, gelir dağılımındaki geleneksel çarpıklık ve bunun daha da bozulması ile oluşan ikili-talep formasyonu toplam talebin daha fazla düşmesini engelliyor. Bu da talebin yeterince herkes için düşmediği gibi bir izlenim yaratıyor. Benim gözlemim, insanların önemli bir kısmı normal ve niteliksiz bir mal demetine ve hizmet skalasına sıkışırken, azınlık belirli bir kesim daha nitelikli ve yüksek fiyatlı bir mal ve hizmet skalasında tüketimlerini sürdürüyorlar. İlk tüketim demetinde fiyatlar nispeten daha az artarken, ikincisinde daha hızlı artıyor.

(d) Yüksek faiz temelde firma finansman maliyetlerini artıran bir olgu. Bu da firmaların fiyatlarını artırmaları için bir gerekçe sunuyor. Böylece, genel anlamda azalan talep ile maliyet artışları, yani hem talep hem de arz problemleri, firmaları daha fazla fiyat artışlarına yönlendiriyor.

(e) Enflasyon üzerindeki ithalat kanalının da hala çok açık olduğu görülüyor. İkili-talep yapısının özellikle bu kanal üzerinden de yaygın bir etki alanı var. Döviz kurundaki stabil yapı bu ürünlere daha fazla talep yaratıyor. İthalat yapan firmaların piyasa gücü sadece bu ürünlerin fiyat artışları ile sınırlı kalmıyor, rekabet içinde olan diğer yerli ürünlere de yayılan bir şekilde daha geniş bir mal demetini etkiliyor.

Cari açık neden hızlı düşüyor?

Ülke ekonomisinin her daim en kırılgan ve kriz çıkarma potansiyeli taşıyan cari açık düzeyi şu anki haliyle ciddi bir azalma sürecinde. Cari açık yaklaşık 63 milyar dolar düzeylerinden 25 milyar dolara kadar indi. Ülkede normalde cari açıktaki düşmeler genel bir makro iktisadi kriz sonrası gerçekleşir. Fakat bu sefer biraz farklı.

Cari açık neden azalıyor sorusunun cevabı yine yukarıda saydığım dört unsurun direkt ve indirekt etkilerinin birleşik sonucunda aramak gerekir:

(a) Cari açıktaki düşme temelde dezenflasyon politikası ile izlenen yüksek faiz politikasının yarattığı talepteki genel daralmadan kaynaklanıyor. İthalatın üretime dönük kanalı olan ara-mallarındaki düşme bunu teyit ediyor.

(b) Fakat ikili-talep yapısı, cari açıktaki daha fazla düşmeyi de sınırlandırıyor çünkü tüketim ithalatında düşme yerine tam tersi bir artış söz konusu. Bu program döneminde tüketim ithalatı 50 milyar dolar düzeyine kadar yükseldi. Yani düşük faiz politikasının yarattığı bu olgu, yüksek faiz düzeyinde dahi devam ediyor. Kısaca, ithal ara-mallarındaki düşme iç talep kaynaklı üretimdeki hızlı düşmeden kaynaklanırken, dış tüketim talebi de ikili-talep formasyonundan dolayı yükseliyor.

(c) Buna petrol fiyatlarındaki istikrar ve kısıtlanan altın ithalatı da olumlu etkide bulundu. Program boyunca altın ithalatı 30 milyar dolar düzeyinden 11 milyar dolara, petrol fiyatları da 100 dolardan 80 dolarlara kadar geriledi ve bu düzeyde kaldı.

(d) İhracatta ise sınırlı da olsa bir artış söz konusu. Tabi bunda döviz kurundaki istikrarın ithal mallar üzerinden gelen maliyetleri sınırlandırmasının yanında, ucuz emeğin katkı sunduğu açık. Özellikle son dönemde döviz kurundaki değer kaybına dönük talepleri karşılık bulmayan ihracatçılar bunu ucuz emekle telafi ediyorlar. Ucuz emek şu anki üretimin sürmesindeki en temel değişken. İhracatçılar için ücretler talep kaynağı değildir, sadece maliyettir, onlar için talep dış kaynaklıdır.

(e) Bu yanıyla, ülkedeki büyüme dinamiği büyük oranda iç talebin düştüğü, net dış ticaretin arttığı kar çekişli (bunda kar enflasyonun da etkisi var) bir büyüme gibi görülmektedir.

(f) Diğer yandan, özellikle 2018 krizi sonrası oluşan iktisadi yapıda içeride dışarı çıkacak sermayenin kalmamış olması, düşük faiz politikasının, KKM’nin de yardımıyla, ciddi bir makro krize neden olması önlenmişti. Yani, iktidar durumu tipik bir makro krizden çıkartıp sosyal refah krizine çevirmişti. Fakat şimdi ise dezenflasyon programı çerçevesinde uygulanan yüksek faiz düzeyi döviz kurunu baskılıyor. Daha önce KKM ile yapılan şimdi yüksek faizle yapılıyor. Fakat bu diğer bir komplikasyona neden oluyor, firmaların döviz cinsi borçlanmalarındaki ciddi artışlar. Yani yüksek faiz iç talep ile ithalatı azaltırken, içeriye giren sermaye firma borçlanmasını artırıyor. Bu da bence olası bir dış şok ile düşük faiz döneminde görmediğimiz türden bir kriz potansiyeli yaratıyor.

İstihdam genel üretimdeki yavaşlamamaya rağmen neden artıyor?

Bu gelişme diğerlerine nispeten daha çelişkili gibi görülüyor. Çünkü eğer iç talep ve üretim düşüyorsa istihdam nasıl oluyor da yükseliyor ve işsizlik düşüyor.

(a) Her şeyden önce ücretlerin oldukça düşük olması ve çalışanların yaklaşık %35’nin asgari ücretli olması (asgari ücretin %25’i üstünde alanları da eklediğimizde bu oran %60’a çıkıyor). Daha önceki yazımlarımda da tekraren söylediğim gibi, asgari ücret diğer ücretler için referans ücrete dönüştüğü için diğer ücretler üzerinde de baskı kuruyor. Bu yanıyla, üretimin maliyet tarafı sürekli kontrol altında. Bu da emek talebini diri tutan bir faktör.

(b) Firmaların hem ücretler hem de fiyatlar üzerindeki egemenliği, reel ücretlerin (ücret/fiyat) üzerinde çift yanlı kontrol imkanı veriyor, yani firmaların hem fiyatları yükseltmek hem de ücretleri baskılama imkanına sahip olmaları. Aşırı kar motivasyonlu yüksek fiyatlar, indirekt olarak nispi maliyetleri de aşağı çekiyor. Böylece, istihdam artışı yine sorun yaratmıyor.

(c) Ülkede yapısal şokların emek piyasasını çok yönlendirdiğini düşünüyorum. Normal koşullarda belli bir üretkenlik-atalet düzeni içinde ilerleyen emek piyasaları krizlerle birlikte yeni patikalara oturuyor. Buna 2001 krizi sonrası oldukça net bir şekilde tanık olduk. 1990’lı yıllarda ortalama %8 düzeyinde olan işsizlik, 2001 kriz sonrası son 20 yılda yaklaşık %11 gibi oldukça yüksek bir patikaya oturdu. İçinde bulunduğumuz dönemin istihdam niteliğini ve düzeyini de belirleyen diğer önemli bir gelişme ise, 2020 pandemisi oldu. Pandemi özellikle uzaktan çalışmayı, dağıtım ve lojistikte önemli değişimleri tetikledi. Bu da yarı-zamanlı işlerde artışa neden oldu. Bu yüzden, ekonomide genel bir talep daralması olmasına rağmen, istihdamdaki artışı açıklayan önemli faktörlerden biri budur. Çünkü zamana bağlı işsizlik %27’lere varırken, istihdamın artıyor olmasını başka türlü açıklamak mümkün değil. Yarı-zamanlı işlerdeki artışın (dolayısıyla istihdamdaki artışın) diğer bir önemli nedeni de 2-3 yıldır oluşan yaygın yoksulluğun büyük oranda emeklileri ve öğrencileri yarı-zamanlı çalışmaya zorlamasıdır. EYT sonrası emeklilerin yaklaşık yarısı çalışmaya devam ediyor.

(d) İstihdamdaki artışın üretimin niteliğine dönük bir tarafı da var. O da ülke ekonomisinin daha emek-yoğun bir nitelik kazanması. Tüm bu faktörler temelde üretimin verimliliği ve ücretteki gelişmelerle ilgilidir.

Tüm bu yazdıklarımı bir genel denge modeli içinde (genel dengeden kastım değişkenlerin birbirilerini etkileme durumu) kısaca özetlersem anlamak daha da kolaylaşır. İki iktisadi rejim söz konusu: düşük faiz oranı ve yüksek enflasyon rejimi (birinci rejim), diğeri yüksek faiz oranı ve yüksek enflasyon rejimi (ikinci rejim). Birinci rejimde oluşan gelir/servet eşitsizlik düzeyi, ikili-talep yapısı, kar-enflasyonu (firma piyasa gücünün öne çıkması), düşük ücret ve minimum ücret yaygınlığı, emek yoğun üretim yapısı ve yarı-zamanlı işlerin artması ikinci rejimdeki dezenflasyon politikasının başarısı açısından bir zemin oluşturmaktadır. Yani, dezenflasyon politikasının etkinliğini birinci rejimden devralınan zemin belirliyor. Dolayısıyla, her dönemin yüksek faiz politikası ile benzer etkiler göstermesi beklenmemelidir. Yani 1994 krizi veya 2001 krizi sonrası uygulanan yüksek faiz politikalarından farklı bir yapının içindeyiz. İkinci rejimde yüksek faizin ikili-talep yapısı, firma fiyatlama davranışı, düşük ücret ve emek piyasasının yapısı enflasyonu düşürmede etkin olmayı engellemektedir. Çünkü yüksek faiz, ikili-talep yapısından dolayı talebi tam anlamıyla belirli kesimler için kısıtlama imkanına sahip değil. Benzer şekilde, özellikle hizmet sektöründeki firma fiyatlama davranışı yüksek enflasyon altında oluşan bilgi problemleri, düşük fiyat elastikiyeti ve piyasa gücü enflasyon momentumunu kırmakta zorlanıyor. Dahası yüksek faiz daha zorda bulunan firmaları arzlarını kısmaya zorlamaktadır. Bu da talep problemi olarak kodlanan enflasyonu biraz daha bir arz problemine dönüştürüyor. Bu da büyümeyi sınırlandırdığı gibi, güçsüzlerin (çalışanlar, küçük sermaye gibi) aleyhine bir durum yaratıyor. Büyük sermayenin mevcut yüksek faizlerden daha az şikayetçi olması da bununla ilgilidir, çünkü iç talepten çok dış talebe bağımlı olmaları, finansman kolaylıklarına sahip olmaları ve mevcut enflasyonist ortamda piyasa güçlerinden faydalanabilmeleri karlarını olumsuz etkilemiyor.

Bu yüzden de, kısaca, herhangi bir para veya maliye politikası izlerken, durumları ve aktörleri farklılaştırmadan, yani ikili talep yapısının yerine tek-talep, mal ve hizmet sektörü yerine tek-sektör, rekabetçi-tekelci yapısı yerine tek-rekabetçi piyasa yapısı ve işçi-firma ve küçük firma-büyük firma yerine tek-aktör ayrımı yapmadan sonuç almak zordur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR