ALİ TOPUZ: “PEKER'İN YARATTIĞI ETKİ İKTİDARIN TAHMİNLERİNDEN ÇOK FAZLA”

ALİ TOPUZ: “PEKER'İN YARATTIĞI ETKİ İKTİDARIN TAHMİNLERİNDEN ÇOK FAZLA”
Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmeni Ali Topuz: “Sedat Peker videoları iktidar açısından hayli rahatsız edici olması gereken çok büyük rakamlara ulaşıyor 15 milyon kişinin hepsi bütün videoları izlemiş olsa en az 5 milyon kişi izlemiştir bunu. Peker'in yarattığı etkinin kamu üzerindeki gücünün, iktidarın tahminlerinden çok çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”

Sedat Peker’in art arda yayınladığı videoların ne anlama geldiğini, Türkiye’de devlet, bürokrasi, çete ilişkilerinin dünden bu güne tarihini, bu sürecin nereye evrilebileceğini Gazete Duvar’ın Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz ile konuştuk: 


YAPISAL MESELE 

“Bu tarihsel bir mesele. Hatta tarihsel olduğu ölçüde yapısal da bir mesele. Yani Türkiye'de devlet denilen mekanizmayı ve o mekanizmayı çekip çevirenlerin yönetim işini yaparken sürekli el altında bulundurduğu yapıya dair yapının bir parçası olan bir mesele. Bunun altında da ben o yazıda da biraz onu vurgulamaya çalıştım. 

GÜÇ KULLANMA TEKELİ 

Şimdi devlet olarak işte güç kullanma tekelini şiddet kullanma tekelini topluma karşı şöyle meşrulaştırırsınız: En kaba tabiriyle hiç kimse hiç kimseye karşı devlet dışında şiddet kullanamaz. İlan edilmiş, hukuka aykırı işler gördüğünde de devlet, bu sahip olduğu şiddet tekelini kullanarak bunu cezalandırır. İşte yargı teşkilatı bunun adli boyutuyla hükmünü verir. Devlet de elindeki güçle bunun cezasını verir. Şahısların birbirine karşı herhangi bir biçimde şiddet kullanma imkanı ihtimali yoktur. 

Tarihsel olarak da bu formatın bilinen tek istisnası aslında işçilerin grev hakkıdır. Yani devletin şiddet tekelini kıran tek meşru güç grev hakkıdır. Çünkü işçi grevi yaparken grev kırıcılığına karşı güç kullanma hakkını taşır. Bunun dışında meşru müdafaayı da sayarsak başka bir şiddete tekeline karşı meşru sayılabilecek güç kullanımı olamaz ve kabul edilemez. Dahası, bu türden güç kullanımının hukukun dışında olacağı baştan açık olduğu için, devlet bu türden oluşumları kendisini bir tür rekabet içerisinde görüp kendi güç kullanma tekelini tehdit altına alan yapılar olarak görüp olağan şiddet eylemlerinden daha ağır cezalandırır. Örneğin işte iki kişi kavga eder, sinirlenir, biri birini vurur, yaralar veya öldürür. Buna verilen ceza ile bu türden örgütlenmelerin yaralama ya da öldürmeyle sonuçlanan fiillerine verilen ceza da bu örgütlerin cezası daha ağır olur. Bunun sebebi budur. 

SUSURLUK’TAN FARKI 

Fakat Türkiye'de bu iş ne yazık ki yapısal. Biz bugünden geriye doğru şu anda tanık olduğumuz olayı parantez alalım. Bunların hatırladığımız en önemli en büyük olay. Susurluk meselesiydi. 3 Kasım 1996'da bir kazayla patlak vermişti. Bu olaydan en önemli farkı, o bir kazaydı ve o kaza aynı zamanda örtülüydü. Yani o kazada ölen Mehmet Özbay'ın Abdullah Çatlı olduğu bilinmeseydi eğer ve bu medya alanına taşınamasaydı o belki de herhangi bir kaza olarak bir milletvekili, bir polis müdürünün kazası olarak geçecekti. Şimdi Mehmet Özbay'ı kimse bilmiyordu ama o Abdullah Çatlı ydı. Şimdi biz Susurluk'la beraber tam o günlerde birdenbire aslında bu Susurluk'un görünenden daha büyük bir çete olduğunu, işin bir ayağının işte Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı koltuklarına kadar uzandığını, öbür ayağının bürokrasinin en yüksek kademelerine uzandığını gördük. Hatırlayacaksınız, Mehmet Ağar o kazadan kısa bir süre sonra istifa etmek zorunda kaldı suçlandığı için. Tansu Çiller, dönemin Başbakanı sürekli itham altındaydı. İşte Korkut Eken, Mehmet Eymür gibi isimler işin içerisine girdi. Aynı zamanda biz o zaman 4-5 eşi çetenin daha varlığını bu eksen üzerinde fark ettik. Söylemezler çetesi, Kocaeli çetesi, Yüksekova çetesi gibi. Onlar kamuoyunu çok meşgul etmişti. O zamandan şimdi ile bir farkı da kamuoyunun o zaman nasıl bu oluşumlara reaksiyon göstermesiydi.

Aslında bilinmeyen şeyler değildi, onlar da konuşuluyordu. Anlatılıyordu yer yer bazı şeyler haber de oluyordu ama birdenbire büyük boyutta ortaya çıkınca yoğun bir kamuoyu tepkisi oluşmuştu. Örneğin Mehmet Ağar görevde kalamamıştı. Daha sonra o hükümet devrilmişti. Yani bir kamuoyu vardı. Bugün ise kamuoyunun yokluğunda Netflix dizisi gibi gidiyor işler. 

1915’E KADAR UZANIYOR 

Bunun bir önceki aşaması 12 Eylül sonrası generallerin mafya temizlik operasyonu dediği şeydi. Aslında biz bugünden geriye baktığımızda o mafya temizlik operasyonunda bazı istenmeyen mafyaların temizlenip yerine işte Susurluk çetesi olarak bildiğimiz yapılanmanın yerleştirilmesi operasyonu olduğunu öğreniyoruz.

Daha da geriye gittiğimizde bu iş aslında 1915'e kadar uzanıyor. O zaman da bir yanıyla savaş koşulları bir yanıyla da Ermeni meselesinin halli için girilen yol şiddet olarak seçilince, dönemin cezaevlerindeki herkes afla dışarı çıkarılmıştı. Ağır suçlulardan Teşkilat ı Mahsusa'ya ya da Müdafayı Milliye Cemiyeti'ne bağlı birtakım güçler oluşturulmuştu. Bu güçler ve bu güçlerin organize ettiği diğer küçük silahlı güçler, Ermeni tehcirin soykırıma dönüşmesinde fail olarak kullanılmışlardı. 19115 geçtikten sonra savaştan sonra aynı şey devama etti. Örneğin Koçgiri isyanı. Giresunlu bir paramiliter çete mensubu olan Topal Osman ve adamlarının Koçgiri'nin üzerine sürülmesi ile benzer bir şey yaşanmıştı. Cumhuriyetten sonra da peş peşe çok sayıda af, çete affı gündemdedir. 

ÇETE EDEBİYATI 

Üstelik bu işin boyutu o kadar büyüktür ki Türkiye'de iki ayrı cepheden aynı zamanda bir çete edebiyatı oluşur. Eşkiyadan şehir çetelerine, yani şehir kabadayılarına kadar. Ustura Kemal'den İnce Memed'e kadar bildiğimiz yarı gerçek, yarı efsanevi boyutu... Ve bunun edebi boyutu. Bu edebiyat da ikiye ayrılır. Yaşar Kemal'de romantik, halktan yana eşkiya figürü öne çıkar. Kemal Tahir'de ise bir suç artığı olan negatif karakterli ve devletin işleyişini de bozan kötü bir figür olarak eşkiya çıkar. Ki Yaşar Kemal'le rekabet halinde yazar bunu. Bu ikinci, Kemal Tahir'in eleştirdiği çeteyle aslında karşı karşıyayız. Fakat Kemal Tahir'in yanıldığı şey şuydu: O bu çeteleri devletin zayıflığının bir sonucu ve devletin yarattığı bir boşluktan yararlanan gayri ahlaki unsurlar olarak tanımıyordu. Halbuki bizim 1915'ten bugüne kadar tanık olduğumuz olaylarda bizzat devlet, daha doğrusu devleti yönetenler bu unsurları, kendi güçlerini tahkim etme, yönetimlerini sürdürmek için yapısal bir öğe olarak kullanıyorlar. 

SUSURLUK’UN FARKLI VERSİYONU 

Bu özeti topladığınızda bu güne geldiğimizde Sedat Peker'in bundan birkaç yıl önce il gezip mitingler düzenleyen, televizyonlara çıkıp konuşan, yaptığı açılışlarda açılışlara binlerce kişinin katıldığı, çeşitli resepsiyonlarda devletin en üst görevlileri ile şen şakrak sohbetler içerisinde bir figür olarak görüyorduk. Örneğin Barış Akademisyenleri'ne "direklere asacağız, oluk oluk kan akacak" dediğinde hiçbir savcı bunda bir olumsuz bir şey görmemişti. Şimdi görülüyor şimdi suçlanıyor çünkü yerler değişti. Yani Susurluk'un kazayla değil de iç yapısal krizle ortaya çıkmış bir versiyonuyla karşı karşıyayız. 

PARTİ MEDYASI İŞE YARAMIYOR 

Bu iktidarın işte yaptığı işlerden biri devlet kurumlarını ele geçirmenin, mutlak itaate almanın yanı sıra çeşitli kamuya hizmet eden ama özel de olabilen kurumları da denetimine alma girişimiydi. Bu manada medya devletleştirildi, daha doğrusu partileştirildi. Böyle olunca da ana akım medya diye bir şey teknik olarak kalmadı zaten. Ve ülkeye yayın yapan medya imkanlarının yüzde 90'dan fazlasını da doğrudan ekonomik ve siyasi denetimi altına aldı. Ama bu mutlak denetim ve bu tarafgir yapı aynı zamanda kendi inandırıcılığını tamamen kaybetmesi anlamına geldiği için o televizyonlardaki yayınlara ya da o gazetelerdeki yazılıp çizilenlere insanlar bakmıyorlar. Doğrudan kendileri, yani kendine yapılmasını değil de kendileri gidip o bilgiye ulaşmaya başladılar.

Sedat Peker aslında bunu kullanıyor. Yani şimdiki Türkiye'yi yönetenlerin yarattığı bu kamusal boşluğu çok iyi bildiği anlaşılıyor. Bir de şuradan biliyoruz 2007-8'den itibaren Sedat Peker'in işlerinden biri toplumu etkileyecek medya siteleri kurma çabasıydı sonra vazgeçti ama epey bir para harcadığı bir organizasyon yaptı. Dolayısıyla oralardaki gelişimi de oradaki zafiyeti iyi biliyor. "Bir telefonla bir tripod'a bakıyor bütün gücünüz" diye kendisi de söylüyor. Tripodun üzerine koyduğu telefonun karşısına geçiyor, orada çektiği videolar iktidar açısından hayli rahatsız edici olması gereken çok büyük rakamlara ulaşıyor.

Çünkü bu 15 milyon kişinin hepsi bütün videoları izlemiş olsa en az 5 milyon kişi izlemiştir bunu. Bu aynı zamanda meraklı, yani izlediğini ve duyduklarını yorumlayıp aktarabilecek arkadaşlarıyla konu komşusuyla tartışacak müzakere edecek insanlar demektir. Dolayısıyla biz şu anda Sedat Peker'in yarattığı etkinin kamu üzerindeki gücünün, iktidarın tahminlerinden çok çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

İKTİDAR CEPHESİNDE BİR TUHAFLIK VAR 

Tek başına bunun yol açacağı bir siyasi sonuç olmayabilir. Fakat burada olan bitenler de önemli tuhaflıklar var. Yani ilk 1-2 video ortaya çıktıktan önce bürokrasi cevap verdi. Jandarma Komutanlığı işte emniyet falan. Sonra Ağar'ın kendisi ve İçişleri Bakanı cevap verdiler. İktidarın ortağı iki parti var. Tuhaf bir sessizlik çıktı ortaya. Bu manzara da şuna yol açtı. Şimdi jandarma cevap veriyor aslında ona düşmez. Emniyet cevap veriyor., aslında ona düşmez. Şöyle bir karar aldılar desek 'ciddiye almıyoruz biz bunu'. Böyle yapabilirlerdi. Hiç kimse konuşmayabilirdi ama öyle de olmadı. Ağar konuştu. İçişleri Bakanı konuştu. Konuşmalarında olan tek şey "O bir suçlu. Bizler vatan, millet, namus mücadelesi veren temiz insanlarız." Şimdi bir yandan adam somut birtakım şeyler söylüyor, tek tek olaylardan bahsediyor, saatler söylüyor, kişi isimleri veriyor, konum veriyor ve bunların denetlenmeye açık olduğunu söylüyor ve çok ciddi iddiaları dile getiriyor. Nitekim iktidar cenahından bir tek kişi bu işle ilgili ciddiye alınır şekilde konuştu. O da Cemil Çiçekt'i. O da "Binde biri bile doğru olsa çok vahim. Devletin soruşturması, yargının bu işe el atması lazım" dedi. “Den devletin soruşturması, yargının bu işe el atması lazım” dedi. Yani sanki Sedat Peker'in suçlamalarının ciddiye alınması gerektiğine dair bir fikri var gibi Cemil Çiçek'in. İbrahim Kalın sadece muhalefeti suçlamakla bu tartışmanın içine girdi. 

ÖNEMLİ ALAMETLER 

Bu, iktidarın kendi iç ilişkilerindeki durumuna dair bize hem bir alamet veriyor, bu kavganın çok büyük boyutlara çıktığını gösteriyor ki hem Mehmet Ağar hem de Süleyman Soylu yeterince destek bulamamış olmaktan şikayetçi ve sitemkar konuştular. Bu da çok acayip. Hani suçlu dedikleri organize suç şefi, pis adam dedikleri bir kişinin konuşmalarına karşı biri eski biri yeni İçişleri Bakanı olarak nasıl bir destek arıyor olabilirler arıyorlar ama bunu söylediler. Hani daha korumaya muhtaç olduklarını söylediler. 

YÖNETİM KRİZİ 

Demek istediğim şu: bu olay krizin boyutlarının nereye gideceğini bilemiyor olsak bile kamu nezdinde iktidarın içine düştüğü bir tür yönetim krizini aynı zamanda ortaya çıkarmış oldu. Zaten benim kanaatime göre kavganın patlaması o türden bir kriz. Her iki anlamda krizde yani Sedat Peker hiç olmasaydı, varolan bir yönetim ağı içerisindeki ilişkilerden kaynaklı bir kriz, bir de onun varlığıyla beraber biz şunu anlıyoruz. Bu türden figürler bu iktidar yapılanmasının önemli bir parçası. Bir güç noktası, o yüzden daha da derinleşiyor gibi görünüyor. Benim kişisel kanaatim iktidarın hani işte mafyaları temizlemiş, onlara yüz vermemiş, toplumun bi çok hastalığı ortadan kaldırmış, eski devletin alışkanlıklarını temizlemiş vesayetçi aklı yenmiş iktidar propagandaları ve o propagandaya dayalı vitrinin tamamı tuzla buz oldu. Aynı vesayet organlarından biri olan gizli bir devlet organıdır aslında bu tür yapılar. Mafyatik oluşumları tamamen iktibas ettiğini, bunlardan yararlandığını, bundan daha açık ve daha kuvvetli bir şekilde bir şey ortaya koyamazdı.

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA TIKLAYIN



 

Söyleşi