Cezaevleri yazı dizisi - 4| Aile Yok, Mahkeme Yok, Tecrit Var
ASLIHAN GENÇAY
Ülkemiz cezaevlerinde 19 Aralık 2000 tarihinden bu yana uygulanan tecrit ve izolasyon politikaları, başladığı dönemde yeni tip cezaevleriyle işlerlik kazanmış ve onlar aracılığıyla uygulanmıştı. O yıllarda tecrit, F tipi cezaevleriyle özdeşleşmişti. Tek kişilik ve üç kişilik odalardan oluşan, mahpusların birbirleriyle görüşmelerinin engellendiği yüksek güvenlikli bu cezaevlerine karşı, gerek mahpuslar gerekse de insan hakları savunucuları tarafından eylemler gerçekleştirilmişti.
Tepkiler ve eylemler nedeniyle F tipi cezaevlerindeki tecrit hafifletilmiş, aynı koridorda bulunan odalardaki mahpusların, belirli gün ve saatlerde birbirleriyle görüşebilmesine izin verilmişti. Lakin “sohbet” adı verilen, mahpusların haftanın belli gün ve saatlerinde yararlanabildiği bu etkinlik, ne yasalarda ne de yönetmeliklerde yer aldı. Bu nedenle politik iklim ve gelişmelere göre “sohbet hakkı” hem Adalet Bakanlığı hem de kurum idareleri tarafından dönem dönem mahpusların elinden alınıp kısıtlanabildi.
2022 yılında ise F tiplerini yetersiz bulan Adalet Bakanlığı, S tipi ve Y tipi adı verilen yeni yüksek güvenlikli cezaevlerini açtı. Bu cezaevleri, o güne kadar tecridin en ağır halini ifade eden F tipi cezaevlerinden çok daha sıkı koşullara sahipti.
Cezaevleri yazı dizisi - 1 | Şüpheli ölümler ve intiharlar
Cezaevleri yazı dizisi - 2 | Cezaevlerinde hasta çok ceza erteleme yok
Cezaevleri yazı dizisi - 3 | Tahliyenin yolu pişmanlıktan geçiyor
Bakanlık tarafından, bu cezaevlerinin niteliklerine dair resmî bir açıklama yapılmasa da Adalet TV, iki tip cezaevinin de ağırlaştırılmış müebbet cezası alan mahpuslar için açıldığını, var olan cezaevlerinden çok daha yüksek güvenliğe ve denetime sahip olduklarını duyurdu. Nitekim S tipi ve Y tipi cezaevlerine sevklerin başlamasıyla beraber, nakledilen mahpusların şikayetleri de kamuoyuna yansıdı. Mahpuslar, uygulanan ağır tecrit koşullarından, hak ihlallerinden ve sağlıksızlıktan şikayet ediyor, bu cezaevlerinin insanları yavaş yavaş öldürmek için tasarlandığını, söylüyorlardı. Kamuoyu, Y ve S tipi cezaevleriyle ilgili bilgilere, mahpusların aileleri ve avukatlarına anlattıkları sayesinde ulaşabildi.
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin 2023 Haziran ayında mahpuslarla görüşerek düzenlediği rapora göre; 2023 yılı itibarıyla Türkiye’de; altı S tipi ve dört Y tipi cezaevi mevcutken, bakanlık kaynaklarına göre üç S tipi ve sekiz Y tipi cezaevi bulunuyor.
Y ve S tipi cezaevlerinin özellikleri
Kapasitesi 500-550 kişi civarında olan yüksek güvenlikli S tipi cezaevleri, tek kişilik ve üç kişilik odalardan oluşuyor. Aynı zamanda hiçbir odada havalandırmanın bulunmadığı bir mimari yapıya sahip.
Mahpuslar günde sadece 1.5 saat havalandırmaya çıkarılıyor ve günün diğer saatlerinde hücrelerinde kalmak zorunda bırakılıyorlar. Her hücrede kamera mevcut ve mahpuslar sürekli gözlendiklerinden, mahrem bir alana sahip değiller.
Cezaevinde bulunan aile görüşü ve avukat görüşü bölümleri de camlarla kapatılarak sadece tek mahpusun görüş yapabileceği şekilde dizayn edilmiş.
Ortama kapasitesi 300-400 kişi olarak belirlenen Y tipleri ise Türkiye’nin en ağır koşullara sahip cezaevleri. Aynı zamanda ülkedeki ilk üç katlı cezaevi olan Y tipleri, S ile F tiplerine göre daha üst düzey bir güvenliğe sahip. Tek kişilik odalar şeklinde düzenlenen mimari yapıya göre hiçbir odanın havalandırması yok ve mahpuslar günde 1.5 saatliğine yüksek duvarlarla çevrili bir avluya götürülüyorlar.
Y tipleri, yapısal olarak mahpusların kaldığı odaların güneş ışığı alamayacağı şekilde planlanmış. Hücrelerde tek bir pencere bulunuyor ve hepsinde sık örülmüş teller mevcut. Bu durum mahpusların temiz havadan faydalanmasını engelliyor. Mahpuslar tarafından -haklı olarak- “kuyu tipi” şeklinde nitelenen bu cezaevlerindeki tüm odalarda, aynı S tiplerinde olduğu gibi, mahpusların her anını izleyen kameralar da mevcut. Hücre kapıları ise elektronik ve sadece belirlenen merkez tarafından açılabiliyor.
Adalet Bakanlığı kaynaklarına göre her iki tip cezaevlerinde de; “ağırlaştırılmış müebbet cezası alan hükümlüler, terör suçundan tutuklu ve hükümlüler” ile 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 9/3 maddesi kapsamında belirlenen mahpusların kalması hedefleniyor.
Ağırlaştırılmış müebbet cezası almasalar da bulundukları cezaevlerinin idare ve gözlem kurulları tarafından seçilen mahpuslar, “Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usûllerine ısrarla karşı koyanlar bu kurumlara (yüksek güvenlikli cezaevleri) gönderilirler.” şeklindeki bu maddeye dayandırılarak Y ve S tipi cezaevlerine sevk ediliyorlar.
Mahpuslardan gelen şikayetlerin başlıcaları; mimari yapı nedeniyle hiç insan göremedikleri, iki tip cezaevinde de gazete, kitap, radyo vb haklarının kısıtlandığı, hücre cezası verilen mahpuslara uygulandığı gibi günde sadece bir saatliğine havalandırmaya çıkarıldıkları, şeklinde. Y ve S tipi yüksek güvenlikli cezaevlerinin, mahpusların fiziki ve ruhsal sağlığında geri dönülemez hasarlar bırakacağı; hekimler, avukatlar ve insan hakları örgütleri tarafından da sık sık vurgulanıyor.
S ve Y tipi cezaevlerinde kalması hedeflenen suç gruplarıyla mahpuslar arasında ağırlıklı olarak siyasi tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu düşünülürse, kapatıldıkları cezaevlerinde hak ihlaline karşı çıkan mahpusların “tehlikeli” sıfatıyla etiketlenip rahatlıkla bu cezaevlerine götürüleceğini, “radikal unsurları yalnızlaştırıp rehabilite etme” politikasının son hız sürdüğünü, öngörebiliriz.
Mahpus aileleri anlatıyor
Tuba Sert/Manavgat S Tipi Cezaevi
Tuba Sert, 25 yaşında ve hükümlü. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan Sert; Sincan ve Tarsus cezaevlerinde kaldıktan sonra 2023’te Manavgat S Tipi Cezaevi’ne nakledildi. Ailesi ise Hatay’da yaşadığından, ziyaretine gitmekte zorluk çekiyorlar.
Tuba Sert’in ağabeyi Ahmet Sert, kız kardeşinin cezaevi koşullarına dair şunları söyledi:
“Tuba, tek kişilik odada kalıyor. Yan odasında bulunan adli mahpustan hakaret ve küfür işitti ama idare hiçbir şey yapmadı. Kaldığı odada kamera var ve her hareketi izleniyor. Tuba bu durumdan çok rahatsız. İlk sevk edildiğinde havalandırmaya götürülmüyordu, şimdi günde 1 saat kadar götürülüyor. Üç aydır ondan hiçbir haber alamıyorum. Cezaevi şartları o kadar kötü ki protesto etmek için telefona ve görüşe kendi isteğiyle çıkmıyor. Tarsus ve Sincan’ın koşulları, Manavgat’a göre daha iyiydi. Tuba, Tarsus’tayken yakın olduğu için ziyaretine gidebiliyorduk. Manavgat’a ise ancak ayda bir ya da üç ayda bir gidebiliyoruz. Ziyarete gittiğimizde sadece Tuba’yı görebiliyoruz ve onunla teker teker görüşmemize izin veriliyor. Eğer ziyaretine iki kişi gidersek, ziyaret süresini ikiye bölüp sırayla görüşebiliyoruz. Son günlerde cezaevindekilerin ciddi sıkıntıları var ve avukatların ziyarete gelmesini talep ediyorlar."
Mehmet Şanverdi/Manavgat S Tipi Cezaevi
Mehmet Şanverdi, dokuz yıldır cezaevinde. 2022 yılının Eylül ayında Manavgat S Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Şanverdi ailesi, Hataylı depremzede bir aile ve Mehmet Şanverdi’nin eşi Mukaddes Şanverdi ise kanser hastası. Depremden sonra Mehmet Şanverdi’ye yakın olmak, ziyaretine gidebilmek için Antalya’ya taşınan aile, maddi ve manevi sıkıntılarla boğuşuyor.
Mukaddes Şanverdi yaşadıklarına dair şunları anlattı:
“Eşim Manavgat S tipine ilk götürüldüğünde odada üç kişi kalıyorlardı. Depremden sonra sayıları altı kişiye çıktı. ‘Çok daralıyorum, nefes alamıyorum.’ diyordu. Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu sorunlarını dile getirince koşulları düzeltildi ve odadaki kişi sayısı üçe düşürüldü. Cezaevlerinde kişi başına düşen bir metrekare hakkı varmış, onların bulunduğu oda buna uygun değilmiş. Ziyaretine sürekli gidiyorum ama yan yana oturmamız yasak, kulağına bir şey söylememiz yasak…”
“Eşim fazla dert yanan biri değil, dokuz yıldır böyle davrandı. Benim hastalığım nedeniyle de cezaevinde yaşadığı sıkıntıları anlatmıyor. Bulunduğu cezaevlerinin şartları gittikçe ağırlaştı, yargı sürecimiz kilitlendi, ilerlemiyor. Aslında Yargıtay, eşimin ceza aldığı kararı bozdu. Tahliye olması gerekir ama dosya halen istinafta bekletiliyor. Eşim sürekli dilekçe yazan biri. Biz kimsenin hakkını hukukunu yemedik, kendi hakkımızı hukukumuzu da yedirmek istemiyoruz. Bu süreç boyunca maddi ve manevi zorluklar çektik, halen de çekiyoruz. Üç çocuğum var, çalışmak zorundaydım. Hasta halimle soğuk hava depolarında dahi çalıştım, çocuklarımı okuttum. Şimdi çocuklarım büyüdü. İnanın fikrim, zikrim, bedenim, ruhum çok yorgun. Sağ böbreğimi aldılar, sol böbreğim ise yüzde elli çalışıyor. Eşim kendi yaşadığı sıkıntıları düşünmüyor, hep benim için korkuyor, benim başıma da bir şey gelir diye endişeleniyor.”
Cebrail Ancar/Kırşehir Y Tipi Cezaevi
46 yaşındaki Cebrail Ancar, 16 yıldır cezaevinde. Mersin, Adana, Ceyhan ve İskenderun cezaevlerinden sonra 2023 yılının Şubat ayında Kırşehir Y Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alan Cebrail Ancar’ın ailesi ise Diyarbakır’da yaşıyor.
Annesi Sultan Ancar şöyle anlatıyor yaşadıklarını:
“Cebrail’in babası demans hastasıydı. Vasiyet etmiş, oğlum defnime gelsin demişti. Vefat edince Cebrail, babasının cenazesine gelebilsin diye cezaevi idaresine başvurduk. Önce bizden para istediler, parayı aile içinde topladık ve gönderdik. Bu sefer de ‘hakkı yok’ dediler ve Cebrail’i göndermediler. Oğlumu sürekli bizden uzaklaştırıyorlar, hep daha uzak bir cezaevine gönderiyorlar. Duvarların içinde yaşıyor. Günde bir saat çıkarılıyor havlandırmaya. Odasında kamera var ve her hareketi izleniyor.”
“Diyarbakır’dan Kırşehir’e gitmekte çok zorlanıyorum. Ayaklarım artık tutmuyor. Ekonomik sorunlar da belimizi büktü. Çocuklarımızın cezasının üç mislini biz çekiyoruz. En son ziyaretine gittiğimizde, biz tişört giymiştik ama oğlum boğazlı kazakla geldi görüşmeye. Onu öyle gördükten sonra aylarca kendime gelemedim. Bir anne olarak kaldıramam diye, ne yiyip içtiğini soramadım. Hiç güneş ışığı almıyormuş odası. ‘Göğü bile görmüyoruz.’ dedi bana. Göğü görmeyen bir insan nasıl yaşar? Cezaevinde su parayla, elektrik parala, yemek parayla, her şeyi paraya çevirmişler.”
“Oğlum bilgilidir, iki kitap yazdı. Dışarısı pislik insanlarla doluyken, oğlum gibilerin cezaevinde ne işi var? Ben doğru düzgün Türkçe bilmiyorum ama Kürtçe tüm derdimi anlatabilirim sana. Anadil için bu kadar bedel ödüyoruz. Fakirlik bir yanda, ciğerimizin yanması bir yanda. Şu anda oğlum baskılar nedeniyle telefona ve görüşe çıkmıyor. Üç aydır haber alamıyoruz ondan. Çocuğunuz ne kadar büyüse de hep sizin bebeğinizdir. O kadar zor ki çocuğundan haber alamamak.”
Kız kardeşi Neval ise şunları ekliyor annesinin anlattıklarına:
“Ağabeyim, cezaevinin alt katında adli mahpusların, ikinci katta onların, üst katta da cemaat davasından mahpusların bulunduğunu anlattı. Ses ve gürültüler olduğu gibi orta katlara yayılıyormuş, yalıtım yokmuş. Alt kattaki gürültülerden çok rahatsızdı. Hiçbir şeye odaklanamıyormuş. Günde bir saat havalandırmaya çıkarılması dışında hiçbir aktivite ve spor yapma olanağı yok. Önceleri havalandırmaya tek başına çıkarılıyordu, diğer mahpuslar da getirilince beş kişi birlikte çıkarıldılar. Kaldığı odanın buz gibi olduğunu, söylüyor hep. Cezaevini güneş ışığı almayacak şekilde inşa etmişler. Kapılar otomatik olarak açılıp kapanıyor. İKM’ler kapıyı neden açacaklarını idareye bildirdikten sonra kapı açılıyormuş.”
“‘Kuyu tipi tabutluk’ diyor mahpuslar cezaevine. Hatta ‘Biz buradan ya kanser olarak çıkacağız, ya öleceğiz ya da delireceğiz.’ demişti biri. Bu şartlar insani değil. Bu yüzyılda bu ceza sistemi çok ilkel. Modernize edilmiş işkencelere benziyor. Ağabeyimden ziyade maaile cezalandırılıyor gibiyiz. İki günlük dünyada bu işkenceyi yaşıyoruz ve biz tek değiliz. Daha insani koşullarda kalabilse, yanında bir arkadaşı olsa, sohbet edebilseler, daktilo verilse, kitabını yazabilse, sporunu yapabilse bu kadar üzülmeyiz. Ağabeyim, betonarme bir tabutun içinde tutuluyor. Biz her ağaç ya da çiçek gördüğümüzde, o bunları göremiyor, diye düşünüp hayattan keyif alamıyoruz. Her şeyimiz yarım, yasımız da yarımdı. Babamın yası korkunçtu bizim için. Belki ağabeyimi getirirler diye babamın cenazesini bir gün boyunca morgda beklettik. Güvenlik gerekçesiyle göndermediler ve ağabeyim yas sürecini tek başına geçirdi, bu da onu çok etkiledi.”
Aileden ve mahkemeden uzakta
Türkiye cezaevlerinde sistematik olarak uygulanan politikalardan biri de; tutuklu veya hükümlü mahpusun, ailesinin yaşadığı ve yargılamasının yapıldığı ilden mümkün olduğunca uzak bir cezaevine nakledilerek yıllarca orada tutulması. Öncelikli olarak siyasi suç grubu için uygulanan bu işleyişle mahpusların izole edilerek güçsüzleştirilmesinin yanı sıra cezaevinde yaşanan baskı ve hak ihlallerini, yakınlarına iletmelerinin önlenmesi amaçlanıyor.
Ayrıca yargılamalarının yapıldığı mahkemelerden kilometrelerce uzaklıktaki cezaevlerinde tutulan mahpusların, duruşma salonlarına gitmeleri de engelleniyor. Tutuklu mahpuslar duruşmalarına, cezaevlerinde bulunan ses ve görüntü bilişim sistemi (SEGBİS) odalarına giderek, buradaki kameralar aracılığıyla katılıyorlar.
Baran Doğan: SEGBİS savunma hakkını engellemektir
Tutuklu mahpusların duruşmalarına SEGBİS üzerinden katılmaları, yargılayanların işini kolaylaştırsa da mahpuslar açısından çeşitli dezavantajlar yaratıyor.
Konuya dair görüşlerini aldığımız avukat Baran Doğan, bu durumu şöyle anlattı:
“Sanığın duruşmaya, yargılamaya katılması ve kendini ifade etmesi gereklidir. Sanık, uzaktan kurulan bağlantıyla duruşmada olan bitenden haberdar olamaz, duruşmadaki tartışmaya katılamaz. 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre duruşmalarda tarafların tartışması, hakimin de hakem olması gerekir. Sanık bu tartışmaya katılamadığında, duruşma eksik yapılacak ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Örneğin duruşmada bir tanık dinlenirken, onun yüz ifadesi, jestleri, mimikleri ve hareketlerini izlemek çok önemlidir. Tanığa soru soracaksanız bunları gözlemlemeniz ve bir savunma hattı oluşturmanız gerekir. Sanık duruşmada olmadığında, bunları gözlemleyemez. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 196. maddesinin 4. fıkrasında SEGBİS yönetmeliği yer alır. Yönetmelikte; SEGBİS’e bağlanan kişinin gözlem yapabilme koşullarının oluşturulması, ses ve görüntü kalitesinin yeterli düzeyde olması gerektiği, ön koşul olarak vurgulanır. Fakat uygulamada ne böyle bir görüntü ne de ses kalitesi var. Sanık, duruşmada kimin ne dediğini anlamıyor ve ortam, körler sağırlar birbirini ağırlara dönüyor. Yargıç duruşmayı bir an önce bitirmeye çalışıyor ve SEGBİS’i duruşmayı hızlandırmanın aracı olarak kullanıyor. Oysa önemli olan hızlı yargılama değil, adil yargılamadır. Aksi takdirde sanık haklarını ihlal edersiniz. Sanığın adil yargılanma hakkı vardır ve bunu ihlal etmek hukuka aykırıdır.”
“30-40 kişilik toplu davalarda, aynı dosyadan her bir sanık Türkiye’nin farklı cezaevlerine gönderiliyor. Sanığa; ‘Ya duruşmaya katılamayacaksın ya da SEGBİS yoluyla bağlanacaksın.’ deniyor. Böyle bir ikilem içinde bırakılan insanlar, SEGBİS’i kabul etmek zorunda kalıyor. SEGBİS’in tamamen rızaya dayalı kullanılması ve yönetmelikteki şartların tamamını sağlaması gerekir. Fiiliyatta ise SEGBİS esnasında sık sık bağlantı kesiliyor, duruşmadan kopan sanık tekrar bağlandığında pek çok gelişmeyi kaçırmış oluyor. Hatta bazı durumlarda sanık, kendi hakkında ne karar verildiğini dahi duyamıyor. İlk ve son duruşmada sanık; ‘Duruşmaya katılmak istiyorum.’ dediği takdirde, yasal olarak götürülmek zorundadır. Lakin talepte bulunan sanık bu defa da ‘Maddi imkânsızlık nedeniyle götüremiyoruz.’ yanıtını alıyor.”
Güldane Gökkaya: Kapalı görüşlere hiç gidemiyoruz
Yakınlarından kilometrelerce uzakta tutulan mahpusların ailelerine gelirsek; onlar da hem mesafenin uzunluğu hem de ekonomik açmazlar nedeniyle cezaevlerinde haftada bir yapılan kapalı görüşlere gitmeyi hiç düşünemiyorlar bile. Ayda bir yapılan açık görüşlere gitmek ve mahpusları görebilmek içinse yüklü bir bütçeyi gözden çıkarmak zorunda kalıyorlar. Gökkaya ailesi de bu sorunu yaşayan ailelerden biri.
Halit Gökkaya,37 yaşında ve üç yıldır cezaevinde. Kahramanmaraş Cezaevi’nde tutuklu olarak bulunurken tahliye edilen Halit Gökkaya, Yargıtay tarafından cezası onanınca 2021 yılının Temmuz ayında tekrar tutuklanarak Osmaniye Cezaevi’ne götürüldü. Eşi ve iki çocuğu ise Kahramanmaraş’ta yaşıyor.
Halit Gökkaya’nın eşi Güldane Gökkaya, yaşadıkları sıkıntıları şöyle aktardı:
“Aramızda bu kadar büyük bir mesafe varken eşimin ziyaretine gitmemiz çok zor oluyor. Haftalık kapalı görüşlere gidebilsek hem onun hem de bizim için iyi olur ama sağlık sorunlarımdan ve ekonomik sıkıntılardan kaynaklı gidemiyorum. Sadece ayda bir yapılan açık görüşlere gidebiliyoruz. Eşim, Maraş Cezaevi’ne sevk edilmek için defalarca dilekçe yazdı fakat hiçbirine olumlu yanıt alamadı. On yaşında engelli bir oğlumuz ve beş yaşında bir kızımız var. Oğlum, üç yıllık süreçte sadece bir kez görebildi babasını. Benim de sağlığım bozuldu. Oğlumun bakımını yaptığım, onu ve arabasını taşıyarak hastaneye götürdüğüm için bel fıtığım oluştu. Akıl sağlığımı korumaya çalışıyorum.”
“Kızımla birlikte gidiyoruz eşimin ziyaretine ve her ziyaret dönüşü iki gün kendime gelemiyorum. Son dönemde X Ray cihazlarındaki hassasiyeti aşırı artırdılar, iç çamaşırların kopçalarında dahi ötüyor. İnsanlar mağdur oluyorlar. İKM’ler aramada kadıların pedlerne bakmak istiyorlar. Psikolojim bozuluyor ama kızıma oyun gibi gösteriyorum. ’Hadi bakalım kızım, saçlarını arasınlar.’ diyorum. Bazı İKM’ler daha ılımlı ama bazıları sanki parçalarcasına arama yapıyor. Çocukları da yetişkin gibi arıyor, hassasiyet göstermiyorlar. Kızım, babasına giderken güzel giyinmek, küpesini takıp babasına göstermek istiyor ama aramada hepsini çıkartıyorlar ve çocuk olumsuz etkileniyor. Eşimin kaldığı cezaevinin şartları da çok kötü. 17 kişilik koğuşta 22 kişi kaldıklarından, yerde yatıyorlar. Havalar ısınınca sivrisineklerle hamam böcekleri çok oluyor, hatta böcekler üstlerinde geziyormuş. Ekonomik olarak zorluk yaşıyoruz. İkimizin de babası vefat ettiğinden, destek alacağımız fazla kimse de yok. İstemek çok zor. Tabii gönlüyle destek olanlar var ama biz elimizdekiyle yetinmeye çalışıyoruz.”
Mehtap Sert: Aileler yakınlarını tabut içinde alacaklar
S ve Y tipi cezaevlerinde yaşanan sorunlarla ailelerinden uzak illerdeki cezaevlerinde tutulan mahpusların maruz bırakıldıkları sıkıntılara dair İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu üyesi avukat Mehtap Sert’in görüşlerini aldık.
Sert şunları söyledi:
“Anayasa’nın 20. maddesinde; mahpusun. ailesinin ikamet adresine en yakın cezaevinde infazının yapılmasını isteme hakkı, güvence altındadır. Ancak uygulanan infaz rejimiyle mahpusların hayata dahil olması değil, mahkemelerin verdiği cezanın dışında yeni bir ceza sistemiyle cezalandırılmaları hedeflenmekte. S ve Y tipleri, infazında hücre gibi ekstra hüküm olmayan mahpusların da tecrit edildiği cezaevleri. İnfazı bir yıl olanlar dahi bu cezaevlerine nakil ediliyorlar. Bu cezaevleri özel olarak güneşin tersi yönünde yapıldığından, mahpusların güneşlenme hakları ellerinden alınıyor. Hücrelerin doğrudan bahçeye açılan bir kapısı da bulunmadığından, kutu içinde hapsolmuş hissi yaşayan mahpusların psikolojisi bozuluyor.”
“Buton sistemiyle kapılar otomatik olarak açılıp kapandığından, günlerce hiç insan sesi duymayan mahpuslar için aile ziyaretleri büyük önem taşıyor. Ancak hepsi, ailelerinden en uzak cezaevlerine gönderildikleri ve ailelerin de ekonomik gücü olmadığı için ziyaretler seyrekleşiyor. Yolun bir gün sürdüğü ve aynı gün dönme imkânının bulunmadığı cezaevlerine gitmek zorunda bırakılan aileler, çözümsüz kalıyor. Hatay Dörtyol’da yaşayan mevsimlik işçi bir ailenin oğlu, İzmir Şakran’a nakil olduğunda, aile on ay ziyaretine gidemedi. Aile ve avukatın cezaevine sıklıkla gidememesi hali ise cezaevi müdürüne sınırsız takdir yetkisi veriyor. Disiplin cezalarıyla mahpuslara boyun eğdirmeye çalışıyorlar. Çünkü disiplin cezaları iptal edilse bile iyi hal değerlendirmesini olumsuz etkiliyor. Verilen gazeteler sınırlı, kütüphaneler de yetersiz olduğundan mahpuslar, haberleşme hakkını kullanmak istiyorlar. Ancak posta ücreti yatırmadıkları takdirde, bir mektup aynı yerleşke içindeki adrese dahi sekiz ayda ulaşıyor ya da kayboluyor. Dışarıya gönderilen ya da dışarıdan gelen mektuplar ise lüzumsuz karalamalara maruz kaldığı için anlamsız metinler haline geliyor. İçeriğinde hal hatır sormanın dışında bir şey bulunmayan mektuplar, keyfi olarak mahpuslara teslim edilmiyor. Sonuç olarak mahpus, insandan tamamen tecrit edilerek yaşamdan koparılmaya çalışılıyor. Tecritte şüpheli ölümler ise meşrulaştırılıyor.”
“Ekonomik kriz, ülkenin gerçekliği ancak en vahşi haliyle mahpuslara uygulanıyor. Birçoğu kantin fiyatlarından dolayı temel gıda maddelerini almamayı tercih ediyor. Yemekler zaten sıkıntılı olduğundan yetersiz beslenme, sosyalleşme hakkının gasp edilmesi, temiz hava yoksunluğu gibi sorunlar, S ve Y tipi cezaevlerini mahpuslar için ölüm evine çeviriyor. Bu cezaevleri çok yeni olduklarından henüz tablo ağır değil ancak uygulamalar bu şekilde devam ettiği takdirde, aileler yakınlarını tabutlar içinde alacaklar.” (Kısa Dalga)
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.