'FED’in faiz kararı doların cazibesinde sıçrama yaratacak'
ABD Merkez Bankası FED’in mayıs ayındaki toplantısında faiz artışı kesinleşti. ABD ekonomisinde yaşanan durumun küresel ekonomilere etkisi ne olacak? Öte yandan Rusya’nın rezervlerine el konulması, rubleye dayalı enerji ödemeleri doların rezerv para birimi olmasına etki edeceğe benziyor. Yeni arayışlar baskın. Küresel ekonomide bunlar yaşanırken Türkiye’de ne oluyor? Merkez Bankası ne yapıyor? Bu soruları BirGün gazetesi yazarı, Türkiye’nin önemli iktisatçılarından Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile konuştuk.
Rusya’nın enerji ödemelerini rubleye geçirmesi, Rusya yaptırımları, Amerikan dolarına alternatif rezerv birimlerini gündeme getiriyor. Devletler neden dolara alternatif geliştirme stratejisi izliyorlar, bu mümkün mü?
Biraz veriyle başlayayım. Dünyada günlük yaklaşık 5.5 trilyon dolarlık döviz işlemi yapılıyor. Bunun yüzde 89’unun bir ayağı Amerikan doları. Amerikan dolarının hegemonyası büyük ölçüde devam ediyor. Ülkelerin merkez bankalarının tuttuğu rezervler içinde ağırlığı 20 yıl önce yüzde 75’ti, bunda gerileme var, şimdi yüzde 60 civarında. Euro yüzde 20’nin biraz üzerinde, yüzde 22 civarında. Diğer paralar da tek haneli bir şekilde rezervlerde yerini alıyor. Şunu belirtmem lazım Ukrayna Savaşı öncesinde bir gerileme eğilimi vardı.
PODCASTİ DİNLEMEK PLAY'E TIKLAYINIZ
“FED’İN FAİZ KARARI DOLARIN CAZİBESİNDE SIÇRAMA YARATACAK”
Neden peki?
Şöyle bir ülkenin parasının rezerv para olmasıyla, o ülkenin tarihsel olarak küresel ekonomideki ağrılığı arasında paralellik var. ABD’nin dünya ekonomisindeki ağırlığı yüzde 20’nin altında. Oysa II. Dünya Savaşı sonrasında yüzde 40’ların üzerindeydi. Buysa uzun dönemli bir faktör olarak zaman içinde gerileme beklentisine neden oluyor.
Bugünkü konjonktürdeyse iki farklı eğilim devreye giriyor, bu farklı yöndeki döviz tercihlerini belirliyor. İlk olarak FED geçtiğimiz mart ayında ilk faizi artışını yaptı. Bu hafta da en az 50 puanlık faiz artışı bekleniyor. Bu çerçevede Amerikan dolar faizi yıl sonuna doğru yüzde 3’lere yaklaşacak. Bu da şu demek: Dolar cinsinden getirinin artması, doların cazibesinde sıçrama.
İkincisi, Rusya’nın 650 milyar dolara rezervine el konulması. Bu davranış yalnızca Rusya’nın değil, özellikle büyük miktarda dolar rezervi sahip ülkelerin konuyu tekrar gözden geçirmesine neden oluyor. ABD’nin 23 trilyon dolar civarında iç borcu var. Bunlar Amerikan hazine tahvilleri, devlet tahvilleri, hazine bonoları şeklide. Bunun üçte biri ülkelerin merkez bankalarının rezervlerinde yer alıyor. Haliyle bu rezervlere sahip ülkeler, Rusya ile aynı durumu yaşamamak için ABD ve Atlantik Bloku dışında rezerv çeşitlerini değerlendirmeye alıyor.
“ATLANTİK BLOĞU’NUN BİRLİKTE DAVRANMASI FARKLI PARA BİRİMLERİNE YÖNELMEYE NEDEN OLUYOR”
Bu durum devletlerde biraz güvenlik endişesine neden olmuş gibi. Rusya’nın rezervlerine el konuldu. Atlantik Bloğu bir bütün olarak hareket ediyor. Örneğin yarın bir başka ülkeye yine böyle bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağını bilemiyoruz…
Evet. Nasıl uygulanacağını tam bilmiyoruz, Rusya için Ukrayna’nın savaştan doğan zararları karşılığında bu rezervlerin Ukrayna’ya kanalize edilmesi gibi seçeneklerden de bahsediliyor. Ama bu henüz somutluk kazanmadı. Haliyle farklı ülkeler, farklı siyasi rejimlere sahip, jeopolitik dengeleri farklı noktalarında yer alan ülkeler de kendi durumlarını gözden geçirecekler. Bu süreçte Atlantik bloğu birlikte davranıyor. Yani sadece dolar değil, euro, İngiliz poundu hatta İsviçre frangı bir anlamda aynı riski taşıyor. Bu noktada alternatif ülke paraları, örneğin yuan ağırlığını artırma, altın, kıymetli madenler, kripto paralar değişik seçenekler gündeme gelebilir.
Rusya’nın yaptırımlara karşı enerji ödemelerinin bir kısmını rubleye kaydırması ne anlamada geliyor? Bu neden önemli bir adım?
Rusya’nın zaten dolar, euro rezervlerine el konuldu. Bunları kazanmak yerine neden ruble ile ödeme talep ediyor, çünkü teknik amacı şu, siz rubleyi almak için Rusya Merkez Bankası’na Eurolarınızı, dolarınızı satacaksınız, bir şekilde hem onlar dolar euro kazanacaklar hem de enerji piyasasında doların hegemonyası bütün ödemelerin dolarla yapılması alışkanlığını bir şekilde kırmış olacaklar. Zaten Hindistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerle farklı ödeme şekilleri gündeme geliyor.
“ÇİN YUANIN REZERV PARA BİRİMİ OLMASI KONUSUNDA ATAK DAVRANMIYOR”
Alternatif rezerv birimi olarak Çin para birimi yuan gündeme geliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çin ekonomisinin dünyadaki ağırlığını göz önüne alırsak gelecek para yuan olabilir. Bununla beraber Çin iki nedenle bu konuda atak davranmamaya çalışıyor. İlk olarak, kendisine yönelik hasmane önlemlerin çok daha artmasından endişe ediyor. İkincisi Çin dünyanı en büyük enerji ithalatçısı, ama ciddi anlamda dış ticarette fazla veriyor. Bu nedenle de, bütün ödemelerin kendi parası cinsiyle ya da başka bir para cinsiyle yapılmasını çok tercih etmiyor. Doları rezervlerinde tutmak istiyor. Bu nedenle yavaş bir süreç işliyor.
Bununla beraber Rusya’nın bu adımı sadece kendisiyle sınırlı kalmayacak, Latin Amerika’dan Körfez ülkelerine uzanacak bir etkiye sahip. Bu koşullarda farklı coğrafyalardaki merkez bankaları duruma bakıp kendilerini daha fazla sağlama alma yoluna gireceklerdir.
Bu aynı zamanda 1970’ledeki petro dolar sisteminin aşınması demek. Petrol zengini ülkelerin Batı bankalarında değerlendirdiği paraları Latin Amerika’ya borç olarak verilmişti. Sanıyorum bu sistem de artık aşınıyor. Rusya, Suudi Arabistan… Rusya’nın rezervlerine el koyma girişimi bu süreçte hızlandırıcı etkisinde bağımsız olarak o enerji zengini ülkelerde de başka bir sorgulamaya neden oluyor. Bu petro dolar mantığında uzaklaşacak gibi görünüyor. Ben parayı hiç alamayacaklar kaygısı var.
Aslında euro ya da euro/dolar piyasaları, yani bir ülkenin parasının kendi sınırları dışında işlem görmesi, bankacılık sistemine girmesi ilk olarak Soğuk Savaş’ta başladı. Yine o dönem SSCB enerjiden gelen rezervlerini ABD dışında tutmak istiyordu. Londra piyasasına park etmişti. Körfez ülkelerinin petro-dolarları da bunu izlemişti.
Bu durumda benziyor ancak bazı farklılıklar var. O dönemde Britanya ile ABD’nin özel ilişkileri vardı, ancak Londra bankacılık piyasası güvenli bir liman olarak kabul ediliyordu. Bugünse Atlantik Bloğu ’nda İngiltere’nin yaptırımları, Fransa, Almanya gibi kıta Avrupa ülkelerinden çok daha büyük bir istekle uyguladığını görüyoruz. Bloğun bir bütün olarak hareket etmesi, Batı blokunda paranızı değerlendirecek emniyetli seçenek bırakmıyor. Onun için emtiadan kripto paralara rezerv para olarak çok fazla işlem görmeyen, Atlantik bloku dışında kalan paralara daha fazla ağırlık verilmesi seçeneği gündeme geliyor.
“2022 SONUNDA CARİ AÇIK 40-50 MİLYAR DOLARI GÖREBİLİR”
FED’in bu hafta açıklayacağı faiz kararı, yükselen ekonomiler, özelde Türkiye’yi nasıl etkileyecek?
Çok açık bir şekilde doların değerinin artması, dolar faizinin yükselmesi, dünyadaki borçlu ülkeleri olumsuz etkileyecek. Çok basit bir hesap bir ülkenin borçlanma maliyeti şöyle kaba bir hesaba dayanıyor: Dolar faizi + risk primi (CDS).
Amerikan 5 yıllık 10 yıllık kağıtlarının faizleri yüzde 1’in altındayken şimdi yüzde 3’lere yaklaşmış durumda. Kaba taslak faizlerin yüzde 3 olacağını düşünürsek Türkiye’nin CDS’i 600 civarında yani yüzde 6 demek. Bu da Türkiye borçlansa dahi yüzde 9 borçlanma maliyetiyle karşılaşacağını gösteriyor.
Türkiye ekonomisinin sorunları, rezervlerin brüt rezervlerin gerilemesi net rezervlerin negatife düşmesi, swap hariç rezervlerin eksi 50 milyar dolarlar civarında dolanması zaten Türkiye’nin risklerini artırıyor. Yani borçlansa da çok daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanması söz konusu. En son 5 yıllık Türkiye’nin euro borçlanmaları yüzde 8.30’dan işlem görüyordu. Ama yeni çıkarılacak tahvillerde daha yüksek maliyetle karşılaşılabilir. Örneğin bir yabancının Türkiye’de parasını tutmasını sağlamak için artan dolar faizi karşısında daha yüksek faiz vermeniz gerekiyor.
Bir de dış ticaret sorunu var. Türkiye’nin zaten son açıklanan dış ticaret verileri de ciddi, ürkütücü bir tabloya işaret ediyordu. İlk üç ayda dış ticaret açığı 26 milyar doları buldu. Sürecin böyle devam etmesi halinde yıl sonunda dış ticaret açığının 70-80 milyar dolara çıkması, buna bağlı olarak cari açığın 40-50 milyar dolarları bulması normal görünüyor.
Oysa Merkez Bankası, cari fazla modeli üzerine odaklanmıştı. Bunu açıklamalarında da gördük. Son iki toplantıda cari fazla açıklamalarda yer almıyor. Merkez Bankası neden bu konuda geri adım attı?
Şöyle söylediler: Enflasyonu çok fazla önemsemiyorum, tam tersine enflasyona bağlı olarak liradaki değer kaybı dış ticarette rekabet gücümüzü artıracak. Yani cari fazla vereceğiz gibi iktisat mantığına ters düşen açıklamalar yapıyorlardı. Oysa Türkiye’nin ihracatı üretim kapasitesiyle bağlantılı. Döviz kuru hareketlerinden kısa süreli küçük getiriler sağlayabilirsiniz, ama bir anda ihracat kapasitesini artırmak mümkün değil.
Türkiye’nin geçmişinde baktığımızda kriz zamanlarında cari fazla verdiğini görüyoruz. Ara mal ve hammadde pahalı olduğu için ithalat yapamıyorsunuz. Ekonominiz genel olarak daralıyor, ihracatınızın da sıçrama yapma imkanı yok. Maalesef bu tablo kaçınılmazdı. Bugün hem enflasyon çok yüksek, hem döviz kurları nisbi olarak istikrar kazanmakla beraber geriye doğru baktığımız zaman çok yüksek. Buna rağmen de cari fazla verme amacına ulaşılamadı.
“MERKEZ BANKASI TAMAMEN YÖNSÜZ KALMIŞ DURUMDA”
Turizm gelirleri açısından, en fazla turist gelen iki ülke şuan savaş halinde. Halk canının derdinde. Gidelim Türkiye’ye tatil yapalım diyecek durumda değiller. Bu da o plan hesaplanmada sıkıntı demek… Bu kötü senaryo hiç mi düşünülmedi?
Şimdi ülkelerin ekonomi politikaları değişen dünya koşulları, iç koşullar gibi sebeplerle elbette değişebilir. Ama Merkez Bankası’nın son 6 aydaki yön değişmeleri dikkat çekici. Merkez Bankası Başkanı önce enflasyonun altında bir politika faizi olmayacak diyordu. Bunun güvencesini veriyordu Çok kısa süre sonra “biz çekirdek enflasyona bakıyoruz” demeye başladı. Bu bile ciddi bir rota değişikliğiydi. Ardından cari fazladan söz etmeye başladı. Bugünse tamamen yönsüz kalmış durumda. Şimdi IMF’nin de Dünya Bankası’nın da tahminleri sapabiliyor. Ama bu kadar ciddi sapmalar söz konusuysa ekonominin tamamen kontrolden çıktığı sonucuna varabiliriz.
“HİÇBİR PROJEKSİYON PLAN YOK, EKONOMİYE BELİRSİZLİK HAKİM”
Geçtiğimiz Ekim’de yayınlanan enflasyon raporunda 2022 yıl sonu enflasyonu yüzde 11.2 denildi. Üç ay önce bunu yüzde 23’lere çıkardılar. Son raporda da yüzde 42.8 dediler. Böyle bir sapma normal koşullarda beklenmez. Ekonominin tamamen kontrolden çıktığını gösteriyor. Gerçekçi olmamakla beraber yıl sonu yüzde 43 bir enflasyon beklentisi, enflasyonun yüzde 70’lere çıkıp yılı yüzde 40’ın kapatması demek. Şirketler uzun vadeli yatırımlar yaparken bunu göz önüne alıyor. Sendikalar ücret ayarlamaları için toplu sözleşme girdikleri bunu göz önüne alıyor. Bireysel yatırımcılar yatırım tercihini kullanırken bunu göz önüne alıyor. Siz değişen şartlara göre 11.2 beklerken bunu 13’e çıkardığınızda kimse niye tutturamadım demez. Ama böylesine büyük bir sapma varsa merkez bankası ve genelde ekonomi yönetiminin var olduğundan, ekonomiyi kontrol ettiği yönlendirebildiğinden şüphe edersiniz.
Bugün ekonomiye ilişkin ekonomi yönetiminin tahminleri nelerdir, elimizde hiçbir belge yok. En son açıklanan orta vadeli program, 2021’in eylülünde açıklandı. Şimdi rakamlar yerle bir oldu. Enflasyon beklentisi yüzde 9.8’di, ortalama döviz kuru, dolar kuru 9.27’di. Yani o belge tamamen yerle bir oldu. Onun yerine de bir şey konamadı. O nedenle Planlı dönemden bahsedemiyoruz. Gündelik hayatta da yol gösterecek bir projeksiyon yok. O nedenle belirsizlik çok hakim. Spekülatif hareketleri tetikliyor. İşte konut fiyatlarındaki yüzde 80’lere varan bir yıldaki artış, İstanbul’da 106 artması tamamen bununla ilgili. Parayı park edecekleri bir yer bulamamaları nedeniyle konuta yükleniliyor. Bu da bunun bir sonucu. Bu da toplumun geneline yansıyor, kiralar sıçrıyor.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.