Gençlik ve Siyaset 1: “Z Kuşağı buyurgan siyaset anlayışına bir ders verebilir"

Gençlik ve Siyaset 1:  “Z Kuşağı buyurgan siyaset anlayışına bir ders verebilir"
“Gençlik ve siyaset” yazı dizisinin bu ilk yazısında, Türkiye’de yaşayan gençlerin hayattan beklentilerini ve geniş anlamıyla siyaset ile aralarındaki ilişkiyi ele alıyoruz.


Sosyal medyada başlattıkları “#sizeoymoyyok” kampanyalarından Boğaziçi protestolarına, Z kuşağı kime oy verecek tartışmalarından Kürşat Ayvatoğlu vakasına kadar, gençlerin ülke gündeminde yer almadığı bir gün geçmiyor. Gençler ne kadar büyük bir güce sahip olduklarının farkındalar, ancak bu gücün ülkedeki siyasi atmosferi ne yönde değiştireceği hâlâ belirsiz.

Kesin olan şey şu: Gençler kendi hayatlarında ve geleceklerinde söz sahibi olmak istiyorlar. Kurumsal siyasetin önem verdikleri sorunları çözebileceğine inanmasalar da, bu sorunları gündeme getirmek için çaba harcıyorlar.

“Gençlik ve siyaset” yazı dizisinin bu ilk yazısında, Türkiye’de yaşayan gençlerin hayattan beklentilerini ve geniş anlamıyla siyaset ile aralarındaki ilişkiyi ele alıyoruz.

Sonraki yazılarımızda ise CHP, HDP, İYİP, MHP ve DEVA’da siyaset yapan (ya da yakın geçmişte yapmış) gençlerle yaptığımız röportajlara yer vereceğiz. Röportajlarda, farklı partilerde çalışan gençlerin aslında pek çok konuda benzer şekilde düşündüğünü göreceksiniz.

AK Parti’den gençlere gerek resmi iletişim kanalları, gerekse kişisel bağlantılarımız aracılığıyla ulaşmaya çalıştık, ancak maalesef başarılı olamadık. 

GENÇLER NASIL BİR HAYAT YAŞAMAK İSTİYOR?

Konda Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, 5 Şubat’ta Oksijen’de yayımlanan yazısında, Konda’nın Kasım 2020’de yaptığı bir araştırmadan ilginç bir veri paylaşmıştı.

Ağırdır’a göre “Ülke için aşağıdakilerden birisini tercih etmek durumunda olsaydınız, hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna gençlerin yüzde 47’si “insancıl bir toplum,” yüzde 26’sı “istikrarlı bir ekonomi” ve yüzde 27’si “güçlü devlet” cevabını verdi.

Bu sonucun ne anlama geliyor olabileceğini Dr. Baran Alp Uncu’ya soruyorum.

Uncu, Konda’nın yaptığı araştırmalara katkı veren bir sosyolog. Gençlerin homojen bir topluluk oluşturmadığını, ama ortak bir dönüşüm geçirdiklerini anlatıyor.

“GENÇLERDE DÖNÜŞÜM DAHA HIZLI”

“Türkiye’de hızlı bir dönüşüm var. Gençlerde dönüşüm daha da hızlı. Hızlı bir şekilde kentleşiyorlar, metropolleşiyorlar. Metropolde doğup büyüyen gençlerin oranı, diğer yaş kesimlerine göre daha yüksek. Eğitim alanların oranı da önceki jenerasyonlara göre daha yüksek. Böyle olunca ortaya farklı bir grup çıkmaya başladı. Daha çoğulcular, bireyselleşme oranları yüksek ve geleneksel ilişkilerden ve yapılardan uzaklaşıyorlar.”

“HAKLARININ FARKINDA OLAN BİR GENÇLİK”

 Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanju Tosun da, Z kuşağının önceki kuşaklardan farklılaşmasında eğitimin önemine dikkat çekiyor.

“Z kuşağının dünyayı anlama biçimi ile diğer kuşakların dünyayı algılama biçimi ciddi anlamda farklılaşıyor. Evet, Türkiye örneğinde gençlerin eğitim düzeyi düşük olmakla beraber çok nitelikli, donanımlı bir genç kitle de var. Aşağıdan gümbür gümbür gelen, nitelikli, haklarının hukuklarının farkında olan bir gençlik var. Eğitimli, nitelikli, okur yazar olmanın ötesinde dünyayı takip ediyorlar.” 

“İŞSİZLİK, NİTELİKLİ EĞİTİM SORUN”


 

Baran Alp Uncu genç işsizliğini, gençlerin istedikleri nitelikte işlerde çalışamamalarını ve çalışanların iş güvencesinin olmayışını, istedikleri alanda, istedikleri nitelikte eğitim alamamalarını ve eğitimlerinin sonunda bir iş bulup bulamayacaklarını bilememelerini en önemli sorunlar olarak sıralıyor. Bu güvencesizlik ve belirsizlik hali, gençlerin gelecekteki hayatlarına ilişkin uzun vadeli hayaller kurmalarına engel oluyor. Uncu’ya göre “refah meselesi” sadece ekonomik bir mesele değil.

“Ekonomi, eğitim gibi meseleleri sadece ekonomik boyutuyla ele almamak lazım. Onların bütün sosyal yaşantılarını etkileyen meseleler.

Kendini birey olarak ortaya koyma, var etme, aileden bağımsız bir şekilde yaşamayı da etkiliyor. Hayatlarında bazı alanlarda kendi isteklerini yerine getirememek anlamına da geliyor.

Evet bir refah seviyesi meselesi var, ama bu sadece ekonomik bir mesele değil. 

Hayatın her alanında bir şekilde kendilerini var edebilmek, sözlerini söyleyebilmek ve ailede, devlette, kamusal hayatta karar alma mekanizmalarına katılabilmek, bütün bunları içeren büyük bir şeyden bahsediyoruz. Kaldı ki baktığımızda kendilerini ifade etme, ifade özgürlüğü gibi meseleler de önemli onlar için. Bulgulara bakarak söylemeye çalışayım:

* Gençlerin yüzde 48 ile yarıya yakını Türkiye’de ifade özgürlüğü için sağlanan ortamı yeterli bulmuyor. 

* Bu konuda görüş bildirmeyenleri bir kenara koyduğumuzda gençlerin yüzde 33’ü, yani sadece üçte biri, Türkiye’de ifade özgürlüğü için gerekli ve yeterli ortamın sağlandığını söylüyor. 

*Gelir seviyelerinin düştüğü, insanların işlerini kaybettiği ya da iş bulamadıkları salgın döneminde bile gençler insancıl toplum isteğini, özlemini dile getiriyor.”

 

HAYALLER YURTDIŞI…

 

 

 Uncu’ya göre gençler hayal ettikleri “refah”ın yurtdışında olduğuna inanıyorlar ve yurtdışına gitme hayalleri kuruyorlar.

“Avrupa ve Kuzey Amerika’daki ülkelerde refah seviyesinin yüksek olduğu gibi insancıl bir toplumun da var olduğuna, yani karar alma mekanizmalarına eşit katılımın, adaletin, bazı güvencelerin var olduğuna inanıyorlar ve oraya doğru bir özlem var. Bu gençlerin çoğu yurtdışına gidip gelmemiş. Aslında oradaki hayatı yaşamamış. Buradaki yoksullukları üzerinden bir yurtdışı tahayyülü kuruyorlar ve burada elde etmek istediklerine ulaşamadıkları için oralara o özellikleri atfediyorlar.” 

“BÖLÜŞÜM ADALETİ İSTİYORLAR”

Uncu, gençlerin taleplerinin siyasete yansıyacağını öngörüyor:

“Ekonomik anlamda bölüşüm adaleti istiyorlar, evet. Aynı zamanda genç olarak ve kendi başka kimlikleriyle tanınmak istiyorlar. Üçüncü olarak da katılım, yani bir şekilde o sözü üretmek, o söze ortak olmak talebiyle geliyorlar. Bu anlamda baktığımızda siyasetle ilişkileri farklı bir şekilde ve farklı bir şekilde gelişiyor. Bu da ister istemez belli bir zaman dilimi içerisinde mevcut kurumsal siyasete yansıyacaktır.” 

GENÇ SEÇMENİN GÜCÜ

Tanju Tosun, literatürde siyasete katılımın üç şekilde tanımlandığını anlatıyor.

“Siyaset bilimciler katılma eylemini yoğunluk derecesine göre üç kategoride ele alıyorlar. Birincisi, gözlemci eylemler, yani siyasi uyarılara açık olma, oy kullanma, tartışmalara girme. İkincisi, aracı eylemler, bir siyasal liderle ilişki kurmak, partiye yardımda bulunmak, mitinge katılmak. Bir de doğrudan siyasal mücadeleye yönelik katılma eylemleri var. Bunlar da aktif olarak bir partide görev almak, parti üyesi olmak, siyasi mevki için aday olmak.”

 “SİYASETÇİLER GENÇLERDEN KORKUYOR”

 2023 seçimlerinde ilk defa oy verecek gençlerin tercihlerini hangi partiden yana kullanacakları siyasi partilerin ve kamuoyu araştırmacıların zihnini meşgul eden soruların başında geliyor. Tosun, siyasetçilerin gençlerden korktuğunu söylüyor.

“Tabii gençlerden korkuyorlar, çünkü bundan sonraki süreçte özellikle eğitimli genç kitleleri diledikleri şekilde mobilize etmek o kadar kolay değil. Çünkü statükocu siyasetin ezberlerine biat eder bir gençlik değil, o statükocu zihniyeti sorgulayan, yanlışlarını ortaya koyan ve alternatif gösteren bir gençlik dikkat çekiyor, özellikle sosyal medyaya baktığımız zaman.”

“18 – 29 YAŞ ARALIĞINDA YÜZDE 30’U KARARSIZ” 

Uncu, Konda’nın araştırmalarına göre gençlerin büyük bir bölümünün kararsız olduğunu, mevcut siyasi aktörlerin ise gençlerde heyecan yaratmadığını söylüyor.

"Yakın zamanda Türkiye’de seçmen sayısı 60 milyon civarına varacak. Bunların yaklaşık 20 milyonu 30 yaşın altında. 2023 yılında oy vereceklerin dört milyonu da bugün 15-18 yaş aralığında. 18-29 yaş aralığındaki gençlere baktığımızda en büyük parti ’kararsızlar’ olarak çıkıyor. Bu yaş aralığında kararsızların oranı yüzde 30.

Oy kullanmayacağını söyleyenlerin oranı ile beraber mevcut siyasi partiler yönünde henüz tercih belirtmeyenlerin toplam oranı yüzde 44.  

Bu toplam oran hem AKP'nin hem de CHP’nin gençlerdeki oranlarının iki katından fazla.

“YENİ PARTİ LAZIM”

Peki, gençlere göre mevcut partilerin meseleleri çözme kapasitesi var mı? Gençlerin toplam yüzde 43’ü ya ‘Bu sorunlar hep sürer, gider’ ya da ‘Hiçbiri çözemez, yeni parti lazım’ diyor. 

Yani gençlerde mevcut siyasi aktörlerden, siyasi partilerden uzak duranların oranı yüksek. Gençler mevcut siyasi partilerden koparken aslında siyasi partiler için çok daha önem kazanmış durumdalar. Siyasi partiler gençleri yakalamak için kendilerini de dönüştürmek zorundalar."

“Z KUŞAĞI BUYURGAN SİYASET ANLAYIŞINA BİR DERS VEREBİLİR”

Gezici Araştırma’nın sonuçlarını 26 Mart’ta yayınladığı anketine göre yanıt veren gençlerden Z kuşağı olarak tanımlanan 15-21 yaş grubunda yer alanların yüzde 56.9’u Millet İttifakı’na oy vereceğini söylerken,

Cumhur İttifakı’na oy vereceğini söyleyen gençlerin oranı yüzde 24.6 olmuş. 22-27 yaş grubundaki gençlerin yüzde 55.9’u Millet İttifakı’na, yüzde 26.9’u ise Cumhur İttifakı’na oy vereceğini belirtmiş.

Tosun, Z kuşağının seçimlerde “statükocu, buyurgan” siyaset anlayışına ve “sistemin köşe başlarını tutmuş aktörlere” büyük bir ders verebileceğini söylüyor.

“Gençler siyasete ağırlıklarını koymaya başladılar. Ağırlıklarını koymaları durumunda nelerin değişebileceği 2018 genel seçimlerinde özellikle büyük kentlerde muhalefet partilerine yönelik desteğin artmasıyla görüldü. Ardından son yerel seçimlerde görüldü.

“MESAJ TÜM SİYASİ AKTÖRLERE...”

Bu eğilimin artarak devam edeceğini ve bir yerde patlayacağını, siyasal dengeleri değiştirme anlamında bir patlamanın olacağını bekliyorum. Mesaj herhangi bir partiye değil, iktidara ya da muhalefete değil, sistemin köşe başlarını tutmuş tüm siyasal aktörlere. Katılmama yönünde bir protestocu davranış sergileyebilirler. Değişim konusunda aşağıdan gelen taleplere duyarlı olmama hali Türkiye’de siyasetin meşruluğuna ciddi anlamda bir darbe olarak karşımıza çıkmak üzere.

Meşruluk zayıfladıkça bir temsil kriziyle karşı karşıya kalabilir sistem. Bu anlamda da siyaset sınıfı gerekli mesajı almak durumunda çünkü vakit geçiyor. Sadece kendi mevkilerini kaybetme anlamında değil, Türkiye’de siyasetin, demokratik siyasetin meşruluğu anlamında riskleri beraberinde getiriyor.”

“Z KUŞAĞI KONUSUNDA BAŞARILI SİYASETÇİ YOK” 

İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü Can Selçuki, eğer gençlere hitap edecek bir siyasetçi ya da siyasi akım ortaya çıkmazsa, gençlerin toplumun geneline paralel tercihler yapacağını düşünüyor.

“Z kuşağına uzaylı muamelesi yapılıyor. Bu Pazar seçim olsa Cumartesi günü bunlar bir anda Türkiye’ye gelecekler ve Pazar günü oy verip gidecekler gibi sanki. Neden bunu söylüyorum? Çünkü Z kuşağına öyle bir muamele yapılıyor ki sanki bu ülkenin mahallelerinden, bu ülkenin oturma odalarından, liselerinden çıkmamışlar gibi. Çok farklılarmış gibi davranılıyor. Halbuki öyle değiller. Sonuçta buranın kodlarıyla yetişmiş gençler. Ama ne fark var, şu: Bugünün genç kuşağı ve yaşlı kuşağı arasındaki fark belki tarihte hiç olmadığı kadar fazla. Bundan 500 sene önce de genç kuşakla yaşlı kuşak arasında fark vardı ama, bu kadar fazla değildi çünkü bugünün genç kuşağı gerçekten çok farklı teknolojilere ve çok farklı bir dünyaya maruz kalarak yetiştiler. O bakımdan farkları var.

Ama toplumun genelinden çok farklı olduklarını söylemek pek gerçekçi değil. Z kuşağının çok farklı olduğu ve bir anda çok farklı bir oy verme tercihiyle bütün iklimi değiştireceğini beklemek pek gerçekçi bir beklenti değil açıkçası.

Dolayısıyla eğer Z kuşağının bir fark yaratmasını istiyorlarsa, siyasetçilerin onları örgütlemeleri, onlara hitap edebiliyor olmaları lazım. Şu ana kadar o alanda çok başarılı bir siyasetçi veya siyasi akım ben açıkçası görmüyorum.”

Selçuki, araştırmalarda AK Parti’nin ulusal seviyede aldığı oy ile gençlerden aldığı oy arasında 10-15 puanlık bir farkın olduğunu, ancak bu farkın diğer partilere toplumu taklit eder bir şekilde dağıldığını anlatıyor.

“AK Parti’nin gençlikte kaybettiği oyu bir tarafın net bir şekilde aldığını söylemek pek mümkün değil.” 

“GENÇLER APOLİTİK DEĞİL”

Baran Alp Uncu, siyasi partilere olan inançları zayıflamış olsa da, gençlerin apolitik olmadığını söylüyor. Siyasetin, kurumsal siyasetle sınırlı tutulamayacağını belirtiyor.

“Siyaset daha dar anlamıyla ele alınıyor. Kurumsal siyaset, siyasi partiler. Ben bir siyaset sosyoloğu olarak söyleyebilirim ki, daha geniş olarak baktığınızda siyaset hayatın her alanında var. Çeşitli güç ilişkilerinin olduğu her yerde siyaset var. Apolitik bir gençlikten bahsedemeyiz.

Yeni meseleler, özgürlükçülük, ekoloji meselesi, iklim değişikliği meselesi ya da kadına şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi meseleler önem kazanmaya başlıyor.

Buna karşılık kurumsal siyasetin etrafında döndüğü meseleler, eski, kemikleşmiş, öteden beri çözülemeyen ama ana ekseni oluşturan, kimlikler üzerine sıkışmış bir siyasetten kaçınıyorlar.”

 “İKLİM KRİZİNİ SALGINDAN DAHA CİDDİ GÖRÜYORLAR” 

Uncu, gençlerin sorunlar arasındaki önceliklendirmesini anlatmak için ilginç bir örnek veriyor.

“İçinde bulunduğumuz salgın şartlarında salgının mı yoksa iklim krizini mi daha önemli ve ciddi bir kriz olarak gördükleri sorulduğunda gençlerin yüzde 55’i iklim krizinin daha önemli bir kriz olduğunu söylüyor. Üstelik, salgının başta iş ve gelir durumu olmak üzere hayatın her alanını oldukça kökten ve olumsuz bir şekilde etkilemesine ve gençler tarafından en büyük sorunlardan biri olarak nitelendirilmesine rağmen.”

Uncu, Konda’nın Ağustos 2020’de yaptığı araştırmaya göre gençler arasında genel topluma kıyasla daha büyük bir kesimin İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğini bildiğini ve İstanbul Sözleşmesi’nde kalınması gerektiğini savunduğunu söylüyor.

“PROTESTO BİR SİYASAL KATILMA BİÇİMİDİR”

 

Tosun’a göre devlet, önemli buldukları konular hakkında taleplerini duyurmak için sokağa çıkan gençleri “rejim karşıtı” olarak görüyor.

“Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin rektör protestosu da bir siyasal katılma biçimidir. Katılımın protesto eylemlerinden politik faaliyetlere kadar uzanan boyutlarıyla artırılabilmesi için Türkiye’deki devlet anlayışının siyasete katılan gençlerin rejim karşıtı olduğu algısını kafasından silmesi gerekiyor. Türkiye’nin siyasal kültüründe katılmaya negatif bir anlam yükleniyor. Katılımın farklı boyutlarına Türkiye’de devletin bakış açısının ne olduğunu Gezi’den Boğaziçi Direnişi’ne kadar pek çok defa gördük. Katılım muhaliflik, muhaliflik de rejim karşıtlığı olarak anlaşıldığı ölçüde ailelerin çocuklarını siyasete katılma konusunda ürkek davranmaya yönlendirmeleri çok anlaşılır bir şey. Ben 55 yaşında siyaset bilimi alanında çalışan bir akademisyen olarak halen memleketime gittiğimde annem bana ‘oğlum sakın siyasetle fazla ilgilenme’ diyor.” 

KURUMSAL SİYASETTE GENÇLERE YER VAR MI?

Can Selçuki’ye, gençlerin siyaseti bir kariyer seçeneği olarak görüp görmediğini soruyorum.

“Gençler siyasete uzak duruyorlar. Bir gençlik kollarına bakıyorsunuz, son derece profesyonel siyaset yapan genç insanlar aslında. Yaşları genç ama kendileri genç değil. Organizasyonlar genç değil en azından, öyle söyleyeyim. Gençlerin çoğu orada kendilerine yer bulamıyor, bulmak da istemiyor. Çok hiyerarşik yerler. Bugünün gençlerinin politik tercihleri çok daha dikey konularda.

Ben çevreyle, kadın haklarıyla, ekonomiyle, insan haklarıyla ilgileniyorum diyor. Öyle girip de genel geçer siyaset yapmak gibi bir eğilimleri yok. Zaten liyakate olan inanç çok büyük ölçüde sarsıldığı için gençler siyasetin doğal mekanizmaları içerisinde yükselebilecekleri inancında değiller.” 

ALTERNATİF BİR YAPI NASIL OLABİLİR?

Selçuki’ye, alternatif bir yapının nasıl kurulabileceğini soruyorum.

“Daha sivil toplum mantığıyla yaklaşan, daha organik oluşumlar olmak durumunda çünkü orada birbirine ‘başkanım’ diyen ve sürekli takım elbiseyle dolaşan gençler bugünün gençlerini yansıtmıyor.”

“DİKEY DEĞİL DAHA YATAY BİR ÖRGÜTLENME”

Bahadırhan Dinçaslan, MHP ve İYİP’de siyaset yapmış bir yazar ve şair. O da siyasi partilerdeki örgütlenme yapısının değişmesi gerektiğini savunuyor.

“Mevcut partilerdeki ve siyasetteki mevcut örgütlenme modelleri gençlerin sosyolojik ve psikolojik olarak içinde bulunup siyaset yapabilecekleri modeller değil. Çok hiyerarşik; biatçılığı, silikliği, risk almamayı, inisiyatif almamayı ödüllendiren, insanı kişiliksizleştiren, insanın omurgasını kıran bir yapı var. Bu sadece bir siyasi partide değil. Siyasi partiler kanunu bizzat böyle bir nizam öngörüyor.

90’lardan sonra doğmuş, daha bolluk görmüş, bilgisayar görmüş, sosyal medya görüp yurtdışındaki akranlarının nasıl yaşadığını görmüş, biraz daha şehirli bir ortamda büyümüş neslin mevcut Siyasi Partiler Kanunu ve mevcut yapılanmalar, mevcut örgütlenme modelleri içerisinde sağlıklı bir şekilde siyaset yapabileceğini düşünmüyorum.

Türkiye aynı zamanda sosyolojik bir dönüşüm geçiriyor. Fakat çok çok eski dönemlerin realitesine göre inşa edilmiş bir sistemle siyasetini dizayn etmeye çalışıyor. Bu da mutlaka ve mutlaka bir uyuşmazlık yaratıyor. Bunu da partilerden bağımsız olarak genel bir manzara olarak eklememiz gerekir diye düşünüyorum.”

Dinçaslan’a mevcut yapının yerine nasıl bir yapı kurulması gerektiğini soruyorum.

“Meritokrasi, liyakat esaslı bir yapı kendisini neyi ödüllendirdiğiyle belli eder. Bütün siyasi partiler ‘biz liyakati önemsiyoruz’ diyebilir. Fakat liyakati ödüllendiriyor musun? Sözgelimi, biat eden birisi mi il başkanı oluyor, yoksa o ilde yeni bir vizyon ortaya koyan, yeni bir örgütlenme modeli geliştiren birisi mi? Bunu sağlamanın yegâne yolunun daha desentralist, daha adem-i merkeziyetçi bir örgütlenme modeli olduğunu görüyorum. Fakat bunu hâlâ arıyoruz. Evet, dikey değil daha yatay bir örgütlenme, daha desentralist bir örgütlenme.”

 

Araştırma