Pavyon'daki Hayat: Alemin hikayesi

Pavyon'daki Hayat: Alemin hikayesi
Söyleşimizin birinci bölümünde Blue TV için gerçekleştirdikleri Pavyon belgeselinden, Pavyon dizisinden söz edeceğiz. İkinci bölümde ise Ankara Yahudilerinin anlatılmayan, gizli kalmış tarihini konu edinen “Hermana” belgeselini konuşacağız. Dilerseniz söyleşimizin birinci bölümüne başlayalım.

Enver merhaba.

Merhaba Ahmet.

Şimdi pavyondan söz edeceğiz biraz. Pavyon deyince zaten yüzüme bir gülümseme oturuyor. Ankara pavyonları ile ilgili bir belgesel çektiniz, bu 5 artı 1 bölümlük bir belgeseldi. 5 artı 1 diyorum çünkü artı 1’i galiba, ben izleyemedim ama yılbaşı gecesi yine Blue TV’de yayınlanan yeni bir bölümdü diye anlıyorum. Doğru mu?

Doğru, yani proje 5 bölüm olarak tasarlanmıştı, bir de hani bir bonus bölüm olarak yılbaşı özel programı çektik. O da Blue TV’den izlenebiliyor, hani sadece yılbaşında yayınlanmış bir şey değil.

Başta lütfen bize şunu söyle, nereden aklınıza geldi, niye pavyon? Muhtemelen yine kent üzerine düşünürken ortaya çıkmış bir şey, belki Behzat Ç izlerken ortaya çıkmış bir şey, bilmiyorum ama niye pavyon lütfen bize bunu bir anlatır mısın önce.

Pavyon, Sami Öztürk’le benim bir araya gelip, aslında ‘Hermana’dan bizim bir işbirliğimiz olmuştu. Onun kurgusunu yapmıştı Sami ve o tanışıklığımızı bu “Pavyon” projesiyle devam ettirdik. Projenin yönetmenidir kendisi, aynı zamanda senaristi. Sami’yle yaklaşık işte iki yıl önce filan bu projeyle ilgili hazırlıklarımıza başladık. Ben daha önce hiç pavyona gitmemiştim. Yani pavyon, özellikle Ankara için gece hayatının, eğlencenin merkezine oturmuş bir kültür. Kültür diyorum çünkü bu hani sadece işte bir mekanlar açılıp da, yepyeni bir eğlence kültürü değil. Aslında köy odalarından gelen, köy odası diye tabir edilen, düğünlerden sonra bir köy odasındaki eğlence tarzının şehre, şehirde evrimleşmesi, değişmesi, şekillenmesi ya da şehrin dinamiklerine ayak uydurması. Pavyon tabii ki birçok önyargıyla bakılan bir yer. Bu bazen muhafazakarca bakış olabilir ya da hani kazıklanıp hep böyle başına belaların geldiği bir yer olarak algılandığı için birazcık da çekinilen, bazen de tabu olarak görülen yerler. Şehir kültürüyle tabii ki ilgisi var çünkü hani böyle bir yerler var ve bunla ilgili bir şey yapılmamış olması bunun en büyük motivasyonuydu. Ama öte yandan başka da yapılmış işler bizimle eş zamanlı, önceden ya da sonradan vardı ama hani biz mümkün olduğunca o dünyanın, alem diye de tabir ediliyor bu pavyon dünyası, o alemin hikayesini karakterlerden dinlemek üzere… Bunu olabildiğince de bir güzelleme ya da kötüleme yapmadan sakınarak gerçekleştirdiğimiz bir işti. Ve bunda da, bu beş bölümde işte her bir bölüme bir konu başlığı vardı. İlki aleme giriş. İkincisi abonelik sistemi denilen işte taksiler. İşte üçüncüsünde bu işin müzik ayağı çok önemli, yani sonuçta her şeyi sağlayan müzik ve dans yani bu dünyanın, yanı sıra da tabii çalışanları kapsıyor. Özellikle kadınlar, konsomatrisler, bazen artist diye de anılıyor şeyde, bu dünyada. Dördüncüsünde de dansçılar konusu vardı. Ve en son beşinci bölüm, müdavimler yani müşteriler. Altı da yılbaşı özel programı diyerek, daha çok performans ağırlıklı bir bölüm oldu. Pavyonu tabii işte ilginç kılan alemin içindeki karakterler ve bunlar humora da çok yakın bir halleri var. Yani dünyayı bir şekilde humor üzerinden ya da teatral bir tarafı da var yaptıkları iş dolayısıyla. Sonuçta bir performans işi bu. Dolayısıyla elimizden geldiğince kaydetmeye çalıştık. Ortaya, Blue TV’de şimdi buna tabii ki çok sahip çıkması önemliydi. Hani kendi imkanlarımızla değil de, bir şekilde bir mecraya bunu yapmış olmak ve daha geniş kitleye ulaşması açısından iyiydi. Tabii proje kendi çıktılarını da oluşturdu. Onlardan bir tanesi, bir albüm çıktı. Bu albüm dizi için, yani daha doğrusu belgesel için, belgesel dizi olarak da adlandırıyoruz, yapılmış özgün müziklerden “Pavyon” diye de bir albümümüz çıktı, dijital platformlarda mevcut bu. Tamamı enstrümantal, enstrümantal şarkılardan oluşuyor ve bazıları işte eski Ankara ile ilişkilendirilmiş türkülerin modernize edilmiş coverları, mikslenmiş halleri. Ki yanı sıra da özgün müzikler de var. Böyle bir çıktısı oldu.

Şimdi sayıyı tam hatırlamıyorum ama herhalde bir 20-25 insanla görüşmüşsünüz dizi boyunca ve bu insanların her biri çok samimiler. Bu samimiyet, gerçekten bu insanlar böyle mi Enver, yoksa rol mü? Bunu çok merak ediyorum. Bana çok samimi, çok gerçek geldiler ama işin mutfağında olan kişi olarak sana sorayım, sen ne hissettin?

Ya şimdi, bu alem rol ve gerçeğin aslında iç içe geçtiği bir dünya, yani o pavyon dünyası ve baktığın zaman bu kişiler gerçek mi gerçek. Ama hani o gerçeklik, yaptıkları iş itibariyle de bir rol kestikleri bir durum var. Hani bunu hiç atlamamak lazım. Biz olabildiğince de onları en gerçek halleriyle kaydettik ama dediğim gibi, yaptıkları işten dolayı aslında bir rol kesme her zaman mevcut. Bir performans mevcut, böyle de bakmak lazım yani.

Ama yine de çok samimiler değil mi, yani hani hiç, izlerken seyirciyi bu kadar çekmesinin nedeni de bu oldu dizinin. Hiç bir şey sırıtmadı. Hiç bir şey yalan gibi olmadı. Evet, küçük mizansen ya da küçük oyunculuklar belki hissettik ama bu kesinlikle işin tamamına yayılan bir şey değildi.

Yani bu kişileri direkt oyuncu zannedenler de oluyor tabii ki ama hani, o samimiyetten kaynaklı olarak tabii ki daha gerçeklik hissini veriyordur diye düşünüyorum. Çok kolay da olmuyor bu dünyaya girmek çünkü dışarıdan kişileriz biz ve yani hani belgesel deyince hep böyle bir yine önyargı diyeceğim, yani bu işin işte kirli taraflarını, bizim gizli saklı taraflarımız falan anlatılacak gibi de bir yaklaşım var. Biz herhalde yaptığımız en iyi kısımlardan bir tanesi o önyargıları kırarak bize güvenmiş olmaları. Çünkü çok da lafını sakınan bir şey değil ama hani bu güzelleme anlamına ya da kötüleme anlamına gelmeden olanı anlatmak üzere ve yani işte müşterisinden çalışanına o dünyanın insanlarının kendilerini anlattığı bir iş bu. Elbette ki bir zamanla bu güven kurulabiliyor ama bir zaman sonra da akıyor gidiyor yani onların hikayeleriyle.

Kesinlikle. Enver, burada şunu söyleyebilirim bir Ankara’lı olarak. Birincisi şu, bir itiraf. Bunu her kayıtta söylüyorum neredeyse, ben Yenimahalle’de büyüdüm. Yenimahalle de Şentepe’nin eteklerindedir biliyorsun. Yani biraz kafanızı kaldırınca o televizyon kulelerini filan görürsünüz. Şimdi o Şentepe usülü dediğiniz şeyi ben Ankara’da yaşarken bilmiyordum, ki benim ilkokulum da ortaokulum da Yenimahalle ile Şentepe sınırındaydı, yani Şentepeli çok arkadaşım vardı. Demek ki o yıllarda baya bir alt kültür, baya bir bastırılmış, evet sadece dediğin gibi köy odalarına kapanmış bir kültür olsa gerek ki, hiç ben bundan bihaberdim. Sonra bir başka şey dikkatimi çeken ‘90 sonları 2000 başlarında bir süre ben Ankara’daki pavyonlara gittim. Daha çok Kızılay ve hani Bakanlıklar civarındaki, Maltepe civarındaki birkaç pavyona gittim. Ama ben gittiğimde kesinlikle yerli çalışan yoktu diyebilirim. Çalışan kadınların tamamı işte Doğu Avrupalıydı, Rus, Moldovyalı filan, ve sizin yansıttığınız gibi programlara da çok denk gelmedim. Sanki, şöyle düşünüyorum, sanki bu Ankara pavyon tarihinde böyle bir dönem yaşanmış. Ya da bu sadece Kızılay, Bakanlıklar gibi pavyonlarda oldu, belki Ulus’ta Dışkapı’da aynı usül devam etti. Ama ben, dizide izlediğim bir pavyona hiç şahit olamadım.

Şimdi tabii ’89’dan sonra, Sovyetler’in dağılmasından sonra Türkiye’ye gelen, çalışmak üzere gelen bir sürü bu pavyon dünyasına giren kadınlar da var. Bizim duyduğumuz, belgeselde belki mevzusu geçmiyor ama işte gelen Rus kadın çalışanların kaşıkla oynadığı hatta bunların işte VCD videolarının yapıldığı bir dönem de olmuş. Dolayısıyla evet onlar da bu pavyon dünyasına girdiklerinde onların da katkısı olmuş ve iş harmanlanmış, kaşıkla oynayan yabancı kadınlar şeklinde. Biz daha çok tabii Ulus’ta çekimler yaptık, Ulus’taki pavyonlar. Yani bu belgeselde tabii Maltepe’den de var ama tarzlarda farklı oluyor. Bugün Ulus’ta yabancı çalışan kadının olduğu pavyon rastlamazsınız. Daha çok Maltepe ya da işte Esat, Çankaya taraflarında var. Daha yerel ögeler ya da kaşık havası denilen tarz Ulus’ta, Ulus derken de işte Çankırı Caddesi, Rüzgarlı Sokak, burada yoğunlaşmış durumda. Mesela Maltepe’de de daha çok revü şovlar da görebiliyorsunuz, bu sadece kaşık havası anlamında değil. Yabancı müziğin çaldığı mekanlar da var. Ama Ulus, eski gelenek devam ediyor.

Evet, Ulus’taki bu eski gelenek dediğimiz şeyin aslında bu Şentepe usülüyle beraber aslında kendine has başka bir tarzı olduğunu da ben diziyi izledikten sonra daha iyi anladım. Hani daha önceden bildiğimiz karikatürize bir Ankara havasının arkasında çok derin bir kültürün yattığını da, ki o kültür de hani bozlağa kadar giden bir kültür, hani Kırşehir’e, Hacı Taşanlara kadar giden bir kültür. Bu açıdan da çok ilginçti belgeselin bende bıraktığı iz.

Evet, şimdi Şentepe usülü, sen belgeseli izlemiş birisi olarak onu biliyorsun, biraz daha hızlı oynanan bir tarz. Normalde işte Ankara havası diye baktığınız zaman aslında Seğmenler çok yavaş oynanılan bir tarzı var. Ama işte zaman içinde gelişiyor. İşte, Şentepe usülü, Deli Bayram’ın bahsettiği ya da işte Şentepeli Yunus vardı belgeselde, onların bahsettiği biraz daha hızlı oynanan bir tarz yani. Ama beğeniliyor yani oyun tarzı olarak da böyle yani estetik geliyor. İşte gelişiyor kendi içinde de yani, danslar da değişiyor, işte ritüeller de bazen değişiyor. Mesela sahnede bir sazcı bir müzisyen performans yaparken aynı zamanda oynayan insanlar buna para veriyor. Yani sahnede oynamak Ankara’da parayla olan bir şey. Bir de Ankara’da “çök” diye bir şey var. Bu çök kültürü de, tıpkı işte köy odası köy odası diyorum, onlar da buradan gelen şeyler. Yani köy odasında da benzeri bir şey var. İşte çökçü denilen işte, çök masası diye bir şey geliyor pavyonda da sahneye, o sırada işte müzik bir ara veriyor, içkiler içiliyor ve devam ediliyor oynamaya şeklinde. Böyle şeyler.

Değişik gelenekler gerçekten, çok farklı bir usül. Çok güzel, ben yaptığını işleri izlemek çok eğlenceli çok keyifli benim için. “Hermana” biraz hüzünlü bir hikayeydi ama pavyon gerçekten hem eğlenceli hem değişik, insanı şaşırtan, hem de çok insanı içine alan, çok samimi, çok güzel bir projeydi, çok güzel bir diziydi. Bundan sonra neler var, daha neler yapacaksınız?

Şimdi yeni projeler şunlar Ahmet. Blue TV ile çalışmaya devam ediyoruz. Yeni bir projemiz var, dijital flörtleşmeyle ilgili bir proje. Yanısıra da başka da yeni projeler olacak. Yani hazırlanıyoruz, bazılarının çekimleri başlıyor. Devam yani, projelere devam. Şu an için de mecramız Blue TV bu işleri yapmak için ve onlardan da memnunuz. Buradan devam edecek gibi görünüyor. Tabii pavyonun etkisi de çok kuvvetli oldu. Yani sadece o dünyadan değil. O dünyayı merak edenler, özellikle kadınlar daha çok buna ilgi gösterdi. Onu farkediyorum geri dönüşlerden de. Çünkü hani tırnak içinde çok da gidemeyecekleri bir yere birisinin sizin yerinize gitmesi her zaman çekicidir ve izletir. Tabii bunun tarzı da önemli. Dolayısıyla konu seçimlerinde ben kendi adıma kent kültürü her zaman bir önceliğim oluyor ama anlatacak çok şey var. Yani sadece Ankara değil, dünyada da işte birçok anlatacak konular var. Ama humor hep olsun istiyorum bu işlerde. Pavyon’da ona müsait bir hali vardı zaten. Yani bunu projenin en başından beri görebildiğimiz bir durumdu. Elbette humor derken hani tadında humordan bahsediyorum. Yani komik başka gerçeğin kendi komikliği daha başka. Dolayısıyla da, humor kuvvetli bir şeydir bir şeyleri etkili anlatmak açısından diye düşünüyorum.

Enver bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum. Ümit ediyorum yeni projelerle beraber tekrar bir araya geliriz, tekrar konuşuru, yeni projelerinizi de böyle değerlendirme şansımız olur.

Teşekkür ediyorum Ahmet, sevgiler. Hoşçakal, Ankara’dan selamlar…

Söyleşi