Prof. Dr. Evren Balta: Elitizmi aramaya okul öncesinden başlayalım
Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne Melih Bulu'nun atanmasından sonra. öğrenciler 'kayyım istemiyoruz' eylemlerine başlarken, hükümete yakın kesimden "Boğaziçi elitlerin okulu" yorumları geldi. Böylece üniversiteler, elitizm tartışmaları başladı. Tam da bu sıralar ABD'de kongre binasına saldırı yeni tartışmaları beraberinde getirdi. Kutuplaşma, sol hareketlerin tüm bu olan biten karşısındaki tutumu ve herkesin aklındaki sorular, "Neler oluyor", "Ne yapılmalı?"
Bogaziçi Üniversitesi'ne atanan rektörü ve ardından başlayan tartışmaları, Türkiye'de eğitimin geldiği noktayı, popüler hareketleri Özyeğin Üniversitesi’nden Prof. Dr. Evren Balta konuştuk:
Elitizm tartışmaları
“*Üniversitenin temel işlevinin ne olduğundan başlayalım. Üniversitenin en önemli işlevlerinden biri sosyal hareketliliği sağlaması. Yani farklı grupları, alt – orta sınıftan insanları alıp daha yüksek bir yere taşıyor olması. Toplumsal eşitsizliğin kimi sonuçlarını ortadan kaldıran önemli bir işlev gördüğünü söylebilirsiniz. ODTÜ ve Boğaziçi’nin kendilerine gelen öğrencileri geldikleri konumdan daha iyi işlere getirebilen, dönüştürücü kurumlar olması gibi.
İkincisi üniversitelerin genel olarak ne olduğuyla ilgili. Boğaziçi ve parasız eğitim veren birkaç kurumu ekleyebilirsiniz; aydınlanma geleneği içinden gelen, temelde bağımsız akılla karara varmayı -buna Kantçı akıl diyebiliriz- ve de topluma iyi vatandaşlar yetiştirmeyi varsayan, aydınlanma geleneği üzerine oturan ve bu geleneği Türkiye’de belki de çok iyi temsil eden kurumlardır.
Popülizmin üniversiteyle derdi
*Popülizmin, üniversitelerin bu ikinci kısmıyla ciddi bir sorunu var. Üniversiteleri vatandaş yetiştiren, bağımsız akılla araştırma yapan kurumlar olmaktan çıkarak, piyasaya eleman yetiştiren, girişimcilik üzerine kurulu bir şeye dönüştü. Yeni sağ hareketlerin, popülist, otoriter popülist hareketlerin Kantçı akıl ve Humboldtcu toplum dediğimiz fikirlerle çok ciddi sorunları var. Bunları batılı, yabancı bulduğu kadar, eleştirel aklın da toplumsal meseleler konusundaki tutumundan rahatsız olur.
Boğaziçi, ODTÜ ve fırsat eşitsizliği
Üniversitelerdeki eğitime dair iki görüş var. Bourdieu’ci görüş; üniversiteler sosyal tabakalaşmayı destekleyen muhafazakâr bir kurumlardır. Bunu da eşitsiz ve ayrımcı kabul süreçleriyle yapar. Bunlardan biri sınavlar. Dünyanın neresine bakarsanız bakın, daha iyi puan alabilmek büyük oranda ailenin sağladığı sosyoekonomik kültürel sermayenin ne olduğuyla çok ilişkili. Aile eğitiminize yatırım yaptıysa, özel okulda okuttuysa, dershaneye gönderdiyse, özel hoca tuttuysa sınav başarınız doğrudan artıyor. Bu üniversitelere girdiğinde de kültürel kodları içselleştiriyorsunuz. Bu kültürel kodlar da elitlerin kültürel kodladı. Bu elit kültürüne uyum sağlamayı öğretiyor diyor.
Üniversiteler ve sınıf atlama
*İkincisi üniversite eğitimin sosyal hareketliliği sağlayan en önemli kurumlardan birisi olduğu özellikler yukarı doğru mobiliteyi sağlayan, sınıf atlamayı mümkün kıldığı. Bu durum, Türkiye gibi batı dışında kalan toplumlar için 20. Yüzyılın büyük bölümünde geçerliydi. Çünkü gelişmekte olan ülkelerde elit gruplar o kadar homojen değildi, devletin de iyi vatandaş grup yaratma, elit grup yaratma gibi bir çabası vardı. Dolayısıyla Boğaziçi, ODTÜ gibi bu kurumları devlet kurdu. “İyi”, “eğitimli” vatandaş yaratma hedefine katkıda bulundu.
*Geçmişe bakınca bu kurumların sınıf atlatma özelliğini görürsünüz. Ama artık bu artık bozuldu. Tama da “elit karşıtıyım” diyen iktidarın yaptıkları nedeniyle. Son 20 yılda eğitimin özelleşmesi, genelleşerek kalitesinin bozulması. Herkesin kendi sınıfında sınıfıyla okumaya başlamasıyla eğitimin kalitesi bozuldu. Türkiye’de artık ailenizin sosyoekonomik durumu, ilk okuldan itibaren hangi okula gideceğinizi belirleyicisi durumuna geldi.
Son 20 yılda neler oldu?
Devletin yetiştirmek istediği vatandaşın niteliği de değişti. Üniversite eğitiminin yapmak istediği, kaliteli yurttaş yetiştirmek. Cumhuriyet, kendisinden önce yapılandırılmış toplumun üzerine konmuyor. O toplumu yeniden yaratmak zorunda kalıyor. Bunu da daha eşitlikçi, dahil edici biçimde yapmaya çalışıyor. Anadolu liselerine bakın… Çok iyi olduklarını iddia etmiyorum ama eşitleyici potansiyelinin batılı ülkelere karşılaştığınızda çok daha yüksek olduğunu söylemek mümkün.
Okullar homojenleşti
Peki ne oldu son 20 – 30 yılda? Üniversite öncesi eğitimde de değişiklik oldu. Okullar arasında fark uçurum haline gelmiş durumda. Buna karşın okul içi fark OECD ortalamalarından düşük. Okullar bir şekilde homojenleşmiş durumda.
Elitizmi arayacağımız yer Boğaziçi değil
Bu aslında eğitimin kendisini elitist yapıyor. Çünkü elitler dediğiniz grubun kendi arzularını gerçekleştirme biçimini kamunun dışına çıkarıyor.
Yani, özel okullara gönderiyorsunuz çocuğu. İstediğiniz gibi bir eğitim veriyorsunuz. Üniforma giymiyor, devletin zorunlu kıldığı seçmeli dersler dışında, sosyal sorumluluk çalışmaları yapan dünya vatandaşı olan çocuklar haline geliyorlar. İki üç dil öğreniyorlar. Eğitim sistemi şu an kast sistemi halinde…
Elitizmi arayacağımız yer ODTÜ, Boğaziçi değil. Aslında daha ilkokuldan hatta okul öncesinden oradaki kastlaşmada aramak gerekiyor.
“Kalitesiz eğitim kader olarak sunuluyor”
Bu kadar kastlı bir sistem, herkesin kendi sınıfıyla okuduğu homojen sistem, kamusal eğitimin bu kadar yetersiz kaldığı okulların çoğunun dindar vatandaş yetiştirmeye yöneldiği sistem, alt sınıflara kalitesiz eğitimi kader biçiminde sunuyor. Ve sınıfsal hareketlilik imkanı bırakmıyor.
Bu kötü sistemin içinden gelen çocukların hayatlarının bir noktasından ODTÜ, Boğaziçi’n gidip sınıf atlama imkanları hala var. Hala birkaç kurum bu imkanı sağlıyor. Meselemiz bu kurumların çok az olması. Kaliteli parasız eğitim veren kurumların yaygınlaşması asıl antielitizm.
Parasız eğitim neden bir siyasal talep değil
Aslında 1990’larda bugünkünden daha geniş siyasal destek bulan bir talepti bu. Ancak bugün birçok insan baskıcı devlet müfredatından bir tür siyasal kaçış olarak görüyor özel okulları.
Türkiye’deki eğitime özel aktörlerin yaptığı harcama devletin harcamalarından daha fazla. 1980 – 90’larda da özel okullar vardı ama bunlar küçüktü. Az insan sayıda gidiyordu. Özelleşme iki yaşına kadar inmemişti.
Özel okulların verdiği eğitim ile devlet okullarının verdiği eğitim arasındaki açı bu kadar büyük değil.
En büyük problem bu açının şimdi inanılmaz büyümüş olması. Kozmopolit iyi vatandaş yetiştiren, aklıyla düşünmeyi öngören bir eğitim geleneğini özeller devralmış gibi görünüyor. Kimse bundan vazgeçmek istemiyor. Bunun aksi daha otoriter, kapalı, itaat eden bir vatandaş yetiştiren bir sistem. O yüzden özel eğitime muhalefet edecek insanlar da tam da muhalefet etmeyen insanlar haline gelir. Çocuğu olan herkesin yaşadığı ikilem aslında .
Popülist hareketler ve elitizm söylemi
Antielitizm söyleminin farklı kültürel kökenleri var. ABD’deki antielististlerle Türkiye’deki aynı değil. Türkiye’deki sınıfsal kutupları derinleştiren politikalara rağmen hala iktidarın alt sınıfların desteğini alabiliyor olması, onları kendi çıkarlarının savunan birileri olarak görüyor olması söylemsel düzeyde tam da antielitzm söylemiyle mümkün oluyor.
Popülist hareket toplumu ikiye bölünmüş olarak görüyor. Bir tarafta elitler var. Bunların kim olduğu, ne olduğu belirsiz. İyi bir doktora da akedemisyene de sizin politikaları desteklemiyorsa elit diyebilirsiniz. Buradaki elit kavramı kullanışlı bir enstrüman. O enstrüman elitler dışındaki herkes dediğiniz grupla özdeşleşmenizi sağlıyor. Kendilerinden görmedikleri herkesi elit olarak kodluyorlar. Orada büyük bir öfkede var. Hem ekonomik eşitsizliğinin derinleşmesi, sosyal hareketlilik imkanlarının azalmış olması. Günümüzde yukarıya doğru hareketlilik neredeyse kimseye açık değil artık.
Aşağıdaki insanların o kadar büyük bir nefreti var ki bu sisteme. Haklı bir nefreti var aslında. Popülist hareket ‘elit’ diyerek o nefretin dilini yaratıyor.
Yani oradaki asıl şey öfke siyaseti büyük oranda.
Sol hareketler bu tabloda nerede?
Popülist hareketler, şunu yapıyor. Zaten işlemeyen, muhalif sol hareketlerin aslında reforme edilmesini önermesi gereken hareketleri yıkarak, onların altındaki halıyı çekerek toplumsal alanı boşaltıyor.
Eğer sizin hazır bir kurumsal planınız yoksa ki yok. Orada siyasal bir boşluk var. Sizin bu kurumların içini hızla dolduracak bir planınız yoksa, tek yapabileceğiniz ‘o halıyı çekme’ demek oluyor.
Aşağıdakiler de diyor ki bizi yıllardır ezen, elimizdeki her şeyi alan, önümüze engeller çıkaran bütün bu kurumları bunlar savunuyor. Onlar aslında bizim çıkarımızı savunan gruplar olamazlar.
Amerika’ya baktığınızda Harvard’ı savunanlar aslında alt sınıfların haklarını savunması gerekenler oluyor. Harvard, son derece pahalı, elit bir okul. Ama sen diyorsun ki, Harvard bizim değerimiz. Aşağıda da Harvard’a ya da oradan mezun olanların yaşadığı elit uyumuna büyük bir öfke var ve sen bu öfkeyi elinden kaçırmış oluyorsun.
Çıkış elitleri, çıkış insanları
Sadece biz değil milyonlarca insan bu kadar kutuplaşmış grupları bir araya nasıl getireceğiz diye soruyor. Sosyalist hareketlerin kentli eğitimli sınıfların çıkarlarını savunur hale gelmesiyle o siyasal dili kaybettik. Bunlar olumsuz değerler değil ama kentli eğitimli grupların çıkarları büyük oranda taşralı eğitimsiz grupların çıkarlarıyla, ülkelerin içerisine sıkışmış insanlarla, ayrışmış durumda. Bu ayrışmayı ortadan kaldıracak siyasal stratejiler geliştiremediğiniz sürece bu böyle gidecek gibi gözüküyor.
Başka bir vatandaşlık idealine sahip olmamız gerekiyor. Bir tür vatanseverliği içeren, içinde bulunduğu mekanı, şehri, ülkeyi seven, ona bağlılık hisseden… Bizim en büyük kaybımız kendi yaşadığımız yere olan bağlılığımız. Küresel hareketlilik öyle bir aşamaya geldi ki yaşadığımız yeri dönüştürmek yerine onun dışında kalmaya çalışıyoruz. Yaşamak istediğimiz yerle bağımızı koparıyoruz. Çıkış elitleri ya da çıkış insanları diyorlar.
Yeni bir siyasi programı çekici kılmak mümkün
Başka şekillerde yaşıyoruz. Onu dönüştürmek yerine daha çok onun dışında kalmak hissine sahibiz. Göçmenlik bireysel stratejilerden biri haline geldi. Herkesin, siyasetin, somut stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Dahil edici bir siyasal hat izlemek gerek. Kamusal alanı iyileştirmeyi kendi hayatımızın parçası haline getirmek zorundayız.
Herkesin yeniden siyasetin içerisine dahil olduğu, eğitim üzerinden, yargı üzerinden somut stratejiler geliştirerek, ekonomik yeniden dağılımın altını çizerek siyasi bir program yapmak ve bunu çekici kılmak mümkün.
Parasız eğitim gibi basit ve iyi bir slogan bile artık yok. Çünkü oradan çıktık. Parasız kaliteli kamusal eğitim bittiği zaman biz de oradan çıkıp çocuklarımızı özel okullara gönderdik. Hepimiz kendimiz için iyi olanı yapacağız ama kolektif için de iyi olanı yapmak zorundayız. Çünkü çıkmak işe yaramıyor, bunu özellikle koronada gördük. Hepimizin olduğu yeri, olduğu şekliyle dönüştürmemiz gerekiyor. Kolektif sorumluluğun, birlikteliğin siyasetin yeniden tanımlanması gerekiyor.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.