Sırrı Süreyya Önder Anlatıyor - 2

Sırrı Süreyya Önder Anlatıyor - 2
Güvendiğiniz biri mi Ahmet Davutoğlu? Hayır, kocaman bir hayır. Bunu kendisinin yüzüne de söylemiş olmanın rahatlığıyla konuşuyorum. Yani bir başbakan olmadan önce iki üç saatlik bir görüşme yapmıştık kendisiyle. Başbakan olacağını biliyorduk. Onun için böyle bir anlamda bir ön görüşme idi. En uzun görüşme o olmak üzere, başbakanlığı sırasında, hatta bir iki günlük başbakan iken de dahil olmak üzere dört beş görüşme yaptık kendisiyle. Bu söylediğimi o zaman yüzüne de söyledim. Bunlar ergen imam hatipli kafası dedim. Değerlendirmem kavramsal olarak da bu. Birinci sınıfta hoş karşılanır imam hatipte, bu çocuk gelmiş de ama ikinci sınıfta daha kâmil olurlar. Yani bununla varılacak bir yer yoktur şeklinde kendisine söylemiştim.
Güvendiğiniz biri mi Ahmet Davutoğlu?

Hayır, kocaman bir hayır. Bunu kendisinin yüzüne de söylemiş olmanın rahatlığıyla konuşuyorum. Yani bir başbakan olmadan önce iki üç saatlik bir görüşme yapmıştık kendisiyle. Başbakan olacağını biliyorduk. Onun için böyle bir anlamda bir ön görüşme idi. En uzun görüşme o olmak üzere, başbakanlığı sırasında, hatta bir iki günlük başbakan iken de dahil olmak üzere dört beş görüşme yaptık kendisiyle. Bu söylediğimi o zaman yüzüne de söyledim. Bunlar ergen imam hatipli kafası dedim. Değerlendirmem kavramsal olarak da bu. Birinci sınıfta hoş karşılanır imam hatipte, bu çocuk gelmiş de ama ikinci sınıfta daha kâmil olurlar. Yani bununla varılacak bir yer yoktur şeklinde kendisine söylemiştim.

Hangi özelliği nedeniyle bunu söylediniz?


Ortadoğu projeksiyonu, bölge, Kürt meselesi, artık değil epeydir aynı zamanda bir bölge meselesidir de… Onun meseleye kamuoyu tarafından da bilinen yaklaşımı… Şimdi, bir ben bugün dün gibi düşünmezsem bundan hicap duymam. Bana düşen sorumluluk, eğer ben kamusal alanda bilinen birisiysem ve fikirlerimi zamanında serdetmişsem, bu dönüşümün hesabını yine kamuoyuna açıklamaktır, vermektir. Yani ‘ben dün öyle düşünüyordum çünkü’ diye başlayıp bir şey… ‘Ben bugün öyle düşünmüyorum çünkü’ diye başlayan bir açıklama borcunuz var. Açıklamanıza göre bu özrü de ihtiva edebilir, ya da ne bileyim, niteliği ne ise geçmişinizle yaptığınız muhasebe ne ise halka bir borcunuz var. Davutoğlu ve benzer çizgideki siyasal aktörlerin kaçındığı bu. Canlarını hiç cefaya sokmuyorlar, dün de kendileri halkıydı bugün de kendileri de haklı. Dün ile bugün arasında, kendi bir ara 360 derece demişti, hadi ben 180 derece diyeyim, dün ile bugün arasında 180 derece fark var ve bunu ‘ah o günlerde neler çektik’ gibi, ‘aslında ben kapalı kapılar ardında söyledim’ diye geçiştirilecek bir şey değil bu.

Biraz sizi zorlamak gibi olacak gibi ama şu soruyu yine sormak durumundayım, çözüm süreci niye başarısız oldu? Bahsettiğiniz, topluma bunu anlatmama meselesi, talep oluşturmama meselesi çok önemli ama birçok insanın da aklında şöyle bir soru var, sizin görüşünüz ne? “Erdoğan için bu bir politik manevraydı, esasen bir barış öngörmüyordu, sonuçta da zaten bu süreçten HDP’nin başarılı olduğunu görünce 7 Haziran’da, masayı dağıttı.” Bu kadar basit mi? Sizin Erdoğan’ın ve AKP’nin yaklaşımına ilişkin görüşleriniz nedir?


Şimdi bu ülke ikiden fazla sayamayanların cenneti. Her şeyde üçüncü seçenek söz konusu olduğunda birçok insan, birçok anlayış paralize oluyor. İşte, iyi var kötü var, dost var, düşman var, sağ var sol var falan gibi böyle hep ikiye kadar geliyor. Bir de bu ikisinin dışında ikisinden de farklı bir üçüncü seçenek meselesi geldiğinde paralize olan anlayışlar var ve insanlar var. Şimdi birinci sebebi söyleyeyim, benim durduğum yerden baktığımda. Birinci sebep, talep, yani Kürt siyasi hareketinin talebiyle, devletin vermeyi düşündüğü (bir al-ver kavramıyla açıklamayı çok sevmiyorum) ya da yapmayı, kabullenmeyi düşündüğü şeyler arasındaki makas çok açıktı. Bu sürpriz ya da yeni bir bilgi değil. Ama sadece Türkiye’ye mahsus bir şey de değil.

Yani somut olarak devlet nereye kadar gider, Kürt hareketi ne istiyordu, onu nasıl somutlayabiliriz?


Yani böyle çok tek cümleye, ya da bir yayına sığdırılacak şey değil ama olgusal olarak bunu söyleyebiliriz rahatlıkla: Devlet bu konuda ya işte birkaç daha önce kıstığımız ya da cebren gasp ettiğimiz birkaç uygulamayı gevşetiriz, e bunların da onuru tamir olmuş olur, e silahı da bırakırlar falan gibi ciddiyetsiz, meselenin taşıdığı boyutları kavramaktan ve birlikte düşünmekten uzak bir şey yaklaşımı vardı. Kürt siyasal hareketi de daha önceki ateşkes ve müzakere süreçlerinden kendilerince çıkardığı sonuçlarla, dört başı mamur çerçevelenmiş ve demokratikleşme süreçlerini de içeren bir zemine oturtulmadan bunun her zaman geriye dönüş kapısını açık bırakacağı düşüncesindeydi. Dolayısıyla olgusal olarak ilk sayacağımız şey aradaki bu makasın açıklığıdır. Fakat bu korkulacak bir şey değil, dünyadaki bütün görüşmeler, bütün bu çözüm süreçleri bu makasın bir hayli açık olduğu bir noktada, hatta en açık olduğu noktadan başlar. Ondan sonraki adım, güven artırıcı adımlarla o makası geride tutan yaylar gevşetilir. Sonra tarafların feraseti, samimiyeti, halkın demokrasi talebi, barış talebi falan gibi birçok faktörle o makas gelebileceği yeni bir açıklıkla finalize olur. Bu hiçbir zaman da kapanmaz. Barış süreçlerine dair mutlak bir uzlaşmayla dünyada sonuçlanma oranı yüzde 17 ile 25 arasında.

Çok da düşükmüş.


Çok düşük ama şöyle bir şey değil, geri kalan yüzde 75 savaşıyor değil, o da yüzde 30 civarında. Geri kalanı bir askıda kalma hali. Son bir metaforla şey edeyim. Bu bir buzdağı, Türkiye’nin buzdağıdır Kürt meselesi. Görünür yanı var, bir de görünmez yanı var ve bunu bir günde eritmek imkân dahilinde değil. Biz o zaman heyet olarak önümüze koyduğumuz çatışmasızlığı, en azından silahları devreden çıkarmak, bunun müzakereleri ne kadar sürerse sürsün yeter ki demokratik bir zemin oluşsun. Ama silahtan azade bir zemin oluşsun. Bunu biz kendimiz için başarı sayacaktık. Çünkü can kayıplarının telafisi yok, geri getirme şansınız yok, yerine koyma şansınız yok, taklidini yapma şansınız yok. Ve çatışmasız süreçler ne kadar uzun sürerse barış o kadar yakına geliyor. Bunu bir günde eritemezsiniz bu buzdağını, dolayısıyla sadece vereceğiniz ısı değildir bunu eritecek olan, aynı zamanda bu denklemde bir de zaman dediğimiz, süre dediğimiz bir şey vardır. Biz hep bütün enerjimizi çatışmasızlık zeminini baki tutalım ama konuşulmaya, tartışılmaya devam etsin. Başta bunlar hezeyan niteliği taşıyan konuşmalar olabilir ama zamanla çapaklarından arınır, meselenin hakiki boyutları, hakiki dertleri, hakiki başlıkları bir şekilde toplumun tartışma gündeminde kendisine yer bulur diye düşünüyorum.

Sizi bir film setinde gördük. Proje de de benim gibi ‘qırıx’ (kırık) hikayelerine meraklı insanları heyecanlandırır.
Nedir filmin konusu, kim çekiyor?


Daha önce 14 Temmuz’u çeken Haşim arkadaşımız çekiyor. Aslında ben oyuncu değilim. Üstelik yönetmen olarak kendi oyunculuğuma bir not vermem gerekirse, sınıfı geçirmem kendime. Özellikle bağımsız filmlerde oyuncu arkadaşların hepsi dizi, film falan bunlarla angaje bir takvimleri var. Öyle olunca bağımsız sinemanın bu finansı karşılayacak gücü yok. Dayanışma amaçlı ve 1-2 günü geçmeyen roller olduğunda kayıtsız kalmıyorum bu arkadaşlarımıza.

Oradaki rolünüz ne?

Bir galerici, kuşunu qırıxlara kaptıran bir oto galericisiyim. Güzel ve özel bir hikayeydi, o çabalarına destek olmak istedim. Bir anlamda kolektif bir üretim yapılıyordu. Bu dayanışmalara gide gele adımız oyuncuya da çıktı. Oyunculukta hiçbir iddiam ve yeteneğim yok ama dayanışmadır, gidiyoruz.

Bence sizde doğal bir oyunculuk yeteneği var zaten. Doğaçlama yaptığınızda zaten…

Eyvallah. Dışarıdan böyle görünüyorsa bu iyi bir şey.

Ben yönetmen değilim ama izleyici olarak gayet beğeniyle izlediğimiz rolleriniz vardı.

Film de aslında Diyarbekir gerçekliğini bütün sosyal dokularıyla anlatma çabası içinde olan bir film. Çünkü bu politik süreçler Diyarbekir’i hep o boyutuyla anma eğilimi geliştirdi. Film hakkında daha fazla bilgi vermeyeyim, vizyona girdiğinde milletin seyir zevkini hırpalamayayım ama tüm o sosyal arterlerden her kanalın da bir şekilde politik olana doğru aktığını göreceğiz. Ama film özünde çok güzel, benim çok beğendiğim bir çalışma.

Yani ‘qırıx’ deyince Diyarbekir kırığının apolitik olduğunu düşünmüyoruz zaten.

Qırıx da kendi çapında politik. Bir kırıklık var o politiklikte de ama yine de politik.

Bunun Özgür Gündem gazetesinde çıkan qırıx karikatür bandıyla bir bağlantısı var mı?

Yok. Bu senarist arkadaş, beni bağışlasın, bir senaryo sonra yönetmenin müdahil olmasıyla birlikte geliştirdikleri, son şeklini verdikleri bir çalışma. Ama Diyarbakır qırıxı denildiğinde bugüne kadarki bütün üretimlerden, karikatürlerden bir iki hikâyeden mutlaka izler taşıyacaktır. Çünkü çok tipiktir Diyarbakır kırığının yaklaşımı.

Evet ben de o yıllarda Doğan Güzel’in karikatürünü çok beğendiğim için çok merakla bekliyorum filmi de.

Bir de qırıx Meheme vardı o da hayatını kaybetti, onu da en politik olanlarından biriydi, onu da saygıyla analım.

Peki ama bu oyunculukla kalmayacak sanırım. Çünkü daha önceki söyleşilerden de biliyoruz ki siz en azından parlamenter siyaseti bıraktınız ve milletvekilliğini düşünmüyorsunuz artık. Klasik bir soru sorayım: Yeni projeler var mı?

Gerçekten son dönem bile arkadaşların ısrarıyla seçime girdim. Çünkü sinemanın ilgilendiği konu başlıklarıyla ülkenin yakıcı konu başlıkları arasında bir hayli açık bir makas var. Bunu birçok sebebi vardır kuşkusuz. Birisi bu memleketteki otoriter ve bu konulara el atan arkadaşlarımızın başına getirilenler, Çayan’ı (Demirel) da burada sevgiyle, saygıyla analım.

Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte ceza aldılar.

Evet, ceza aldılar ve Çayan da ağır bir sağlık sorunuyla boğuşmakta. Yani ülkenin repertuarı ile sinemanın repertuarı ya da birçok sanat alanının repertuarı arasında kapanması gayret gerektiren bir makas var. Bunun sebeplerinden birisi, bu baskıysa bir diğeri işi bütün boyutlarıyla bilen insanların genellikle işin sanat değil, işin siyaseti ile uğraşmak durumunda kalmalarıydı. Ben başından beri hep bir dönem yapacağım, bir yoldaşlık, bir dayanışma nöbeti çerçevesinde yaklaştım. Fakat çözüm süreci başlayınca kendimizi ağır ve tarihi bir sorumluluk içinde bulduk.

Başrolde oynamaya başladınız.

Yok.

Başrollerden biri diyelim ya da…

Öyle de demeyelim. Onu konuşuruz. O süreç en azından bizim açımızdan daha kolektif yürüyen bir süreçti ama kamuoyunun tanıdığı gördüğü insanlar olarak tabii ki biz bir parça daha görünürdük o meselede. Öyle olunca sinemaya epey bir ara vermek durumunda kaldık. Son seçimde artık aday olmadım. Sinema yapmaya hazırlanırken ceza onaylandı. Sonrasını biliyorsunuz. Şimdi ama 3-4 tane senaryosunu bitirmiş olduğum, biri hariç, 3 tane bitirmiş olduğum senaryom var.

Söyleşi