Otoriter rejimlerde muhalefet: Rusya ve Türkiye üzerine bir değerlendirme

Otoriter rejimlerde muhalefet: Rusya ve Türkiye üzerine bir değerlendirme
Muhalefet eğer kendisini sadece seçim makinesi değil, “demokratik düzeni yeniden kuracak aktör” olarak yeniden tanımlayabilirse, Türkiye’nin otoriterleşme süreci tersine dönebilir.

Düzgün Arslantaş

Dünyada demokratikleşme dalgalarından söz ettiğimiz dönemlerin yerini artık “üçüncü otoriterleşme dalgası” aldı. Göteburg Üniversitesi bünyesinde yer alan araştırmacılar tarafından hazırlanan V-DEM verisine göre, 2004’te dünya nüfusunun yaklaşık yarısı otokrasilerde yaşıyorken, bugün bu oran yüzde 70’in üzerine çıktı. Demokratik rejimlerin etki alanı daralırken, seçimli otokrasiler yani “sandık var ama iktidar değişmiyor” modeli giderek yaygınlaşıyor. Türkiye ve Rusya, bu dönüşümün en çarpıcı iki örneği. İkisi de 2000’lerle birlikte otoriterleşmeye yöneldi; fakat biri yavaş, diğeri ise çok daha sert bir geçiş yaşadı. Bu farklılığın nedenini anlamak için muhalefet partilerine, özellikle de onların iktidarla ilişkisine, kendi aralarındaki dinamiklere ve işbirliği kapasitesine bakmak gerekiyor.

Bu yazıda, iki ülkede muhalefetin rejim değişimindeki rolünü tam da bu üç boyut üzerinden değerlendiriyorum.

Muhalefet ve iktidar ilişkisi

Rusya’da muhalefetin kaderi büyük ölçüde iktidarın kontrol mekanizmalarına bağlı olarak şekillendi. Sovyet sonrası ilk yıllarda mecliste parçalı bir yapı vardı; komünistler, liberaller ve milliyetçiler birbirleriyle uzlaşmak bir yana, rejime karşı ortak bir strateji bile geliştiremediler. Putin 2000’de iktidara geldiğinde sadece devlet aygıtına değil, aynı zamanda ekonomik kaynaklara sahipti. Enerji gelirleri sayesinde hem seçmen sadakatini satın alabildi, hem de muhalefeti ekonomik anlamda kuruttu. Ukrayna Savaşı sonrası yaptırımlar ise bu kapalı ekonomiyi daha da sertleştirdi ve rejime meydan okuyabilecek aktörlerin nefesini tamamen kesti.

Türkiye’de ise tablo daha karmaşık. Tek parti geleneğine rağmen “uydu muhalefet” kültürü yerleşmedi. AKP ve CHP arasındaki ilişki, özellikle 2010’lardan sonra keskin bir kutuplaşmaya dönüştü. CHP, Kılıçdaroğlu döneminde klasik laiklik savunusunu yumuşattı ve toplumsal tabanını genişletmeye çalıştı. Fakat 2016 darbe girişimi sonrası siyasal alan daraldıkça, muhalefet üzerindeki baskı daha kurumsal bir hal aldı: OHAL uygulamaları, yargı eliyle tasfiyeler, milletvekillerinin tutuklanması, belediyelere kayyım atanması…

AKP’nin en büyük avantajlarından biri, muhalefeti bölmek için kullandığı koalisyon ortaklıkları oldu. 2016’dan sonra MHP’nin bir “uydu parti”ye dönüşmesi, iktidar blokunu sürekli ayakta tuttu. Bu destek sayesinde AKP, yasama çoğunluğunu kaybettiği seçimlerde bile iktidarı sürdürebildi. Yani Rusya’da muhalefet ekonomik ve siyasi baskıyla pasifize edilirken, Türkiye’de muhalefet hem hukuki hem kurumsal araçlarla çevrelendi.

Muhalefet partileri arasındaki ilişkiler

Rusya’da muhalefet hiçbir zaman ideolojik olarak birleşmedi. Komünistlerle liberallerin özelleştirme, sınıf, milliyetçilik gibi konularda ortak bir zemin bulamaması, Putin’e geniş bir manevra alanı sağladı. Rejim ise bu parçalanmayı derinleştirmek için özellikle güvenlik ve milliyetçilik kartını kullandı. Çeçenistan ve Ukrayna örnekleri bunun en net yansıması.

Türkiye’de ise ittifak siyasetinin evrimi, rejim dönüşümündeki hızın neden daha yavaş olduğunu gösteriyor. 2000’lerde laik-dindar bölünmesi belirleyiciydi; fakat zaman içinde demokrasi-otoriterlik ekseni öne çıktı. AKP iktidarı, Kürt sorunu gibi konularda milliyetçiliği yükselterek muhalefeti bölmeye çalıştı, ancak bu strateji ters etki yarattı. CHP, IYIP ve dışarıdan HDP’nin yerel seçimlerde kurduğu dolaylı ittifak, 2019’da İstanbul ve Ankara’yı muhalefetin kazanmasını sağladı. 2024’te ise CHP bu başarıyı tek başına yeniden sağladı.

Bu tablo bize şunu söylüyor: Türkiye’de muhalefet arasındaki ideolojik farklar güçlü olsa da, “rejimi değiştirme” temelinde asgari birlik zaman zaman kurulabildi. Rusya’da ise bu zemin hiç oluşmadı.

Muhalefetin koordinasyon kapasitesi

Rusya’da seçimlere yönelik taktikler geliştirilse de – “akıllı oy” çağrıları, demokratik koalisyon girişimleri vb. – rejimin baskı kapasitesi o kadar yüksek ki sonuç üretme ihtimali sınırlı kaldı. Seçim barajlarının yükseltilmesi, yeni parti kurulmasının engellenmesi, medya tekelinin genişletilmesi, sokak gösterilerinin kriminalize edilmesi gibi adımlar muhalefeti hem örgütsel hem psikolojik olarak eritti.

Türkiye’de ise sokak muhalefeti hâlâ canlı bir direnç alanı. 2013 Gezi protestoları en büyük muhalif kalkışmaydı. Bugün de Saraçhane mitinglerinde gördüğümüz gibi, seçilmiş bir lider gözaltına alındığında yüz binlerce kişi sokağa çıkabiliyor. Parlamenter muhalefet zayıflatılsa da toplumsal muhalefet hâlâ diri ve zaman zaman seçim sonuçlarına dönüşebiliyor. 2019 ve 2024 bunun kanıtı.

Türkiye ve Rusya karşılaştırması bize üç net sonuç gösteriyor:

Birincisi, iktidarın güdümündeki uydu partileri rejimin ömrünü uzatır. Rusya’da bunun somut karşılığı var; Türkiye’de ise MHP örneği kısmi olarak bunu gösteriyor. İkincisi, muhalefet içi bölünme, otoriterleşmeyi hızlandırır. Türkiye’de bu bölünme tamamen aşılmadı ama seçim ittifakı stratejisi zaman kazandırdı. Üçüncüsü, yerel seçimlerde kurulan muhalefet ortaklığı, ulusal ölçekte rejim değişimine zemin hazırlayabilir.

Bugün Türkiye hâlâ tam anlamıyla konsolide bir otokrasi değilse, bu muhalefetin işbirliği kapasitesi sayesindedir. Fakat bu avantajın kalıcı olabilmesi, “seçim ortaklığı”nı aşarak “rejim ve demokrasi ortaklığı”na dönüşmesine bağlı. Muhalefet eğer kendisini sadece seçim makinesi değil, “demokratik düzeni yeniden kuracak aktör” olarak yeniden tanımlayabilirse, Türkiye’nin otoriterleşme süreci tersine dönebilir.

Düzgün Arslantaş, Siyaset Bilimi doçentidir. Doktorasını 2016 yılında Max Planck Enstitüsü Toplum Çalışmaları Bölümü’nde tamamlamıştır. Columbia ve Oxford Üniversiteleri’nde Misafir Araştırmacı olarak bulunmuştur. 2021 yılından bu yana Köln Üniversitesi Karşılaştırmalı Siyaset Bölümü’nde Doktora Sonrası Araştırmacı (Postdoktorand) ve Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır. Araştırma alanları arasında siyasi partiler, seçimler, oy verme davranışları ve siyasal rejimler yer almaktadır.

Kaynak:Haber Merkezi

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.