Başar Başarır’dan şahane atasözleri defteri: Fukaranın Ahı

Başar Başarır’dan şahane atasözleri defteri: Fukaranın Ahı
Başar Başarır, mahzende şarap saklar gibi üzerine titrediği, yıllarca defterlerinde biriktirdiği atasözlerini "Fukaranın Ahı" isimli derlemesinde ilk kez kamuya açtı.

Yağmur Karagöz

Başar Başarır, pul koleksiyonu yapar gibi topladığı, mahzende şarap saklar gibi üzerine titrediği, yıllarca defterlerinde biriktirdiği atasözlerini Fukaranın Ahı isimli kişisel derlemesinde ilk kez kamuya açtı.

İthaki Yayınları’ndan okuyucu ile buluşan Fukaranın Ahı – şahane atasözleri defterim, yalnızca bir derleme değil; Başarır’ın belleğinden süzülen, kimi zaman babasının dudaklarından, kimi zaman kadınların gündelik hayatlarından ürettiği “anasözlerin” izini süren bir anlatı. Sağ sayfada bir atasözü ya da “anasözü” dururken, sol sayfada Başarır’ın hafızası, mizahı, ironisi, bazen öfkesi, çoğu zaman sevgisi konuşuyor.

Defterin sayfalarında gezinirken hem bir yazarın zihnine hem de bir toplumun dil atlasına göz atmış oluyoruz. Başar Başarır ile Fukaranın Ahı ve toplumsal bellek üzerine söyleştik.

“Fukaranın ahı, tahtından indirir şahı!”

Fukaranın Ahı, yıllardır biriktirdiğiniz şahsi atasözleri defterinizden özenle seçilmiş bir derleme ya da “defter”. Bu özel birikimi okurla paylaşma fikri nasıl doğdu? Bu kararın arkasında nasıl bir motivasyon var?”

Şubat ayında Dünya Öykü Günü etkinliklerinde bir oturuma konuşmacı olarak çağırılmıştım. Organizasyonu düzenleyenler konu başlığını benim eski bir söyleşimde araya sıkıştırdığım bir cümleden almışlardı: “deyimler ve atasözleri, bir eski zaman rüzgârı mı?”

Ben böyle etkinliklere giderken önden biraz düşünür, zihinsel hazırlık yaparım. Bu kez de öyle oldu. Oturup notlar çıkardım, kendime göre bir akış belirledim. Gittiğimde gördüm ki salon tıklım tıklım. Tabii yalnız benim için gelmemişti insanlar. Ekseriyetle Adil İzci Hocamızı ve büyüğümüz İnci Aral’ı dinlemek için oradaydılar. Ancak benim atasözleri seçkim de, övünmek gibi olmasın, bir hayli ilgi çekti.

Oturumdan sonra başta Adil İzci olmak üzere kimi dinleyenler tarafından bu çalışmayı genişleterek yayınlamak üzere yüreklendirildim. Meseleyi zihnimde evirip çevirirken 19 Mart faciası yaşandı. İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı entipüften bahanelerle tutuklanınca gençler sokaklara döküldü, barikatları yardı. O zaman iyice kani oldum, hep bir ağızdan bağırmak gerek: Fukaranın ahı, tahtından indirir şahı!

Atasözlerini pul koleksiyonu gibi toplar, mahzende şarap saklar gibi sakladığınızı söylüyorsunuz. Sizi atasözlerine bu kadar bağlayan şey nedir? Bu bağ çocukluktan mı geliyor?

İnsan hayata diliyle tutunur. Başkalarıyla bu vasıtayla bağlanır. Bir de çocukluk denen ülkenin unutulmaz hatıraları hep dinlenen ve duyulanlara dairdir. Masallardır, mesellerdir, hikâyelerdir. Bizim evde de durmadan hikâyeler anlatılır, öğütler verilir, insan denen tuhaf hayvanın olumlu-olumsuz maceraları tekrarlanırdı. O sohbetlerden içimde kalanlar, hatırladıklarımdır ilk gerçek birikimim.

Kitabınızı sevgiyle andığınız babanıza ithaf etmişsiniz. Vedat Başarır’ın laf cambazlığı, sizin yazarlığınızda nasıl bir yer tutuyor?

Rahmetli peder tam bir öğretmendi. Bir şeyler anlatıp, sonunda da kıssadan hisse vermeden, yani öğretmeden duramazdı. Dedem zaten köyde kahveciymiş. Babam da o kahvedeki erkek muhabbetinin içine doğmuş. Sonra köy enstitüsü eğitimi, ek iş olarak şoförlük derken söz dağarı genişlemiş, bildiği laflar dünyayı tutmuş.

Baba böyle olunca oğul da kenarından köşesinden feyz alıyor, eskilerin deyimiyle ister istemez “keramet bulaşıyor”. Hazır yeri gelmişken araya bir de atasözü sıkıştırayım: “Babası ekşi erik yese, oğlunun dişi kamaşır.” Yani bu işler bazen silsile işidir.

fukaranin-ahi-basar-basarir-ithaki-yayinlari.jpg

“Dil toplumsal değişimi yansıtıyor”

Kitapta kimi sözleri eski sözlüklerden, bazılarını babanızdan, bazılarını da kadınların gündelik hayatından ürettiği sözlerden almışsınız. Defterde bir de atasözü değil Başar Başarır sözü var: “Asıl vatan dildir, anavatan anadildir.” Ortak dilin, toplumsal hafızadaki yeri sizce nedir?

Sokakta konuşulan dil hayatı yansıtır. Özel radyo ve televizyonların kurulduğu 90’lı yıllarda yaşanan iletişim patlamasıyla Türkçe büyük dönüşüm geçirdi. Misal, otogara gittiğiniz zaman karşınıza Şow Turizm (aynen böyle yazılıyordu!) ya da Star Seyahat markaları çıkmaya başladı. Ben CNN Turizm’in tabelasını çok net hatırlıyorum. Bugüne kalan Metro Turizm mesela bir sonraki on yılın, internet çağının eseridir.

Medya kelimesini düşünelim. Erken Cumhuriyet döneminde, Osmanlı’dan miras, bu işlere ‘matbuat’ denirdi. 70’lerde TRT açılınca kavramın adı ‘basın-yayın’ olarak değişti. Böylece hem basılı malzeme, hem de radyo ve televizyon yayınları işin içine girmiş oldu. Otuz yıl kadar önce de medya diye bir şey peyda oldu. Hem de aniden, bir gecede. Hatta ilk kullanımı “plaza medyası”dır. Hafif aşağılama içerir. Basın kuruluşlarının mukim oldukları yüksek binalara plaza adı verilmişti ve bu binalar kötülüğün simgesi olarak görülmekteydi. Halbuki ‘plaza’ köken itibarıyla meydan demektir.

Ecnebiler yüksek binaların yanına mutlaka meydanlıklar alanlar bırakır. Biz de ise meydan falan kalmadı, plaza dendi mi yüksek ve modern yapılar anlaşılır oldu. Bunları niye anlattım? Dil organik bir bütünlük olarak evrilirken aslında toplumsal değişimi yansıtıyor. Ortaya çıkan yeni kelimeler, deyişler, söyleyiş biçimleri toplum hayatındaki değişimin belirgin izlerini taşıyor. Hafıza denen şey de zaten böyle oluşuyor.

Atasözlerinin çoğunda dişil yaratıcı zekâ gördüğünüz için “atasözü” ile “anasözü”nü ayırıyorsunuz. Bu sözlerin toplumsal bellekteki yeri ve dilin cinsiyeti hakkında ne söylemek istersiniz?

Benim “anasözleri” diyerek ayrı bir paranteze koyduğum atasözleri dişil anlatım özellikleri taşıyor. Bunlardan yola çıkarak dilin cinsiyetini düşünmek çok kolay olmayabilir. Bu çok tartışmalı ve uzmanlık gerektiren bir alan, o yüzden iddialı konuşmak istemem. Şu kadarını söyleyebilirim. Hem biyolojik cinsiyet hem de toplumsal cinsiyet kişinin konuşma şeklini doğrudan etkiler. Ancak atasözleri dediğimizde aslında toplum düzeninin yeniden üretilme araçlarından birini anlamalıyız.

İnsanlar öncelikle içinde yaşadıkları düzenin devamı için atasözlerine sarılır. Dişi yaratıcılık içerin anasözleri de esas itibarıyla ana kümeden farklı değildir. Düzenin, var olanın, süregidenin olduğu gibi kalması, eski köye yeni adet gelmemesi için söylenmiştir onlar da. Demem o ki, atamızın ve anamızın sözleri öyle büyük bilgelikler içermez; hayali kurulan güzel geleceğin altın anahtarı filan sayılamaz.

Kıymetleri hükümlerinden, yargılarından menkul değildir. Onları değerli kılan asıl unsur toplumu deşifre edişleridir. Sadece ait oldukları insan kümesinin zihin yapısını yansıtırlar. Sözlerden daha fazlasını beklemek de zannımca insafsızlık olur.

Peki, sizin okuyucuya sorduğunuz soruyla devam edelim. Nedir bir kitabı bir defterden ayıran şey? Ya da bu ikisinin arasında esaslı bir fark var mıdır?

Hem vardır hem yoktur. Her kitap önce defterdir. Defter dolar, büyür, gelişir. Dolan defter çok defa kitap olmayı özler. Şansı yaver giderse basılır, kamuya mal olur. Basıldıktan sonra zamanın sınavını aşarsa kitap olarak kalabilir. Bir kıymeti haiz ise yüzyıllara tur bindirir. Değilse, defter olarak kalması ya da kitap halinde basılması mühim bir fark yaratmaz.

Son olarak bu deftere giremeyen ama sizin için çok özel olan sözleri de bizimle paylaşır mısınız?

Hay hay. “Şeytan dokuz doğrunun arasına bir yalan sıkıştırır.”

“Açla çıplağın gönlü şen olur.”

“Ay doğar gediğinden, insan utansın dediğinden.”

Kaynak:Haber Merkezi

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.