Bedenin Hakkı: Türkiye’de HIV’le yaşamak

Bedenin Hakkı: Türkiye’de HIV’le yaşamak
Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları Platformu ve Kısa Dalga işbirliğiyle hazırlanan “Bedenin Hakkı: Cinsel Hakları Konuşuyoruz” podcast serimizin üçüncü bölümünde, Pozitif-iz Derneği’nden Çiğdem Şimşek ve Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nden (SPoD) Oğuzhan Latif Nuh ile Türkiye'de HIV ve AIDS'in takibi ve HIV'le yaşayanların deneyimlerini konuştuk.

DİLEK GEDİK


HIV, İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü, tedavi ve gerekli önlemler alınmadığında korunmasız cinsel temas, anneden bebeğe, kan nakliyle bulaşabilen ve vücudun çeşitli dokularına yerleşebilen, ancak esas etkilerini bağışıklık sistemi üzerinde gösteren bir enfeksiyon. HIV, tedavi altına alınmazsa bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. AIDS yani Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu ise HIV’in neden olduğu, hastalıklar bütünü, yani klinik bir evre.

Günümüzde HIV kontrol altında tutulabilir bir sağlık durumu. Tedavi alan HIV pozitif kişiler, herkes gibi yaşayabiliyor; çalışabiliyor, evlenebiliyor ve enfekte olmayan bebek sahibi olabiliyorlar. 2017 yılında ise tüm bilim otoriteleri tarafından ‘Belirlenemeyen=Bulaşmayan’ sloganı ile; düzenli tedavi alan HIV pozitiflerin HIV’i cinsel yolla bir başkasına aktaramayacakları ispatlandı.

Bu son yıllarda HIV alanındaki en büyük bilimsel devrim oldu. Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Hakları Platformu Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar Çalışma Grubu’nun bu konuda yaptığı önemli çalışmalar da mevcut.

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ

Çiğdem Şimşek ve Oğuzhan Latif Nuh, sorularımızı şöyle yanıtladı:

Dünyada ve Türkiye’de HIV ile yaşayan insanların sayısı nedir? Ülkemiz özelinde bu konuda elimizde sağlıklı veriler var mı? Veri konusunda varsa yaşanan güçlükler neler?

ÇİĞDEM ŞİMŞEK: Bu yıl Temmuz ayında Birleşmiş Milletler Ortak Programı, yayımladığı küresel rapora göre 38 milyonun üzerinde HIV’le yaşayan kişi var. Tabi ki bu bütün dünyada da buzdağının görünen kısmı. Aynı şeyi Türkiye için de söylemek mümkün. Türkiye’de ilk görüldüğü 1985’ten bu yana Kasım ayına kadar olan elde edilen verilerde de 36 binin üzerinde HIV’le yaşayan kişi olduğu kaydedildi. Ancak Türkiye'deki bu verileri değerlendiren pek çok uzman diyor ki; 2040 yılında yaklaşık 400 bin HIV’le yaşayan kişi olacağı ve bunun sadece 150 binine tanı konabileceği yönünde. Az önce de söylediğim gibi sadece buzdağının görünen kısmına tanı konabiliyor. Bunun nedeni de hem HIV’e, hem de HIV’le yaşayan kişilere olan önyargılar.

Sağlık Bakanlığı HIV’i sadece bir sağlık problemi olarak değil, aynı zamanda toplumsa, sosyal bir problem olarak tanımlıyor. Siz ne diyorsunuz? HIV’le yaşayanların kaçı tedaviye ulaşabiliyor?

OĞUZHAN LATİF NUH: Ülkemizde aslında tüm pandemilerden başlayabiliriz. Tüm pandemiler yapıları dolayısıyla toplumdaki farklı eşitsizlikleri ortaya çıkartıyorlar. Bunu aslında CDVİD döneminde de deneyimledik ve hala deneyimlemeye devam ediyoruz. Bu HIV özelinde de geçerli. Böyle olduğu için her ne kadar HIV’e verdiğimiz klinik yanıt şu an çok başarılı olsa ve vücudumuza virüs baskılansa bile sosyal faktörler işin içine girdiği için ve sosyal eşitsizlikler ortaya çıktığı için aslında toplum sağlığını ilgilendiren bir olgu aslında. Bu yüzden bu yüzden de aslında her ne kadar klinik olarak verdiğimiz yanı başarılı olsa da asıl önemli olan bu tedavilere ne kadar erişim olduğu. 2021 yılında HIV&le yaşayan 38 milyon kişiydik ve bu insanların yüzde 85’i statülerini biliyordu. Yüzde 75’i tedaviye erişim sağlayabiliyordu. Bunlar global veriler ama Türkiye’ye baktığımızda aslında elimizde hiçbir veri yok. Türkiye’de kaç kişinin HIV’le yaşadığını istatistiki olarak tahmin etmek şöyle dursun kaç kişinin tedaviye eriştiği istatistiğini de bilmiyoruz. Test olduktan sonra kaç kişi tedavi erişebiliyor bunu da bilmiyoruz. Aslında Türkiye'deki veri ve veri eksiği olduğu için de hizmet geliştirmekte zorlanıyoruz.

HIV’le yaşayanların sağlık hizmetine erişimde yaşadığı zorluklar neler? Önyargılar, ayrımcı ve dışlayıcı tutumlar, doğru bilinen yanlışlar neler? HIV’le yaşayan kadınlar, mülteciler, LGBTi+’lar nelerle karşılaşıyor?

ÇİĞDEM ŞİMŞEK: Ne yazık ki HIV’le yaşayan kişiler hayatın her alanında, iş hayatından özel hayatına kamusal alana, her yerde sistematik bir şekilde damgalanıyor ve ayrımcılığa maruz bırakılıyorlar. Bu da hak ihlalleri olarak karşımıza çıkıyor. HIV alanında bilimsel olarak bir sürü başarı kaydedildi. 40 yıl oldu neredeyse tanımlanalı ama aynı şey ne yazık ki bunu damgalanma ve ayrımcılık için söylemek çok mümkün değil. Özellikle de yanlış inanışlar, yanlış bilgiler de bu algıyı çok körükleyebiliyor. Örneğin ‘HIV sadece bir LGBTİ+’ların meselesidir’ gibi çok yanlış bir inanış var. Dünya verilerine baktığımızda bunun yüzde 54’ünü kadınların ve kız çocuklarının oluşturduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde marjinal yaşayan, işte mutlaka bir şey yapmıştır da başına gelmiştir gibi daha çok ahlaki bir yerden değerlendirdiğimiz bir tarafı da olabiliyor. HIV’le yaşayanlar en çok sağlık alanında ve sağlık çalışanları tarafından hak ihlallerine maruz bırakılabiliyor. İkinci sırada da çalışma hayatı geliyor. Sağlık alanı ile ilgili parantez açmak istiyorum. Genelde HIV’le yaşayanlar ve sağlık profesyonelleri olarak iki ayrı grupmuş gibi ele alıyoruz ama bu yıl yayınladığımız hak ihlalleri raporunda ise öne çıkan verilerden biri de, bu yıl HIV’le yaşayan sağlık çalışanlarının daha çok hak ihlaline maruz kaldığı yönünde. Yani HIV’le yaşayan her meslekten, her yaştan, her ırktan, her cinsel kimlik ve yönelimden insan var. Ayrıştırmamak gerekiyor.

OĞUZHAN LATİF NUH: Bunlar yaşanıyor, bunlar bizim gerçekliğimiz. Ama bunun yanında aynı zamanda güzel şeyler de yaşıyoruz. Biz biliyorsunuz ülkede hepimiz çok fazla hak ihlali deneyimliyoruz ve bu hak ihlalleri bir yerlerde bizi bir araya getirip haklarımızı talep etmemize de aslında ortam sağlamış oluyor. Alanında tabi ki HIV’le yaşayanların ve alanda çalışanların birbirini destekledikleri sivil toplum örgütleri var. Bu örgütler, LGBTİ+ örgütleri ya da HIV örgütleri ya da cinsel sağlık örgütleri gibi farklı farklı alanlarda çalışan bir sürü örgüt var. LGBTİ+ örgütleri de HIV’le yaşayan ya da HIV’den etkilenen, yeni HIV tanısı almış LGBTİ+’lara destek vermek için aslında son yıllarda daha fazla hizmet geliştirmeye başladılar. LGBTİ+’lar, bilgisizlikten ve bilgiye erişimin kısıtlılığından kaynaklanan bir damgalamaya da maruz bırakılıyorlar. Sanki sadece bizi ilgilendiren bir enfeksiyonmuş gibi de algılanabiliyor. Ama bunun yanı sıra bizim teste erişimlimiz daha da zor. Çünkü test merkezleri ya da sağlık kuruluşları, bir şekilde devletle ilişkilenen ve devlet kurumlarında bizim hizmet almamızı zorlaştıran bir sürü sosyal faktör var aslında.

Statü paylaşımı da bir sorun olarak çıkıyor karşımıza. Bu konu da bir insan hakkı sorunu aslında. Bu alanda yaşanan sorunlar neler?

OĞUZHAN LATİF NUH: Aslında bu tartışmayı biz yeni yeni yaşamaya başladık ve bu tartışmanın üst başlığı aslında HIV’in kriminalleştirilmesi. Çünkü statü paylaşımı şöyle bir tartışma olarak karşımıza çıktı birkaç yıl önce Dünya AIDS Günü’nde. Sağlıkta Genç Yaklaşımlar Derneği ve Cinsel Şiddetli Mücadele Derneği’nin ‘HIV’le yaşayanlar statülerini paylaşmak zorunda değillerdir’ şeklinde yaptıkları bir paylaşım sonrası bu tartışma çok alevlendi sosyal medyada. İnsanlar istedi ki HIV’le yaşayanlar yani ben tüm partnerlerime herhangi bir şey yaşamadan önce HIV statümü söylemek zorunda olayım. Biraz önce bahsettiğim gibi bu bilgisizlikten kaynaklanıyor. Çünkü ben tedavi alıyorum ve benden başka birine HIV geçme ihtimali zaten yok. Dolayısıyla benden başka birine geçip, başka birine zarar verme ihtimali yokken, ben niye böyle bir sorumlulukla, zorunlulukla karşı karşıya bırakılıyorum? Bu HIV’in kriminalleştirilmesidir. Çünkü paylaşmamam halinde ‘bunun yasal bir yaptırımı olmalıdır’ deniliyor. Bu tartışmayı ilk yaşayan ülke de değil aslında Türkiye. Birçok ülke bunu yaşadı ve bir sürü ülke HIV’i bu şekilde kriminalleştirdi ve hala bazıları bu yasaları kaldırmaya çalışıyor. Bunlardan biri mesela Norveç. Norveç’te de HIV’in statü paylaşımı zorunlu haldeydi ama yavaş yavaş şu an kaldırılıyor. HIV’le yaşayanlara böyle bir zorunluluk getirmenin mantıksız olduğunu söylüyor. Çünkü şu andaki politikaların amacı, HIV’le yaşayanların test olup tedaviyi erişilmeleri ki başkalarını geçemesin. Dolayısıyla statülerini paylaşmasalar bile tedaviye erişimleri varsa bir risk ortada yok, bir zarar verme ihtimali ortada yok aslında. Biz bu tartışmayı Türkiye'de yeni yeni sindirmeye başladık. Daha fazla da konuşmaya devam edeceğiz sanırım.

Çalışma yaşamında yaşanan zorluklar da var. HIV’le yaşayanlar, çalışma hayatında nelerle karşılaşıyor?

ÇİĞDEM ŞİMŞEK: İlk basamakta işe girişlerde istenen HIV testi karşılarına bir engel olarak çıkıyor. Bunun hiçbir kanuni zorunluluğu yok. Mantıklı, elle tutulur bir tarafı da yok aslında. Çalışma hayatı derken bunu her alan olarak düşünelim. Az önce de bahsettiğim gibi HIV’le yaşayan sağlık çalışanlarının yine kendi kurumlarında belli periyotlarda muayene olmaları ya da kan vermeleri gerekiyor. Onlar daha çok damgalanmaya, çifte damgalanmaya maruz kalabiliyorlar ya da kendi kurumlarında tedavilerine erişmeyip başka bir klinikte destek almaya devam ediyorlar. Hatta biliyorsunuz Türkiye sadece birkaç tane büyükşehirden oluşmuyor. Anadolu var, kırsal var. Buralarda görev yapan insanlar bırakın kendi mahallesindeki yere gitmeyi bambaşka şehirlerde tedavilerini almak için yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Öte yandan iş hayatı devam ederken de iş hekiminin statüsünü öğrenmesi nedeniyle işverenlerle durumunu paylaşması yine bir hak ihlali olarak karşımıza çıkıyor. Hekim dahi olsa bir kişi hiç kimsenin rızası olsa da HIV statüsünü paylaşamaz. Bu TCK'ya göre suç teşkil ediyor. HIV’le yaşayanların statülerini paylaşma konusu için de aynı şey geçerli aslında. Aslında bunu savunan insanların neden böyle düşündükleri konusunda bir empati kurmaya çalışıyorum. Çünkü korkuyorlar. Korkunun temelinde yanlış bilgi var ve yanlış bilgi nedeniyle önyargılar oluşuyor. Ne yazık ki önyargılar, hayatın her alanında karşımıza çıkabiliyor. Ne kadar doğru ve güncel bilgiyle öğrenirsek bu korkuları çok kısa bir sürede geride bırakmak mümkün.

CİSÜ Platformu Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar Çalışma Grubu olarak kamuoyu ile de paylaştığınız “Türkiye HIV/AIDS Kontrol Programının Uygulanmasını ve Eylem Planında Belirtilen Değerlendirme Toplantılarının Yapılmasını Talep Ediyoruz” başlıklı bir politika belgeniz var. Bundan bahseder misiniz? Acil olarak neleri talep ediyorsunuz? Neler yapılmalı?

OĞUZHAN LATİF NUH: Sağlık Bakanlığı’nın 2019 yılında yayınladığı ve 2019-2024 yıllarını kapsayan bir belge var. Burada aslında global hedeflerle de paralel bir şekilde yerel hedeflerini listelemiş. Sağlık Bakanlığı. Bir sürü aktivite, faaliyet, hedef belirlemiş ama bu programın neredeyse sonuna geldik. 2024’e çok yaklaştık ve bu faaliyetlerin, planların, hedeflerin neresine gelindi, ne kadar yapıldı bunları bilmiyoruz. O yüzden yayınladığımız politika belgesinin de ana talebi aslında izleme ve değerlendirme çalışmaları yapılması ve bu çalışmalara da tüm sivil toplum örgütlerinin yani HIV alanında kesişimsellikten söz ediyoruz, tüm bu alanla alakası olan tüm sivil toplum örgütlerinin, yani toplumun tüm kesimlerinin de dahil edildiği toplantılar talep ediyoruz aslında. Çünkü bu dosya eğer gidip bakarsanız Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesinden. Bir sürü paydaşı olan bir dosya. Ama sadece iki sivil toplum kuruluşu paydaş olarak listelenmiş.

Kimler paydaş bu programda?

OĞUZHAN LATİF NUH: Bu kontrol programı, küresel hedeflerle yani Birleşmiş Milletlerin yeni yayınladığı hedeflerle paralel bir şekilde geliştirilen bir program. Üç ana hedefi var: 95, 95, 95 olarak listeleyebileceğimiz. HIV’le yaşayanlar test olabilsinler, tedaviyi erişimi sağlayabilsinler ve viral yükleri baskılansın. Yüzde 95’ler bunlar aslında. Biz bu yüzde 95’lerin neresindeyiz bilmiyoruz. Türkiye'de programında ana amacı aslında bu durumu geliştirmek ve bu hedeflerin takibini yapabilmek. Peki paydaşlar kimler diye bakarsak çok fazla paydaşı var. Bu dosyanın. Yani çok fazla bakanlık var. Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Diyanet İşleri Bakanlığı, Aile, Çalışma Bakanlığı gibi gibi farklı farklı bakanlıklar var. Bazıları neden orada oldukları çok anlaşılır. Bazılarının neden orada oldukları çok anlaşılır değil. Mesela Radyo Televizyon Üst Kurulu gibi. RTÜK, belgenin paydaşı olarak son dört yılda ne yapmış? Ya da biz ne yapmasını bekliyoruz? Bu soruların yanıtları banda da yok. Tabii ki en önemlisi dediğimiz gibi klinik yanıt çok gelişti HIV’de ama sosyal yanıt yani bu tedavilerin erişilebilirliği aslında şu anki güncel sıkıntı yaşadığımız alan. Bu yüzden sivil toplumun yani HIV’den etkilenen kişilerin, bu planlamalara dahil edilmesi ve onların deneyimleri ve ihtiyaçları doğrultusunda test, tanı, tedavi ve bakım hizmetlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Bu programla ilgili aslında vurgulamak istediğimiz ve daha fazla tartışılmasını istediğimiz noktalar bunlar.

ÇİĞDEM ŞİMŞEK: Bu küresel hedeflerin 95 95, 95 küresel hedefleri olarak artık son yıllarda dördüncü bir 95 de konuşuluyor. Deniyor ki tamam teste gitti, tanı aldı bir ay baskılanma sağladı ve artık bu insanların cinsel yolla bulaştırıcılığı yok. Peki bunlar ne kadar sahip oldukları hakları kullanılabilir haldeler? Herhangi bir ayrımcılık yaşamıyorlar, yani insan onuruna yakışır bir şekilde hayatlarına devam edebiliyorlar? Bu üçlü 95’te Türkiye’nin ilk basamakta yani test ve tanı koymada biraz karne notu zayıf ama tedavi erişimde, yine burada bir parantez açayım: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ya da kayıtlı olan kişiler sadece bu haktan yararlanabiliyorlar. Ne yazık ki tedaviye erişemeyen. mülteci, sığınmacı, göçmen statüsünde pek çok insan var. Bu da ayrı bir sağlık hakkı. Yaşam hakkı, insan hakkı ihlal olarak değerlendirilebilir. Sonrasında da viral olarak baskılanıyor. Ama ilk olarak teste erişim yani test yapma ve tanı koymanın çok daha üzerine eğilmesi gereken bir basamak olarak dikkat çekiyor.

Etkili bir program uygulanmasının önündeki engel ne? Aslında ne olmalı, ne yapılmalı?

OĞUZHAN LATİF NUH: Çok fazla engel var şu anki bulunduğumuz noktada ama sanırım içinde bulunduğumuz ekonomik koşulları göz önüne alırsak yatırım yapılması gerekiyor bu alana. İnsanlar HIV testi olabilmek için farklı şehirlere gidiyorlar ya da komşu şehir de değil, çok daha uzaktaki bir şehre gidiyorlar. Çünkü ifşa olmaktan korkuyorlar ve bu sadece bir kaygı değil. Bu yaşanıyor. Bunlar yaşandığı için insanlar bunlardan korkuyor. Dolayısıyla HIV alanında yatırım yapılması gerekiyor. Bu yatırım, hem bu alanda çalışanların eğitimleri üzerine hem yeni merkezlerin, yeni hizmet türlerinin, yeni hizmet sunum şekillerinin yaygınlaştırılması üzerine yapılması gerekiyor. Ayrıca bu yatırımda çok büyük bir eğitim verilmesi gerekiyor. Çünkü paydaşlardan bahsettik az önce. Kontrol programının süresi boyunca 2019-2024 yılı arasında, bu paydaşların bazıları LGBTİ+’ları açık bir şekilde hedef gösterdi ve LGBTİ+’larla COVİD arasında ilişkilendirme bile kurmaya çalışan kurumlar oldu. Dolayısıyla programda yazan politik duruştan çok uzak ya da tam zıttını yapan kurumlar var. Ama bunlar programın paydaşları. En başa dönüp, en temelden bu stratejiyi, bu programı, devletin buna nasıl yanıt vermek istediğini tartışmamız gerekiyor sanırım.

ÇİĞDEM ŞİMŞEK: Aslında HIV’i sadece bir enfeksiyon olarak ele almak, tıbbi bir açıklaması olan enfeksiyon olarak ele almak çok önemli. Ne yazık ki Türk toplumu olarak bunu ahlaki bir yerden kurguluyoruz ve ele alıyoruz. En zemininde bunu tıbbi açıklaması olan bir enfeksiyon olarak ele almak, her insan önlem almazsa karşılaşabileceği bir durum gibi almak sanıyorum ilk adım için önemli olacaktır.

HIV’i daha çok anlatmak gerekiyor sanıyorum. Yani ne olduğunu, daha doğrusu ne olmadığını anlatmak, doğru bilgiyi yaygınlaştırmak bütün olumsuzlukları yavaş yavaş ortadan kaldıracaktır. Bizim umudumuz ve inancımız hep bu yönde.

OĞUZHAN LATİF NUH: Belki son bir şey olarak ben de şunu söyleyebilirim. Birleşmiş Milletler’in 2021 raporunu hep referans verdik, oradan başka bir bilgi paylaşabiliriz belki. Türkiye yeni HIV enfeksiyon sayılarının yani yeni HIV sayılarının artmakta olduğu sayılı ülkeler arasında. Bu demektir ki aslında herhangi birimiz her an HIV tanısı alabiliriz. Hayatımızda olan biri ya da yarın tanışacağımız biri HIV tanısı alabilir. Buna ne kadar hazırız, neler biliyoruz, bildiklerimizin ne kadar doğru? Bunu hepimizin gidip tekrar kontrol etmesi, bilmiyorsak birileriyle konuşup, bir podcast dinleyip, Youtube'dan bir şeyler izleyip ya da internetten bir şeyler okuyup bilinçlenmeye çalışması gerekiyor. Çünkü içinde bulunduğumuz gerçeklik bu.

HIV'le ilgili daha fazla bilgi almak isteyenler şu sitelerden de faydalanabilir:

https://www.pozitifiz.org/ https://pozitifyasam.org/

https://www.pozitifdayanisma.org/

Oğuzhan Latif Nuh

2016 yılında HIV tanısı aldıktan sonra LGBTİ+, cinsel sağlık ve HIV alanda çalışmaya başladı. Uluslararası AIDS Topluluğunun gençlik elçilerinden biri. Pandemi döneminde İsviçre’de başladığı Sağlık Bilimi yüksek lisansı eğitimini tamamladı. Aynı zamanda sağlık hizmetleri araştırmacısı ve Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneğinin (SPoD) HIV çalışmaları birimi sorumlusu.

Çiğdem Şimşek

17 yıldır HIV alanında aktivizm yapıyor. Krucu üyesi olduğu Pozitif-iz Derneği çatısı altında, kurumsal iletişim, kaynak geliştirme ve HIV/AIDS eğitici eğitmenliği dışında, HIV tanısı alan kişilerin yaşamlarını normalleştirebilmeleri için destek hizmetlerine, yaşadıkları hak ihlallerine karşı savunuculuk çalışmalarına, HIV'in doğru bir şekilde tanınırlığını arttırmak ve önyargıları ortadan kaldırmak amacıyla farkındalık faaliyetlerine devam ediyor.

“Bedenin Hakkı: Cinsel Hakları Konuşuyoruz” podcast serimizin dördüncü bölümünde, İstanbul Okan Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Dr. Özlem Çiftçi ve 17 Mayıs Derneği Yönetim Kurulu üyesi, Kaos GL İnsan Hakları İzleme Uzmanı Defne Güzel ile HPV taraması ve aşısını ele alacağız.

Podcast