YARGI TERAZİSİNDEKİ IŞİD: TAHLİYELER, BERAATLER...

YARGI TERAZİSİNDEKİ IŞİD: TAHLİYELER, BERAATLER...
Yargının üç aşaması olan soruşturma, kovuşturma ve temyiz aşamalarında verdiği kararlarda, çok sayıda IŞİD’li için “cezasız bırakılmışlar” eleştirisini haklı kılabilecek sonuçlara varılıyor. Savcılıklarda, “katliamlarda ayak izi bırakanlara” nasıl takipsizlik kararları verildi? Mahkemelerde müebbetle yargılanan sanıklar için nasıl beraat kararları verdi? Yargıtay elindeki kalaşnikof için “bir fotoğraf çektirip geri verecektim” diyen sanıklara verilen mahkumiyet kararlarını sanıklar lehine bozdu? "Yargı terazisindeki IŞİD"i Avukat Senem Doğanoğlu ve Avukat Erkan Ünüvar ile konuştuk. Ünüvar’a göre “Cezasızlık, katliamlar olarak yansıdı”. Doğanoğlu da yargının “çifte standardın da ötesinde IŞİD lehine davrandığını” vurguluyor.



Kaç zamandır çalışma masamın üzerinde bazı dava dosyalarına ait belgeler duruyor... Sanıkları IŞİD şüpheleri… Dosyalarda verilen kararlar, “Tanrıça Themis gözbağını mı aralamış?” diye sorduruyor. Örneğin birinde Emniyet Müdürlüğü’nün yazısı var. Yazıda, 2017 yılbaşında Reina Gece Kulübü’ne düzenlenen saldırı hatırlatılıp sanığın böyle bir saldırı düzenleyebileceği yönünde istihbarat bilgileri olduğundan söz ediliyor.

Dosyada sanığın fotoğrafları var. Siyah giyimli, elinde kalaşnikof marka silah… Hakimler, savcılar sanığa soruyor: Bu kıyafet ve silah ne? Sanık, “Suriye’de bulunan amcamdan fotoğraf çektirmek için ödünç aldım” diyor. Mahkeme örgüt üyeliğinden ceza veriyor. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, sanığın savunmasını kabul ediyor ve mahkumiyeti bozuyor. Ve diyor ki: Sanığın derhal tahliyesine…

İşte bu ve diğer dosyalar bize, “Yargı IŞİD’e nasıl bakıyor, diğer örgüt davalarındaki benzer deliller konu IŞİD olunca nasıl değerlendiriliyor” diye sordurdu. 

Girişte sözünü ettiğimiz dosyayı en sonunda işleyeceğiz. Çünkü o bir Yargıtay kararı ve ona gelinceye kadar IŞİD’lilerin soruşturulduğu savcılıklarda, yargılandıkları yerel mahkemelerde neler oluyor, onlara bakalım. Örnek dosyalar üzerinden, “savcılık ayağı”, “mahkemeler ayağı” ve “Yargıtay ayağı” olarak aşama aşama gidelim. Ama önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan tam 5 yıl önce bir muhtarlar toplantısındaki “seferberlik ilanını” hatırlayalım:

“Kardeşlerim şunu unutmayın, ‘kurşun adres sormaz’ derler. Bomba da bunların hiçbirini sormaz. Öyleyse mücadelemizi, sadece kurumlara, sadece güvenlik güçlerine bırakamayız. Bu mücadeleyi hep birlikte vereceğiz. Muhtar dediğimiz nedir? Bulunduğu köyün, bulunduğu mahallenin hangi evinde, hangi dairesinde kim var, bunları enine boyuna bilendir. Buradan tüm vatandaşlarıma sesleniyorum; Anayasamızın 104. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı olarak PKK’sıyla, DEAŞ’ıyla, FETÖ’süyle DHKP-C’siyle ve tüm diğerleriyle, adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun tüm terör örgütlerine karşı milli bir seferberlik ilan ediyorum.”


HER YAKALANIŞINDA SALIVERİLEN BİR “GEDİKLİ” 

Erdoğan, 14 Aralık 2016’da bu konuşmayı yaptığı günlerde Kırıkkale Cezaevi’nde bir tutuklu bulunuyordu. Adı, Muhammed Cengiz Dayan’dı. IŞİD soruşturmalarının gediklilerinden. Deneyimli.

“Yargı IŞİD’e nasıl bakıyor?” diye sorduk ya hani. Yargının “savcılık ayağı”nın IŞİD tutumunu Muhammed Cengiz Dayan dosyası üzerinden bakacağız. 

Kim bu Muhammed Cengiz Dayan? Antep’in Köklüce Köyü’nden. “Deneyimli” dedik de öyle yaşlı birini beklemeyin; şimdi 34 yaşında. El Kaide’nin ilk müşterilerinden. Daha IŞİD bile yokken, 2008 yılında, 21 yaşında köyünden ayrıldı ve Afganistan’a gitti; El Kaide’ye katıldı. Birkaç yıl sonra Gürbulak Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye dönerken yakalandı. 19 Aralık 2011’de Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla tutuklandı. 6 ay sonra salıverildi.

Bu sırada Antep Savcılığı da   hakkında “terör örgütü üyeliği”nden soruşturma yürütüyordu ama o artık özgürdü. Firari şüpheli oldu.

Artık IŞİD kurulmuş, Suriye’de faaliyet gösterir hale gelmişti. Muhammed Cengiz Dayan bu kez Suriye’ye gitti. Suriye’de bu kıdemine yakışan bir titri oldu: Şer-i Emir. Yani dini konularda hüküm veren kişi. Kod adlarından biri “Gülen Adam”dı, diğeri de Abdulmumin.

Şimdi size, “herhangi bir IŞİD’liyi anlatıyormuşuz” gibi gelebilir. Birazdan Ankara Tren Garı’ndan çıkacak ama savcılar onu görmeyecek, biraz sabır.

Muhammed Cengiz Dayan, 7 Kasım 2015’te Gaziantep’te, arabasında resmen bir cephanelikle dolaşırken yakalandı. Polis ekipleri şüphe üzerine, Dayan’ın bir başka IŞİD’li Nurettin Gül, nam-ı diğer, Ebu Enes ile birlikte bulunduğu aracı durdurmak istedi. Dayan ve Gül bir taraftan polisle çatışırken bir taraftan da kaçmaya çalışıyorlardı. Kullandıkları otomobil kaza yapıp durdu. Siyah araçtan 2 tabanca, 525 adet fişek ve sahte kimlikler çıktı. Belli ki Ankara’daki patlamadan 28 gün sonra başka bir eylem hazırlığı içindeydiler. “Tamam artık salıverilmez” diyeceksiniz değil mi? Öyle olmadı.

10 Kasım 2015’te “örgüt üyeliği, örgüt adına eylem yapmak ve sahte kimlik kullanmak”tan tutuklandı. Kendisine kumpas kurulduğunu savundu, “salıverin beni, bedelli olarak askerliğimi yapacağım” dedi. Cezaevinde çok kalmadı, bir buçuk yıl sonra salıverildi. İtiraz üzerine yine tutuklandı, bu sefer 4 ay sonra, 31 Kasım 2017’de yine salıverildi. Bedelli askerlik yapacağım diyordu ama haliyle yapmadı.

Bu sırada Ankara Gar katliamı dosyası da olgunlaşıyordu. Tren Garı Katliamı Avukat Komisyonu üyeleri diğer mahkemelerden bilgi istedi, yüzlerce klasörden oluşan dosyayı sayfa sayfa inceledi ve ortaya şu bilgiler çıktı:

Tren Garı katliamının alt organizatörü Yunus Durmaz, canlı bomba veya başka eylemci ihtiyacı olduğunda Muhammed Cengiz Dayan’dan adam isterdi. Bu durum, Gar soruşturmasını yürüten Ankara Polisi’nin dosyasında tutanak altına alındı.

IŞİD’lilerin, yine Gar katliamı dosyasında yer alan, birbirleriyle yazışmalarına bakılırsa da Dayan, Gar Katliamının baş organizatörü Ebu Zeyneb’den canlı bomba talep ediyordu.

Muhammed Cengiz Dayan ifadelere göre IŞİD’in Suriye’deki genel askeri emiriydi, kadısıydı. Örgütten kaçacak olan olursa o yargılar, idam kararlarını o verirdi. IŞİD’in Suriye’deki “Türkiye Masası”nın başında da Dayan vardı. 

Ve nihayet itirafçı Ömer Yetek kendisi için dedi ki: “Türkiye’de gerçekleştirilen Beyoğlu, Suruç, Ankara Tren Garı ve Sultanahmet saldırılarının eylemcileri, Muhammed Cengiz Dayan’ın başında olduğu Fernasül Halife Ketibesinde yetiştirilmiştir.”


KATLİAMIN SANIĞI OLMAKTAN BÖYLE KURTULDU

İtirafçı Ömer Yetek’in bu sözü, sizin kadar bizim de dikkatimizi çekti. Çünkü polis, Muhammed Cengiz Dayan’a, Ankara Tren Garı patlamasından sonra başlatılan soruşturmada ulaşmış, O’nun da bu katliamın planlayıcılarından olduğu yönünde bilgiler toplanmıştı. Peki sonra ne olmuştu? Ankara Başsavcılığı Muhammed Cengiz Dayan için takipsizlik kararı verdi. Gerekçe olarak da, “Zaten Gaziantep’te örgüt üyeliğinden, sahte kimlik kullanmaktan yargılanıp 10 yıl 10 ay hapis cezası almış, Ankara Garı patlamasından da yargılanıra ikinci kez yargılanmış olacak” demişti.

Muhammed Cengiz Dayan, Ankara Başsavcılığı’nın bu yorumuna göre 20 yıl daha az ceza almış oldu. Çünkü Ankara Garı patlamasından yargılansaydı, “103 kişiyi öldürmek ve Anayasal düzene karşı suç işlemek”ten mahkum olabilecekti. Hatta IŞİD içinden “insanlığa karşı suç işlediği” gerekçesiyle yargılanan tek kişi olan Erman Ekici’nin, Muhammed Cengiz Dayan’dan talimat aldığını gösteren yazışmalar vardı. Yani Dayan da “insanlığa karşı suç” sanığı olabilirdi. Ama takipsizlik kararı sayesinde olmadı.

Ve dahası, polis şimdi belki Antep’te belki bir başka şehirde aramızda yaşamakta olan Muhammed Cengiz Dayan için araştırma tutanağına, şöyle yazıyordu:

“Cezaevinden tahliye edilen Gülen Adam kod adlı Muhammed Cengiz Dayan ve Nurettin Gül isimli şahısların önümüzdeki dönemlerde aktif olarak faaliyetlere başlayabilecekleri veya yeniden eylemsel planlamalara yönelebilecekleri, DEAŞ terör örgütü adına ülkemize yönelik ‘yalnız kurt’ tarzı eylem yapabilecekleri değerlendirilmektedir.”

İşte böylelikle bir IŞİD’li, savcılık aşamasında asıl sorumluluğu bulunduğu katliamların sanığı olmaktan nasıl kurtuldu bunu anlatmış olduk.


“CEZASIZLIK KATLİAMLAR OLARAK BİZE YANSIDI”


“Katliam sanığı olan yani hakkında bu nedenle dava açılmış olan bir IŞİD’linin mahkeme aşamasında nasıl beraat ettiğini” birazdan anlatacağız. Önce, IŞİD soruşturmalarını yürüten savcıların, IŞİD davalarına bakan mahkemelerin tutumunu Avukat Erkan Ünüvar’ın anlatımlarıyla aktaralım.

IŞİD’e karşı cezasızlık uygulamasının siyasetin tavrıyla da yakından ilintili olduğunu anlatan Ünüvar, “Cezasızlık pratiği bize 2015 yılında katliamlar olarak yansıdı” diyor. “Söz konusu IŞİD’liler olduğunda delillerin göz ardı edildiğini hatta saklandığını” örnekleriyle anlatan Ünüvar şunları söylüyor:

“Yargının IŞİD’li sanıklara karşı tutumu, maalesef bizim cezasızlık politikası diye adlandırdığımız, yani mümkün olduğunca ceza vermeme, en az ceza verme şeklinde bir politika uygulaması şeklinde oluyor. Bu da aslında siyasi iktidarın ve diğer devlet kurumlarının bu anlamdaki IŞİD’e karşı pek de bağımsız değil. Yani dava dosyalarından aldığımız izlenim bu şekilde. Bunu çok net bir şekilde söyleyebiliyoruz. Çünkü dava dosyalarına baktığımızda IŞİD’li sanıkların, şüphelilerin ceza almaları gerektiği halde beraat ettirildikleri, örgütsel ilişkileri deşifre olmasına rağmen, çok sayıda mühimmat, silahla yakalanmalarına rağmen beraat ettirildikleri ya da tutuklu kalmaları gerekirken çok çabuk birinci ikinci duruşmada hemen tahliye edildikleri ve sonrasında da zaten kaçıp kendilerini, izlerini kaybettirip örgütsel faaliyetlerini devam ettikleri şeklinde oluyor. Bu da yargının bu konudaki isteksizliğinden kaynaklanıyor. 

Örneğin bizim 10 Ekim dosyasında bu şekilde bazı sanıklar var şu an firariler. Bir kısmı önceden tutuklanıp tahliye edilmiş, bir kısmı örgüt yöneticisi oldukları halde örgüt üyesi olarak yargılanıyorlar. Bir kısmı ise örgüt yöneticisi oldukları halde dosyaya da dahil edilmediler. Örneğin Muhammed Cengiz Dayan. Takipsizlik kararı verildi hakkında. Örgüt yöneticisi olduğuna dair dosyada pek çok delil olmasına rağmen savcılar bunları dikkate almadı. 

Bunun dışında başka isimler de var. Zaman zaman bunları biz dava sırasında açıklıyoruz. Bunun yanı sıra savcıların ve mahkemelerin delilleri yeterince incelemeyip araştırmayıp, derinlemesine bir araştırma yapmaksızın IŞİD’liler hakkındaki delilleri neredeyse göz ardı ettiklerini çok sık rastlıyoruz. Hem 10 Ekim dosyasında hem diğer dosyalarda. Örneğin Suruç’ta sırf canlı bombanın kimliğini polise verdikleri için HDP’lilerin her şeyi araştırıldığı halde, yani HTS kayıtlarına varıncaya kadar varıncaya kadar ilişkilerinin hepsi sonuna kadar araştırıldığı halde orada gözlemci olduğu anlaşılan bir imam var, Abdullah Ömer Aslan diye, o yakalanıyor ancak ifadesi bile alınmadan serbest bırakılıyor. Burada çok açık bir çifte standart var. Yani yargının bu konudaki tutumu kişilere göre çok değişiyor. Bunu çok net görebiliyoruz. Çok net teşhis edebiliyoruz. Başka örgüt dosyalarında çok ciddi delil olarak kabul edilen istihbarat raporları ve gizli tanık beyanları örneğin IŞİD dosyalarında başka delillerle desteklenmiyor diye dikkate alınmıyor. Veya çok ciddi deliller olmasına rağmen IŞİD’li sanıklar hakkında bu deliller dikkate alınmıyor.”


MÜEBBETTEN BERAATE GİDEN YOL: MAHKEMENİN GÖRMEZDEN GELDİĞİ BELGELER

Bakalım mahkemelerde neler oluyor?

Yerel mahkemelerin IŞİD’lilere nasıl baktığını anlamak için şimdi, 2015 Haziran seçimleri öncesine gidelim. HDP’nin İstasyon Meydanı’nda mitingi vardı. Miting başlayıp konuşmalara geçildiği sırada korkulan oldu. İlk patlamada kalabalık panik yaşayarak sağa sola dağılırken bu kez ikinci bomba patladı. 4 kişi yaşamını yitirdi, 210 kişi yaralandı.

Patlamayla ilgili dava, Ankara Batı 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Davanın 5 sanığı vardı. Bilindik isimlerdi. Hemen hemen her IŞİD dosyasında karşımıza çıkan Orhan Gönder,  Ankara Tren Garı Katliamını’nın planlayıcılarından IŞİD’in Türkiye sınır emiri İlhami Balı, yine örgütün Antep ekibinden İsmail Korkmaz ve Burhan Gök.

Sanıklara “Anayasal düzeni değiştirmeye kalkışmak”tan mahkumiyet kararı çıktı. Biri hariç: Burhan Gök. Biz bu nedenle büyüteci Burhan Gök’ün üzerine tutacağız. Burhan Gök bu davada beraat etti. Peki, kimdi bu Burhan Gök? İlhami Balı ve ekibinin Antep’ten tanıdıklarıydı. Bombaları Diyarbakır’daki İstasyon Meydanı’na bırakan Orhan Gönder, Gaziantep’e döndüğünde kendisine Mustafa Kılınç ile birlikte saklanacağı evi tutan kişiydi.

İddianameye göre bile bu kadardı ama Burhan Gök, iddianamede hiç sözü edilmeyen dosya içindeki belgelerde daha fazlasıydı. Savcı, Burhan Gök için niyeyse iddianamede hiç onlardan bahsetmemişti. Nelerdi bunlar, telefon görüşmeleriydi örneğin. Burhan Gök, Ahmet Furkan kod adını kullanırdı. İletişimin tespiti tutanakları ve Antep Emniyeti’nin belirlemelerine göre de Sınır Emiri İlhami Balı’ya adam devşirme konusunda yardım ederdi. Nitekim kendisi de Suriye’deki kamplara gitmek üzereyken yakalanmıştı.

Burhan Gök, “balon” tabir edilen telefonlar kullanırdı, konuşmalarında, gerçek ismini bilenleri bile ararken “Ben Ahmet Furkan” derdi.

Mahkeme, yargılama sonunda bu telefon görüşmeleri için Burhan Gök’ün sadece gerçek ismine ait olan telefonda yaptığı konuşmaları dikkate aldı ve beraat kararı verdi. 

Karar, 1’e karşı 2 oyla alındı. Mahkemenin hakimlerinden biri, “İyi de bu Ahmet Furkan, Burhan Gök’ün ta kendisi” deyiverdi. Bu hakim Burhan Gök için, “Sanık Burhan Gök, ‘balon’ tabir edilen çok sayıda telefon kullanmaktadır. Özellikle de İlhami Balı’ya ait telefonla kendisini Ahmet Furkan olarak tanıtarak IŞİD terör örgütüne eleman temin etme faaliyeti yürütmüştür. Ebu Suheyf kod adlı IŞİD’çiyle de, kendisini Ahmet Furkan olarak tanıtarak örgüt içi konuşma yapmıştır” dedi.

Bu hakim “Burhan Gök, IŞİD’in Belçika’da gerçekleştirdiği eylemi düzenleyen kişi ile beraberdir” dedi ama nafile. Heyeti ikna edemedi. Böylelikle “Anayasal düzeni değiştirmeye kalkışmak”tan yargılanan bir sanık beraat ediyordu.

Burhan Gök, cezasız kalan pek çok IŞİD’liden sadece birisiydi. Biz kendisini özellikle kamuoyunun yakından bildiği Diyarbakır katliamının sanığı olması nedeniyle örnek olarak seçtik. Ve açıkçası şunu sormadan da edemedik kendimize: Bir başka örgüt davasında olsaydı, o davanın sanığı katliamı gerçekleştirene ev kiralarken yardım etseydi, kod adıyla konuşmalar yapıp örgüte eleman devşirseydi ne olurdu? 


YARGITAY’IN IŞİD KRİTERLERİ

 

Savcılıklarda, yerel mahkemelerde bunlar oluyordu da acaba durum Yargıtay’da nasıldı? Yargıtay nasıl bakıyordu IŞİD’e? 

Elbette terör örgütü olarak bakıyordu. Peki detaylarda ne vardı? Tek tek sanıklar için delilleri nasıl değerlendiriyordu? Örneğin örgüt kamplarında çekilen eli silahlı fotoğrafları, örneğin IŞİD’in WhatsApp gruplarındaki yazışmaları, örneğin güvenlik kuvvetlerinin örgüt elemanları hakkındaki istihbari bilgileri, örneğin örgütün üniforması haline gelen kıyafetleri… Bütün bunlar Yargıtay için ne anlam ifade ediyordu?

Baştan söyleyelim; “Ankara’da hakimler var” dedirtecek cinsten değil. O zaman detaylara girelim.

 

“KALAŞNİKOFU BİR FOTOĞRAĞ ÇEKTİRİP GERİ VERECEKTİM”

 

Hani bazen çocuklar, gençler akranlarının sırtında hoşlarına giden bir kıyafet görürse, ‘Bir fotoğraf çektirip vereceğim’ der ya aynısı oldu ve Yargıtay “yaa öyle mi, tamam o zaman” dedi. Evet, podcastimizin başında bahsettiğimiz sanığın davasını anlatıyoruz.

Bu dosya Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi’ne Adana’dan geldi. Adana Bölge Adliye Mahkemesi’nin dosyasındaki bilgilere göre sanık 2017 yılbaşında İstanbul Beşiktaş’taki Reina gece kulübüne benzer bir eylem düzenleme hazırlığı içinde olduğu şüphesiyle yakalandı. Dosyada, sanığın siyah kıyafetli, elinde kalaşnikof marka silahla çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Yine dosyada Mersin’de bir başka davada yargılanan bir arkadaşının cep telefonunda örgütsel içerikli görüntüleri bulunuyordu. Bu fotoğraflar ve görüntüler sanığa yerel mahkemede sorulmuştu. Sanık elindeki kalaşnikof marka silah ve kıyafeti için şöyle dedi:

“Evet bu fotoğraftaki kişi benim. Fotoğraflardaki kıyafetlerle silah, Suriye’deki amcama aittir. Bunları yalnızca fotoğraf çektirmek için amcamdan ödünç aldım.”

Mahkemede sanığa, “Peki arkadaşının cep telefonundan çıkan görüntülere ne diyorsun?” diye de soruldu. Sanık, onlar için de “Onlar bana ait değil, bizim memleketteki rakip aşiretlerce fişleme için çekilmiş” dedi. Dosya elbette sadece iki fotoğraftan oluşmuyordu. Sanık sık sık Suriye’ye, IŞİD’in kamplarının olduğu bölgelere gidip geliyordu. Yerel mahkeme bütün bunları göz önünde bulundurup sanığın “fotoğraf çektirip geri verecektim” savunmasını inandırıcı bulmadı örgüt üyeliğinden mahkumiyet kararı verdi.

Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi ise “Sanığın mahkumiyetini gerektirecek her türlü şüpheden uzak delil yok, sanığın beraat etmesi gerekir” diyerek Adana Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararını bozdu. Ve “derhal salıverilmesine” hükmetti.


KILIÇLARIN ŞAKIRTISI DA CEZAYA YETMEDİ

 Yine Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi bir başka kararını Sakarya 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nden gelen bir dosyada verdi. Bu dosyanın sanığı da yerel mahkemede “örgüt üyeliği”nden mahkumiyet kararı almıştı.

Dosyadaki bilgilere göre sanık, IŞİD’in haberleşme ağı içinde kullandığı “İslami Haberler Şebekesi”, “Kılıçların Şakırtısı” ve en nihayet IŞİD’in canlı bomba eylemcilerini eğittiği bilinen “Hilafetin Ensarları ketibesi”ne ait WhatsApp gruplarında bulunuyordu. Sosyal medyadaki herhangi bir açık gruptan bahsetmiyordu, bildiğimiz WhatsApp grubuydu bunlar. Yani sanık kendiliğinden oraya giremezdi.

Yargıtay uzun uzun örgüt üyeliği tanımı yaktıktan sonra bu delil için dedi ki:

“Sanığın bu WhatsApp gruplarına üye olduğu anlaşılmış ise de silahlı terör örgütü ile hiyerarşik bağlantı içinde organik ilişkiye girdiğine dair süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren faaliyetleri olduğunu ve örgüte olan ilgisinin sempatizanlık düzeyini aştığını gösterir bir delil bulunamamıştır.”

Ve kararın sonunda, yerel mahkemenin örgüt üyeliğinden verdiği mahkumiyet kararının bozulduğu duyuruluyordu.


EMİRİN HÜCRE EVİNDEKİ BASKINDAN BERAATE GİDEN YOL


Bilenler bilir, istihbarat raporlarının mahkumiyetlere dayanak olarak kabul edilmesi hep tartışılmıştır. Şimdi anlatacağımız dosyada sanık hakkında “IŞİD üyesi” olduğu yönünde istihbarat raporu var. “E, istihbarat raporuna dayalı mahkumiyet tartışmalı bir konuysa niye anlatıyorsun” diyeceksiniz belki. Burada örgüt hücresine yapılan bir operasyon da var. Hem de o hücre evi, Ankara Tren Garı patlamasının bir numaralı sanığı İhlami Balı’nın denetimindeki bir ev.

Dosya Yargıtay’a Adana’dan geldi. Dosyadaki bilgilere göre Adana polisi kentteki IŞİD şüphelileri hakkında bilgi toplamaya başladı. Elde edilen istihbari bilgilere göre kentteki IŞİD’liler, Suriye’deki kamplardan gelen yabancı uyruklu örgüt elemanlarıyla bir evde toplanıyordu. Eve baskın verildi. Ev, IŞİD’in sınır emiri İlhami Balı’nın Türkiye’den Suriye’ye, Suriye’den Türkiye’ye eleman getirip götürürken kullandığı “toplama merkezi”ydi. Davaya konu olan sanık da bu evde yakalanmıştı. Yerel Mahkeme, “örgüt üyesi” dedi, mahkumiyet kurdu.

Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi mahkumiyeti bozdu ve dedi ki: İstihbari bilgiler, suçun sübutu (oluşması) açısından delil niteliği taşımamaktadır… Birlikte yakalandıkları yabancı uyruklu şahıslar hakkında soruşturma bulunup bulunmadığının araştırılması ve anılan şahıslarla ilgili adli soruşturma veya dava varsa evrakının getirilip ona göre karar verilmesi gerekirdi. Yani Yargıtay’a göre bir kişinin örgüt üyesi olduğunun tespitini yapılabilmesi için beraber yakalandığı kişinin en azından yargılanıyor olması gerekirdi.


BÖYLE OLUR ELEKTRİK OPERATÖRÜNÜN TELEFONU

Belki “Bu kadar yeter” dediniz ama bir de Yargıtay’da örgüt üyeliği davalarının temyiz incelemelerini yeni bakmaya başlayan 3’ncü Ceza Dairesi’nden bir örnek verelim, hatırı kalmasın.

Dosya Yargıtay’a, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nden gitti. Yerel mahkemenin örgüt üyeliğinden mahkumiyet kararı verdiği dosyadaki bilgilere göre sanık IŞİD’in Rakka ve Deyrizor kamplarında faaliyet gösteren Ahmet Eldahır ve Taha Ebu Muhammed Akil isimli IŞİD’lilerle bağlantılıydı. 

Bu bilgi, Ankara Terörle Mücadele’nin raporuna dayanıyordu ama tek delil değildi. Sanığın cep telefonunda örgütle bağını gösteren görüntüler vardı. Bir de cep telefonu niyeyse kapalı devre elektrik sistemine sahipti. Bomba düzeneği patlatmak için kullanılan telefonlara benziyordu. Sanık telefon için “Ben Suriye’de elektrik operatörüyüm, telefonum o nedenle böyle” diye savunma yapmış, Ağır Ceza Mahkemesi bu savunmayı kabul etmemişti.

Yargıtay 3’ncü Ceza Dairesi’ne göre ise bu açıklama oldukça mantıklıydı. E zaten istihbarat raporlarına göre de mahkumiyet kurulamazdı. Bu nedenle sanığın beraat etmesi gerekiyordu. Yargıtay’a göre, sanığın derhal salıverilmesi gerekirdi. Nitekim öyle oldu.

Peki bütün bunlar ne anlama geliyordu? Biz daha çok olaylar ve tekil dosyaları örnekleyerek anlatmaya çalıştık. Avukat Senem Doğanoğlu Yargıtay’ın tavrını daha makro bakarak şunları söylüyor:


"ÇİFTE STANDARTTAN DA ZİYADE IŞİD LEHİNE KARARLAR"

“Yargıtay, terörizmle bağlantılı gördüğü ve bu kapsamda yargıladığı karar verdiği dosyalarda, IŞİD özelinde baktığımızda müthiş bir tolerans (gösteriyor). Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nu esnetme yönünde bir eğilime sahip. Suçun unsurlarını aslında usule uygun olarak tam da istenilebileceği biçimde tartışmakta ya da bir suçun oluşması yönünden diğer terörizmle bağlantılı olduğunu iddia ettiği örgütler açısından kullanılan araçlar, bunların elverişliliği konusundaki ceza sorumluluğunu daha genişletici yorumdan (IŞİD dosyalarında) kaçınmakta. Birçok IŞİD’li sanığın Suriye’den görüntüleri, çatışma içinde görüntüleri veya IŞİD infaz videoları biliniyor. Dosyalarında ortaya çıkıyor. Ancak bunlarla ilgili en fazla üyelik yönünde bir ceza tertibi yoluna gidiliyor. Yargıtay suç şüphesi yenilememiştir deyip çoğu dosyayı yolluyor. Yargıtay, araçlar yönünden elverişlilik (değerlendirilirken) bugün kırmızı fularlı kadın dendi, hala sarı kırmızı yeşil bayrakların üyelik kapsamında ve hatta genişleterek 302. Madde kapsamında  yani devleti yıkmak doğrultusunda değerlendirildiği bir zeminde açıkça çatışmada yer almış, Türkiye’de katliamları örgütlemiş, bir şekilde IŞİD’in çatısı altında örgütlenmekte beis görmeyen kişiler hakkında beraat, bozma, ‘alt sınırdan uzaklaşmanın hukuki gerekçelerinin olmadığı’ gibi iddialarla müthiş bir çifte standart ve çifte standardın da ötesinde IŞİD lehine bir yaklaşım sergilemekte.”

Ve “Gereği Düşünüldü” diyoruz: Bizim bu çalışmamızda tespit edebildiğimiz kadarıyla Yargıtay son 6 ayda 12 dosyada benzer kararlar verdi. Bu kararlara baktığımızda Yargıtay’ın, diğer örgüt davalarındaki tutumundan oldukça “özgürlükçü” bir yorum getirdiğini gördük.

Podcast