AB dosyası: İlerleme raporlarından yaptırım kararlarına

AB dosyası: İlerleme raporlarından yaptırım kararlarına
Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nden çıkan “sınırlı” yaptırım kararının ardından, ilişkilerin nasıl devam edeceği, AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı ve bundan sonraki süreçte yaşanabilecekleri akademisyen-gazeteci Sezin Öney ve Atina Üniversitesi’nden siyaset bilimci Prof. Dr. Cengiz Aktar’la konuştuk.

Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nden 11 Aralık 2020’e Türkiye için sınırlı ve ölçülü denilebilecek bir yaptırım kararı çıktı. Avrupa Birliği, Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmalarından sorumlu olduğu gerekçesiyle yaptırım uyguladığı Türkiye şirketleri ve vatandaşları listesine yenilerinin eklenmesine karar verdi. Ankara'nın tutumunu değiştirmemesi durumunda ise yaptırımların kapsamının genişletilmesi gündeme gelecek.

Türkiye'ye yönelik yaptırımlar konusunda 'daha ciddi adımlar' atılması ihtimali ise mart ayında düzenlenecek zirveye kadar ertelendi. Mart’a kadar Türkiye'ye karşı izlenecek yol ve yaptırım seçeneklerinin yer alacağı bir rapor hazırlanacak ve bu rapor Mart ayındaki Avrupa Birliği liderler zirvesinde ele alınacak.

ABD vurgusu

10-11 Aralık’taki Avrupa Birliği liderler zirvesinin sonuç bildirgesinin Türkiye’yle ilgili bölümünde dikkat çekici noktalardan biri Amerika Birleşik Devletleri vurgusuydu. Bildirgede “Avrupa Birliği, Türkiye ve Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili konuları, ABD ile koordine etmenin yollarını arayacak” deniliyordu. Zirvenin ardından yapılan pek çok yorumun ortak noktası, Avrupa’nın Türkiye’yle ilgili atacağı adımlar için 20 Ocak 2021’de ABD’nin yeni başkanı olarak görev başına geçecek Joe Biden’ı bekleme kararı alarak, Mart 2021’deki liderler zirvesine kadar topu taça attığı ve etkisiz, göstermelik denilebilecek yaptırım kararları aldığı yönündeydi. Avrupa Birliği’nin Türkiye için yaptırım kararı alma meselesi sadece bu zirvenin konusu değildi. AB Konseyi Kasım 2019’da da Türkiye için yaptırım kararları almıştı.

Öney: Kara listeye bir kez girildikten sonra sıkıntılı süreç başlayabilir

Akademisyen-gazeteci Sezin Öney de Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye dönük yaptırım sürecinin bugün başlamadığını hatırlatıyor ve “kara liste” bir kere oluşmaya başladıktan sonra Türkiye ve Türkiyeli siyasetçiler açısından sıkıntılı sürecin başlayabileceğine dikkat çekiyor: “Avrupa Birliği'nden Türkiye'ye 15 Temmuz 2019'da birtakım yaptırımlar gelmişti zaten. Mesela kapsamlı havacılık anlaşması askıya alınmıştı. Ortaklık Konseyi ile ilgili diyalog durdurulmuştu. Kapsamlı havacılık anlaşması dediğiniz, aslında hem İstanbul yeni havalimanını hem THY'yi ilgilendiren bir anlaşma. Bütün Avrupa Birliği'nde hangi noktaya kaç uçuş yapılacağının kararını veren anlaşma. Ortaklık Konseyi zaten bu Gümrük Birliği, ki Avrupa Birliği ile Türkiye'nin aslında ilişkisinin temelini kuran mutabakattan, onu düzenleyen yapıdan bahsediyoruz. Gördüğümüz gibi bütün bunlarda aslında zaten bir kopuş yaşanmıştı. Daha sonra da Şubat 2020'de Türk Petrolleri Anonim Şirketi Ortaklığı’ndan iki yöneticiye kara listeye girme cezası gelmişti. Kara listeye girince Avrupa Birliği ile ticaret yapamıyorsunuz, AB sınırları içinde varsa mallarınız donduruluyor, Avrupa'ya seyahat edemiyorsunuz. Belki o yöneticileri, Türkiye'yi çok fazla etkilemeyen bir şey oldu, birçok kişinin bundan haberi bile yok Türkiye'de ama o kara liste bir kere oluşunca bir daha genişleyebiliyor, başka isimler girebiliyor. Yani sıkıntılı bir süreç başlayabilir Türkiye ve Türkiye'deki siyasetçiler açısından. Zaten Rusya’ya karşı bu tür yaptırımlar oluyor. Bu yaptırımların daha önemli bir yanı da AB’nin artık daha dışladığı, daha kendi zıt kutbu olarak gördüğü bir konuma itilmiş oluyorsunuz. Bir kere Türkiye ile ilgili yaptırımlar geldiği zaman diplomasi yolları da kapanıyor ve daha marjinalize edilmiş oluyorsunuz. Türkiye de giderek bu konuma gidiyor ve Mart 2021'e ertelendi gerçi yeni yaptırımların gelmesi ama bu süreç içinde de eğer istenen adımlar atılmazsa, eğer bir ilerleme görülmezse, bugün savuşturulan yaptırımların söz konusu olabildiğini göreceğiz.

Ağır yaptırımlar bekleniyordu

Ekim ayı başından itibaren Avrupa Birliği yetkililerinin yaptıkları açıklamalara baktığımızda, bu seferki liderler zirvesinin sonucunda çıkacak yaptırım kararlarının öncekilere göre daha sert olabileceği yönünde bir ortak kanaat oluşmuştu dersek yanlış olmaz. Ancak zirve tarihi yaklaştıkça, gelen sinyaller değişmeye başladı ve genel kanaat bu zirvenin hafif yaptırımlarla geçiştirileceği yönünde şekillendi. Mesela AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, zirveden tam bir hafta önce yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin AB ile ilişkiler çerçevesinde olumlu sinyal vermediğini belirtmesine karşın, Türkiye ve AB’nin ortak çıkarlar paylaştığını düşündüğünü belirterek, “Türkiye'nin 3,5 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaptığını anlamalıyız. Onlarla ilgilenmek ve onlara yardım etmek durumundayız. Bu yardım Türk hükümeti için değil, Suriyeli sığınmacılar için" demişti. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de Zirve’den bir gün önce yaptığı açıklamada Türkiye'nin en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu söylemiş ve “Türkiye'nin NATO'nun ve Batı ailesinin parçası olduğu gerçeğini fark etmemiz lazım" ifadelerini kullanmıştı. Peki, AB neden Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs’ın beklediği daha ağır yaptırım kararlarını almıyor, ya da alamıyor? Bunun tek nedeni Türkiye’nin ileri sürdüğü mülteci kozu mu?

Hafif yaptırımların 5 nedeni

Atina Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Prof. Dr. Cengiz Aktar’a göre “mülteci kozu” nedenlerden sadece biri. Aktar, AB’nin Türkiye’ye ağır yaptırım kararları alamamasının arkasında beş neden olduğu görüşünde: “5 tane korkusu var Avrupa'nın. Aslında bunlar yıllardır birikti. Birincisi Türkiye'yi katiyen Sovyetler sonrası Rusya'ya kaptırmak istemiyorlar. Türkiye'nin NATO müttefiklerini irrite eden inisiyatiflere rağmen, hala NATO içinde kalmasını temenni ediyorlar. Avrupa Birliği ile ne alakası var denebilir ama var sonuçta. NATO, başta Avrupa'yı koruyan ve Avrupa'nın güvenliği için düşünülmüş ve kurulmuş bir yapı. Dolayısıyla Avrupa Birliği'nde Türkiye'yi itip kakarak NATO'dan daha fazla uzaklaşmasını temenni etmiyorlar. İkincisi, Türkiye'de, Avrupalıların Avrupa Birliği ülkelerinin doğrudan kendi kaynaklarıyla veya ortaklıklarla 23.000 tane şirketi var. Yani bu paralı pullu işlere zarar gelsin istemiyorlar. Mesela çok yeni bir beyan var İspanya'dan... Banka satın aldı ve diğer yatırımlarıyla birlikte 64 milyar avro mertebesinde bir de İspanyol varlığı var Türkiye’de. Artı bir de silah satıyorlar Türkiye'ye harıl harıl. Yani bu salgın döneminde, ekonominin iyice yavaşladığı bu dönemde kendilerine daha fazla zarar verilsin istemiyorlar. Üçüncüsü, bu Avrupa'daki ‘reisçi’ kitlelerin Ankara tarafından kışkırtılmasını engellemek istiyorlar. Bunu bir tehlike olarak görüyorlar. Ve bu mümkün tabii ki. Çünkü artık orada ciddi reisçi, ülkücü kitleler var. Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde bunlardan çekiniyorlar. Dördüncüsü mülteci zaptiyeliğine devam edilmesini garantiye almak istiyorlar. Yani işlerine geliyor. Ne zaman Türkiye ile ilgili ağızlarını açsalar işte Türkiye şu kadar mülteci aldı, Türkiye'yi kutluyoruz falan gibi ifadeler kullanıyorlar. Beşincisi, ki kanaatimce en önemlisi... Bu devasa bir korku hakikaten, ödleri patlıyor. Siyaseten 10 misli Suriye demek olacak olan, iktisaden Avrupa Birliği'ni silkeleyecek olan Türkiye'nin infilakını hızlandırmak istemiyorlar. Yani buna ön ayak olmak istemiyorlar. Çünkü görüyorlar olup biteni, hesap yapmasını biliyorlar ama hem Türkiye infilak ettiğinde ortaya çıkacak kitle hareketlerinden ürküyorlar hem de Türkiye ekonomisinin tamamen çökmesiyle ortaya çıkacak fiili durumun kendilerine, yani bu 23.000 şirketin ötesinde büyük zarar vereceğini düşünüyorlar. Bununla ilgili ciddi araştırmalar yapılıyor artık Avrupa Birliği ülkelerinde.”

“NATO, Almanya’ya arka çıktı”

Sezin Öney de benzer endişelere Avrupa Birliği Konseyi Dönem Başkanı Almanya açısından dikkat çekiyor. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in sözlerini hatırlatan Öney, bu açıklamanın NATO’nun Almanya’ya arka çıkması anlamına geldiği görüşünde:  “Her şeyden önce NATO'nun bunu söylemesi aslında Almanya'ya arka çıkmaktı. Almanya'nın Avrupa Birliği Konseyi dönem başkanlığında Türkiye'ye ciddi bir yaptırım gelmesini ben beklemiyordum. Zaten Almanya Şansölyesi Merkel'in de Türkiye'ye karşı her zaman müzakereyi ve orta yolculuğu ön plana çıkaran tavrı belli. O şekilde sonuç alınabileceğini düşünüyor çünkü. Aynı zamanda kendi ülkesi için hem Almanya'daki Türkler açısından hem de onun ötesinde de mülteci krizi bakımından sorun çıkmasını istemiyor ve Türkiye'yi bir anlamda idare etmek istiyor. Bu politikanın bir kez daha geçerli olduğunu gördük. Fakat artık Merkel'in de döneminin sonuna geliniyor. Politika sahnesinden çekilecek. Eylül-Ekim 2021'den bahsediyorum. Almanya politikasında tabii ki bu önümüzdeki aylarda ağırlığı azalmaya başlayacak. Elbette şuan hala bazı şeyleri yapıyor olabilir ama yeni isimler ortaya çıkacaklar ve hiçbiri Merkel'in bu çizgisini çok fazla sürdürmeye isteklidir diyemeyiz.”

“Hak ihlalleri AB’nin umurunda değil”

Diğer bir konu da sonuç bildirgesinde sadece Doğu Akdeniz meselesine yer verilmesi, bunun yanında Kopenhag Kriterleri’nden, hak ihlallerinden, yargı bağımsızlığından ve diğer konulardan hiç bahsedilmemesi. Cengiz Aktar’a göre, bunların hiçbiri AB’nin umurunda değil: "Türkiye'de hukuk devletinin yerlerde sürünmesini veya Türkiyelilerin büyük bir zulüm altında inim inim inlemesiyle alakalı değil ki bu kararlar. Umuru değil Avrupa'nın Türkiye'deki hak ve özgürlüklerin başına gelenler. Burada sadece Yunanistan ve Kıbrıs'ın haklarının ihlaliyle alakalı bir karar alındı. AB için Türkiye artık bir zapt edilmesi, çevrelenmesi, kontrol altına alınması gereken bir problem. Kağıt üzerinde aday olan bir üçüncü ülke. Bir müzakere falan yok. 26 Haziran 2018'de müzakereler donduruldu ve bir daha da çözülmez. Bitti o iş. Avrupa'nın umurunda değil Türkiye'deki insanların çektiği zulüm. Onun için orada bir hususun altını çizmek istiyorum. Bu yaptırımlar tamamen Yunanistan ve Kıbrıs'la alakalı yaptırımlar. Dolayısıyla rejimin Türkiye'deki uygulamaları ve ceberrutluğu ve zulümüyle alakalı bir yaptırım değil.”

“AB-ABD koordinasyonunun amacı Türkiye’yi Batı ittifakına sokmak”

Bir diğer konu da AB’nin ABD’de Joe Biden dönemini bekleyerek Türkiye konusunda atacağı adımları belirleyecek olması… Peki, bu durum Türkiye için ne anlama geliyor? Sezin Öney, AB-ABD koordinasyonundaki asıl amacın “Türkiye’nin Batı ittifakı rotasına tekrar girmesi beklentisi” olduğunu ama Türkiye’nin artık o noktada olmadığını ifade ediyor: “Çünkü unutmayalım ki Avrupa Birliği Zirvesi'nden çıkan çok çok önemli bir karar, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin, Amerika-Türkiye ilişkilerine endekslenmesiydi. Yani Türkiye'nin Joe Biden yönetimiyle iyi geçinmesini de bir ön şart gibi koyuyor aslında Avrupa Birliği. O ilişkiye de kendi yönelimini bağlıyor. Böylece aslında Türkiye'nin batı ittifakı rotasına tekrardan girmesi bekleniyor. Fakat Türkiye'nin artık ben o noktada olduğunu hiç düşünmüyorum. Trump döneminde böyle bir beklenti yoktu. Çünkü AB kendisi Trump'la geçinemiyordu. Fakat Biden döneminde yeni Transatlantik ilişki formatı ortaya çıkarken, Türkiye'nin de Rusya'ya Çin'e, özellikle Rusya'ya karşı farklı tavırlar alması bekleniyor ama dediğim gibi yani sadece bu büyük ülkelere alınacak tavırlar değil. Türkiye'nin Libya konusu olsun, Doğu Akdeniz konusu olsun, Kafkaslar olsun... Her açıdan kendi istikametine giden politikası, yönelimleri pek öyle kolay değişmeyecektir. Artık öyle Washington'la koordine ederek, Brüksel'le koordine ederek, Berlin'le koordine ederek bir takım adımları ben Türkiye'nin atacağını pek öngöremiyorum. Fakat ne olacaktır, ekonomik açıdan kırılganlıklar yaşandığı için Türkiye her tarafla müzakere edecektir, diyalog kuracaktır ama eskisi gibi değil. Yani bu tamamen günü kurtarmaya yönelik, stratejik bir takım kazançlar elde etmeye yönelik daha günlük, "Önce Türkiye" gibi bir yaklaşımla gidecektir diye düşünüyorum.”

“ABD, Yunanistan ve Kıbrıs konularında Türkiye’nin yanında değil”

Cengiz Aktar ise Türkiye’nin AB ile sorun yaşadığı, Yunanistan ve Kıbrıs konularında ABD’ye bel bağlamaması gerektiği görüşünde. Aktar’a göre ABD, Yunanistan ve Kıbrıs konusunda Türkiye’nin oldubittilerine hiçbir zaman göz yummadı… “Amerika Birleşik Devletleri bu meseleyle ilgili yıl içerisinde bir dolu girişimde bulundu. Unutmayalım, Kıbrıs'a gitti, Atina'ya geldi iki kere. İstanbul'a geldi. İstanbul'da Çavuşoğlu'nu bile görmedi. Türkiye'nin bir yabancı gözüyle baktığı ekümenik patrik Bartholomeos'la görüştü. Girit'teki NATO üssünü güçlendirdi. Oraya bir kalıcı helikopter gemisi yerleştirdi. Dedeağaç'ta, Alexandropouli'de Yunanistan ordusuyla birlikte bir ortak merkez kurdu. Türkiye'nin tam sınırında... Hiçbir zaman Yunanistan ve Kıbrıs'ın bu iki ülkeye denizlerde dayatılan oldubittilere göz yummadı. Amerika zaten burada Türkiye'nin tarafında değil. Burada yanılmamak lazım.”  

“Yüzümüz Batı’ya dönük” söylemi

Dikkat çekici bir nokta da AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan’ın Batı’ya yönelik söylemleri. Erdoğan Avrupa ülkeleri ve Avrupa Birliği için son yıllarda “Nazi’nin devamı”, “Haçlı ittifakı”, “faşist” gibi ifadeleri sıklıkla kullanır olmuştu. Hatta Ekim sonunda bazı Avrupa ülkeleri için “Siz gerçek manada faşistsiniz, Nazi’nin zincir halkalarısınız” diyen Erdoğan, Kasım sonu yaptığı konuşmada “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” demişti. Aralık 2018’de yaptığı konuşmada “Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı yok, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” demişti. AB müzakerelerini durdursanız ne yazar, durdurmasanız ne yazar - 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde Samsun’da yaptığı konuşmada da şöyle diyordu: Ekim 2020'de, "Eyy Avrupa, siz gerçek manada faşistsiniz. Siz gerçek manada Nazi’nin zincir halkalarısınız", Kasım 2020 “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” demişti. Erdoğan AB zirvesinden bir gün önce yaptığı açıklamada ise AB Liderler Zirvesi ile ilgili olarak "Türkiye'ye yönelik yapılacak herhangi bir yaptırım kararı Türkiye'yi çok fazla da ırgalamaz" ifadesini kullandı. AB ile 2005’te müzakere sürecini başlatan Erdoğan, aradan geçen yıllarda Avrupa’ya, Avrupa Birliği’ne ve genel olarak Batı’ya yönelik söylemlerini gittikçe sertleştirdi, zaman zaman da konjonktürel olarak ılımlı mesajlar verdi.


“Erdoğan’ın inandırıcılığı kalmadı”

Cengiz Aktar, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin bugüne kadarki seyrini, Erdoğan’ın AB’ye yaklaşımını ve bu yaklaşımın AB’de nasıl karşılık bulduğunu şöyle yorumluyor: “Şunu söyleyeyim, rejim AB işlerine iyi başladı. Daha önceki koalisyon hükumetinin başlattığı şantiyeyi layıkıyla sürdürdü ve müzakereler aşamasına getirdi Türkiye'yi 2005 3 Ekim itibariyle. Ondan sonra işleri koyverdi ve zaman içerisinde Avrupalıların Sarkozy gibi politikacıların da sayesinde imama kızıp oruç bozdu ve tamamen bu işleri savsaklamaya başladı. Bir de tabii aşırı bir özgüven geliştirdi o orada. Yani Türkiye şöyle söyleyeyim: 2005 itibariyle Ali Babacan'ın başmüzakereciliğinden itibaren Avrupa Birliği işlerini savsaklamaya başladı. Ondan sonra başka bir aşamaya geçildi. Yani bu sadece savsaklama olarak kalmadı. O arada kaynaklar gelmeye devam etti, yatırımlar gelmeye devam etti ama Türkiye başka bir evreye intikal etti. Artık bu savsaklamanın ötesinde Avrupa Birliği norm, standart, ilke ve değerlerine aykırı şekilde hareket etmeye başladı. Bunun da herhalde miladı 2013'tür. 17 - 25 ve ondan önce Gezi'nin çok sert ve kanlı bir şekilde bitirilmesinden sonra rejimin artık ne hukuk devletiyle, ne Avrupa standart norm, ilke ve değerleriyle hiçbir alakası kalmadı. Bunu anlamıyor Avrupalılar mesela. Hala Türkiye'nin reforme edilebilecek bir ülke falan olduğunu zannediyorlar. Öyle bir şey yok. Bu hüsnükuruntudur. Dolayısıyla burada yeni bir dönem başladı ve bu yeni dönemde bütün o hakaretler, sonra dönüp tam aksini söylemeler falan, bunlar artık Türkiye'deki rejimin gayrı ciddiyetini gösteriyor. Sadece bize değil, Avrupalılara da... Bu anlamda Recep Tayyip Erdoğan ve rejiminin Avrupa'da çok ciddi inandırıcılık sorunu var. Yani kimse bu lafları, yok işte stratejik geleceğimiz oradadır falan, İşte İbrahim Kalın'ın Brüksel'de de söyledikleri falan... Bunların Avrupa'da hiçbir karşılığı yok. Kimse bunları ciddiye almıyor. Yani bugün alttan almalarının nedeni bu değil. Alttan almalarının nedenlerini anlattım, beş tane temel neden var, o kadar. Bu da zaten Türkiye'nin verebileceği zararı azaltmak üzere atılmış adımlar veya atılmamış adımlar. O yüzden yaptırımlar sert değil. Yani zaten bu ekonomi çöküyor, biz daha fazla üstüne gitmeyelim demeye getiriyorlar aslında. Dolayısıyla son lafların zaten Türkiye'de de zaten karşılığı yok... Rejimin uygulamalarında, icraatında da yok. Avrupa'da da yok.”


“İlişkilerin düzelmesi söz konusu değil”


Peki, AKP iktidarı sürdüğü sürece ilerisi için herhangi bir şekilde AB'yle ilişkilerin düzeleceğini söylemek mümkün mü?

“Yani iki kelimeyle cevap vereyim: Söz konusu değil. Nokta. Türkiye'nin başındaki sorunlar, Türkiye'nin yaptıkları yapamadıkları, bütün askeri maceralar, Türkiye'nin bütün bölgede yarattığı sorunlar, buna Avrupa da dahil tabii ki. Bütün bunların çaresi Türkiye'deki rejimin sonlanmasından geçiyor. Yoksa rejimin reforme olmasından değil. “


“Erdoğan’ın zirve sırasında Bakü’ye gitmesi mesajdı”


Bu noktada Sezin Öney ise AB Liderler Zirvesi sırasında Erdoğan’ın Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de olmasına dikkat çekiyor ve Erdoğan’ın bu Bakü ziyaretiyle hem AB’ye hem iç kamuoyuna mesaj verdiğini söylüyor: “Şimdi şuna dikkat çekmek lazım, Avrupa Birliği Zirvesi olurken, Erdoğan Bakü'deydi. Yani aslında rotasını başka bir yere çevirmişti ve Türkiye dış politikasında bağımsız olduğunu, kendi başına buyruk olduğunu ifade eden bir şekilde bir noktadaydı Karabağ konusu üzerinden ve yıllardır Karabağ sorununun çözülemediği, Batılı güçlerin hep oyalama taktikleri güttüğünü ve sonunda kendisinin müdahalesiyle konunun çözüldüğüne işaret eden, bu tarz yorumlar içeren açıklamalarda bulundu Bakü'de. Dolayısıyla zaten bu da kendi başına birçok şeyi gösteriyor diye düşünüyorum.


Yani Erdoğan'ın Azerbaycan'da olmasının aslında Avrupa Birliği'ne bir mesaj olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yüzünü Avrasya'ya dönen bir siyasetin devam edeceğini mi görebiliriz buradan?


Kesinlikle Avrupa Birliği'ne ve aynı zamanda iç kamuoyuna... Eğer ki bir yaptırım kararı olsaydı veyahut da tam da yaptırım kararı tartışılırken ve ilk kez Türkiye'de bu kadar merakla takip edilirken Bakü'de olunması, bir zafer ve askeri zafer kutlaması havasında olunması da aslında böyle bir yönelimdi, böyle bir taktikti.


“Kimse AB sürecine layıkıyla sahip çıkmadı”


Belki de çoğumuz son yıllarda “AB ilerleme raporlarını” unuttuk, ilerleme raporlarıyla ilgili haberleri göremez olduk. Onun yerine son birkaç yıldır AB yaptırımlarını, ABD yaptırımlarını konuşuyoruz. Cengiz Aktar’ın konuya ilişkin tespiti şöyle: “Eskiden Türkiye ilerleme raporlarının içeriği ile yatıp kalkardı. Müzakereler ne zaman başlayacak, ne zaman üye olacağız? Çocuklarımızın istikbali Avrupa'da... Bunun gibi konularla ilgilenir, bunları düşünürdük. Şimdi Avrupa'dan hangi yaptırım gelecek? Bu yaptırımların Türkiye ekonomisi üzerinde ne etkisi olacak, bunları konuşur hale geldik. Bu, hakikaten rejim açısından korkunç bir fiyaskodur. Sadece rejim açısından da değil. Türkiye'de kimse Avrupa Birliği sürecine layıkıyla sahip çıkmadı.”

Araştırma