Erkek şiddetine karşı bir hayatta kalma mücadelesi: "Beni öldürebilirdi, tek şansım 6284 sayılı yasaydı...."
İstanbul Sözleşmesi… 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece, resmi gazetede yer alan cumhurbaşkanı kararıyla feshedildi. Aslında İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı şu: ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’… Sahi hangi vicdan, adı bile böylesine anlamlı bir anlaşmadan çekilir ki? Kadına yönelik şiddet ve kadın haklarından bahsederken vicdan kelimesini sıklıkla duyar olduk son zamanlarda. Ancak bu naif ‘iç mahkeme’, bozuk adalet düzenimizde, kadının kaderini erkek vicdanını bırakmaktan öteye gidemiyor. Cumhurbaşkanının adalete ‘kanuna değil, vicdanınıza göre karar verin’ dedi ancak kadınların varlığının buram buram hissedildiği kamuoyu vicdanıysa hala sığınılacak en bizden ve en korunaklı alanlardan biri. Çünkü mevcut sistem, hukukun yumruğu dahil her güvenceyi karanlığın içine çekti.
Az sonra anlattıklarıyla iki kadın vicdanınızı titretecek. Avukat Birsen Avcı her seferinde ‘kalbim yaralanıyor’ dediği müvekkillerinin hikayelerini, A.N. ise 26 sene yediği dayağa isyan edip, 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’ne sırtını dayayıp nasıl yeni bir yola çıktığını anlatacak.
Ama önce ufacık bir kız çocuğu olsun ilham perimiz.
27 Mart, Kadıköy…
Rıhtımda Kadınların İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasına karşı düzenledikleri eylemin başlamasına daha bir saatten fazla var.
PTT önünden itibaren her yer polis. Çoğu kadın. Yüzlerine bakınca ‘N’apıyoruz bacım cumartesi cumartesi bu güzel havada burada’ diye karşılıklı söylenmemiz an meselesi.
Gözüme ufacık boyunu, maske, taç ve mont üçgeninin pembe patlamasıyla ekarte eden minik kız ve annesi çarptı. Yalan yok biraz da kulak kabarttım.
Şöyle diyordu anne: ‘…anneleri, çocukları kötü insanlardan koruyordu ama kaldırdılar. Ablalar, teyzeler de kızgın tabii, o yüzden neden kızdıklarını anlatmaya gelmişler. Polisler de o yüzden bugün buraya gelmiş.’
Pembe şekerse sordu: ‘Ee polisler de kötü adamları yakalamak istemiyor mu? Neden kaldırmışlar?’ Annenin ağzından miniğin henüz alması güç iki kelime döküldü: ‘Çünkü vicdansızlar’
--
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, İstanbul Sözleşmesi’nin vicdani ve hukuki yansımalarının görüldüğü düzenlemelerden biri.
Kafası onlarca kez duvara vurulmuş, ardından tekmelenmiş kadının dosyasını inceleyen yargıcın da ezberlediği kanunlardan önce vicdanı var.
Ölüm korkusunun, morluklarının ağrısını bastırdığı 20 yaşındaki kadını o avukatın bürosuna atan da gördüğü vicdansızlığa dayanamaması.
Yani konu kadın olunca tartışmalar hem vicdan hem adalet meselesi.
--
Şimdi sizi A.N. ile tanıştıracağım. Adına aşina olduğumuz kurumsal bir firmada iyi bir pozisyonda çalışıyor. A. bir köyde ya da taşrada yaşamıyor. Ekonomik özgürlüğüne yıllardır sahip. Özgüvenli ve ışık saçan bir kadın. Ama dört duvar içinde yaşananlar, bambaşka bir trajedi.
Sözü, A.N.’ye bırakıyoruz. “Benim en büyük şansım kadın bir avukatım olması ve 6284…” diyor A.N. ve devam ediyor:
“Kızımın da aynı şeyleri yaşamaması adına…”
“Çok uzun yıllar eşimden şiddet gördüm ama hep sustum. Buna nasıl denir, çalışıyorsunuz, kurumsal bir firmadasınız. Yetişkin kendi parasını kazanan bir bireysiniz ama eşinizden şiddet görüyorsunuz. Bunu kimseyle paylaşamıyorsunuz, aileniz dahil. Kızım var, artık büyümeye başladı. Her şeyin farkına varmaya başladı. Her insanın bir sabır noktası var diye düşünüyorum. En sonunda yine şiddet uyguladığı bir akşam polisi arayamaya karar verdim. Çünkü bunun sonu gelmiyordu.
16 senedir evliydim ben. 16 senelik evliliğimi bitiriyorum şu an. Ondan önce de bir 10 sene flört ettik. -Yani siz 26 senedir şiddet mi görüyorsunuz? Evet aslında ilişkimiz başladığından beri tokat, ittirme bunları hep tolere ettim. Geçer, düzelir biter diye bekledim, bitmedi.
Yıllar içinde daha da büyüdü. Herhalde susmanın karşı tarafa verdiği bir cesaretti diye düşünüyorum. Ama artık benim de bir kız evladım var. Onun da aynı şeyleri yaşamaması adına, bunu normalde indirgememesi adına, ‘Bizim evde de annem babamdan dayak diyordu bu normal bir şey’ gibi bir algıya kapılmasın diye dedim ki, ‘Buna bir son vermem lazım.’
“Öldürülebilirdim…”
Polisi aradım polisler geldi, polis arabasına biz kızımla beraber bindik. Bu zaten çok yıpratıcı, zedeleyici bir süreçti. Açıkçası tam ne söyledim ne yaptım bunun çok bilincinde değildim. Artık bu işe bir son noktayı koyma, bunun bir sonu olması gerektiğini bir şekilde bitirmemem gerektiğini bildiğim için polisi aradım. Ve etrafımızda dünya kadar haber duyuyoruz kadınların öldürülmesini, yaralanmasını ve arada bir kurtulanlar olabiliyor ya. Benim eşim de otokontrolü olmayan bir adam.
(Öldürülebilirdiniz?) Tabii ki, sinirlendiğinde bunun bir noktası yok.
Uzaklaştırma kararı çıkartıldı ve ben boşanma için gerekli adımları attım. Yani bir 8 aydır diyeyim size, 3 ayda bir, önceden 6 aylık veriyorlarmış, maalesef 3 ayda bire çektiler uzaklaştırma kararını. 3 ayda bir yenilemek zorunda kalıyoruz. Çünkü kapıya geliyor, balkondan içeri girdi.
8 aydır yaşadıkları korku filmi gibi
Akşamüstü 6 gibi kızım beni aradı. Yan komşudan aradı beni telefonla. Zaten yan komşu o saate aramaz beni. Arayınca bir terslik olduğunu anladım ama bu da aklıma gelmemişti. Kızım babam balkondan içeri girdi dedi. Biz bir de birinci katta oturuyoruz, giriş kat falan değil. Birinci kata merdiven dayıyor.
Ben ne yapabilirim. Allahtan teyzesi yanında, o da evden online çalıştığı için. Kız kardeşim sesi duyunca yerinden kalkıyor, mutfağa doğru gittiğinde burun buruna geliyorlar.
Tabii kızım çok korkuyor, baba ne yapıyorsun diyor. O da diyor ki evime geldim. Kız kardeşim de evine hırsız gibi balkondan mı giriyorsun diyor, normal sakin hiçbir şey olmamış gibi normal cevap veriyor ‘evet balkondan girdim’ diyor. Senin uzaklaştırma kararın var giremezsin diyor, ‘ben takmıyorum bu eve gelmeye devam edeceğim’ diyor. Nitekim bunun gibi birçok kere geldi; gecenin bir yarısı çilingirle mi kapıya gelmedi.
-Şeyi de anlatır mısınız, evin tapusu üstüne olduğu için bir süreç yaşamışsınız… Evin tapusu onun üstüne olduğu için evi hak görüyor kendisinde. Tapuda ev onun üstüne ama beraber olduğumuz süreçte ben hep çalıştım. Beraber emek verdik.
Acaba bir gün bir yerde karşıma çıkar mı korkusu
Korkmuyorum dersem yalan söylerim çünkü öfkesi ve şiddeti bitmeyen bir insan. Her gün işe gidip geliyorum, acaba bir gün bir yerde karşıma çıkar mı? Etraftan insanlar bakar bir şey söyler mi diye bir yapıya sahip değil kendisi. -Peki bu basına ve sosyal medyaya yansıyan kadına cinayet kadına şiddet haberlerini, özellikle son 1 haftada İstanbul sözleşmesi kaldırıldığından beri gördüğünüzde ne hissediyorsunuz?
Yemin ederim nefesim kesiliyor. O ben de olabilirim benim tanıdığım biri de olabilir. Çünkü bunlar ortalıkta sizin bizim gibi dolanan insanlar. Benim eski eşim de bir dükkan sahibi düşünün siz onu görseniz yoldan geçerken demezsiniz ‘bu adam bu kadar şeyi nasıl yaptı’
Ama hiç göründüğü gibi bir insan değil. Dört duvar arasında ne olduğunu bir ben, bir o bir de Allah biliyor. Ama yaptığını da kabul etmiyor. Mesela kızıyla da görüşmüyor benimle olan savaşını kızına yansıttı. Benim kızım psikolojik destek alıyor, alması gerektiğini düşünüyorum açıkçası çünkü ileride büyüyecek bir birey olacak. Sağlıklı bir birey olması için elimden ne geliyorsa onu yapmaya çalışıyorum.
Şimdi sizinle konuşunca geçmişe gittim. İnsan ancak yaşayınca anlıyor.
Adamlar istedikleri her şeyi yapabiliyorlar. Neden?
A.N, “Kendiniz, İstanbul sözleşmesi ve 6284 ilişkisini nasıl görüyorsunuz?” soruma şu yanıtı veriyor:
“Yani birbirinden ayrılamaz bir ikili diye düşünün. Şu an bile bu kadar kadın katledilirken bunun kalkmasından sonra neler olur sizce? Bakın bunu birebir ben yaşadım; adamların uzaklaştırma kararı var ama kapına geliyor, balkondan içeri giriyor. Nasıl korunacağız, nasıl hayatta kalacağız? Düşünemiyorum ben açıkçası, düşünmek istemiyorum.
Adamlar istedikleri her şeyi yapabiliyorlar. Neden? Çünkü giriyorlar en fazla 5 ay, 1 yıl, 2 sene yatıp çıkıyorlar. Hafifletici bin bir tane neden, bahane uydurarak. İstanbul sözleşmesi olmadan olmaz.”
Avukat Birsen Avcı: Hangi birini anlatacağım?
Yaşanmışlıklar öylesine acı ki… Avukat Birsen Avcı gördüklerinin arasından adeta ‘hikaye’ seçmek zorunda kalıyor: “O kadar çok şey yaşandı ki hangi birini anlatacağımı bilmiyorum. Arabayla giderken terlikleriyle tekmelenen kadın mı istersiniz, 8 aylık bebeğinin alınması ve sokağa atılmasından sonra kadının ailesinin de sahip çıkmadığı durumlar mı istersiniz, öldüresiye dövülenler mi istersiniz? O kadar çok vakayla karşılaştım ki hangisini anlatacağımı bilemiyorum.”
Ancak yaklaşık 20 yıldır gördüğü kadın hikayelerinden biri var ki, ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ sloganının adeta ispatı.
“6284, İstanbul Sözleşmesi’ne dayanak olarak çıkartılmış bir kanundu. Daha doğrusu İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de uygulanabilmesi için çıkartılmış bir kanundu. Çıkartıldığı tarihte İstanbul Sözleşmesi henüz Anayasa’nın 90. Maddesine göre kanun statüsüne kavuşmamıştı. Türkiye’de yürürlüğe girmemişti. Yanlış hatırlamıyorsam, 2012 Mart ayında kanunlaştı 6284. Bu dosya bana Eylül gibi geldi. İstanbul Barosu’ndan görevlendirme olduğunu belirttiler. Hemen öğlene doğru iki kadın içeri girdi. İkisi de çarşaflıydı. Biri gençti biri daha yaşlıydı. Yaşlı olanın annesi olduğunu anladım. İçeriye kabul ettim ve konuşmaya başladık.
Duyduklarım her zamanki gibi bir kadın hikayesiydi. 21 yaşındaydı kadın. 18-20 aylık bir kızı vardı ve 8 buçuk aylık hamileydi. Çok sık dayak yediğini söyledi. Ama son dayağını karnına tekmeler ve bildiğimiz elbise askılarıyla yüzüne ve vücuduna vurulmasından ve çocuğunun elinden alınmasından sonra artık boşanmaya karar verdiğini belirtti.
O dönemde kanun yeni uygulamaya girdiği için psikolojik olarak değerlendirmek üzere hastaneye sevki sağlanmıştı. Psikolojik değerlendirmeleri de söz konusuydu. Bebeğinden ayrılmıştı ama hala bebeğini emziriyordu. Psikolojik olarak etkilenmişti, kendisi de gösterdi vücudu mosmordu. Yaralar oluşmuştu. Ona İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanundan bahsettim, haklarını anlattım. Anne kız ikisi de ağlamaya başladı. Böyle hakları olduklarını bilmediklerini sadece boşanmak için geldiklerini söylediler. Çocuğunu bir an önce almak istiyordu.
Kaçırılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Kaçırılırsa bir daha çocuğunu görebileceğini sanmıyordu. Hemen vekaletname işlerini hallettiler, ben de ertesi gün başvurumu yaptım. Başvurumu yapar yapmaz da mahkeme hakimiyle görüşmeye gittim. Mahkeme hakiminden İstanbul Sözleşmesi’ni de değerlendirmesini istedim. Çünkü 6284 sayılı kanun İstanbul Sözleşmesi’ne atıfta bulunuyordu. Dayanak İstanbul Sözleşmesi’ydi. Kanun çıkmadan önce geçici velayeti hem de böyle tedbir kanunlarıyla alabilmeniz mümkün değildi. Bunu sağlayan 6284, dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi oldu. Ben de bundan bahsettim.
“İstanbul Sözleşmesi için hükümet çok fazla caba sarf etmişti”
6284 sayılı kanun yürürlüğe gireli 6 ay kadar olmuştu. Çok yeni bir uygulamaydı, herkes yeni yeni alışıyordu hakimler de dahil. O dönem 6284 sayılı kanununun uygulanmasıyla ilgili hakimlere hizmet içi eğitim veriliyordu Adalet Bakanlığı tarafından ve bunun içine İstanbul Sözleşmesi de dahil edilmişti. Zannetmeyin ki İstanbul Sözleşmesi bir an tepeden indi, ağaç kavuğunda ortaya çıktı. Hayır bunun için uğraşıldı, hükümet çok fazla caba sarf etti. Aksini söylemek haksızlık olur. Aile hakimleri, çocuk mahkemesi hakimleri, müracaat savcıları bu eğitimlerden geçtiler. Çok net hatırlıyorum geçtiklerini ama tabii süreç ve konjonktür değiştikçe olaya bakış da değişti. Hakime şunu söyledim, ciddi anlamda dayak yemişti, doktor raporlarını zaten sunmuştum. Onlardan ve psikolojik değerlendirme raporlarından söz ettim. Çocuğun babasının yanında olduğunu ve çocuğun da şiddet görme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, fiziksel şiddet görmese bile henüz annesini emmeye devam eden anne sütü alan, annesinin gözetimine şefkatine, sevgisine ihtiyaç duyan bir çocuğun bu şekilde annesinden ayrılmasının da bir nevi şiddet olduğunu söyledim. Hakim konuyu değerlendirdi. Kararını bir gün sonra oluşturdu. Başvurdum, hemen ertesi günü oluşturdu. Yanımda getirdim dosyayı başvuruma nasıl karar verilmiş onu okumak istiyorum. Tabii klasik tedbir var, şiddet hakarete, tehdide yönelik sözler söylenmemesiyle ilgili.
6284 sayılı yasada ailenin konutu da kadına özgülenebiliyor; orada yaşayacaksın çocuğunla beraber sana şiddet uygulayan eş oraya yaklaşamayacak, o evden uzaklaşacak. O evden tahliyeye, haksız işgale yönelik hukuki taleplerde de bulunamayacak demek evin özgülenmesi. O kadarı verdi. Konuta okula varsa iş yerine hiçbir şekilde yaklaşmama kararı verdi. Kendisine ya da ev eşyalarına zarar vermeme kararı verdi. Ve geliyoruz en önemli maddelerinden birine, 2010 doğumluydu çocuk. Onun anneye verilmesine geçici olarak velayetine ve geçici olarak nafaka ödenmesine karar verdi.
Daha sonra bu kararı uygulatmamız gerekti. Çünkü velayetin alınması demek çocuğun aynı zamanda teslim edilmesi anlamına geliyor. Kararı hemen tebliğ ettik, ben ilçe müftülüğüne gittim çünkü imamdı şiddeti uygulayan kişi. Bir camide 657 sayılı kanuna göre, devlet memuru imam olarak çalışıyordu. Kararı hemen mübaşir kanalıyla teslim ettik. İcra takibini de çocuk teslimine dair o şekilde başlattık. Ve cumartesi günü öğlene doğru müvekkilim beni aradı çocuğun kendisine teslim edildiğini söyledi. Boşanma davası da o şekilde yürümeye devam etti.
6284 ve İstanbul Sözleşmesi bir kadına dokundu bir kadının tekrar çocuğuyla bir araya getirdi, buluşturdu. O kadının yeniden şiddete uğramasına engel oldu. Anne ve kızın büromda ağlayışını unutmuyorum, ‘böyle haklara sahip olduğumuzu bilmiyorduk, biz sadece boşanmak üzere gelmiştik, çocuğu alabileceğimizi dahi tahmin etmiyorduk bu kadar kısa sürede’ dediklerini hatırlıyorum. Üç gün içinde başvuru yaptık, kararı aldık ve çocuk anneye teslim edildi.
Peki ama 6284 ve İstanbul Sözleşmesi yok sayıldığında…
Birsen Avcı bir çocuğun acı öyküsünü anlatıyor.
Başka bir olayda da 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için maalesef müvekkilim çok ciddi bir hak mücadelesi veriyor. 2016 yılında müvekkilim 17 yaşındayken uzaktan bir akrabasının tecavüzüne uğruyor. Tecavüze uğradıktan sonra durumu kolluk kuvvetlerine bildiriyor, karakola gidiyor. Polisin yapması gereken, kişinin hastaneye sevkinin sağlanması ve orada tecavüze dair emarelerle ilgili muayene yapılması, örnekler alınmasıydı. Ancak bunun yerine polis müvekkilimi alıyor, kişinin nerede yaşadığını ondan göstermesini istiyor. Müvekkilim polis otosuna alınıyor ve daha sonra müvekkil onları kişinin çalıştığı yere götürüyor. Polisler bu kişiyi alıyorlar, aynı polis otosuyla karakola götürmeye çalışıyorlar ve polis otosundan bir şey almak için, suydu sanırım, indiklerinde şahıs müvekkilimi hasta olan babasını öldürmekle tehdit ediyor, tecavüzden söz ederse hasta babasını öldüreceğini söylüyor, korkutuyor. Zaten 17 yaşında incecik dal gibi bir kız. O kadar korkuyor ki karakola gittiğinde, ifadesi hiç alınmamış sözlü bir başvuru olduğu için ‘biz aslında rızaen beraber olduk, bana kesinlikle tecavüz etmedi’ diye ifade veriyor. Çocukla rızaen ilişki kurmak diye bir suç var TCK’da. Kişi hakkında ondan işlem yapılıyor.
Sonra adli yardımdan dosya yeniden bana geldi, babalık davası açtık kişiye. 2017 yılından beri polis bu kişiye ulaşamadı, duruşmalara getiremiyoruz. DNA örneği vermesi için adliye tıbba gönderemiyoruz. En son polise başvurumuz vardı bu kişiyi getirin diye. Mahkeme yazısıyla şöyle bir cevap verildi. Kişi çocuğun cinsel istismarı suçundan aranmaya başlamış başka bir suçtan dolayı, bir istismar vakası daha gerçekleştirmiş yani. Şuna hiç şekilde bulunamıyor bu kişi yok ortada.
Yani daha önce başka bir uygulama söz konusu olsaydı. Ceza muhakemesi kanunu, 6284 sayılı kanun, çünkü cinsel şiddet de bir şiddet biçimi nihayetinde, İstanbul Sözleşmesi gerçek anlamda uygulanabilseydi o kişi, fail yani, müvekkilimle aynı ekip otosuna alınmayacaktı. Müvekkilimi tehdit edemeyecekti ve etkin bir soruşturma yürütülseydi bir tecavüz vakası söz konusu olduğu için tutuklanacaktı, belki hüküm giyecekti. İkinci çocuğa karşı cinsel istismar vakasını hiç gerçekleştirmeyecekti.
Ortada birden fazla mağdur oluyor gerekli yasalar gerekli biçimde uygulanmadığı için müvekkilim de aynı problemi yaşadığından şu an o tecavüzden dolayı dünyaya gelmiş çocuğun baba kaydını sağlayamıyoruz DNA örneğini alamadığımız için, devlet de kendisine ulaşamıyor.
“Tehlike artık hepimiz için geçerli”
17 yaşındaki C. yıllardır süren bu kabusu, İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı ve 6284 sayılı kanun yok sayıldığı için yaşadı. Şimdi tehlike hepimizin geçerli. Avukat Birsen Avcı’ya feshedilen İstanbul Sözleşmesi ve gözlerin döndüğü 6284’ün yok sayılmasının kadın cinayetlerine etkisine soruyorum…
Üzülerek ben artış bekliyorum. Keşke böyle olmasa tabii. Ciddi anlamda cesaret verdiğini düşünüyorum. Öyle bir durumdayız ki nafakanın bile İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklı verildiğini düşünen bir kesim var. Bunu geçen hafta İstanbul Sözleşmesi’nin tek bir kararla kaldırılmaya çalışıldığı gün çok sayıda tweet ve sosyal medya paylaşımı okuyarak görmüştüm. Bu işin sonu Medeni Kanun’daki ilgili hükümlerin kaldırılmasına uzanabileceğini düşünüyorum ben. Sadece nafakayla ilgili değil. Kadının kazanmış olduğu haklarla ilgili olarak da. Buradaki temel problem bir sözleşmenin adının İstanbul olması, Amsterdam ya da Dubai olması değil, bir sözleşmenin nerede kimler tarafından imzalandığı da değil, bir sözleşmenin insan hakkı olarak düzenlenip düzenlenmediği. Bir ticaret ya da temsiliyet sözleşmesinden söz etmiyoruz. Biz insanların yaşam haklarından söz ediyoruz. Bahsettiğimiz insanlar da kadınlar, çocuklar, LGBTİ lar. Yani kapsamı o kadar geniş ve uygulansaydı pek çok insanın hayatta kalmasını sağlayacak sözleşmeydi ki insan en çok buna üzülüyor. Bir sürü birimler oluşturuldu, polisler eğitimlerden geçirildi, hakimler savcılar eğitimlerden geçirildi. Şöyle bir şey söz konusu oldu, 2014 yılında yürürlüğe girdi İstanbul Sözleşmesi. Mağdurların mağduriyetini arttırmamak için, biliyorsunuz defalarca adli tıp kurumundan rapor alınması için, NÇ davasını hatırlıyorsunuzdur, kaç kere adli tıp kurumuna gönderildiğini hatırlayamıyorum bile. Odalar oluşturuldu, personel temin edildi. Birçok şey yapılmak istendi hepsi bir müddet sonra maalesef unutuldu, gözden çıkarıldı, önemsenmedi. Bir adliyede şu an sadece 2 tane sosyal hizmet uzmanı psikolog var.
Bundan birkaç yıl önce Elazığ’da bir vakayla karşılaşmıştım. Orada başka bir amaçla bulunuyordum. Kadını altıncı kattan atmışlar, eşi atmış. Tedavi görmüş kırıkları oluşmuş. İyileşmiş gidecek hiçbir yeri olmadığı için eşiyle yaşadığı eve dönmüş. Yine dövmüş yine kaçmış. Bunlar Diyarbakır’da yaşanıyor. Ailesine gitmiş ailesi kabul etmemiş. Gidecek herhangi bir kurum bulamamış, valiliğe gitmiş ilgilenen olmamış. Oradan Elazığ’a kaçmış gelmiş ve sokakta yatıyordu. Dehşete düşmüştüm. Elazığ Barosu’na ulaşmaya çalıştım, orada sığınma evi aradım, Elazığ’da sığınma evi yoktu. Başka tuhaf bir birim vardı, kapasite üstü çalışıyordu. Kadını yerleştirecek hiçbir yer bulamadım. Hiç kimse kabul etmedi o kadını. Kendi başına kalmıştı hayatta. Yani siz devlete gidip ‘ben şiddet görüyorum, eşim beni dövüyor, kardeşim, babam beni dövüyor, annem beni dövüyor’ hiç fark etmez, diyorsunuz ve kapı duvarla karşılaşıyorsunuz. Kime güvenecek bu insanlar?
İstanbul Sözleşmesi devlete bu hükümlülüğü yüklüyordu. İlçe belediyeleri de dahil olmak üzere, büyükşehir belediyelerine, bakanlığa özellikle kadınların yeniden başlayabilmeleri için evler oluşturmalarını istiyordu. Yanlış hatırlamıyorsan 135 sığınma evi var 85 milyon olmakla övündüğümüz ülkede.
A.N. ve Birsen Avcı kadın hikayelerinin tanıklıkları ve mağduriyetleriyle tam ortasındalar.
Aslında hepimizin bu kavganın tam ortasındayız; gardımızı indirmeden kendimizi savunmaya devam ederek.
Ama aslında vicdanen de tek bir talebimiz var ; sadece yaşamak istiyoruz.
HABERİMİZİN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA BASINIZ
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.