Mine Özerden: Vicdan meselesi olan her yerde vardı

Mine Özerden:  Vicdan meselesi olan her yerde vardı
Mine Özerden'i dostlarının onun için hazırladığı anayasadan aktaralım: "Mine bin kere düşünür, bir kere söyler. Analitik düşünür. Sivil itaatsizliğe inanır. Gerçekçidir. Paylaşmayı sever. Doğayı ve tüm canlıları sever ve korur. Demokrasiye inanır. Hakkaniyetlidir...."

EMEL ARMUTÇU


Yönetmen, yapımcı, reklamcı… Eğitimciliği ve sivil toplum uzmanlığı da var. Ama o mahkemede kendini insan hakları aktivisti olarak tanımladı.

Anadolu Kültür kurucularından biri olarak pek çok kültür sanat projesinde, mülteciler, kadınlar için yapılan çalışmalarda, doğal yaşamı koruyanlar tarafında yer aldı. Gezi’ye ilk, Taksim Platformu üyesi olarak sahip çıktı. Hala Gezi Davası’nda neden 18 yıl ceza aldığını bilmiyor, çünkü savcı mahkemede, avukatının ‘ne ile suçlandığı’ sorusunu cevaplamayı reddetti!

Arkadaşlarının onun için hazırladığı ‘Anayasa’ üzerinden biz cevaplayalım: Doğayı ve tüm canlıları sevdiği, koruduğu, demokrasiye inandığı, hakkını aradığı ve hakkını arayanın yanında durduğu, şiddet içermeyen, barışçıl ve demokratik her eylemi desteklediği, kısaca muhalif kimliği, entelektüel kapasitesiyle, 1 Mayıs’tan İstanbul Sözleşmesi’ne vicdan meselesi olan her yerde olduğu için…

PROLETER ŞOFÖR’ÜN KIZI…

30 Ocak 1965 tarihinde Köln’de doğmasının nedeni, anne ve babasının Almanya’ya işçi olarak gitmesiydi. Türkiye’ye döndükten sonra namı “Proleter Şoför” olarak yürüyen babası Yalkın ve annesi Halide Özerden oradan dönemin Türkiye İşçi Partisi’ne üye olmuş, aidatlarını düzenli göndermişti. Arkasına plastik harflerle ‘Proleter’ yazdırdıkları minibüse yükledikleri eşyayla Türkiye’ye doğru yola çıktıklarında Mine iki yaşındaydı.

Zafer Aydın’ın "İşçilerin Haziranı" kitabında anlattığına göre babası, Proleter’le Kadıköy-Pendik hattında yolcu taşımaya başladı. Sağ basın, minibüs durağındaki sağcı şoförler, trafik polisleri peşine düştü; dönemin İstanbul Valisi Vefa Poyraz bile makamına çağırıp yazıyı kaldırılmasını istedi, kaldırmadı. Söküp aldılar, yeniden yaptırdı. Defalarca gözaltına alınmasına, tutuklanmasına, dayak yemesine rağmen silmediği gibi, gündemde ne varsa afiş yaptırıp minibüsün üzerinde-arkasında taşımaya başladı. Bunlardan biri “NATO’ya Hayır” afişiydi. Çareyi dolmuş şoförlüğü lisansını almakta buldular.

Bu anne babanın kızı Mine Özerden, doğal olarak yaşadığı ülkenin siyasi sorunlarına duyarlı bir çocuk olarak büyüdü, üniversite yıllarından itibaren çalışmaya başladı. Fenerbahçe Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde sosyal antropoloji okudu. Bir süre yazar Cemil Meriç’e asistanlık yaptı; günlüklerinin redaksiyonunda çalıştı.

Sinemaya meraklıydı; tekrar üniversite öğrenciliğine dönerek bu kez Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sinema ve televizyon eğitimi aldı. Öğrenciyken Sinan Çetin’in Plato Film’inde prodüksiyon asistanı, Memduh Ün’ün 1990’da çektiği uzun metraj filmi Gün Ortasında Karanlık’ta yönetmen yardımcısıydı.

İLK FİLMİNDE FEMİNİST MİZAH…

1992’de, 7. Adana Altın Koza Öğrenci Filmleri Yarışması’nda ödül aldığı kısa filmi Leyleğin Getirdiği, feminist mizah yapan bir çalışmaydı; çocuğunun babasını seçmeye çalışan bir kadını anlatıyordu. Mezun olduktan sonra bir süre portföyündeki yabancı yönetmenlere prodüktörlük yaptı.

İSTANBUL’UN ZİLLERİ: ZİLNAME

Bir yıl sonra, İstanbul’da üretilen ve dünyaca ünlü cazcılarının kullandığı zilleri ve Zilciyan efsanesini anlattığı kısa metraj belgeseli Zilname’yi çıkardı. İFSAK Belgesel Başarı Ödülü’ne değer görülen film Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmişti.

Bir süre içinde olduğu reklam dünyasında, yerli ve yabancı müşterilere TV reklamları, radyo spotları hazırladı, gazete ve dergiler için promosyon filmleri çekti, prodüktörlük yaptı, reklam ajansları için o dönem bir ilk olan ISO 9001 Kalite Belgesi alma çalışmalarında aktif rol oynadı. Ama artık sivil topluma geçme zamanıydı.

2001 yılında kurucuları arasında yer aldığı Anadolu Kültür A.Ş.’de Mali ve İdari Koordinatör olarak sivil toplum alanına adım attı. Diyarbakır ve Kars Sanat Merkezleri ile Diyarbakır Avrupa arası kültürel işbirliği kurulması süreçlerinde, mekanın bulunmasından insan kaynaklarına, teknik donanımdan artistik donanıma kadar her aşamada görev aldı. 13 farklı Anadolu kentinde kültür sanat etkinliklerinin yapılması ve dolaşıma girmesi konusunda aktif olarak çalıştı; idari yapıyı koordine etti, bütçeleri yönetti, mali raporları hazırladı.

AYNI ZAMANDA EĞİTMEN…

Halen Anadolu Kültür gönüllüsü olan Mine Özerden, bir ara İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Genel Sekreterlik görevinin yanı sıra ihaleli satın alımlar, prosedürlerin ve demirbaş listelerinin güncellenmesi, ulaştırma ve yemek komiteleri gibi işleri koordine etti. 2009’da Antalya’da Bilgi Üniversitesi ofisini kurdu, yönetti. Üniversite el değiştirince ayrıldı ve emekli oldu.

KIŞLANIN HAYALETİ GEZİ ÜZERİNDE BELİRİRKEN…

Emekli olmak, bazı insanlar için çalışmayı bırakmak değildi tabii… Akademi İstanbul’da Kuramsal Kurgu ve Sinema Diline Giriş dersleri verdi. Uygulama süreçlerinde danışman eğitmenlik yaptı. Bu arada Sinema Televizyon Mensupları Derneği’nin kuruluşunda, KAMER’le birlikte kadın girişimciliği ve kadının insan hakları alanında farkındalık çalışmalarında yer aldı. Türk Matematik Derneği sergi koordinasyonunda, Geçişler mülteci projesinde çalıştı.

Takvimler 2013 Mayısı’na yaklaşıyor, Taksim Gezi Parkı üzerinde pek de iyi anılmayan eski bir topçu kışlasının hayaleti beliriyordu. Taksim Platformu’na üye oldu, kışlanın planlarını kamuoyuyla paylaşanlar arasındaydı. Taksim Platformu, meydanın kamudan nasıl koparılmak istendiği konusunda kamuoyunu uyaran ilk gruptu. Her pazar parkta toplanıyor, ağaçlara örgü giysiler giydiriyor, piknikler ve minik çaplı konserler yapıyorlardı. Türkiye ‘yüksek siyaseti’nde daha sonra bu ‘sürtüklük’ olarak anılacak ve bambaşka bir faza geçilecekti.

Gezi olayları -çadırlar yakılınca- patladığında, Mine Özerden İstanbul’da bile değildi; 2013 haziran başından temmuzun sonuna kadar Fethiye’de bir dil okulunda çalışıyordu. İstanbul’da olsa katılmaz mıydı, tabii ki evet ama Fethiye’den İstanbul’daki insanları hükümeti devirmeye yöneltmesi zordu biraz… Yine de Gezi sanıkları arasında yer aldı; emniyetten gönderiler isimsiz bir ihbara dayanarak, Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle gaz maskesi, sargı bezi ve deniz gözlüğü gibi şiddetle ilişkisi pek kurulamayacak malzeme alınması için birkaç kişi adına banka hesabı açtırdığı iddia edildi.

İLK KEZ ‘MAHKEME YÜZÜ’ GÖRDÜ

Dava süreçlerinde hep ‘şaka gibi’ dedi. Avukatı yine de onun adına savcıya, hangi fiillerden hangi suçun isnat edildiğini sordu, bu talep reddedildi. İş başa düşmüştü; “düşünüp düşünüp uygun bir suç bulacaktı” kendine. Mahkemeye sadece yazılı dökümü getirilen, asıl kayıtlarına ulaşılamayan telefon görüşmelerine baktı, Osman Kavala’nın “Neredesin?” sorusuna “Gezideyim” diye cevap verdiği gibi cümleler vardı, aslında bambaşka bir şey konuştukları bir telefon görüşmesiydi. Sonuç olarak hükümete karşı ne yaparak suç işlediğini, hükümeti hangi eylemleriyle düşürmeye çalıştığını öğrenemeden cezalandırıldı.Arkadaşlarının dediğine göre ilk kez ‘mahkeme yüzü’ görüyordu.

Karardan sonra, Mine’nin Dostları grubunu ve web sitesini kurarak üzerine “Mine yanlış ve yalnız değil” sloganını yazan arkadaşları, bir de ‘Mine Anayasası’ hazırlamaya başladılar.

Anayasanın şimdiye kadarki maddeleri şöyle:

  • Mine bin kere düşünür, bir kere söyler.
  • Mine analitik düşünür.
  • Mine sivil itaatsizliğe inanır.
  • Mine gerçekçidir.
  • Mine paylaşmayı sever.
  • Mine detaylara önem verir.
  • Mine bağımsızdır; örgütlenmeye inanır ama örgütü yoktur.
  • Mine doğayı ve tüm canlıları sever ve korur.
  • Mine demokrasiye inanır.
  • Mine hakkaniyetlidir.
  • Mine hakkını arar, hakkını arayanın yanında durur.
  • Şiddet karşıtıdır, barışçıl ve demokratik her eylemi destekler.

Dolayısıyla bu bir ‘yok’lar davası olduğu; delil, suç, hukuki dayanak bulunmadığı için savunmalarında yok edilen doğal alanlardan, beyin göçünden, kadın cinayetlerinden, İstanbul Sözleşmesi’nden, yoksullaşmadan, uyuşturucu trafiğinden, barınamayanlardan, İkizdere’den, talandan, yalandan bahsetmiş, “Sormayalım mı?” diye sormuştu.

‘Soramazsın’ demediler ama sorularıyla birlikte cezaevine gönderdiler. En son, babasına son görev için geldiği mezarlıkta bir jandarma ordusunun arasında gördük onu… Deniz gözlükleriyle ihtilal yapmak üzereymiş, babasının tabutu önünde annesine sarılırken kaçacakmış gibi, azılı bir saldırganı bekler gibi bellediler tepesinde. Hayır, babasına ağladı ve her zamanki sorumlu vatandaş haliyle cezaevine döndü.

Mahkemede sarf ettiği şu sözleriyle bitirelim:

- Zaman gelir, iklim değişir. Akla, mantığa ihtiyaç duyulur. Sıradanlaşan kötülüklerle hesaplaşılır. İnsanlık tarihi böyle örneklerle doludur.

(Manşet fotoğraf: https://mineozerden397787585.wordpress.com/)

1. Bölüm: Mücella Yapıcı: O, bulunduğu ortamı güzelleştirme insanı

2. Bölüm: Can Atalay: Zor zamanların kahramanı

3. Bölüm: Tayfun Kahraman: İstanbul’u plan plan, bina bina bilen adam

4. Bölüm: Osman Kavala: Hayatı boyunca kesintisiz bir nezaket

5. Bölüm: Ali Hakan Altınay: Bu yaz çocuklara yaz okulu yapmayı planlıyordu

6. Bölüm: Yiğit Ali Ekmekçi: Doğal bir uzlaşma makamı

Özel Haber