Arınç'tan çözüm süreci çıkışı: Öldürmek çözüm değil. Demokratik ülkeler müzakereyle çözmüş

Arınç'tan çözüm süreci çıkışı: Öldürmek çözüm değil. Demokratik ülkeler müzakereyle çözmüş
Çözüm süreci hakkında konuşan eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, "Öldürmek karşısında öldürmek çözüm değil. Demokratik ülkeler bunu bir müzakere yoluyla sonunda çözebilmiş. Hepsinin yolu var yeter ki barış içinde müzakere ile bu işler sonuçlanabilsin" dedi.

Esra Tokat


Özgürlük Araştırmaları Derneği (ÖAD) 9’uncu yılını Ankara’da bir resepsiyonla kutladı. Grand Ankara Hotel’de yapılan resepsiyonda açılış konuşmasını Prof. Dr. Burak Bilgehan Özpek yaptı.

'Babalarının yapmadığı yardımı yaptım'

Resepsiyona katılan ve söz alan AKP’nin kurucularından eski TBMM Başkanı Bülent Arınç gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İsrail-Filistin arasındaki çatışmalara dair yaptığı açıklamanın ardından ofisine Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Ankara Şubesi tarafından koli bırakılmasına tepki gösteren Arınç "Acıyorum onlara üzülüyorum. Onlar adına üzülüyorum çünkü bir dernek mensubu olduklarını söylüyorlar. O derneğe ben onların babalarının bile yapmadığı yardımı yaptım. 28 Şubat sürecinde 130 parça gayrimenkullerini el konulmuştu, başbakan yardımcısı olarak vakıflardan sorumluyum; 8 tane vakfın bütün gayrimenkullerini kendilerine iade ettim" dedi.

'Yeter ki barış içinde müzakere ile bu işler sonuçlansın'

"Şimdi bulunduğumuz noktada pek çok konuda memnun değiliz" diyerek çözüm sürecine de değinen Arınç "Dünyada bütün terör örgütleri ile mücadele, İrlanda örneğinden Katalan örneğine kadar nereye bakarsanız toplumsal ve siyasal bir sonuçla ortadan kalkabilmiş. Öldürmek karşısında öldürmek çözüm değil. Demokratik ülkeler bunu bir müzakere yoluyla sonunda çözebilmiş. Hepsinin yolu var yeter ki barış içinde müzakere ile bu işler sonuçlanabilsin" ifadelerini kullandı.

'Pek çok suçlamaların muhattabıyım'

Arınç şunları söyledi:

“Size söylemek istediğim birkaç şey var. Yaşadığımız pek çok olayın şahidiyim. Özellikle 2015’te ben ayrıldıktan sonra aleyhimde kurulan tuzakları, kumpasları yaşamış bir insanım. 15 Temmuz 2016’dan sonra da bizlere yöneltilen pek çok suçlamaların muhattabıyım.

Türkiye’de yaşıyoruz. Türkiye’de hiç görmek istemediğimiz, duymak istemediğimiz, en azından AK Parti’nin ilk 10 yılında hayal bile etmediğimiz pek çok gelişmeyi yaşadık. Bunlar üzüntü verici olaylardır. Biz geldiğimiz zaman eski Milli Görüş partilerinden farklı olarak ‘Türkiye siyasetine uygun akılcı bir siyasetle iktidarı hedefliyoruz, darbelere, muhtıralara karşı olarak cesaretli, ilkeli bir siyaset takip edeceğiz’ dedik ve bunu yerine getirdik. Bu partinin önde gelen 3 kurucusundan birisi olarak hemen Meclis Başkanlığına geldim. Arkasından sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığında Meclis Başkanlığı’ndan ayrıldım. Şunları ifade etmek istiyorum.

'İlk geldiğimizde Avrupa Birliği yanlısı olarak geldik'

İlk geldiğimizde Avrupa Birliği yanlısı olarak geldik. Oysa Milli Görüş’ün temelinde AB karşıtlığı vardır. Biz Türkiye’nin çıkarlarını önceleyerek bu yola girdik. Türkiye’nin çıkarları iki açıdan önemliydi. Birincisi demokrasiye gidebilmek için vesayetlerden kurtulmamız gerekiyordu. Sivil asker ilişkilerini Batı tarzında bir yere oturtmalıydık. Bu bir partinin sadece iktidara gelmesiyle seçim kazanmasıyla olacak bir şey değildi. İkincisi Türkiye’ye bir hukuk ve demokrasi standartı getirmeliydik. Bunun çıplak önümüzdeki tek örneği Avrupa Birliği’ydi o zamanlar. Kopenhag kritererine bakarsak hukuk ve siyaset, Maastricht Kriterleri’ne bakarsak ekonomik ölçütler. İkisi de işimize geldi. Türkiye’de bir manevraya ihtiyaç vardı. Halkın ‘demokrasi istiyoruz’ söylemlerine gülerek karşılık veriyorlardı. Oysa Avrupa Birliği’ni Türkiye’deki bütün sol gruplar da dahil olmak üzere o zaman Meclis’te olan CHP’yi kastederek söylüyorum, herkes bu emelin arkasında neredeyse tek saf olmuştu.

'ABD’nin siyasi anlamda büyük desteğini aldık'

Demek ki bir taraftan Türk Silahlı Kuvvetleri, batı yanlıları, laiklik yanlıları (laikçiler hariç), Türkiye’de Avrupa Birliği normlarının gerçekleşmesini istiyorlardı. Bunun için Anayasa değişecekti, bunun için pek çok normlar değişecekti ve bütün özgürlüklerim bileşkesi olan ifade özgürlüğü olan güçlenecekti. Kolları sıvadık ve hepsini gerçekleştirdik. Bu suretle batının desteğini aldık, ABD’nin siyasi anlamda büyük desteğini aldık ve Türkiye’de taşları yerine oturtmaya başladık. Kolay olmadı Anayasa Mahkemesi kapatma davası açtı. Bununla uğraştık. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademesini kastederek söylüyorum, her zaman kaşlarını çatmış olanlarla bir içten mücadelemiz oldu. Arkadan başka süreçler başladı. Ama 2013’te daha çok 2011’de başlayan Arap Baharı, arkasından Gezi olayları, arkasından 15 Temmuz’a gelinceye kadar farklı şekilde yaşanan olaylarla Avrupa Birliği çizgisinden, üstelik aday ülke olarak müzakerelere de başlamışken çıkmak durumunda kaldık ve ondan sonra aynı istikametten ayrılırsanız iki ayrı yöne gidecek şekilde bugünlere kadar ulaşmış olduk.

'Şimdi bulunduğumuz noktada pek çok konuda memnun değiliz'

Şimdi bulunduğumuz noktada elbette pek çok konuda memnun değiliz. Bu memnuniyetsizliğimizi usulünce ortaya koymamız lazım. Biz bir tecrübe sahibiyiz. Mesela benim tecrübelerim ne oldu? Ben Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığı yaptım en azından 2 sene kadar. Terörle mücadelenin akılcı olarak nasıl yapılabileceğini öngördük. Bu öngörülerimizin içerisinde bir şey çok önemlidir. Milli Güvenlik Kurulu’nda bir kuvvet komutanın söylediği bir şey bize de yön verdi. ‘Biz bu terörü 6 defa 7 defe yok ettiğimizi zannettik. Bunu da deklare ettik. Oysa olduğu yerde duruyor. Bizim işimiz bitti, bundan sonrası size ait’ demişti. Bunun üzerine biz çözüm sürecine başladık. 2009’dan 2015’e kadar. Çok iyi işler de yapıldı, çok yanlışlar da yapıldı ve örgütün tabi şüphesiz iç düzenindeki hiyerarşi bütün bu işleri yok etmek için de elinden geleni yaptı.

'Öldürmek karşısında öldürmek çözüm değil'

Oysa dünyada bütün terör örgütleri ile mücadele, İrlanda örneğinden Katalan örneğine kadar nereye bakarsanız toplumsal ve siyasal bir sonuçla ortadan kalkabilmiş. Öldürmek karşısında öldürmek bunlar çözüm değil. Demokratik ülkeler bunu bir müzakere yoluyla sonunda çözebilmiş. Hepsinin yolu var yeter ki barış içinde müzakere ile bu işler sonuçlanabilsin.

'Şimdi geldiğimiz noktada toplum sıradanlaştı'

İkincisi, tabi Arap baharıyla özellikle Suriye’deki gelişmeler dengemizi çok bozdu. Yani biz hiçbir ülkeye demokrasi ihraç etmek konusunda, örnek olmak noktasında kendimizi ifade etmemek gerekirdi. Oradaki düzenin bunu hedef alarak çok yanlış işler yapacağını da bilmeliydik. Nihayetinde Suriye meselesinin yıllardır içinde olduk, oraya pek çok silahlı örgüt girdi, pek çok ülke kendini muhatap kabul ettiği için içinden çıkılamaz hale geldi. Arkasından mülteci, sığınmacı akınları başladı vesaire...

Şimdi geldiğimiz noktada toplum sıradanlaştı. Sıradanlaşmak şu: Ben her seçim için başımızdaki büyüklere şunu derdim; ‘Seçimi kazanmak elbette önemli ama seçimi kazanmak pazar günü akşamı belli oluyor. Oysa biz pazartesiye bakmalıyız. Yani seçimi kazandık da ondan sonra ne olacak? Türkiye nasıl bir güne uyanacak. Biz işin neresinde olacağız? Hangi problemler karşımızda olacak ve biz bunları çözmek için hangi hazırlığa sahibiz? ‘Orasını düşünmeyelim, Pazar akşamı kazanalım o bize yeterli’ diyenler oldu. Hala da bu kazancı kendileri için yeterli görenler var. Oysa sorunlar büyüyor, içinden çıkılmaz hale geliyor. Ve bu sorunlar başta adalet ve hukuk sorunudur. Buraya hiç kimse yanaşmıyor. Halbuki dindar insanlar için Allah ayetlerini göndermiş, ‘Allah size adaleti emreder’ diyor. ‘Bir topluluğa olan nefretiniz sizi adaletten ayırmasın’ diyor. Bunu büyüklerimizle konuşurken hepsinin cebinde bu ayetlere dair kartlar var. Ama ben de diyorum ki bu ayetleri bu kartlara yazmak yetmiyor. Bunun uygulanması lazım. Hukuk devleti denen bir şey var. Yargılama denen bir şey var. Bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı yüzde 67 ile hak ihlallerini en çok verdikleri karar olarak gösteriyorsa bunun karşısında düşünmek gerekir.

'Adalet ve yargılama büyük bir sorun halinde devam ediyor'

Adalet ve yargılama büyük bir sorun halinde devam ediyor. Oysa pozitif hukuk da bunun nasıl olacağı çok açık bir şekilde gösterilmiştir. Suçun unsurlarına bakacaksınız, var olup olmadığına bakacaksınız. Bir de bunun manevi unsurunun yani kast unsurunun olup olmadığına bakacaksınız. Bunlara bakmadan ‘bunlar da onlardandır’, ‘bunlar da mutlaka bu suçu işlemiştir’, ‘mutlaka aralarında irtibat, iltisak vardır’ diye geçen Avrupa Parlamentosu’ndan bir sesin söylediği noktaya geliyoruz. ‘Sizin yetkilileriniz öyle şeyler söylüyor ki Türkiye’nin yarısı teröristmiş’ diye ironi yapıyor. Bunlar yanlış şeyler. Şimdi bütün bunlara karşı bizim özellikle böyle derneklerimizin el ele vererek çok iyi bir netice alması lazım.

'Milletimiz bazı konularda çok cahil, cahilce düşünüyor ve cahilce yönetiliyor'

Ben 2010 referandumu için çok çalıştım. Anayasa’nın ilk 26 maddesi değişiyordu hatta bu 26 madde değiştikten sonra oturduğumuz birisi dedi ve ben de tasdik ettim, ‘Artık bundan sonra Anayasa’yı değiştirmeye ihtiyaç kalmadı. Anayasa’nın kalbi bu 26 maddeydi.’ Biz de onda muvaffak olduk. Ama ondan sonra 40 tane komisyon kuruldu yeni anayasa yapmak üzere. Şimdi hükümet sistemi de değişti. Dolayısıyla bizim bu kadar tecrübeden sonra çalışmak ve topluma meseleleri anlatmak lazım. Sosyal medyadaki çarpıklıklara bakarak bir yöne gidemeyiz. Milletimiz bazı konularda çok cahil, cahilce düşünüyor ve cahilce yönetiliyor.

'Ben Filistin meselesi içerisinde 40 senemi verdim'

Siyasi parti liderlerimizin de maalesef bir kısmının bunlara destek olduğunu görüyorum. En son mesele bu Hamas’ın İsrail’e karşı yaptığı bir hareket ve onun üzerine de İsrail’in on misli, yüz misli, bin misli karşılık vermesi, orantısı olmayan, ölçüsü olmayan bir şekilde. Ama bu ilk defa olmuyor ki. Ben Filistin meselesi içerisinde 40 senemi verdim. Oradan bir şey atılır, onlar da bunu fırsat bilip tepelerine biner. Ne şehir bırakır ne insan bırakır. Gözü dönmüş bir şekilde bunun karşılığın verir. Şimdi hisli olarak düşünmeden akli olarak düşünmek lazım. Biz Erbakan Hoca’dan dersliğiz. Erbakan Hoca’nın anlattığı bir risaleyi burada anlatıp sözünü bitireyim:

'Zannediyorlar ki bu bir cihattır'

Peygamber zamanında bir şahıstan çok bahsedilmiş, çok övülmüş, ‘şöyledir şöyledir’ diye. Kendisi 3 defa ‘aklı nasıl, aklı nasıl, aklı nasıl?’ diye buyurmuş. Yani Kuran-ı Kerim’in hitabı bile ‘niye akıl etmiyorsunuz, niye düşünmüyorsunuz’ şeklindedir. Şimdi akıldan noksan bir topluluk var. Zannediyorlar ki bu bir cihattır. Peki öyle düşünüyorsanız cihat emri sana da var. Pılını pırtını topla sen de bir mücahit olarak elinden geleni yap orada şehit ol. ‘Olmaz, ben sıcak yatağımdan çıkamam’ diyor. Demek ki niye bunu söylüyorsun bir ‘Fauda’ diye dizi var Netflix’te. Ben bunu izledim ve bu meselenin gerçek yönünü anlamak için de hepinize tavsiye ederim. Fauda dizisi bir gecede iki bölü izlenecek kadar ciddi bir dizidir.

'Türkiye’nin başını da derde sokmayın'

Bu olay çok yönlü, çok taraflı bir olaydır. Biz her şeyimizle Filistin’in yanındayız, Filistinlilerin yanındayız. Çalınmış vatan olduğuna inanıyoruz, diğeri de gasp edilmiş insanlar, topluluklardır. Ama bilelim ki 1948’de İsrail’i tanıyan 3 ülkeden birisiyiz. Bütün bu gerçekleri bilerek siz daha kendi içinizde birliği temin edemediniz. Ramallah ile Gazze arasındaki ihtilaf, İsrail ile Filistin arasındaki ihtilaftan daha büyüktür. Önce kendiniz kucaklaşın. Beraber bir seçim yapalım görelim bakalım. Sizi kim muhatap alacak? Türkiye’den başka kimse muhatap almadı. E Türkiye’nin başını da derde sokmayın. Bize sadece üzüntüsü düşüyor, tasası düşüyor. Yıkılan şehirlerinizi yapmaya çalışıyoruz. Gıda yardımı yapıyoruz, onu yapıyoruz.

'Gündüz gelememişler, gece gelmişler'

Mavi Marmara olayı benim zamanımda oldu. Ne çektiğimizi Allah bilir. O yüzden akıllı davranın dediğim zaman dün ya da evvelsi akşam ofisimin önüne gece 12’de gelmiş üç tane genç başlarında bir Filistin poşusu ağızlarında bir maske ellerinde de bir Filistin bayrağı beni protesto etmişler. Gündüz gelememişler, gece gelmişler. Bunu da sosyal medyaya vermişler. Acıyorum onlara üzülüyorum. Onlar adına üzülüyorum çünkü bir dernek mensubu olduklarını söylüyorlar. O derneğe ben onların babasının bile yapmadığı yardımı yaptım. 28 Şubat sürecinde 130 parça gayrimenkullerini el konulmuştu, başbakan yardımcısı olarak vakıflardan sorumluyum; 8 tane vakfın bütün gayrimenkullerini kendilerine iade ettim. Onun da yaptıkları bana bu, gece yarısı operasyonu. Bunlar bizim düşüncelerimizin yanlış olduğunu göstermez. Onların aldatılmış olduğunu gösterir. Bu da onların ayıbıdır.

Şunu söylemek istiyorum. Özgürlük Araştırmaları Derneği bugünün sorunlarıyla ama sıcak sorunlarıyla bilimsel açıdan herkesi kucaklayacak şekilde hiçbir şekilde taraf olmadan güzel yayınlarıyla sempozyumlarıyla mutlaka faydalı olacaktır."

Kısa Dalga Tv