Siyaset ve Gençlik 3: “Muhalefet yapan bir milliyetçilik”
“2000’lerin ortasından itibaren Türkiye’de eleştirel, daha seviyeli, daha demokratik, kendisiyle de hesaplaşma yaşayan, daha sağlıklı bir milliyetçilik uyanıyordu. Bu milliyetçilik kendisini İYİ Parti’de manifest etti, orada tezahür etti. Ancak İYİ Parti’de de birtakım hayal kırıklıkları yaşadı.”
Bahadırhan Dinçaslan Ülkü Ocakları’nı, MHP’yi ve İYİ Parti’yi yakından tanıyan bir isim. 1990 doğumlu Dinçaslan kuruluşundan itibaren görev yaptığı İYİ Parti’den 2019 yılında istifa ettiğinde, Meral Akşener’in danışmanlarından biriydi. Dinçaslan siyaset hikâyesini şöyle anlatıyor:
“ÜLKÜCÜLÜK NESİLDEN NESİLE GEÇER”
“MHP kimliği bildiğiniz üzere bir etnik kimlik gibidir, ülkücülük. Nesilden nesile geçer. Benim anne babam ülkücüdür. Ben Kayseriliyim, annem Kayseri’de kadın kolları başkanlığı yaptı. Babam 80 öncesinde devlet memuru olmadan önce şehrimizin Ülkü Ocakları’nda başkanlık yaptı. Onlardan bize geçen bir ülkücü kimlik, bir MHP kimliği vardı. Benim küçüklükten itibaren bütün anılarım MHP’nin içerisindedir.
“ERKEKLER AMCA, KADINLAR TEYZE GİBİYDİ”
Bir görev yapmış olmaktan ziyade MHP belki bizim için bir ev gibiydi. Bütün erkekler amcamız, bütün kadınlar teyzemiz gibi bir klan görüntüsü veriyordu. Tabii lise yıllarımdan itibaren Ülkü Ocakları’nın içerisinde yer aldım.
Üniversite yıllarımda Ülkü Ocakları’nın mevcut politikasını beğenmediğim için de uzaklaştım. O dönem bir çözümsüzlük vardı. Benle birlikte birkaç nesil yukarım ve bir nesil aşağım bir kaygıyı paylaşıyordu. Böyle milliyetçilik olmaz. Milliyetçiliğin öyle ya da böyle bir şekilde bir güçlendirmeye ihtiyacı var diye. Fakat başka bir milliyetçi parti yoktu, bu yüzden MHP’nin üyesi oldum ve kısa bir süre için 2015 yıllarında Şişli teşkilatında yöneticilik yaptım. Seçim faaliyetlerini koordine ettim. Fakat bu üst düzey bir görev değil İYİ Parti’deki görevlerimle karşılaştırınca. Burada tabii o zamanlar yaşımın daha genç olması ve MHP’ye bir nevi kerhen destek veriyor olmamız da etkili.
Devlet Bahçeli’yi o zamanlar zaman zaman dışarıya karşı savunsak da içeride her zaman eleştiriyorduk. Ama Tayyip Erdoğan’a bir şekilde muhalefet yapıyordu ve Tayyip Erdoğan’a muhalefet yapan bir milliyetçiliği olumlu gördüğümüz için bir şekilde kendimizi, sadece ben değil, bütün bu kitle, MHP’li olarak addetmeye devam ediyorduk. Hem geçmişin hatıraları sebebiyle, hem de bu bahsettiğim sebeple.
İYİ PARTİ’NİN KURULUŞU
2015 yılının sonunda Meral Akşener’le tanıştık. O zamanlar biliyorsunuz MHP’de bir başkanlık yarışına girdiler, partide çok ciddi bir kazan kaldırmaya şahit olduk. Tabandan kalktı bu kazan ve daha sonra taban kendisine uygun genel başkan adayı aramaya başladı. Bu adaylar içinde öne çıkanlar arasında benim kendime en yakın bulduğum Meral Akşener’di, bir vesileyle kendisiyle tanıştık ve akabinde Meral Hanım’ın ekibinde yer aldım. Daha sonra İYİ Parti kuruldu. MHP’de maalesef o kongre prosedürü gerçekleşmedi, sonuç alamadı daha doğrusu kongre yapılsa da. Biliyorsunuz Gemerek Mahkemesi’nde iptal edilmişti yaptığımız kongre. Yeni partinin kuruluşunda yer aldım. Mesleğim iletişimcilik olduğu için genelde iletişim danışmanlığı yaptım.
“MİLLİYETÇİ BİR SİYASET YÜRÜTEMEYECEĞİ İÇİN İSTİFA ETTİM”
Partinin kuruluşundan bir yıl sonra Temmuz 2018’de gerçekleşen, Meral Hanım’ın Afyon Çalıştayı’nda parti başkanlığından istifa ettiği ve partiyi yeniden seçime götürdüğü kongrede Genel İdare Kurulu üyesi oldum. Partinin 40 kişilik yönetici kadrosu arasında da resmen yer aldım. Fakat benim temsil ettiğim siyasi pozisyonun partinin diğer bileşenlerini rahatsız etmesi sebebiyle parti içinde çok ciddi bir negatif kampanyaya maruz kaldım ve Genel İdare Kurulu üyeliğinden kısa süre sonra istifa ettim. Ama partiyle bağım devam etti, genel başkan danışmanlığına devam ettim, Meral Hanım’ın ve partinin iletişim politikalarına kendimce bir sene daha katkı yaptım. Fakat Ağustos 2019’da partinin vaktiyle Çözüm Süreci’ni savunmuş bir şahsı siyasi işlerden sorumlu genel başkan yardımcısı yapması sebebiyle artık partide benim arzu ettiğim şekilde milliyetçi bir siyasetin yürütülemeyeceğine ikna olup istifa ettim.”
“İYİ MİLLİYETÇİLİK” TANIMI
Bahadırhan Dinçaslan Tamga Türk sitesinde 7 Mart’ta yayınlanan “Azgın Milliyetçilik: İnfial Yaratan Şiddet Olayları ve Milliyetçilik İlişkisi” başlıklı yazısında, “iyi milliyetçilik” ve “azgın milliyetçilik” arasında şöyle bir ayrım yapıyor:
“Bu azgın milliyetçilik, milliyetçiliğin inşa edici-birleştirici ve hızlandırıcı işlevlerini engelleyip, milliyetçi refleks verecek yığınları bir tür ‘yanlış bilinçlenme’ye sevk ettiği gibi, aklı başında milliyetçiliğin de yayılabilmesini, toplum nezdinde kabul ve itibar görüp bir tabana oturarak ‘iyi milliyetçiliğin kötü milliyetçiliği kovması’nı engelliyor.”
Azgın milliyetçilik konusuna birazdan geleceğiz, ama Dinçaslan’a öncelikle “iyi milliyetçilik” derken ne kastettiğini soruyorum:
“Benim seküler milliyetçilik diye bahsettiğim bir kavram var, bu konuda iki kitap da yazdım. Milliyetçilik zatında seküler olması gerekir, fakat Türkiye’de birtakım fiili durumlar sebebiyle olmadı. Ne oldu? Dini referanslı bir söyleme kaydı. Biz Türkiye’de aslında mevcut manzaraya bakınca dini referanslı siyasetin bedelini ödüyoruz.
Bir, milliyetçiliğin yeniden aslında dönerek bilimsel, akılcı ve insanı merkeze alan, dolayısıyla seküler bir forma kavuşması gerekiyor.
İkincisi, Türk milliyetçiliğinin yalnızca ‘biz çok Türküz, o kadar Türküz ki Türklükten ölüyoruz ya da Türkleri çok seviyoruz’ tarzının ötesinde, Türklerin yararına, Türklerin iyiliğine projeler ortaya koyması ve böyle bir vizyon geliştirmesi lazım.
Bunu bir örnekle daha somut hale getirelim: Söz gelimi Türk milliyetçiliği şuna karar vermeli: Demokrasi iyi midir kötü müdür? Şimdi çok Türküz, hepimiz milliyetçiyiz ama ülke diktatoryayla yönetiliyor. Bu iyi bir şey midir? Ben seküler bir Türk milliyetçisi olarak diyorum ki demokrasi vatandaşın, dolayısıyla Türk’ün saygın olduğu bir rejimdir. Vatandaşın saygın olmadığı, hakkının hukukunun muhafaza altına alınmadığı, itibarının saygınlığının yasalar tarafından korunmadığı ve onun görüşünün önemsenmediği bir rejimde Türk milliyetçisi olmamız mümkün değildir. Türkler etten, kemikten, kandan insanlar. Bu insanların bütün diğer insanlar gibi birtakım eksikleri, talepleri, arzuları, ihtiyaçları var, bunu en iyi şekilde nasıl karşılarız diyen bir milliyetçilik lazım. Bu sorunlara doğru cevap verebilmek için kesinlikle ve kesinlikle bilimsel yöntemle düşünüyor olmak lazım, çünkü insanoğlunun evrimsel sürecinde geliştirebildiği yegane reçete budur. Bilimsel yöntem. Ve bilimsel yöntemle, rasyonel düşünceyi uygulayabilmek için dini referanslardan arınmanız gerekiyor.”
“ABD’DEN DÖNDÜM İYİ PARTİ’Yİ KURANLAR ARASINA GİRDİM”
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin İYİ Partili üyesi Dr. Taylan Yıldız, siyasetçi dendiğinde zihnimizde canlanan profilden farklı bir isim. Yıldız Boğaziçi Üniversitesi’ndeki lisans eğitiminin ve Stanford Üniversitesi’ndeki doktorasının ardından Google’da çalışmaya başlamış. Türkiye’ye dönüş ve siyasetçilik hikâyesini ise şöyle anlatıyor:
“Nereye reklam verilmeli, hangi insanlara kaç kere reklam gösterilmeli ki bazı ürünler alınsın gibi işlerle meşguldüm ben Google’da. O alanın Ar-Ge’sinin başındaydım diyebilirim. Sonra şöyle düşündüm, Google’da insanlar daha çok şampuan satsın, araba satsın diye uğraşıyoruz, niye insanlar doğru fikirleri daha iyi öğrensinler diye uğraşmıyoruz? Ve o anlamda da zaten daha önce biz o politik adaydan, siyasilerden teklifler de geliyordu. Zaten daha önce Amerika içindeki siyasetçilerden Google’a teklifler geliyordu. Bizim kampanyalarımızı yönetin diyorlardı. Ben dedim bizim madem böyle bir teknolojimiz var, bunu niye Türkiye demokrasisi için kullanmayalım? Ondan sonra ben baktım kimsenin Türkiye’ye gelip de bunu yapası yok. Dedim ki bu bir fırsat aslında bizim için. 2014 yılında geldim İstanbul yerel seçimlerinde muhalefet adına çalıştım, kampanyalar yönettim. 2017 yılında “Hayır” kampanyasında çalıştım. Onu yaparken baktım ki Meral Hanım milliyetçi/muhafazakâr insanlara çok güzel ulaşıyor. O da Hayır diyor, ben de Hayır kampanyası için çalışıyorum. Kendisine gittim dedim ki, ‘Meral Hanım ben yardım edebilirim, benim bu konuda yetkinliğim var.’ Birlikte çalışmaya başladık. Çok keyifli bir çalışma oldu. Sonra dedi ki ‘ben parti kuracağım, kurucu olmak ister misin?’ İsterim dedim sonra bir baktık biz partiyi hep beraber kuruyoruz. İsmi, logosu vesaire. Çok keyifli bir şey oldu. Sonra dedi ki ‘ben seni genel başkan yardımcısı yapmak istiyorum, A takımıma almak istiyorum.’ Dedim şereftir. Öyle başladı yani. ‘Abi nasıl İyi Parti’ye girdin, ne alaka’ diyorlar, ben de diyorum ki ben girmedim, kurdum. Öyle bir şey yoktu ortalıkta, önceki partilere baktım, oralarda kendime bir yuva bulamadım açıkçası. Öyle olunca da yuvayı kendimiz kurduk.”
Yıldız, İstanbul’a dönünce genel başkan yardımcılığı görevini bırakmış. Şu anda İBB meclis üyeliğinin yanında partinin gençlik politikaları üzerinde çalışıyor. Ülkeyi gezip gençlerle toplantılar düzenliyor. Yıldız’ın “iyi milliyetçilik” tanımı da Dinçaslan’ın tarifiyle örtüşüyor.
“Ben geçmiş senelerde 40-50 şehirde dolaştım Türkiye’de. Özellikle 16 sene yurtdışında yaşayınca Anadolu gençlerini daha iyi anlamak adına. Anadolu halkını daha iyi anlamak adına. Çok da güzel oldu. Herkes beni bağrına bastı. Bu kadar şehir dolaştım ve orada şunu gördüm, gençler bilgiye çok açlar, mentorluğa çok açlar. Ben orada gidip konuştuğum zaman yarım saat hadi bir siyasi bir selam verip gitmiyorduk, orada ‘kürsüsüz siyaset’ diye bir şey tanımladım. O da şuydu: gençlere bin kişiye gidip de konferansta anlatacağıma, 40-50 kişilik gruplarla konuştum çünkü orada gençlerle biz diyalog halindeydik. Beni istediğiniz zaman susturun dedim, sorularınızı sorun, araya girin, bölün. Böylece inanılmaz büyük bir diyalog haline girdik. Ve de orada yarım saat 40 dakika değil üç buçuk saat konuşmaya başladım ben. Oradaki genç çocuklar şöyle diyordu, ‘abi biz arkadaşımızla sinemaya gidecektik, iptal ettim bu daha zevkli,’ diyordu. Çünkü gerçekten biz onlara hamasi bir söylem değil, ‘Türkiye’nin geleceği nasıl kurtulur’u anlatıyoruz. Başta yarı ünlü bir abi var diye gelen insanlar, gözleri boncuk boncuk açılıp, ‘Türkiye’den aslında bir şey olur, bizim aslında umudumuz var’la çıkıyorlardı. Bu beni inanılmaz mutlu etti. İkincisi, gençlerde şöyle bir beklenti var: Şu an muhalefet televizyonlarına da bakın: İnsanlar üç saat boyunca neyin yanlış olduğunu anlatıyorlar. Ve de bir şeyin yanlış olduğunu anlatmak çok daha kolay. Ama doğrusunun ne olduğunu ve oraya nasıl gidileceğini anlatmak çok zordur. Ben gençlerle beş dakika sorun tespiti yapıyorum, ondan sonraki üç saat boyunca çözümün ne olması gerektiğini anlatıyorum. Gidip de hiç arkaya bakmıyorum. İktidar onu yaptı, bunu yaptı falan değil, önümüze bakacağız ve gelecekte de şu anki iktidar yok. Gelecekte biz varız, gelecekte gençler var ve ne olması gerektiğini anlatıyoruz. Ama bunu anlatmaya çoğu insan uğraşmamış bugüne kadar. Vatan, millet, sakarya… Bizi bölemezler, bayrağımızı indiremezler.
Şöyle bir saçmalık var. Biz Türkiye’de birbirimizle ‘ben daha çok ülkeyi seviyorum, hayır ben daha çok ülkeyi seviyorum,’ kavgasını veriyoruz. Bu dünyanın en saçma şeyi. Güzel bir şey yapın, ülkemiz adına gurur duyacağımız bir şey yapın, gidin Alman’a İngiliz’e anlatın bunu. Yani ona deyin ki ‘bakın işte bir Türk dünyaya bedeldir, çünkü biz bunu yaptık.’ Milliyetçilik benim için odur. Yoksa herkes vatanını seviyor. Ben kimsenin sevgisini sorgulamıyorum. Onlar da benimkini sorgulamasın ama gidip iş yapan insan sayısı çok az.”
Yıldız’a AK Partili Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu’nun meclis oturumu sırasında ona “internetçi arkadaş” diye hitap etmesini ve kendisinin Stanford’da doktora yaptığını söylemesi üzerine Göksu ve arkadaşlarının gösterdiği tepkiyi soruyorum.
“Benim üzerimden aslında gençlere hakaret ettiler. Çünkü orada aslında hakaret ettikleri şey hepimizin dişiyle tırnağıyla gösterdiği bir eğitim çabası. Bu orada saygı görmüyor, ama dünyanın her yerinde saygı görüyor. Benim dünyada konuşamayacağım insan yok. Sırf orada birlikte işkembe çorbası içiyoruz diye zannediyor ki ben onunla aynı seviyedeyim. Orada öyle cahil bir kibir var maalesef. Ama orada konu ben değildim. Orada konu gençlerin interneti hayatının merkezine koyan yaşam stili. İnternetin neden onların hayatının ortasında olduğunu bilmediklerinden onu aşağılayan bir bakış açısı vardı. Ben de orada gençleri ve o hayat stilini savunmaya çalıştım. Orada ne oldu ama? Liyakat konusuna gelelim. Benim oradaki liyakatım belli. Arkadaşların liyakatsızlığı belli. Orada ying yang gibi bir şey oldu. Siyahla beyaz gibi bir dikotomi oldu. Ama biz şuna son 20 senedir çok açız: Bizim gibi liyakatlı, eğitimli olan insanların bugüne kadar önü çok kesilmiş. Atamalarda önü kesilmiş, mülakatlarda önü kesilmiş, biz gık dememişiz bu insanlara. Neden? Çünkü biz siyasette yokuz. Türkiye’de siyasette olmadığınız zaman STK’larda ne yaparsanız yapın maalesef yeterince etki alanınız olmuyor. Bu işi siyaset içinde çözüyorsunuz.”
“AZGIN MİLLİYETÇİLİK”
Bilkent Üniversitesi’nden Dr. İlker Aytürk, milliyetçi hareketi yakından takip eden bir akademisyen. Aytürk’e, Ülkü Ocakları ile MHP arasındaki ilişkiyi soruyorum.
“Aslında gençlik kolları da var fakat geleneksel olarak çok zayıf kalmış. Ülkü Ocakları bağımsız bir kuruluş. Ama organik olarak MHP’nin başkanı her kim ise Ülkü Ocakları’nın onunla çok yakın bir ilişkisi var. Yani Ülkü Ocakları geleneksel olarak MHP’nin bir uzantısı değil, ama MHP liderinin kontrolü altında. Bu Türkeş döneminde de böyleydi, Bahçeli döneminde de böyle.”
Aytürk, Ülkü Ocakları’nın yıllar içinde gösterdiği değişimi şöyle anlatıyor:
“Biliyorsunuz 1980 darbesine giden yolda Ülkü Ocakları sokakta çok aktifti. Çatışan taraflardan biriydi; sol örgütlere karşı Ülkü Ocakları çarpışıyordu. 80 darbesinin arkasından generaller her iki tarafı da çok ağır bir şekilde cezalandırınca, Ülkü Ocakları mensuplarının önemli bir kısmı yıllarca hapiste yattılar. Alpaslan Türkeş gençleri sokaktan çekti. Kılık kıyafetinize önem verin, kötü işlere karışmayın, düzgün konuşun gibi bir imaj yenilemesi oldu 90’larda. Ülkü Ocakları şiddetten uzaklaştı. Aslında devlet bu tür uç sağ gruplardan her zaman birilerine karşı yararlanmak ister. 70’lerde bu mümkün olmuştu çünkü Ülkü Ocakları bu şekilde sokağa inip çarpışıyordu. Ama 80’ler ve 90’larda bu mümkün hale gelmeyince bir ara BBP’nin gençlik örgütü olan Alperen Ocakları ön plana çıkmıştı. Sonra bir ara Osmanlı Ocakları ön plana çıkmıştı. Bunlar hep farklı gruplaşmalar. Sırf Türkeş ve Bahçeli Ülkü Ocakları’nı bu işe sokmadığı için bunlar oluyordu. Fakat benim görebildiğim kadarıyla son beş-altı yıldır Ülkü Ocakları’nda yeniden bu tür bir kaynaşma var. Bunun sebepleri tabii ki değişik.
2015 yılında MHP çok ayrı bir yöne gitmeye karar verdi. O güne kadar AKP’nin karşıtı iken bir anda onun yanında konumlandı. Bu ortaklık 2016 sonrasında daha da perçinlendi. Ve artık Ülkü Ocakları açıkça hem MHP’den kopanlar, hem de genel olarak birtakım parti üyeleri, başka partilerin üyeleri ve sokaktaki insanlara karşı kullanılmaya başlandı.
Ama ben bunu sadece MHP’nin etkisine bağlamıyorum. Hatta belki MHP bile olmayabilir her durumda. Çünkü bu gençler farklı gruplar tarafından kullanılmaya uygunlar. Yani birisi sırtlarını sıvazlıyor, vatan millet için gerekli bu diyor. Kimin için yaptıkları aslında biraz muğlak. Benim görebildiğim kadarıyla bu sokaktaki dayak olaylarının bir kısmı AKP’nin de işine geliyor. Çünkü isteseler durdurabilirler, durdurmuyorlar. En son Levent Gültekin olayında biliyorsunuz kimse yakalanmadı [röportajın yapıldığı ana kadar.] 25 saldırgandan tek biri bile ortada yok. Bunun bulunmamasını açıklamak mümkün değil. Ben dolayısıyla bu olayları kapatmak ve şiddet kullanılmasına göz yummak yönünde bir mutabakat olduğunu düşünüyorum iki parti arasında.”
“SOKAKTAKİ BİR ÜLKÜCÜNÜN KİME NE ZARARI VAR”
Bahadırhan Dinçaslan Ülkü Ocakları’nın şiddet olaylarıyla gündeme gelmesini, ülkede hukukun zayıflamasının bir tezahürü olarak değerlendiriyor.
“Birincisi, ülkücüleri sokaktan çekme tabiri o zamanlar dahi benim çok canımı sıkan bir tabirdi. Sokaktaki bir ülkücünün kime ne zararı var? Bu kuduz köpek mi, bu milleti ısıracak aman bunu sokaktan çekelim yaklaşımının bizzat ülkücüler tarafından dile getirilmesi, destek görmesi bana çok acı geliyordu. Ülkücü sokakta olacak. Sokakta hayat vardır, insan vardır ve insanla temas eden, hayatla temas eden Türk milliyetçisinin vizyonu genişler. O saçma, hamasi laflara aldanmaz. Devlet Bahçeli belki bu bağlamda ülkücü hareketi gettoya hapsetmiştir. Sokaktan çekme değil, kendi mahallesine kapanan, dışarıya tamamen kapanan bir ülkücülük manzarası kurmuştur. Bugün Ülkü Ocakları şiddet eylemleriyle anılıyor maalesef. Her ne kadar kendimi oraya ait hissetmesem de ben bundan rahatsızım. Çünkü öyle ya da böyle ülkücü hareketin Alpaslan Türkeş dönemindeki faaliyetlerinin hataları olsa da son tahlilde Türkiye Cumhuriyeti’ne katkı sağladığını düşünen bir insanım. Bugün tam tersi bir manzara var, ancak ülkücülere mahsus bir şey değil bu.
Türkiye’de genel olarak kanun nizamının, hukuk nizamının gevşediğini, tavsadığını görüyoruz. Kanunlar, makamlar, yetkiler, sorumluluklar kişiye göre değişiklik arz edebiliyor. Diyelim ki iktidar partisine sırtınızı yaslarsanız ihale alabiliyorsunuz. Yahut yaptığınız yolsuzluktan kolay kurtulabiliyorsunuz. Yahut verginiz affedilebiliyor. Yahut bir telefonla içeri alınabiliyorsunuz, bir telefonla içerdeyken salınabiliyorsunuz.
“ÜLKE BÜYÜK BİR MAFYÖZ YAPILANMAYA DÖNÜŞTÜ”
Türkiye böyle bir nizamsızlık düzenine geçtiyse, güç odaklarının kanunu, nizamı, insan haklarını, vatandaşlık haklarını hiçe sayarak suç işlemesi kadar normal bir şey yoktur. Mafyalaşma doğar. Bu sadece MHP’de de doğmaz. Tarikatlar da mafyalaşır ki mafyalaştılar. Etnik gruplar mafyalaşır, örgütleşir, ki öyle oldu. Mezhep grupları mafyalaşır, örgütleşir ki öyle oldu. Ülke büyük bir mafyöz yapılanmaya dönüştü ve herkes sırtını hukuka, nizama falan değil, bir güç odağına, bir kaba güç odağına yaslamak istiyor. Bu konuda ülkücü hareket aslında diğerlerinden sıyrılarak öne çıkıyor değil. Bütün Türkiye’de bir mafyalaşma var. Ülkücü hareket de bu genel mafyalaşmadan nasibini alıyor. Çünkü mafyalaştığınız zaman size hesap soracak bir yapı yok ortada. Böyle kontrolsüz bir güç furyasının olduğu bir ülkede aksini beklemek zaten mümkün olmaz.
Dolayısıyla ben ülkücülerin son dönemde şiddet olaylarıyla anılmasında akut bir sorun görmüyorum. Kronik bir sorun var ortada ve bütün ülkeye yayılan bir nizamsızlık sorunu var. Kanunu, nizamı korumakla mükellef olan, zayıfı, haklıyı, mağduru gözetmekle mükellef olan kurumlar bunun tam tersini yaparsa, bundan faydalanmak isteyen mafyatik yapıların ortaya çıkmasından mı şikayet edeceğiz, yoksa kök nedene mi ineceğiz diye bakıyorum ve kök neden olarak karşıma AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği bu kanunsuzluk, hukuksuzluk çıkıyor.”
“CİDDİ BİR HAYAL KIRIKLIĞI VAR”
Dinçaslan’a kendisi gibi düşünen seküler milliyetçi gençlerin kendilerine nasıl bir yol çizeceğini soruyorum.
“İnsanlar bir hareketin içine girip umduklarını bulamadıklarında ya da yeterince tatmin edilmediklerinde çok büyük bir hayal kırıklığına uğruyorlar. Özellikle benim neslimde ve benden daha gençlerde çok ciddi bir hayal kırıklığı var.
Siyaset kurumuna bir güven kaybı var. Bunun sebebi siyaset yapan insan tipinin ayrı bir kast oluşturması. Ortada bir siyasetçi tipi var, bir siyasetçi kastı, sınıfı, tabakası var, simsar gibi, meslek yapar gibi bu işle meşgul oluyorlar ve bu insanların siyasetten bekledikleri, anladıklarıyla tabanın, özellikle gençlerin siyasetten bekledikleri, anladıkları aynı değil.
“İYİ PARTİ’DE GENÇ YOK, KADIN YOK”
İYİ Parti’ye dönelim. Gençlerin, kadınların partisi olacaktı. Partide genç yok, kadın yok. Partinin gençlik kolları başkanını dövdüler. Bizzat partinin içinde dövdüler. Ben partinin genç bir yöneticisiydim, bizzat parti içerisinden bana karşı kampanya başlattılar. Bunun sebebi o bahsettiğim siyasetçi kastının siyasetten bunu anlamasıydı. Mesela bizim neslimiz siyaset yapsaydı, evet biz de kavga ederiz, rekabet ederiz, çatışırız fakat bu denli çirkin, bu denli iğrenç hamlelere tevessül etmeyiz. Bizim belki daha şehirli bir nesil olmamızdan kaynaklanan böyle bir davranış kodumuz, bir tutumumuz var. Dolayısıyla siyasetin en büyük sorunu siyasetçi tipi.
Maalesef bu siyasetçi tipini değiştirmek de mümkün olmuyor. Çünkü bunun değişebilmesi için biyolojik bir engel var. Siyasetçilerin ölmesi ve daha şehirli ortamda doğmuş büyümüş, dünyayı biraz tanımış, kendisini siyaset dışında da gerçekleştirmiş ve tatmin edebilmiş insanların siyasete girebiliyor olması lazım.
Henüz Türkiye sosyal anlamda bu seviyede değil. Ortalama 30 yaşında, kendince tatmin olmuş, dünyayı görmüş, iyi bir eğitim almış, kendisini yetiştirmiş bir gencin siyaset yapma tarzıyla siyaseti kendi aşiretine, tarikatına yahut yerel çetesine bir çıkar, gelir kapısı olarak gören taşra siyasetçisinin kafa yapısı bambaşka.
Dolayısıyla ben şu an için Türk milliyetçilerinin stratejik oy kullanması gerektiğini düşünüyorum. Bir baskı unsuru olarak, ödül ve ceza sistemiyle bizim sevdiğimiz şeyleri yaparsan sana oy veririz, yapmazsan sana oy vermeyiz ve seni eleştiririz. Milliyetçilik gibi çok güçlü bir tabana yaslanarak seni eleştiririz ve senin başına bela oluruz mesajını bütün siyasetçilere vermeleri lazım. Çünkü ortada bizi tatmin eden milliyetçi bir parti yok, bu bir gerçek, ancak bütün partiler ‘biz de milliyetçiyiz’ deme ihtiyacı hissediyor. Çünkü Türkiye’de bir milliyetçi yükseliş var, partiler her ne kadar teorik anlamda milliyetçiliği tatmin edemeseler veya uygulayamasalar dahi ‘biz de milliyetçiyiz’ demek zorunda kalıyorlar.”
“DAHA ÇOK FIRIN EKMEK YEMEMİZ LAZIM”
Taylan Yıldız’a, İYİ Parti’nin kendi deyimiyle “genç zihniyetli gençleri” kendisine çekmeyi başarıp başaramadığını soruyorum.
“Valla daha çok fırın ekmek yememiz lazım. Ben içinde olan biri olarak çok açık yüreklilikle söylüyorum. Bence gençlik kolları olmamalı. Bizim bu arkadaşlarımızı ana kademede değerlendirmemiz lazım. Genç zihniyetlerin ve genç fikirlerin ana kademede söylem bulması lazım. Onun için de bizim biraz daha çalışıp o sistemi partinin söyleminin içine entegre ediyor olmamız lazım. Bence orada daha yiyeceğimiz bayağı bir ekmek var. Ama diğer partiler bizden daha iyi değil, ona eminim.”
YARIN: HDP'Lİ GENÇLER ANLATIYOR
BİRİNCİ BÖLÜM: Gençlik ve Siyaset 1: “Z Kuşağı buyurgan siyaset anlayışına bir ders verebilir"
İKİNCİ BÖLÜM: Gençlik ve Siyaset 2/ CHP'li gençler: "Gençlik kollarıysanız partiyi eleştireceksiniz demektir"
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.