TEST: CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNDE BİR BAKAN OLARAK AYAKTA KALABİLİR MİSİN?

Başkanlık sistemini millete anlatırken, yeni sistemi savunanlar “stabilite”nin sağlanacağını, kararların hızlı alınacağını, işlerin tıkır tıkır çalışacağını söyleyip durdular.

Oysa bu sistem altında yaşadığımız son 3 yılda stabilite haricinde her şeyi yaşadık.

Son aylarda da bakanların ve Merkez Bankası başkanlarının mevsimlik işçi gibi değiştirilip durduğunu izledik. Sistem o kadar stabildi ki hiçbir yetkisi olmayanlar durmadan değişiyor, günahları üstlerine alıyor, bir kişinin varlığı için kendi varlıklarından vazgeçiyorlardı. Ya da o bir kişiyle fikir ayrılığına düştüklerinde yapabilecekleri tek şey ‘affedilmek’ oluyordu.

Yeni Ekonomi Bakanı Nurettin Nebati’nin aynı söyleşi içinde kurduğu iki ayrı, birbirine taban tabana zıt cümle de “stabilite”nin bu sistemde ne anlama geldiğini özetliyordu:

Nebati hem “Ben Nureddin Nebatiyim. Nureddin Nebati gibi konuşmak zorundayım. Nureddin Nebati gibi yaşamak zorundayım. Nureddin Nebati gibi davranmak zorundayım” diyordu; hem de “Tayyip Erdoğan’a rağmen asla bir şey yapmam! Bunu da net söylüyorum. Herkes bilsin” diye ekliyordu.

Birey kalmaya çalışırken, varlığını bir kişiye bağlama ikilemi…

Stabilite bu sistemde bir tek kişi için var.

Bakalım sen, sevgili okuyucu, bu sistemde bakan olarak ayakta kalabilir misin? Aşağıdaki testi çözersen, göreceksin.

1. Bakan olarak uyandığın ilk sabah… Hep hayalini kurduğun gibi gazetelere bakıp çay içerek, günün ışımasının keyfini çıkarmak istiyorsun. Okuyacak doğru düzgün gazete kalmadığı için elin Sözcü’ye gidiyor ve ekonomik batışı manşette görüyorsun. Hakikatle karşılaşıyorsun. Buna cevaben “ekonomi kurmaylarını toplayıp ‘Neyi yanlış yapıyoruz’ diye sorarım” diyorsan 2’ye; “Bunlar zaten muhalif, Sözcü’nün basılmasına bile izin vermemek lazım” diyerek hiçbir şey yapmazsan 3’e geç.

2. Ekonomi kurmayları “N’oluyor sabah sabah” diye söylenerek, gözleri çapaklı bir şekilde acil durum toplantısına gelirler. Sen Sözcü’de okuduğun verileri paylaşmaya başlarken bir anda sözünü danışmanlar keser ve “Bunlar zaten muhalif, Sözcü’nün basılmasına bile izin vermemek lazım” deyip toplantıyı terk ederler. İşler tıkırındadır. 3’e geç. 

3. Uzun bir kahvaltının ardından bakanlığa gidersin. Randevular boş, memurlar firardadır. Bakanlıktaki birkaç genç çalışanın da bilgisayarlarında Counter Strike oynadığını görürsün. Alınması gereken hiçbir önemli karar yoktur. Masanda sadece alt kademe atamalara dair imza bekleyen belgeler görürsün. Bu manzara karşısında; “Herkes nerede, yapacak tonla iş var” dersen 4’e; “Tam da hayalimdeki gibi bir işmiş bu” diye düşünürsen 5’e geç.

4. Asistanını ararsın. Cevap alamazsın. Whatsapp’tan “Herkes nerede” diye sorduğundaysa, “Kusura bakmayın, toplantıdayım. İşleyişle ilgili soruları lütfen bana değil, patronuma, yani sayın Cumhurbaşkanımıza sorun” cevabını alırsın. Bundan sonra attığın cevaplara da cevap alamazsın. 5’e geç. 

5. İşin doğasını kabul eder, kendine bir çay söyler, makamın keyfini sürersin. Gazetecilerden gelen mesajlara göz gezdirirken hemen hemen hepsinin ekonominin gidişatına dair önemli sorular yönelttiğini, senin bakanlığın döneminde neyin farklı yapılacağını öğrenmek istediğini görürsün. Mesajlara, “Artık yeni bir dönem başladı. Ben, bakanlığı, Ben gibi, yani kendi bilgim ve becerim doğrultusunda yöneteceğim; sevabı da günahı da boynumun borcu” şeklinde cevap vereceksen 6’ya; “Ben hiçbir şeyi Cumhurbaşkanımıza rağmen yapmam” diyorsan 7’ye geç.


6. Gazeteciler, yazdığın cevabı doğrudan Cumhurbaşkanlığındaki bağlantılarına yollarlar. Söylediğin cümlelerin hiçbirini, hiçbir gazetede göremezsin. Sadece Cumhurbaşkanlığından kaynakların kendi atamadığın Bakan Yardımcı’na dair övgüler düzdüğüne denk gelirsin. Bunun üzerine gazetecileri bir kez daha arayıp “Ben hiçbir şeyi Cumhurbaşkanımıza rağmen yapmam, yanlış anlaşılmasın” dersin.
7’ye geç. 

7. Çok konuşup da manşet olmak istemeni patronu kızdırır. Yarın öbür gün zam filan açıklanırken de sahne ışıklarını isteyeceğin düşünülmeye başlar. Cumhurbaşkanlığı ile arandaki iletişimi sürdürenler “kaygıları” iletmekten çekinmezler. Bu kişiliğini paramparça eden durum karşısında ezilmeyi kabul etmez, istifa mektubunu yazıp gönderirsen 8’e; “boynumuz kıldan ince deyip” derin bir sessizliğe boğulursan 9’a geç.

8. İstifa edemezsin. Çünkü patron istifanı da görevden affını da kabul etmez. Henüz işler batmamış, dolayısıyla da trenin önüne atacak kurbanlara ihtiyaç doğmamıştır. “Zamanı gelince durumu değerlendiririz” cevabını alırsın. 9’a geç.

9. Er geç gelecek o günü beklemeye başlarsın. Krizleri önlemeye çalışmazsın bile. Çünkü zaten bir bakan olarak varlığın, hükümet politikasında değişiklikler yapmak için değil; hükümetin başına bir şey geldiğinde ‘suçlu’ ilan edilmeyi kabul etmek için var. Zira günü geldi ve kontrol edemediğin bakanlığında bir kriz çıktı; ekonomi politikası sonuç vermedi. İşte o gün başın öne eğilecek. Başka seçenek yok; 10’a geçeceksin.

10. Görevden affedildin. Trenin önüne atıldın yani. Herkesin varlığının bir kişiye bağlı olduğu bir sistemde hiç kimse vazgeçilemez değildir. Öğrendin. Sen de vazgeçilenlerden biri oldun. Şanslıysan bir kamu kurumunda yönetim kurulu üyeliği kapabilirsin… Ya da, Nebati’nin dediği gibi, geri dönmemek üzere Mars’a gitme hayallerinle baş başa kalabilirsin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR