BİRCAN YORULMAZ

BİRCAN YORULMAZ

Sistemli suistimalin sahnedeki ifşası: Özge Arslan’la Nokta

4 Aralık Perşembe günü Apaçık Radyo Kulis Sesleri’nde Baba Sahne tarafından sahnelenen Nokta oyunun yazarı yönetmeni, oyuncusu Özge Arslan’la konuştum.

Özge Arslan, "Nokta, planlı ve sistemli bir suistimalin mağdur ettiği tüm organizmaların hikâyesi" diyor.

Oyunun hikâyesini anlatır mısınız? Nokta neyi anlatıyor?

Oyunun benim hayatımda da uzun ve kayda değer etkileri var. Hem yazım süreci hem sahne süreci hâlâ devam ediyor benim için. Oyun devam ettiği sürece de bitmeyecek. Nokta, planlı ve sistemli bir suistimalin mağdur ettiği tüm organizmaların—sadece bir kadının değil—hikâyesi. Genelde bir kadın hikâyesi gibi algılansa da ben daha derinde çok farklı şeylerden de bahsediyorum: farklı kimliklerden, farklı canlılardan, kedilerden, köpeklerden, ağaçlardan, zapt edilen derelerden, toprağımızdan… Aslında sistemsel bir kötülükten, sistemli bir suistimalden söz ediyorum ve çağlar boyunca insanları da doğayı da evreni de tüm yaşam biçimlerini de dahil ederek hepimizi birlikten nasıl uzaklaştırdığını, nasıl ayrıştırdığını ve nasıl birbirimize düşman edebilecek seviyeye getirdiğini anlatıyorum. Bu sebeple oyun hâlâ beni çok etkiliyor.

Hikâyede bir Laz kadın anlatıcı var. Laz kadının adı da Nokta. Bu gerçek bir isim mi? Nereden geliyor?

Gerçekten de Nokta Ana diye Karadenizli bir kadın var. Ama yalnızca isim olarak ondan esinlendim; onun hikâyesini ya da hayatına dair herhangi bir şeyi anlatmıyorum. Sadece adını anmak, onu hatırlatmak istedim. Nokta Ana’yı yeni bir oyun karakteri olarak yazmayı planlarken bir anda bir anlatıcı doğdu. Onun Karadenizli oluşu Nokta Ana’ya benziyordu, ismi de öyle. Yazarken buna engel olamadım ve Nokta Ana’nın hikâyesini anlatmak yerine Nokta adında Karadenizli bir anlatıcıya dönüştü karakter.

Oyunun hem yazarı hem yönetmeni hem de oyuncususunuz. Bu dengeyi kurmak nasıl oldu? Prova süreci nasıl gelişti?

Çok zor oldu, gerçekten zorlayıcıydı ama her zaman söylüyorum: zorlayıcı olan her şey bizi geliştirir. O yüzden hiç şikâyet etmedim. Çok ağladım. O yaratım ve üretim sürecinde, bir şeyleri oldurmaya çalışırken “olmuyor, yapamıyorum” hissine defalarca geldim. Sağ olsun özellikle annem her zaman inandı. Onun desteğiyle ve Baba Sahne’nin bu işe inanmasıyla böyle bir noktaya gelindi.

Karakterler arasında hızlı geçişler var. Ses ve şive değişimleri oldukça fazla. Bu karakterlere hazırlanırken neler yaptınız?

Çok çalıştım, haddinden fazla çalıştım. Normalde bir oyuna iki–üç ay prova yapılır. Ben oyun metnini 2017’de yazdım ve ilk yazdığımda on kadın olarak kurgulamıştım; aynı hikâyeleri on farklı kadın oynayacaktı. Ben sadece reji, ses tasarımı ve koreografi yapacaktım, oynamayı düşünmüyordum. Ancak on kadınla çalışacak maddi gücüm ve imkânım olmayınca yapamadım. Sonra bir tek kişilik oyun deneyimim oldu; orada beş karakter oynuyordum. “Galiba bunu kotarabilirim” dedim ve kendi metnimi uyarladım. 2017’deki on kadınlık metni, tüm karakterleriyle tek kadınlık bir metne dönüştürdüm.

Araya başka projeler, oyunlar, müzik çalışmaları girdi ama hep aklım bu işteydi. Sonra Baba Sahne’yle bu proje üzerine toplantılar yaptık. Metin çok daha farklı bir noktaya geldi; karakterler, hikâyeler, replikler aynı kaldı ama geçişler, reji düzeni, dekor fikri değişti. Mesela ben dekor olmadan, sırtımda bir çuvalla tüm karakterleri oynamayı planlamıştım.

Ama dekor çok güzel olmuş, çok etkileyici görünüyor.

Evet, oyunu bütünledi. Kerem Çetinel çok güzel çalıştı. Kostümleri Özgür Masur yaptı, koreografiyi Ferhat Güneş. El birliğiyle insanların sevdiği bir oyun çıktı ortaya.

Yaratmak istediğiniz atmosfer sadece Laz kadın atmosferi değilmiş. Bütün kadınların atmosferini kurmaya çalışmışsınız.

Evet. Bir Laz kadından yola çıkarak hikâyeyi Sarah Baartman’dan başlatıp 1800’lerden bugüne kronolojik bir yolculuğa çıkarmak istedik. Seyirciyi ışık tasarımıyla, dekorla bir yolculuğa çıkarmak niyetindeydik. Anlatıcının Karadenizli olmasıyla, esprili ve tecrübeli taraflarıyla metnin karanlık ve üzücü etkisini kırmasını istedim. Nokta’nın yününe sopayla vurması ve komik bir şey söylemesi insanları bambaşka bir dünyaya sokuyor. Bütün karakter geçişlerini özellikle böyle kurguladım.

Oyun metninde özellikle altını çizmek istediğiniz kavramlar var mıydı? Seyirci oyundan çıkarken neler aklında kalsın istediniz?

Öncelikle sistem suistimalini ve otorite algısının güçsüz görülen; insanlara, hayvanlara, doğaya ve evrene nasıl bir güç şovu yaptığını göstermek istedim. Kimseyi işaret etmeden, kimseyi iyi ya da kötü olarak nitelendirmeden daha evrensel bir şey anlatmak istedim. Çağlar boyunca farklı hikâyeleri aynı potada eritmeye çalıştım. İnsanlar, tek başımıza kaldığımızda yalnız hissetmiyor oluşumuzu hissetsin istedim. Yalnız değiliz. Birlikte olduğumuzda, el ele verdiğimizde güç denilen şeyin en temel kaynağının bizler olduğunu, insan varlığı olduğunu gösterebiliriz, görebiliriz. Buna başka bir açıdan da bakabiliriz.

Van, Erzurum, Trabzon, Diyarbakır Devlet Tiyatroları'nda bulunmuşsunuz. Müzik tasarımıyla başlayıp çocuk ve yetişkin oyunları yaptınız. Sonra Bernarda ve Nokta gibi tek kişilik oyunlara yönelmişsiniz. Bu bir tercih miydi, yoksa denk geliş mi?

Aslında tek kişilik oyun isteğim yoktu. Van’da görev yaparken bir tek kişilik proje gündeme gelmişti ama kendime güvenememiştim. Yıllarca kalabalık kadrolu oyunlarda oynamış olmanın verdiği bir güven vardı ve sahnede tek başıma nasıl yaparım diye düşündüm. Bernarda’da da önce “yapamam” dedim. Ne kadar yaptığım tartışılır; seyirci sevdi, ödüller aldı ama ben hâlâ kendi içimde tartışırım. Bu hep de böyle olmuştur. Hep de böyle olacak. Bu, “yapamam” duygusunun kırılmasıyla gelişti. Bilinçli bir tercih değildi ama o deneyimden sonra “tek başıma yapabilirim” hissiyle Nokta’yı yaptım.

İki oyunda da birden fazla karakteri canlandırıyorsunuz. Bu aynı zamanda bir meydan okuma mı?

Kesinlikle öyle. Çünkü ben, bizlerin hayal ettiğimizin çok daha üstünde şeyler yapabileceğiyle ilgili bir bilginin bizde saklı olduğunu düşünüyorum. Öyle inanıyorum. Bunu herkesin yapabileceğine inanıyorum. Bazen yapanlar da oluyor, bazen de “hayır Özge, kendini kandırma herkes yapamaz” dediğim zamanlar da oluyor. Ama olmayacak iş değil. En azından denenebilir, bunun üzerine gidilebilir. Potansiyelini doğru değerlendirmek, bunu doğru yönetmek de gerekiyor. Mesela oyunun ses tasarımını da benim yapmış olmamın “onu da yaparım, bunu da yaparım” gibi algılanmasını da istemiyorum. Denemek, kendimi gözlemlemek, yanlışlarımla yüzleşmek istedim.

Müzisyensiniz, dizilerde oynuyorsunuz. Tüm bunların arasında tiyatro nerede duruyor?

Tiyatro çok tepede. Ama aslında tiyatroyu müzikten ayırmıyorum. Şu an oynadığım karakterde bile melodik konuşuyorum. Karadenizli bir kadın oynarken bir melodi içinde hareket ediyorum. Sesimi bazen pese indiriyorum, bazen tizlere çıkarıyorum. Hep deniyorum, hep arıyorum. Bu yüzden tiyatroyu, diziyi, müziği, dansı birbirinden ayırt edemiyorum. Hepsi bana bütünlüklü geliyor.

Peki Türkiye'de tiyatro yapmanın sizce zorlukları nelerdir?

Türkiye'de bir sürü şey yaparken ne kadar zorlanıyorsak tiyatro da hakikaten o kadar zor. Ama tiyatronun ihtiyacı da bir başka şeyin ihtiyacından daha fazla değil. Yani konu yine eşitliğe geliyor. Eşit seviyede ihtiyaçlar ve eşit seviyede mağduriyetler ve acizlikler var. Tiyatro çok değersizleştiriliyor. En çok da tiyatrocular tarafından değersizleştiriliyor. En çok da yapımcılar tarafından değersizleştiriliyor. En çok da bu işe ben gönül verdim hadi yapalım bunu diyenler tarafından değersizleştiriliyor. Seyirci hep vardı. Seyirci geliyor, seyirci sağ olsun izliyor. Beğeniyor, seviyor. Hatta bu işi nasıl severler dediğimiz şeyleri bile seyirci ayağa kalkıp alkışlıyor. Seyirciden değil, bu işi yapanlardan bahsediyorum. Sorun seyircide değil; bu işi yaptığını söyleyenlerde, yapımcılarda, maddi destek sağlayanlarda.

Peki bütün bunlara rağmen hala sahnede olma motivasyonunuz nedir?

Benim, benim içimdeki anlatma isteği. Çünkü benim başka çarem yok. Hayatımda beni rahatlatan, iyi hissettiren, sorumluluklarımı yerine getirdiğime inandıran şeyler müzik, tiyatro, dans, yazmak, oyunculuk, resim yapmak… Her birimiz zaten biraz delirdik, bu çok net. Öbür türlüsü yani bunları yapmasam kötü olur.

Künye
Yazan, Yöneten, Oynayan : Özge Arslan
Yardımcı Yönetmen : Gülenay Çoruh
Dramaturg : Caner Güler
KOREOGRAF : Ferhat Güneş
Sahne ve Işık Tasarımı : Kerem Çetinel
Kostüm Tasarım : Özgür Masur / Design Studio
Müzik ve Ses Tasarımı : Özge Arslan
Afiş Tasarım : Murat Acar
Sahne Amiri : Ali Yılmaz
Sahne Teknisyeni : Ömer Yılmaz
Sahne Terzisi : Seyhan Erdoğan
Teknik Masa : Vedat Tuğtekin – Doğukan Baran
Reji Asistanları : Dilara Kavasoğlu, Buket Atalan, Cemre Saadet, Melisa Akuş, Yağmur Nur Bolcan
Dış Sesler : Ferhat Güneş, Buket Atalan, Hasan Karakurt

Önceki ve Sonraki Yazılar
BİRCAN YORULMAZ Arşivi