SEDAT BOZKURT
Araçsallaştırılmış yargı: Bir tiyatro oyunu, Erdoğan ve Akın Gürlek
Sanırım 80’lerin ortasında bir yerlerdeydi. Ankara’daki Akün Sineması’nın hemen arkasında yer alan, adından da anlaşılacağı gibi devrimci kültürel mekanlardan olan Çağdaş Sahne’de sergilenen bir oyundu Orkestra. Auschwitz kampındaki Fania Fenelon’un günlüklerine dayanarak Artur Miller’in kaleme aldığı Yıldırım Türker’in çevirdiği bir oyundu. Aslında televizyon filmi için yazılmış ama daha sonra tiyatroya uyarlanmıştı orkestra. Ali Poyrazoğlu tiyatrosu sahneliyordu, Poyrazoğlu da oyunun hem yönetmeni hem de oyuncusuydu.
Saçları kazıtılmış kadın oyuncular nedeniyle de hayli haber olmuştu gazetelerde. 12 Eylül’ün etkisini yitirdiği ama her alanda kendisini hissettirmeye devam ettiği günlerdi. Çok etkileyici bir oyundu. Ayla Algan’ın muhteşem oyunculuğunu da unutmak mümkün değil. Orkestrayı Devlet Tiyatroları da sahneledi çok sonra.
Oyunun, insanın en önemli zaafiyetini ortaya koyan mükemmel bir kurgusu vardı. O da yaşamak için vazgeçebileceği değerlerdi. Kamptaki esirlerden oluşan orkestranın amacı Nazileri memnun ederek hayatta kalmaktır. Nazilerin sevdiği parçaları seslendirirler. Hem de kamptaki diğerler esirler gaz odalarına, ölüme giderken. Yani görevleri müzik düşkünü cellatlarını memnun etmektir.
Hafızama mıh gibi işlemiş bir de bölüm var, işbirlikçi bir esirin cellat olma halini anlatan cümle:
“Kurban olmasaydılar kolayca cellat olabilirdiler.”
Oyun da aslında bunu anlatıyor. Bir kurbanın cellada dönüşme halini. İnsan açısından ne kadar mümkün değil mi?
Araçsallaştırılan yargı
Yargı eliyle siyasetin dizayn edilmesi bu memleket için yeni bir durum değil. Millî Görüş ile Kürt siyasetinin de önü hep yargı kararları ile kesilmeye çalışılmıştır. Necmettin Erbakan siyasi hayatının önemli bir kısmını siyasi yasaklı olarak geçirmiştir. Ama bu onun siyaset yapmasının engelleyememiştir. Kürt siyasetinde de mecburi, mutlak uğranması gereken bir durak gibidir cezaevleri ve siyasi yasaklar. (Bu pratik, sol ve sosyalistlere kesintisiz uygulanan100 küsür yıllık rutin olduğu için onlardan söz etmedim.)
Recep Tayyip Erdoğan’ı bugün bu kadar güçlü biçimde Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtan, haksız hukuksuz bir şiir okuduğu için verilen yargı kararıdır.
AKP’nin kurulmasının nedeni de 4 yılı bile dolmadan Fazilet Partisi’nin kapatılmasıdır. Bu her iki karar da siyaseti dizayn etmek isteyen ve o dönem devlet gücünü elinde bulunduranların ürünüdür. O dönemin siyasi iktidarının ya da iktidarlarının bu kararlarda dahli var mı? Bu muallak. Bence yok. Ama kendilerini devlet yerine koyarak hareket edenlerin yaptıklarının sonuçlarına bakıldığı zaman hiç de istedikleri gibi olmadığını net görüyoruz.
Bugün aynı yöntemi uygulayarak farklı sonuçlar alacaklarını sananlar için bu, yakın tarihin çok uyarıcı bir örneğidir.
Şanlıurfa Suruç’ta 6,5 yıl önce 4 ölümlü bir baskın yaşadı. Şenyaşar ailesinden 3 kişi, hem de hastanenin acil servisinde linç edilerek öldürüldü. Yıldız ailesinden ise halen milletvekili olan Halil İbrahim Yıldız’ın kardeşi öldürüldü. 4 kişi tutuklandı. Anne Emine Şenyaşar tek başına hücreye konulan oğlu için kesintisiz 6 yıl eylem yaptı. Diğer oğlu DEM’den milletvekili seçildi. Geçtiğimiz günlerde arabulucuların devreye girmesi ile iki aile barıştı. Ve 4 cinayetin olduğu davadaki 4 tutuklu sanık tahliye edildi. Şaşırtıcı değil mi?
Araçsallaştırılmış yargıyı hep siyasete yaptığı hamleler üzerinden konuşuyoruz. Oysa kalan taraflar çok daha acayip. Trump’ın devreye girmesiyle Rahip Bronson, Merkel’in devreye girmesiyle gazeteci Deniz Yücel’in bırakılmasının bir başka örneğidir Şenyaşar davasındaki tahliyeler. Özgür Özel’in “28 Şubat paşalarını” Erdoğan ile görüşerek serbest bıraktırdığına ilişkin açıklamaları bu kategoride değerlendiremeyiz. Orada tamamen keyfi bir tutum söz konusu, ricayla olmuş bir iş değil yani.
Erdoğan’ın yargı sistemi
Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve Osman Kavala davalarında yargının nasıl kontrol edildiğine bazen de anlık değişen kararlarla tanıklık yaptık. Bu kurguyu sıradan bir bürokratik hiyerarşik yapıyla gerçekleştirmeniz mümkün değil.
Ergenekon davalarında da gördük, Erdoğan yargıdaki dosyaları takip ederken araya bakanları sokmuyor, başsavcılarla görüşüyor. Bunun net örnekleri Zekeriya Öz, İrfan Fidan ve Akın Gürlek gibi somut isimlerdir. Başka isimler de ekleyebilirsiniz. Zekeriya Öz ile dönemin Adalet Bakanı, Erdoğan’ın talimatı ile sadece 2 kez görüşmüştür. Öz ile Erdoğan’ın kaç kez görüştüğünü keşke “hayalet” olan Zekeriya Öz ortaya çıksa da bir anlatsa. (Gerçekten hiç kimse merak etmiyor mu, Zekeriya Öz ile Adil Öksüz nerede?)
Akın Gürlek daha önceki uygulamaları ile çok tepki çekmişti. Biraz unutulması biraz da “ödüllendirilmesi” için Adalet Bakan Yardımcısı yapıldı. Şimdi tekrar o çok eleştirildiği İstanbul Başsavcılık makamında. Bu atamalardan Adalet Bakanı’nın haberi, önüne imzalaması için kararname geldiği zaman olur. Muhtemelen Gürlek de göreve başlamadan önce Adalet Bakanı’na değil, Cumhurbaşkanı’na giderek -en yüksek amiri olarak- talimatlarını almıştır. İstanbul’a bir liste ile gelmiş olma ihtimali yüksek. İlk sırada Esenyurt olduğunu anladık. Bakalım listede başka neler var.
AKP’nin yargıyı kontrol altına alma denemesi Deniz Feneri davası ile başladı, Ergenekon davaları ile devam etti. Ardından referandum ile cemaatçilerden oluşan operasyon ekibine tüm yargı teslim edildi. Siz bugün başta Adalet Bakanı olmak üzere iktidarın hâkim ve savcıları kutsamalarına bakmayın, 17/25 Aralık operasyonlarını yapan ve bizzat cemaatçi kimlikleri nedeniyle atanmış hâkim ve savcıların hiçbir kararı uygulanmadı, tam tersine yaptıkları görev, “niyetleri” nedeniyle suç bile sayıldı. O dönem bunların hâkim ve savcı olmaları, kararlarını tartışmasız yapmaya yetmiyordu. Bugün ise yetiyor.
Ekrem İmamoğlu hakkında verilen ve siyasi yasak talep edilen hukuk ile ilgisi de bulunmayan dava 23 aydır İstinaf’ta bekliyor. En karmaşık dosyaların bile bekleme süresi 24 ay. İmamoğlu’nun dosyası karmaşıklar arasında değil. Her an karar bekleniyor. Sonucu da belli gibi.
Güçler ayrımına dayalı demokrasilerde bağımsız yargının denetleme alanı hayli fazladır. Keyfi davranmasını önleyen sınırları da vardı. AKP hep iktidarda iken hakkında açılan kapatılma davasından kendisine bir mağduriyet çıkarır. Ve bunu “vesayetçi” uygulama olarak eleştirir. AKP denetlenmekten hoşlanmayan bir kadro tarafından yönetiliyor. Oysa Trump ABD başkanı iken yargı denetime hem de birkaç kez çok da ağır ithamlarla muhatap oldu. Başkanlık sistemi ona yargı karşısında sonsuz bir denetimsiz alan tanımıyor. Oysa burada yargı, yürütmeyi denetleyemediği gibi ona mutlak bağlı bürokratik bir yapı olarak politik faydalar üzerinden çalışıyor. YSK da bunun en somut örneklerindendir.
Adalet Bakanı’nın kabullenmekte zorluk çektiği uluslararası endekslerde Türkiye’deki yargının hali net bir biçimde ortaya çıkıyor. AİHM kararların uygulanmaması ve bu nedenle Avrupa Konseyi’nin sürekli yaptırımı, hatta ihracı konuşması boşa değil.
Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre Türkiye, “hukukun üstünlüğü” kategorisinde 173 ülke arasında 148. sırada. Avrupa’da ise Rusya’nın gerisinde ve sadece Belarus’un ilerisinde.
Politik niyetlerle yargı kararlarını eleştirerek iktidara gelenler, politik faydayla oluşan yargı kararlarıyla iktidarlarını sürdürmek ve güçlerini mutlaklaştırmak istiyorlar. Cellat ile kurban olma arasındaki, o geçilemeyen, kat edilemeyen ince çizgi de tam burası…