SEDAT BOZKURT
3. Dünya Savaşı, Gül-Erdoğan görüşmesi, Bahçeli'nin Sinan Ateş korkusu
Yaşandığı zaman adı 'dünya savaşı' veya 'büyük savaş' idi. Tüm Avrupa’nın itilaf ve ittifak adıyla iki kutba ayrılarak gerçekleştirdiği savaştı. 1914 yılında başladı, 1918 yılında sona erdi. Nedenleri arasında din de vardı, ekonomi de siyaset de. İkincisi yaşanınca bunun adı '1. Dünya Savaşı' olarak tarihi kayıtlara geçti. Yarattığı etkiler dünya savaşının ikinci kez yaşanmasına da katkı sağladı.
2. Dünya Savaşı, 1939’da başladı, 1944’de bitti. Küresel bir savaştı. Bu savaşın da iki tarafı vardı. Müttefikler ve mihver. 2. Dünya Savaşı başladığında, Çin ile Japonya, Japonya ile Sovyetler ve Moğolistan, İtalya ile Habeşistan (Etiyopya) arasındaki gibi dünyanın farklı yerlerinde savaşlar da yaşanıyordu. 1. Dünya Savaşı'nın kalıntıları 2. Dünya Savaşı için en önemli gerekçe olsa da bunun da muhtelif nedenleri vardı.
Savaş sonrasında müttefikler de ikiye ayrıldı. Bu, yeni bir savaş modelini de beraberinde getirdi, soğuk savaş. ABD’nin önderi olduğu batı bloku ile Sovyetlerin önderi olduğu doğu bloku arasındaki bir savaştı bu ve ABD’nin uygulamaya koyduğu dünya ölçekli “komünizmin yayılmasına” karşı planı Truman doktrininin ilanından sonra başladı. Askeri olarak da bu savaşta taraflar NATO ve Varşova Paktı olarak iki kutba ayrıldılar. Kullanılan araçlara bakıldığı zaman savaş olarak rahatça adlandırılacak bir süreçti. Bir dönem sonra “vekaletler” olarak adlandırılacak savaş modelinin de bir tür öncüsüydü.
Irak ile İran 10 yıl savaştı. Bu savaş hiçbir zaman iki ülke arasındaki bir savaş olmadı. Ukrayna ile Rusya savaşının da iki ülke arasında olduğunu söylemek mümkün değil. Suriye, Libya, Yemen, Lübnan’daki görünürdeki iç savaşlar ile İsrail’in Filistin’i işgal etmesi nedeniyle yaşanan savaşın da arkasında ülkeler ve güçler tam bir dünya savaşına işaret ediyor. Soğuk savaş döneminde vekaletler örgütlerdeydi, şimdi ülkelerde.
İstihbarat kökenli dışişleri bakanınız olunca yaptığı açıklamaları hem ciddiye alıyorsunuz hem de bu açıklamaların kesinlikle bir alt planı olduğuna ilişkin şüpheleriniz ortaya çıkıyor. Hakan Fidan “3. Dünya Savaşı çıkar mı?” sorusu üzerine, "Bence, dünya bu senaryoyu ciddiye almalı, bu tehdidi ciddiye almalı. Böyle bir risk var" yanıtı verdi. Dışişleri bakanlarına bazen “açıklama ihtiyacı duyulan” sorular sorulur. Yanıta bakınca bu sorunun öyle olma ihtimali de hayli yüksek. Mesele buradaki mesaj nereye veriliyor? İç siyaseti domine etmek için bir “güvenlik kaygısı” yaratmak ise bunu yıllardır 3. Dünya Savaşı çıkarmadan yapan ve bu konuda deneyim sahibi bir iktidar var. O zaman kime?
Diplomasi ya da akademi kökenli bir dışişleri bakanı olsaydı, bu soruyu öyle yanıtlamazdı. Muhtemelen savaşların olumsuz sonuçlarını hatırlatarak yeni bir dünya savaşının olmaması gerektiğinin altını çizerdi. Burada kullanılan terminolojide de sıkıntı var. Dünyada numaralandırılacak savaşlar yok, 1914 yılında başlayan ve tüm dünyanın dahil olduğu ve halen muhtelif tanımlarla ve taraflarla devam eden bir dünya savaşı zaten var.
Erdoğan-Gül görüşmesi
Birkaç hafta önce İstanbul’da uzun bir aradan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir araya geldiler. Görüşme talebi Gül’den geldi. Küs değiller. Çok sık olmasa da telefon ile bayramdan bayrama rutini gibi görüşüyorlar.
Görüşme yaklaşık 1,5 saat sürdü. AKP ilk kurulduğu zaman da iktidardaki ilk yıllarında da stratejik rotayı çizen Gül’dü. Ekonomi ve diplomasi aynen bugün olduğu gibi Erdoğan’ın en zayıf tarafıydı. Bu boşluğu uzun süre Gül doldurdu.
Normalleşme tartışmalarına katkı olsun diye görüşme talebinde bulundu Gül. Uzun uzun ekonomide yapılması gerekenleri, Merkez Bankası’nın, Mehmet Şimşek’in rahat hareket etmesinin sağlanmasını isteyerek anlatmaya başladı. Ardından hukuk devleti vasfının tekrar inşa edilmesi ve AB üyelik sürecinin canlandırılmasını önerdi. AB üyelik sürecinde gündeme getirilen engellere de Türkiye’nin takılmaması gerektiğini, bizzat Erdoğan tarafından dile getirilen “Ankara kriterleri” ile yoluna devam etmesini söyledi Gül. Yaşanan krizden ekonomide alınan önlemlerle çıkılamayacağının pek çok kez görüldüğü uyarısında da bulundu. Erdoğan bazen sesli, bazen de başını sallayarak onayladı Gül’ün sözlerini.
Ardından toplanan AKP MYK toplantısında Erdoğan Ankara kriterlerini hatırlattı. AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala da MYK toplantısından bir gün sonra uzun bir aranın ardından bu kavramı yüksek sesle dile getirdi ve “2. reform dalgasından” söz etti. Gül’ün; Deva, Gelecek ve Saadet Partilerini bir araya getireceğine ilişkin iddiaların havalarda uçuştuğu bir dönemde Erdoğan’a, onun da uygulayabileceği önerilerde bulunması ve bu önerilerin yüksek sesle dillendiriliyor olması çok ama çok dikkat çekicidir.
Erdoğan’ın adaylık meselesi
YSK’nın yorumuna göre cumhurbaşkanlığında ikinci dönemini yaşayan Erdoğan’ın üçüncü dönem için aday olması Anayasa'ya göre TBMM’nin alacağı erken seçim kararına bağlı. Anayasa'nın 116. maddesinde bu düzenleniyor ve ziyadesiyle net ifade edilmiş:
“Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”
Erdoğan ile AKP’nin peşinde olduğu mesele de bu. Meclis'in seçim kararı alması için 360 milletvekilinin kabul oyuna ihtiyaç var. Ve Cumhur İttifakı bunu, bugün için sağlayamıyor, gelecekte sağlayacağının garantisi de yok. CHP’nin anketlere yaslanarak erken seçimle arasına mesafe koyması sizi yanıltmasın. Erdoğan erken seçim yapmayı seven bir lider. Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanmak için 2018 yılında memleketi 17 ay önce erken seçime götürdü ve seçimi de kazandı. 2023’te de “totem” yaparak seçimleri anayasal yetkisini de zorlayarak sadece bir ay öne aldı yine erken seçim yaptı. Türkiye’de normal zamanında yapılan seçim var mı? Tek başına iktidar olmasına karşın AKP bile seçimleri hep erken yaptı.
14 Mayıs 2023 seçimlerinde olduğu gibi AKP’nin derdi, Erdoğan’ın adaylığına YSK’nın onay vermesini sağlayacak geçerli ya da hukuki olsun ya da olmasın bir gerekçe. Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığına onay verilirken bu gerekçe çıtası hayli düşmüştü. O nedenle bu konuda elleri hayli rahat.
Anayasa'nın 106. maddesi bu aralar mercek altına alınmış vaziyette. Erken seçim kararı alınamazsa ve Erdoğan seçimlere bir yıldan biraz fazla zaman kala istifa ederse ne olur? (Bir yıldan fazla zaman kala istifa ederse milletvekili seçimleri yenilenmiyor, bir yıldan az zaman kalırsa yenileniyor) Örneğin seçimlere iki yıl kala Erdoğan istifa ederse ve yeniden aday olup kazanırsa teorik olarak yedi yıl cumhurbaşkanı olarak kalabilir. Peki istifa ederse üçüncü kez aday olabilir mi? Anayasa çok açık, erken seçim kararını Meclis'in alması gerekiyor. Ama istifa halinde de yaşanacak olan cumhurbaşkanlığı için bir erken seçim. Zamanından önce yapılan her seçim erken seçimdir. Bu soruya cevabı doğal olarak YSK verecek.
Üçüncü kez adaylığının önünü 2023 seçimlerinde, Anayasa'nın çok açık hükmüne karşın hem de oy birliği ile açmıştı YSK, şimdi de yapabilir mi? Anayasa’nın 101. maddesine göre bir kimse en çok iki kez cumhurbaşkanı seçilebilir. Ama şu anda, anayasanın açık hükmüne rağmen, üçüncü kez seçilmiş bir cumhurbaşkanımız var. Yabancı olmadığımız bir durum bu aslında, daha önce de “Anayasa'yı fiili duruma uygun” hale getirmişliğimiz var. Bu sisteme ucube denmesi boşuna değil yani.
Bahçeli’nin korkusu
Sinan Ateş cinayetinin MHP’de yarattığı sıkıntı aslında görünenden büyük. Devlet Bahçeli’nin bütün mesaisini bu dosya alıyor. Görüntülere yansıyan yorgun ve moralsiz olma hali sağlık sorunlarından kaynaklanmıyor. Ya da sağlık sorunlarını tetikleyen bir sıkıntı Sinan Ateş cinayeti. Oturarak yapmak zorunda kaldığı grup konuşmasının ardından aynı hal ile saraya giderek Erdoğan ile Sinan Ateş meselesini görüştü. Sağlık durumu bile bunu engelleyemedi.
2002 yılında Bahçeli sürpriz bir biçimde erken seçim çağrısı yapmıştı. Kulağına gelen bilgilere göre hem ekonomik hem de politik krizin yaşandığı o dönem asker devreye girecek, milli mutabakat hükümeti oluşturulacak, TBMM Başkanı MHP’li Ömer İzgi Başbakan yapılacak, Bahçeli de MHP Genel Başkanlığı'ndan alınacaktı. Daha sonra muhtelif yargılama konusu olan darbe dosyalarında buna ilişkin bilgilere rastlandığı da ileri sürülmüştü. Ama o yargı süreçleri hiçbir zaman sağlıklı referans olamayacak maalesef. Bu olay sonrasında MHP ile askerlerin arasına mesafe konuldu. Bahçeli’nin kızgınlığı da o günden sonra askerlere karşı hiç geçmedi.
Sinan Ateş cinayeti, Bahçeli’nin hiç hoşuna gitmedi. Cinayetin ardından siyasetin de çok hoşlandığı komplo teorileri devreye sokuldu. Ateş’in öldürülmesi Ülkü Ocakları ile oradan da MHP ile ilişkilendirilecek ve bu bir kapatma davasına konu olacak. Bahçeli’yi ikna etmek için bunu aktaranlar, senaryonun MHP’yi de içine alacak şekilde yazıldığını detay vererek anlattılar ve Bahçeli ikna oldu. Devlete bu kadar hâkim olmalarına karşın MHP’ye devlet içinden yapılacak bir operasyon iddiası bile kaygılanmalarına yetti. Bu ilginç. Çünkü sürecin ilerleyişi bu kaygıyı da arttırdı. Soruşturma durmadan Ülkü Ocakları ve MHP içine ilerliyordu.
Cinayetin merkezindeki isim Olcay Kılavuz da konuyla ilgisi olmadığını ülkücü camianın önemli isimlerine, eski Ülkü Ocakları başkanlarına uzun uzun anlatmaya başladı. Kılavuz’a göre kendisini de bu cinayetin içine çeken bir komplo mevcut. Hiçbir şeyden haberi yokken, olayın faillerinin kendisine gelerek bu işe bulaştırıldığı iddiasında.
Bu yazın nasıl sıcak geçeceğini anlıyorsunuz değil mi? 1914 yılında başlayan dünya savaşı da halen devam ediyor. Zaten başlayan bir savaş hiç bitmez…