Bir normalleşme yöntemi; açık oturumlar

Türkiye her geçen gün biraz daha fazla çelişkiler ülkesi haline geliyor. İletişim çağında yaşamamıza karşın medya da medya organları aracılığıyla kendini ifade etme özgürlüğü de büyük baskı altında. Sokak röportajlarına kadar uzanmış bir yasaklama niyeti ile tutuklamalarla yılgınlık ve korku yaratmaya çalışılan bir uygulama var. Sokakta mikrofon uzatılan insanlar görüşlerini açıklarken hep tutuklanma ihtimallerinden söz ediyorlar. Bu durum, korku ikliminin varlığına ama istedikleri etkiyi yaratmadığına da işarettir.

ABD’de Kasım ayında başkanlık seçimi var. Klasik Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerin adayları birbirlerinin rakibi. Bir önceki Başkan Trump’ın karşısında mevcut Başkan Biden adaydı. İki aday, ABD seçimlerinin en önemli ve klasik bir uygulaması olan karşılıklı canlı yayında tartışma programına, bizdeki adı ile açık oturuma katıldılar. Bu tartışma programlarının etkisi, ABD’de de anında ölçülebiliyor ve seçim sonuçlarını da etkiliyor. Biden adaylıktan çekildi, yerine Kamala Harris aday oldu. Canlı yayında tartışma geleneği, Harris ile Trump’ı da karşı karşıya getirdi. Açık oturum yayını 1,5 saat sürdü. ABD’li seçmenin tercihini karşı karşıya gelmiş 2 adayın tartışması hayli etkiliyor. Bu hangi seçmeni etkilemez ki?

İçi boş “nereden nereye”

Cumhurbaşkanı ile onun atadığı bakanların sürekli olarak eskiden söz edip demokraside, insan haklarında, bağımsız yargı ve özgür medyada çok aşama kaydettiklerine ilişkin açıklamaları sizi yanıltmasın. AKP’nin tek başına iktidarında 22’nci yıl bitiyor. Sürekli kurulan altı boş “nereden nereye” sloganlarından da etkilenmeyin. Türk ekonomisi dünyaya entegre ve dinamik. Dünya büyürken o da siyasetin aldığı kararlardan bağımsız büyüyor. Cumhurbaşkanı yardımcısının “büyümenin nimetlerini her kesime yaymak istiyoruz” açıklaması boşuna yapılmıyor. Büyümenin nimetlerinden sadece sermaye sınıfının bir bölümünün yararlandığı iktidar tarafından da iyi biliniyor. Yoksa bunu bir niyet olarak, sanki birileri engelliyormuş gibi açıklamak yerine, gereğini yaparlar. Ülkedeki her 4 gençten biri işsiz, her 3 çocuktan biri okula aç gidiyor. Muhalefetin bile derdi bu çocukların okula aç gelmesini önlemek değil, en azından okulda karınlarını doyurmak.

22 yıllık iktidarları sonucunda OECD ülkelerindeki en yüksek enflasyona sahipsiniz ve bunun bu kadar yüksek çıkmasının sorumluları ortada yok. İndirileceği ve bunun maliyetinin vatandaşlara yükleneceği açıklanarak uygulanan bir ekonomi politikası var.

11 Mart 2019’da Maliye Bakanlığı koltuğunda oturan Berat Albayrak “iktisadi faaliyetlerde en kötü geride kalmıştır” dedi. 24 Aralık 2022’de o koltukta oturan Nurettin Nebati “Çok kısa sürede olumlu sonuçlarını göreceğiz” dedi uyguladıkları ekonomik modeli anlatırken. Şimdi o koltukta Mehmet Şimşek oturuyor ve “en zoru geride bıraktık” diye müjde veriyor. Bu 5 yılda sadece eğitim ücretleri yüzde 1000 TL cinsi, Dolar cinsi ise yüzde 100’ün üzerinde artış gösterdi. İstanbul’da köprüden geçiş ücreti 8,5 TL’den 33 TL’ye çıktı. 8 bin 500 TL olan emekli aylığı ise 12 bin 500 TL oldu. (Oran aynen uygulansa emeklinin maaşı da 33 bin Lira olmalıydı) Ve emeklilerdeki bu artışla övünen bir Cumhurbaşkanı yardımcısı var. Bu artış oranı hep aklınızda olsun çünkü artışlarda uygulanan mantık 3 aşağı 5 yukarı budur. Cumhurbaşkanının harcamaları 2024’ün ilk 6 ayında yüzde 176 oranında arttı. Emekliye yüzde 21 artış oranı vermekle övünen iktidar kendi gider kalemini yüzde 176 arttırdı. Ülkedeki bu olumsuz tablonun yaratıcılarına bütün bunları soramıyorsunuz. Sorumluluğu politik olarak üstlenmesi gerekenler, tek başlarına çıktıkları kürsüde dünü olmayan bir iktidar gibi ülkenin gerçeklerinden kopuk bir monolog ortaya koyuyorlar.

Kendi ekranlarında bile yoklar

ABD’de başkanlık yarışında yapılan ve canlı yayınlanan açık oturumun önemini anlatmıştım. Türkiye’de ise karşılıklı tartışmayı geçelim, artık mülkiyetinin kendisinde olduğu televizyon kanallarına bile çıkmayan bir cumhurbaşkanı var. Cevaplarla birlikte soruların hazırlanarak seslendirmeleri için spikerlere verildiği açık oturum görünümlü canlı yayınlar bile yok artık. Sadece hazırlanan metnin okunduğu törenlerdeki konuşmalar canlı yayınlanıyor bütün televizyon kanallarında hem de hergün. Denetlenemeyen iktidarlar, iktidar partisindeki siyasetçilere konforlu bir alan yaratır. Örneğin Nas nedeniyle artmaması gereken faizi Nas’tan daha etkili ne arttırmış olabilir? Sisi ile neden kavga yaptık, neden barıştık? EYT Kuzey Avrupa ülkelerini batırmıştı, Türkiye’de uygulanmayacağı açıklandıktan sonra neden uygulandı? Rahip Bronson’u , “can – beden” üzerinden kurulan iddialı cümlelerle bırakmayacaktık, neden bıraktık? Birleşik Arap Emirlikleri ile görüşmemiz mümkün değildi, Arabistan’a Kaşıkçı dosyasını kesinlikle vermeyecektik. Bunlar neden olmadı? Bu soruları kendi kendimize değil, bağımsız gazetecilerin bizzat muhatabına sorması lazım.

Bu sorular sorulup cevaplar alınamayınca seçmen de doğal olarak sağlıklı bir tercihte bulunamıyor. Çünkü onlar da mutlak doğru kabul ettikleri bilgiyi, bizzat ülkeyi yöneten irade tarafından hemen hemen her gün tekrarlanan, “Türkiye’nin uçuşa geçtiği, her alanda dünyanın en iyi ülkesiyiz” açıklamalarıyla alıyorlar. Kendi hayatlarıyla çelişse de bu bilgiyi doğru kabul eden bir seçmen kitlesini her seçimde görüyoruz. Özgürlüklerin önünü açtıklarını söyleyenlerin yönetiminde Türkiye 2018 yılından bu yana “özgür olmayan” ülkeler kategorisinde. Basın özgürlüğünde 2002 yılında 139 ülke arasında 100’üncü, 2005 yılında 167 ülke arasında 98’inci olan Türkiye, 2024 yılında 180 ülke arasında 158’inci.

Türkiye’yi AB’ye almıyorlar, sürecin de dışına taşındı. BRİCS’e girmek için talepte bulunuldu ciddiye bile alınmadı, 33 ülke sırada dendi. Normal memleketlerin kapısından geçmeye çekindikleri Şangay’a üye olma niyeti dillendirildi, bu haber olarak bile kullanılmadı. NATO üst düzey toplantılarına Türkiye’yi davet etmek gereği bile duymadan aldığı kararları iletiyor. O çok sevilen coğrafyanın örgütü Arap Birliği’ne 13 yıl sonra davet edildi Türkiye. Bütün bunlara karşın söylemlerine bakarsanız Türkiye dünyaya yön veren lider ülke! Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.

İşin en acı tarafı bugünkü iktidarın ülkeyi taşımak için önüne koyduğu hiçbir hedef yok. Bu ülkeyi nereye taşımak istediklerine yönelik bir fikirleri yok. Bütün çabaları seçim kazanmak, iktidarda kalmak. Nasıl bir ülke inşa etmek istediklerini duyan, öğrenen olursa lütfen hepimizle paylaşsın.

AKP’nin içi yüksek gerilim hattı gibi

Bu tablo önlerine konulduğu zaman anlatacak öyküleri, gerekçeleri olmadığı için iktidarın baskısı her alanda her gün artıyor. Artıyor ama bu baskının AKP kadrolarını da olumsuz etkilediğini atlamayalım. AKP’nin içi öyle dışarıya gösterildiği gibi süt liman değil. Öyle olsaydı Erdoğan partisine seslenirken “iyi insanları bulun partiye getirin” çağrısı yapmazdı.

Mehmet Özhaseki , Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, siyaseti bıraktığını açıklayarak yani tepki göstererek istifa etti. Yerine Murat Kurum’un getirileceğini bilseydi istifa etmezdi. Erdoğan da zaten bunun için kimsenin beklemediği bir karşı hamle ile Kurum’u atadı. Şimdiki Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu İstanbul İl Sağlık Müdürüydü. Partililer önceki bakan Fahrettin Koca’ya Memişoğlu’nu ulaşamadıkları için şikâyet ettiler. Koca da onlara “ben de ulaşamıyorum” diye karşılık verdi. Eski bakanın yeni bakanla ilgili değerlendirmesi bu.

Süleyman Soylu ile Ali Yerlikaya arasındaki gerilimi biliyoruz. Hulusi Akar ile mevcut Savunma Bakanı Güler’in arasındaki devir teslim töreninde fotoğraf karesine de yansıyan gerginlik halen devam ediyor. Bu nedenle yeni ve yan yana fotoğraf kareleri yok. (Teğmenlerin yemin töreni nedeniyle sıkıntılı dönem geçiren Güler’in istifa edeceği söylentileriyle birlikte, Akar’ın eğitime ilişkin şahane! fikirlerini açıkladığı görüntülerin gündeme gelmesi hayli dikkat çekici. Bakanlık için bir talep miydi bu yoksa önünü kesmek için mi anlaşılamadı)

Mehmet Şimşek öznesiz olsa da önceki dönemleri sürekli eleştiriyor. Bu nedenle önceki bakanların hiçbiri ortalıkta görünmüyor. Şimşek ile eski bakanların arası hayli gergin. Şimşek, Külliyenin ekonomi kadrosu ile de ciddi bir mücadele halinde.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile onun yerine MİT Başkanı olan İbrahim Kalın arasında da çok ciddi bir soğuk savaş yaşandığı AKP kulislerinin en hararetli öyküsünü oluşturuyor. Kalın’ın bir “enkaz devraldım” demediği aktarılıyor. Külliye kadrosundaki Avukat Mehmet Uçum’a tepkinin de AKP TBMM Grubunda ve bürokrasisinde hayli fazla olduğunu da hatırlatalım. Uçum’a tepki bir araya gelmeyen eski adalet bakanlarını bile buluşturacak düzeyde.

Parti yönetimi kurbanlık koyun gibi kongreyi bekliyor. Ne olacağını kimse bilmiyor ama partinin tepe yönetiminde ciddi değişiklikler olacak. Buradaki gerginlik toptan parti yönetimi ile Erdoğan arasında. MHP ile birliktelikten hepsi şikâyet edince Erdoğan, “Çoğunluk sağlayabileceğimiz seçenek bulun o zaman” diyerek sert çıkmıştı. Artık MHP’den şikâyet yüksek sesle dillendirilmiyor parti içinde.

Tekrar açık oturumlara, tartışma programlarına gelirsek; seçimlerden 1. çıkan partinin lideri normalleşmeyi kendisi ve gölge bakanlarının iktidardaki karşıtlarıyla yapacağı çaylı, kahveli sohbetlerde aramamalıydı. Seçmenlerin huzurunda tartışma programlarına çıkarak normalleşmeyi sağlamalıydı. Bu, sağlıklı seçmen tercihinin oluşması ve demokrasinin işlemesi için de en önemli koşul olmalıydı. Gazetecilerin soramadığı bu yazıdaki soruları sorup cevaplarının seçmenlere ulaşmasını sağlamalıydılar. Ama olmadı. Uzun süre de olmayacak gibi.

Biz bir süre daha, ABD başkan adaylarının canlı yayınlanan tartışmalarını izleyeceğiz gibi görünüyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR