Dünü olmayan partinin bugünkü zor seçimi

SEDAT BOZKURT


Siyaseti özellikle de sağ siyaseti anlamak için Türkiye mükemmel bir saha. Siyaset Bilimi öğrencileri için gerçekten çok önemli bir pratik var Türkiye’de. Aslında dönem dönem buna ayna tutan filmler de yapıldı. Şener Şen’in muhteşem oyunuyla Züğürt Ağa ve Kemal Sunal’ın Aziz Nesin tarafından yaratılan unutulmaz karakteri Zübük akla ilk gelen örneklerdir. Cennette tapu vaadiyle oy alan, rakibini din üzerinden sıkıştıran siyasetçileri beyaz perdeye aktarmıştı bu filmler. Yani bunlar zaten hayatta vardı, kurmaca değildi.

Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ en büyük pişmanlığının Meral Akşener’le parti kurmak olduğunu söyledi. Bir hafta sonra Akşener’e seçim ittifakı önerdi. Akşener tüm seçim bölgelerinde aday çıkaracaklarını parti kurmaylarıyla birlikte çok kesin ifadelerle defalarca açıkladı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ziyareti sonrasında ittifak yerine iş birliği ile kurulan cümleleri değerlendireceklerini açıkladı. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçimlerinde gerekli olan yüzde 50 artı 1 oyun değişmesi gerektiğini açıkladı, ittifak ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli “Mümkün değil” dedi. Mesele bununla ilgili soruya verilen “Allah Allah, lafa bak” yanıtıyla gündemden düştü. 28 Mayıs’ta seçim zaferini kutlarken ortaya çıkan fotoğraf karesinde Erdoğan’ın yanında yer alan 6 isim bir dönem kendisinin en keskin muhalifleriydi. Sinan Oğan o fotoğraf karesinden sadece 2 hafta önce memleketin en önemli sorununun Erdoğan olduğunu dile getiriyordu ve adaylıktaki en önemli destekçisi Zafer Partisi’ydi. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu durumu en iyi yine bu siyasetin en sahici ismi Süleyman Demirel “dün dündür bugün bugündür” ve “siyasette 24 saat çok uzun süredir” diyerek ifade etmiştir. Bu tanımların hakkını ziyadesiyle veren bir siyasi pratiğe memleketçe tanıklık bugün yapıyoruz.

Seçimlerin üzerinden 6 aydan fazla zaman geçti. Çökmüş, içine kapanmış muhalefetin yarattığı boşluk iktidara konforlu bir siyaset yapma alanı açtı. Erdoğan, bizzat faiz indirterek uyguladığı ekonomik programla ülkeyi içinden çıkılamaz bir krize soktu ve şimdi kendi ürünü olan bu krizden çıkmayı bu sefer faiz artırarak başaracağını anlatarak yol alıyor. Anlattığım sağ siyasete bir başka örnek olarak da Erdoğan’ın “bu can bu bedende oldukça faizler hep düşecek hiç artmayacak” sözlerini eklemek lazım. Aslında bu anlamda yaşanan örnekler AKP’den önceki çok partili hayatın 50 yılını gölgede bırakır. İlginç bir biçimde sağ siyasete, “Dünü olmayan parti” pratiğiyle yeni bir boyut katmıştır AKP. Bakın, emekli maaşları meselesi bile ödenen ve ödenmeyen 3 kuruş ikramiye yüzünden hakkıyla konuşulamadı. Memleketin asli meseleleri, sokaktaki sıkıntı bakanlara sorulduğunda ya da Erdoğan’ın önüne geldiğinde konuşma hemen Gazze’ye Filistin’e geliyor. Mesele burada da dine bağlanınca işte muhafazakâr sağ için mükemmel ve sonuç garantili siyaset yapma alanı. Bu arada ticaretin siyaset ve dinden önce geldiğini de yani “her şeyin başının ekonomi olduğunu” da bir kez daha -ihtiyaç olmamasına karşın- İsrail’e giden gemilerle test etmiş olduk.

"Seçmen sosyolojisi" ezberi

Geçen hafta kaleme aldığım İYİ Parti ile ilgi yazım aklınızın bir köşesinde bulunsun. Akşener “kazanacak” aday tanımıyla Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz ederken elindeki veri “seçmen sosyolojisi”ydi. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ilk gündeme geldiği zaman da Alevi olmasının olumsuz sonuçlar yaratacağı dillendirildi. Kılıçdaroğlu aday oldu, partisine oy vermeyen seçmenin yüzde 23’ünden oy aldı. Erdoğan ise partisine oy vermeyen seçmenden ancak yüzde 16 oy alabildi.

Siyaset yapmanın kolay yolu bazı ezberleri tekrar etmekten geçiyor. Seçmen sosyolojisi de bunlardan birisi. Oysa siyasetin, o sosyolojiyi var eden yanlışları gidermesi öncelikli görevidir. Mesela bir başka ezber, CHP’nin Alevi partisi olduğu iddiasıdır. Tarihsel travmaları bir kenara bırakalım, hiç ilgisi yokken İstanbul boğazındaki 3. Köprüye Yavuz Sultan Selim ismini veren veya “seçmen sosyolojisi”nin arkasına gizlenen yapılarda Alevilerin kendilerine zemin bulma imkânı var mı? Kaldı ki Alevilerin CHP’deki varlığının, bu mezhepsel kimlik olmadığı da en son kurultay süreciyle bir kez daha ortaya çıktı. İstanbul il kongresinde yarışan 2 aday da Aleviydi. Kurultayda, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu kimliğini net bir biçimde ortaya koyan Alevi aday kaybetti. Çok sayıda Alevi delege ona oy vermedi.

AKP demokratlık iddiasını sürdürdüğü dönemde Alevi açılımı, çalıştayları yaptı. Pek çok Alevi kesimi devlet çatısı altında bir araya getirmeyi başardı. Faruk Çelik başkanlığında yapılan çalışmalar sonuçlanma aşamasına gelirken İyi Parti’nin kapısını çaldığı söylenen “abiler”in şapkalı olanları rahatsızlıklarını dile getirdiler. Erdoğan da “Bizden önce bu meseleye el atmamışlar biz niye atalım?” diyerek çalışmaları sonlandırdı.

Alevisiz Alevi Başkanlığı

Ardından Kültür Bakanlığı çatısı altına sıkıştırılmış bir Alevi Bektaşi Başkanlığı ortaya çıktı. Aslında doğrudan Cumhurbaşkanlığına bağlanacaktı aynen Diyanet gibi ama olmadı. Alevilik tartışmalarına girmeden sadece talep olması halinde mekanlara katkı sağlayan bazı ihtiyaçları gideren bir bürokratik yapı haline geldi başkanlık. Bu duruşu olumlu da karşılanmaya başlandı ama hemen devreye başka bir akıl girdi ve orayı politik bir “hizalanma” merkezi haline getirdi. Aleviler arasında hayli tartışmalı olan bir isim, Ali Rıza Özdemir bu başkanlığa atandı ve başkanlık tüm kurgusunu AKP’ye göre yapmaya başladı. Şimdilerde harıl harıl devlet adına Alevilik ve Cemevi tanımı yapmak için AKP’li bürokratlar tarafından çalışmalar yapılıyor. Başkanlığa biraz sempati ile bakmaya başlayan Alevi örgütlerinin hemen hemen tamamı yapılan bu atamaya çok sert tepki gösterdiler ve kurum ile var olan bağlarını da kopardılar. Şimdi ortada Alevisiz bir Alevi Başkanlığı duruyor.

AKP’de aday sıkıntısı

Yıllar önce Binali Yıldırım Başbakanken Singapur ve Vietnam gezisi dönüşünde baş başa sohbet etme fırsatım olmuştu. (Bu görüşmenin içeriğinin nasıl saptırılarak insanların kendi çıkarları için çalıştıkları kurumları riske attıklarını da anlatacağım bir başka yazımda) Erken seçime gidileceğini ve yerel seçimlerde İstanbul’a aday yapılacağını ilk benden duydu. Tepkisi çok olumsuzdu. Yerel seçimlerin sıkıntılı olacağı o günlerde de belliydi. İstanbul’da kazanacak aday bulma sıkıntısı yaşandığı söylendiği zaman Yıldırım hep aynı şeyleri anlatıyordu.

“İstanbul demek Recep Tayyip Erdoğan demektir, Ak Parti demektir. Orada seçilme sıkıntısı yaşanıyorsa, adayın seçilebilmesi için eski Başbakan, eski TBMM başkanı olması gerekiyorsa bu partinin bitiği anlamını çıkarır”

Binali Yıldırım aslında bugünü de anlatmış o gün. Çünkü bugün çıta; bu sıfatlara sahip olmasına karşın kaybetmiş bir adaydan, sadece eski Bakan olan Murat Kurum’a düşmüş vaziyette. Karşısındaki aday ise CHP’deki dengeleri bozma gücüne sahip ve gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminin favorisi Ekrem İmamoğlu.

Erdoğan kurguyu kendi yapamadığı için şimdilik beklemede. HEDEP’in pozisyonunu İyi Parti’nin kararını bekliyor. Gözü bir taraftan da seçimi kazanacak aday çıkaramasalar bile AKP’nin adayına kaybettirme ihtimali bulunan Yeniden Refah başta olmak üzere muhafazakâr partilerde.

Yerel seçimlerin sonuçlarını hep çok moral bozucu bulan Erdoğan bakalım ne zaman “Valiler varken belediye başkanlarına gerek yok” cümlesini kuracak.

(Bu arada İmamoğlu hakkında siyasi yasak da istenen davanın duruşmasının hemen seçimler sonrasına ertelendiğini unutmayın. Yargıyla dizayn edilen siyasete hayli alışkındır Türkiye. Buradan çıkacak 5 yıllık siyasi yasak kararı sadece İstanbul Belediye Başkanlığını değil, seçimlerden en geç 4 yıl sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini de etkileyecektir)

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR