Dünyada kadının yeri neresi?

 

Dünya üzerinde 150 milyon kilometrekare yaşam alanı var. Ama kadının yeri belirsiz. Kocasının dizinin dibi mi, yavrusunun başucu mu, okul mu, laboratuvar mı, yoksa büyük markaların tüketilmiş 8 Mart reklamları mı?  Makbul, müşfik, anaç tanımlarından en az birine uyduğu sürece yeri çok da önemli değil [mi]? Buna kim yanıt verecek.

Siyasetçiler mi? Yanlarında onlara kadının halini anlatacak, onların zihinlerini değişime zorlayacak kadın sayısı o kadar az ki. Dünyadaki ülkelerin parlamentolarındaki kadın siyasetçilerin oranı yüzde 25. Bütün ülkelerin bakanlarının toplamının sadece yüzde 21'i kadın. Tahminlere göre böyle giderse siyaset düzeyinde kadın eşitliği ancak 2063 yılında mümkün olabilecek, ki bence çok iyimser bir tahmin. 

Bilimde de oran çok farklı değil. Dünya üzerindeki araştırmacıların yalnızca yüzde 30’u kadın. Üniversitede okuduktan sonra üzerindeki evlenme, çocuk doğurma baskısı alt, orta, üst sınıf fark etmeksizin devam eden kadının, doktora ve devamını hedeflemesi kolay olmasa gerek, değil mi? 

Yaşarsa cadı, ölürse kadın ama artık yaşamıyor

Bir perspektif içinde bakacak olursak, kadınların insan olup olmadığının tartışıldığı çağlardan, seçme ve seçilme hakkı edindiği yıllara elbette büyük ilerleme kaydedildi. Bugünün kadınları 20. yüzyılın başındaki kadınlardan çok daha fazla hakka sahip. 

Peki buna yaşam hakkı dahil mi? Keşke istatistikler olsa da görsek. Yüzyıllar boyunca erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısını bilmek mümkün değil. Tarih dahil her şeyin erkeğin kaleminden çıktığı çağlardan elimize kadınların kendi sözü pek kalmadı haliyle. Ama kimbilir belki bir gurur vesikası olarak aktarılan, belki de yaptıklarının suç olduğunu bilmeden yazdıkları hikayeler çok. 

Konuyu Avrupa’nın meşhur cadı avına götürsem, beni günümüzden kopmakla eleştireceksiniz belki. Kısmen doğru. Zira günümüzde, İngiltere’nin çok bilinen cadı avcılarından biri olan Matthew Hopkins gibi bu işi kurumsal düzeyde yapan pek kimse yok. (Ya da var mı?) 

Rivayet o ki, döneminin ünlü cadı avcısı Hopkins kadınların cadı olup olmadıklarını anlamak için kör bir bıçakla kollarını kesermiş. Eğer kan akmazsa, kadının cadı olduğuna hükmedermiş? Peki ya akarsa? İşkence gördü ama neyse ki cadı olmadığı kanıtlandı! 

Bir de sadece Hopkins tarafından değil, Avrupa’nın her yerinde uygulanan başka bir yöntem vardı. Daldırma tabureleri. Bazen basit, bazen karmaşık bir mekanizmayla komşusuyla kavga eden, öfkeli, söz dinlemeyen kadınlar bu sandalyelere bağlanarak köyün içindeki veya yakınlarındaki suya daldırılır, Utandırılırmış. İngiltere’de bir köyün ortasındaki küçük gölün yanındaki tabelada burasının daldırma “cezası” için kullanıldığını okuduğum anda buraya getirilen kadınları hayal etmeye çalışmıştım. 

Ama bu kadar da değil. Yine rivayet o ki, cadı olmakla suçlanan kadınlar göğüslerinden bir ip bağlanarak derin bir göl veya nehrin içine salınır, su yüzüne çıkarlarsa cadı olduklarını hükmedilirdi. Doğru tahmin ettiniz, eğer su yüzüne çıkmazlarsa cadı olmadıkları kanıtlanmış olurdu. Ama ancak hayatları pahasına. 

Cadıların külleri

Cadı mıdır değil midir sorusu eskidi. Şimdilerde kadın mıdır, kız mıdır; mini etekli midir değil midir, tecavüz eden sevgilisi mi değil mi, içki içmiş mi içmemiş mi sorularının yanıtları için bu tür çağdışı teknikler kullanılmıyor. 

Bu soruların yanıtları zihinlerde, kadınların arkasından fıs fıs dedikodularda veriliyor, bazen mahalle arasında cık cık’la geçiştiriliyor, doktor muayenesinde belirleniyor, konu mahkemeye düştüyse iyi halden ceza indirimine, tahliyeye dönüşüyor. 

Bir gün bir doktor bana ağrı eşiğinin anneden kız çocuğuna geçtiğini söylemişti. İnanmak için kişisel sebeplerim var. Ama bilimin söylediği bir başka şey daha var ki, o da sadece fiziksel özelliklerin değil, geçmiş deneyimlerin de DNA yoluyla diğer nesillere aktarıldığı yönünde. 

Geçmişin cadı avlarını, daldırma taburelerine, annelerimizin şiddet karşısındaki dirayetine, yüzyıllardır dünyanın her coğrafyasında süren adaletsizliğe ve baskıya rağmen kadınlar bugün yüksek sesle haklarını savunuyor. Tıpkı #bende hareketinde olduğu gibi yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor. Dünya meclisindeki erkek dokunulmazlığının eşiği aşıyor. Hollywood yapımcıları da bundan muaf değil, meşhur edebiyatçılar da. 

Kadınlar daha fazlasını da başaracak. Görüyorsunuz değil mi? 

Çünkü o meşhur pankartın söylediği gibi: “Yaktığınız cadıların küllerinden doğduk.” Bu toprak da, gök de, dünya da bizim. Bizim yerimiz burası.

Kişisel bir not: İngiltere’de yaşadığım yaklaşık üç yıl boyunca komşumuz Blaize benim en iyi arkadaşım oldu. 70’li yaşlarındaki bu feminist, İngiltere’nin kadın hakları hareketine katkı sağlamış biriydi. Bir gün bana gelen bir iş teklifini, “ben bunu yapacak kadar birikimli değilim” diye reddettiğimde bana şunu söylemişti: “Bunu kadın olduğun için söylüyor olabilir misin? Çünkü bize hep yetilerimizi sorgulamamız öğretildi.” Geçenlerde Kemal Göktaş arayıp Kısa Dalga için yazı yazar mısın diye sorduğunda, başta yapamayacağımı söyledim. Sonra kulaklarımda Blaize’in sesi çınladı. İşte yazıyorum. Teşekkürler Blaize. 8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
RENGİN ARSLAN Arşivi
SON YAZILAR