TEZCAN DURNA
Haber Değeri – Değerli Haber
TEZCAN DURNA
Haber değeri kavramı, dilimize İngilizceden geçmiştir. “Newsworthy” bileşik sözcüğü, kısaca “genel kamuoyunun ilgisini çekecek kadar ilginç” şeklinde tanımlanabilir. İlginçlik, sıra dışılık, olağanüstülük gibi sıfatlar herhangi bir olayın haber değeri taşıdığını anlatmak için kullanılır. Daha gazetecilik bölümlerinin birinci sınıfında haber tanımlanırken bütün bu sıfatların yanı sıra, “yakınlık, aşinalık, geniş halk kitlelerini ilgilendirmek” gibi sıfatlar da eklenir. Elbette en iyi bilineni ise, “köpek insanı ısırırsa haber olmaz, insan köpeği ısırırsa haberdir” tanımlamasıdır. Bu tanımlama bana ilk duyduğumdan bu yana hep sorunlu görünmüştür. İçinde hep sansasyon barındırır bu ifade. Sıradan bir insanın sağlık sorununun değil de misal neden Bülent Ersoy’un sağlık sorununun memleket meselesi olabileceğindekine benzer bir sorun taşır içinde bu tanımlama. Ağrı’nın en ücra köşesine yağan yoğun kar nedeniyle hastaneye ulaşamayıp bebeğini kaybeden bir kadının yaşadıklarının haber değeri taşımaması, ama hava muhalefeti nedeniyle İstanbul’daki UKOME yetkililerine canlı bağlanma mecburiyetindeki soruna benzer bu tanımlamadaki sorun. Bir inşaat işçisinin yeterince güvenlik önlemi alması sağlanmadığı için gökdelen inşaatının tepesinden düşerek parçalanmasını sadece yakınları ve yanındaki arkadaşlarının duymasına rağmen, misal bir bakanın oğlunun nikâh töreninin canlı yayın araçlarıyla halka duyurulmasındakine benzer bir sorundur haber değerine dair yapılan bu garip tanımlamadaki rahatsız edicilik. Konuya sonsuzca örnek vermek mümkün. Ama sanırım bu tezatlı örnekler yeterince meramı anlatmış olmalı.
Özetle haber değeri kavramının kendisi bizatihi içinde ciddi sorun barındırır. Neyin haber değeri taşıdığının toplumsal alandaki eşitsiz güç ilişkileriyle esaslı bir bağlantısı vardır. Dahası bu güç ilişkileri, gazeteciyi de, yöneticiyi de gazetenin sahibini de, habere konu olmayı başaran, habere konu olmakla kalmayıp, herhangi bir konuyu ağzı sulana sulana çerçeveleyip anlatan, hakikati gözlerimizin içine baka baka eğip bükerek muktedir konumunun verdiği zevki kevser şarabı içercesine deneyimleyen güç sahiplerini de vicdandan, ahlaktan, akıldan ve diğerkâmlıktan azade kılar. Ağzının içine mikrofon uzatılan hiçbir güç sahibi konu kendisiyle alakalı olmasa dahi, “konu benimle alakalı değil” diyebilmeyi başarabilmiş değildir şu fani dünyada. Bu uzatılan mikrofona konuşma zevki bağımlılık yaratır. Hakikate hükmetmek, onu yamultabilme kudreti dünyadaki bütün bağımlılık yaratan maddelerden daha güçlü bir uyuşturucudur. Sarhoş eder, deli eder, dumur eder, rezil eder, vezir eder, her şeyden önemlisi aymazlaştırır, ahmaklaştırır. Öyle ki, kendi sesinden başkasını duyamaz hale gelir böylesi bir güç sahibi. İşte tam da bu nedenle haber değeri kavramı modern dünyadaki gazetecilik mesleğinin paradoksal bir şekilde en büyük sansür sebebidir. Sansür denilmeden gerçekleşen sansür kadar susturucu başka bir araç daha yoktur. İşte haber değeri kavramı bunu yapar.
Bu konuyu daha da netleştirmek için somut bir örnek vermek isterim. Bilenler bilir, geçtiğimiz aylarda 2017’de başlayan üniversiteden uzak tutulma maceram, kişisel olarak mahkeme kararıyla son buldu. Daha açıkçası, 2017 Ocak ayında Resmi Gazetede yayınlanan bir KHK’nın ekli listesine ismim eklenerek ihraç edildiğim üniversiteye İdare Mahkemesi’nin kararıyla iade edildim. Benimle birlikte Ankara Üniversitesi’nden yüzün üzerinde meslektaşım da ihraç edilmişti. Tabi ki bu sayıya tek seferde ulaşılmadı. Kurbanlık koyunlar gibi aylar içerisinde salhaneye girme sıramızı bekledik. Öyle ki, bu listelere aylar önce istifa etmiş, üniversiteyle resmi bir bağı kalmamış meslektaşlarımızın adları bile yazıldı. Adları bu listelerde yer aldığı ve yine bu nedenle pasaportlarına tahdit koyulduğu için yurtdışına atılmadan önce çıkabilmiş pek çok meslektaşımız ülkelerine, vatanlarına gelemediler. Elbette bu tahditten bütün KHK’lı akademisyenler nasiplendiği için, hepimiz yıllarca yurt içinde hapsedildik. Yurtdışında bir hayat kurma ihtimallerimiz de ellerimizden alındı. Bazı gazeteciler hakkımızda “sivil ölü ilan edilmeli” buyurdu, bazı mafya liderleri “kanımızda duş alma” fantezileri haykırdı. Bunlar konuya ilgi duyan pek çok insanın malumu elbette. Ancak döne döne anlatmak, durup durup hatırlatmak, her defasında başımızdan nelerin geçtiğinin altını çizmek hem gerekli hem de anamızın ak sütü gibi helalimizdir. Bunu kimse çıkıp da “sıktı artık” diyerek geçiştiremez.
Dahası, bahse konu göreve iadeler de bir itibar ve hak iadesi olarak görülemez, görülmemelidir. Zira aralarından benim de içinde olduğum bazı iadelerin hala görev başında olmasının tamamen bir tesadüf olduğunu, ihraç edilen pek çok meslektaşımızın iade işlemiyle ilgili olarak baştan ret kararı çıktığını, iade edilenlerin de hakkında yürütmeyi durdurma kararı verildiğini unutmamak, unutturmamak, sürekli altını çizmek gerekir. Biz Barış Bildirisi İmzacıları da dâhil pek çok KHK’lı hala o gazetecinin buyruğuna uygun şekilde “sivil ölü” olarak bırakılmaya çalışılıyoruz. Elbette bu buyruğa direnmek boynumuzun borcuydu. Direndik, direnmeye devam edeceğiz. Kendimle ilgili son durumu bildireyim. 2017’de adımın bir KHK’nın ekli listesine yazılmasını sağlayan, uzun yıllar işimden, öğrencilerimden, akademik çalışmalarımdan uzak tutan, ama bir mahkeme kararıyla görevime başlatan, ne var ki, bu mahkeme kararını hukuki bir zemini olmaksızın yürütmeyi durdurma istemiyle bir üst mahkemeye taşıyan bir üniversitede sonumun ne olacağını bilemeden çalışmaya devam ediyorum, adına çalışma denirse. Bütün bu anlattıklarımın hem ulusal hem de yerel kamuoyunun nezdinde bir haber değeri vardır sanırım. Henüz bir köpeği ısırmadım, köpek tarafından da ısırılmadım ama buna rağmen yaşadıklarım-yaşadıklarımız bir insanın köpeği ısırması kadar kıymetli olsa gerektir. Ancak benimle birlikte pek çok arkadaşım göreve başladı. Başlayanların arasından sadece üçü (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi için bu sayılar) sonunun ne olacağı belli olmayan bir şekilde görevine devam ediyor. Diğer meslektaşlarımızın bazısı göreve hiç başlamadan, bazısı göreve başladıktan çok kısa bir süre sonra bir üst mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararıyla tekrardan görevden uzaklaştırıldı. Halen görevinin başında olan benim de aralarında bulunduğum bu üç kişi, bir yandan üniversitede çalışırken, diğer yandan ihraç dönemindekine benzer şekilde salhanenin kapısında bekleyen kurbanlık koyunlar gibi İstinaf Mahkemesi’nin kararını bekliyoruz. Bu mahkemeden çıkacak müspet ya da menfi sonucun da nihai bir karar olmayacağını, daha Danıştay sürecinin de tamamlanması gerekeceğini, müspet çıkacak İstinaf kararına rağmen belli bir vadede kararın Danıştay’dan da dönebileceğini unutmayalım. Yani şu fani dünyada daha görüp çekeceğimiz çok şey var a dostlar.
Tekrardan soruyorum: Bütün bu anlattıklarımın sıradan bir ülkede ulusal ya da yerel düzeyde haber değeri var mıdır? Bu sorununun yanıtını İletişim Fakültesi’nin gazetecilik uygulaması için faaliyet gösteren Görünüm Gazetesi’nden almak isterim. Haber nedir, bir olayın haber olmayı başarabilmesi için ne gibi koşullar gereklidir? Herhangi bir olayın haber mertebesine ulaşabilmesi ve kamuoyunun ilgisine sunulabilmesi için herhangi birimizin yaşamını mı yitirmesi gerekir? Bu soruları neden mi Görünüm Gazetesine soruyorum? Aslında sorduğum sorunun muhatabı Görünüm Gazetesi değil. Görünüm Gazetesinde haber pratikleri yapan, gazeteciliği öğrenen öğrencilerine haberin, siyasetin, iktidarın, eleştirinin, eleştirelliğin, haber değerinin ne olduğunu öğrettiğini iddia eden bölümün müstesna hocalarıdır soruların asıl muhatabı.
Ey İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünün müstesna hocaları ve dahi fakültenin tüm hocaları! Fakültenizden altı yedi yıl önce hukuksuz bir şekilde ihraç edilen, yıllarca hukuk mücadelesi vererek nihayetinde bazılarının mahkeme kararı ile iade edilmesinin, iade edildikten sonra mahkeme kararının yine çalıştığınız “müstesna” üniversitenin müstesna hukuk birimi tarafından yürütmeyi durdurma talebiyle İstinaf Mahkemesine taşınmasının ve bunun sonucu olarak bazılarının yeniden üniversiteden atılmasının fakülte kamuoyu açısından herhangi bir haber değeri yok mudur? Haber yapan öğrencilerinize “hocalarınız yıllar sonra mahkeme kararıyla geri döndü, onlardan bazılarıyla bir görüşseniz mi acaba? Bakın bazıları iade edildikten sonra yürütmeyi durdurma kararıyla yeniden görevinden uzaklaştırılmış, acaba süreç nasıl işledi bir haber mi yapsanız?” diyerek yönlendirmek neden mümkün olmadı? Haydi diyelim iade edilen hocaları sevmiyorsunuz, ne halleri varsa görsünler dediniz, “demezsiniz ya!”, varsayalım bu nedenle herhangi birimizle görüşmedi Görünüm Gazetesinin muhabiri öğrencileriniz. Herhangi birinizin de aklına muhabir öğrencilerinizden birisine “Yahu şu rektörlük hukuk birimi hangi gerekçeye dayanarak, yürütmeyi durdurma talebiyle mahkeme kararını istinafa göndermiş, bir araştırsanız mı, hukuk birimiyle bir görüşseniz mi?” demek de mi gelmedi?
İçine hapsedildiğimiz korku iklimi kuşkusuz pek çoğumuzu konuşmaktan, düşünmekten, olgusal gerçekleri ifşa etmekten alıkoyuyor. Herhangi bir olayla ilgili olarak gazeteci en liberal tanımla taraf tutmaz. Görünüm Gazetesi taraf tutmasın, göreve iade edilip, ardından yeniden atılan, akıbetleri daha belli olmamış, belirsizlik içine hapsedilmiş bazılarımızı sevmesin, sevmeyin ya da yanımızda durmayın, kabulümüz. Herhangi bir gazeteci zaten herhangi bir olayla ilgili olarak taraf tutmaz. Ele aldığı olaya sempati ya da antipati duymaz. Tabi ki ne kadar mümkün olursa. Etten, kemikten, kandan mürekkep varlıklarız ve duygularımız var; hayal kırıklıklarımız, neşelerimiz, nefretimiz, sevgimiz, aşkımız var hepimizin de. Herhangi birisinden sebepli ya da sebepsiz nefret edebilir ya da onu ölesiye-öldüresiye sevebiliriz. Bu nedenle ihraç edildiğimiz için ya da ihraç edilmeden önce her birimizle kişisel hesaplarınız, husumetleriniz, kırgınlıklarınız olabilir. Bu en doğal hakkınız, amenna. Ancak, yaşananların, yaşatılanların fakültenin uygulama gazetesinde haber olabilmesi için hiçbir kıymeti harbiyesi yok mudur? Yaşanılan ve yaşatılanların bir olgusal hakikat olduğu sabit değil midir? Gazetenin bu yılın başından itibaren ele aldığı haber konularına kısaca bir göz attığımız zaman, ulusal düzeyde depremden tutun da yerel düzeyde fakülte içindeki hoca kolokyumlarına, fakültenin ve üniversitenin içindeki faaliyetlere kadar pek çok konunun ele alındığını görüyoruz. Fakülteye, üniversitenin diğer fakültelerine iade edilen ve jet hızıyla tekrar görevden uzaklaştırılan hocaların yaşadıklarının haber değeri taşıması için ne olması gerekiyor? Mezun ettiğiniz öğrencilerinize, “gazeteci hiçbir önyargı taşımadan, gördüğü, duyduğu olgusal hakikatleri halka duyurmakla mesuldür” demiyor musunuz? Bunu vazederek mezun ettiğiniz öğrencileriniz, Görünüm Gazetesinde yan odanızdaki meslektaşınızın başına gelenlerin haber yapılmamasına göz yumduğunuz için yazdıklarınızdan, konuştuklarınızdan kuşku duymayacaklar mı? Sorulacak soru çok. Ben sorularımı denize atayım, “balık bilmezse belki halik bilir” diyerek çekileyim.