
ÜNAL ÇEVİKÖZ
İki savaş, iki ateşkes, sıfır çözüm...
Yakın bölgemizde devam eden iki savaşın yatıştırılması için ABD Başkanı Donald Trump'ın formülleri devreye girdikçe, uluslararası ilişkiler tarihinde de yeni bir sayfa açılmaya başlıyor. Öncelikle şunu kabul edelim. Bir savaşın durdurulması için "ateşkes" sağlanması barışı kurma çabalarının başlangıcını oluşturur. Ama ateşkes ya kısa sürelidir ya da her zaman ihlal edilmeye müsait bir kırılgan yapıya sahiptir. Bunun örnekleri daha önce hem İsrail-Hamas çatışmasında, hem Rusya-Ukrayna savaşında görülmüştür. Dolayısıyla, ateşkesi sağlamak sorunların çözümü anlamına gelmiyor.
Ateşkesi bir ileri aşamaya götürmek için bir "mütareke"ye ihtiyaç vardır. Bu da barışa giden yolda diplomatik görüşmelerin başlatılması anlamına gelir. Bu haliyle bakıldığında, mütareke savaşın sonlandırılması sürecinde ateşkese oranla daha güvenceli bir unsur olarak kabul edilir. Ateşkes savaşın sürdürülebilirliği izlenimini yaratır. Mütareke genellikle barış anlaşmasına hazırlıktır. Bizim için tarihte iki önemli mütareke örneği vardır. Biri Mondoros, diğeri Mudanya'dır. İlki İstanbul'daki hükümet tarafından yenilginin kabulü olarak imzalanmış ve sonucunda Osmanlı'yı "Sevr"e mahkum etmişken, bunları reddeden Mustafa Kemal Atatürk, Mudanya Mütarekesi ile düşmanı Lozan'a mecbur etmiştir.
Örneğin, Gazze'de varılan ateşkesi bir tür mütareke gibi kabul etmek mümkündür, zira bu ateşkes uzun bir süreçtir ve aşama aşama kalıcı bir barışa doğru giden yolu tarif etmektedir. Son olarak ABD'nin girişimi ile Cidde'de Ukrayna'nın kabul ettiği "30 günlük ateşkes" ise kısa süreli bir "çatışmaların durdurulması" sonucunu vermektedir. Rusya'nın bu ateşkesi kabul etmesi ümit ediliyor ancak Moskova sağlanacak ateşkese bir tür mütareke gözüyle bakmayı tercih ediyor. Bunun da sebebi, Ukrayna'dan somut isteklerde bulunması. Örneğin, işgal ettiği Ukrayna topraklarının Rusya'nın egemenliğine geçtiğinin kabulü, Ukrayna topraklarına NATO kapsamlı olsun ya da olmasın, yabancı askeri varlık konuşlandırılmaması, Ukrayna ordusunun kapasitesinin Rusya'da tehdit algısı oluşturmayacak bir düzeye indirilmesi gibi somut talepleri olduğu anlaşılıyor. ABD ise şimdilik paldır küldür bu süreçleri bir küresel güç edası ile ve "Pax Americana" hevesi ile kabul ettirmeye çalışıyor.
Bu süreçlerin akan kanın durdurulması, savaşın sürdürülmesinin önüne geçilmesi açısından faydalı olmadığını ileri sürmek elbette mümkün değil. Ancak, yeni olan, ABD'nin tarafları bu süreçlere ikna etmek için başvurduğu yöntem. Örneğin, Zelensky Beyaz Saray'da Trump ve Vance tarafından hakaretamiz ifadelerle öylesine hırpalandı ki, ABD'nin bir "arabulucu" rolünden çok bir tür "dayı" gibi davrandığı algısı oluştu. Zelensky elinden geldiği kadar dik durmaya çalıştı ama, tüm dünya kamuoyunda uyanan izlenim, ABD'nin Zelensky'yi ateşkese ikna etmek için kabalık ve tehdit yöntemine baş vurduğu şeklinde oldu. Hatırlanacağı üzere Gazze için de benzer bir yöntemi kullanan Trump, 20 Ocak'ta göreve başlamasından önce ateşkes sağlanmadığı takdirde Hamas'a dünyayı cehennem edeceği tehditleri savurarak sonuca ulaşmıştı.
Ukrayna'ya yapılan tehditler de amacına ulaşmış olmalı ki, Zelensky'nin Vaşington'da karşılaştığı tavır sonucunda Ukrayna'nın Cidde'deki toplantıda ABD'nin dayatmalarını kabul ettiği anlaşılıyor. Karşılığında da, Trump daha önce Ukrayna'ya istihbarat paylaşımı ve silah yardımını kesmişken, Cidde'de bunları yeniden başlatma kararı alarak "sopa"nın etkisini tatlandırmak için "havuç" da göstermiş oldu. Rusya'nın ise, hem savaş sahasındaki durumu (toprak kazanımı elde etmiş olması), hem barış için somut talepleri olması, hem de geçmiş dönemde (soğuk savaş) bir süper güç olma özelliği, Ukrayna'nın apar topar kabul ettiği ateşkese ne kadar olumlu yaklaşacağını belirsiz kılıyor. Trump'ın "Rusya ateşkesi kabul etmezse yaptırım uygularım" tehdidi Moskova'da omuzların silkilmesine yol açtıysa buna şaşmamak gerekir.
Trump'ın izlediği bu yöntemler yavaş yavaş yapıcı ve barışçı olmaktan ziyade dünya için tehlike işaretleri veren bir yaklaşıma dönüşüyor. Zira, görünürde çözümü sağlamak için bir "arabuluculuk" faaliyeti olarak takdim edilen ABD girişimleri, ABD'yi her iki sorunda da taraf olmaya doğru itiyor.
Rusya-Ukrayna savaşı konusunda ABD ile Avrupalı müttefiklerin farklı görüşlerde olmaları, her ne kadar Trump'ın son olarak Ukrayna'ya istihbarat paylaşımı ve silah yardımında bulunma kararıyla bir nebze olsun ortadan kalkmış gibi görünse de, özünde Atlantik'in iki yakasında tam bir uyum olduğu anlamına gelmiyor. Trump Haziran ayında Hollanda'da yapılacak NATO zirvesine Avrupa'nın savunma harcamalarını artırması talebiyle gelecek. Hatta, bu olmadığı takdirde ABD'nin kendini Avrupa'yı savunmakla yükümlü hissetmeyeceğini de dile getirdi. Bu tehdit Avrupa'da ciddi bir güvenlik endişesi doğurdu ve AB üyesi bazı ülkeler, üstelik Türkiye'yi de davet ederek, Londra'da toplanıp durumu değerlendirdiler.
Şunu kabul etmek gerekir. AB ile NATO farklı örgütlerdir. Birincisi hükümetler üstü bir kuruluştur ve hükümetleri bağlayıcı kararlar alabilmektedir. NATO ise bir askeri-siyasi ortak savunma örgütüdür. Trump'ın tehditleri "Acaba ABD ileride NATO'dan ayrılabilir mi?" sorusuna yol açıyorsa, bilinmelidir ki, ABD ayrılırsa NATO biter. NATO'yu bir "Avrupa ordusu kurarak kurtarmaya çalışmak" düşüncesi ise gerçeklerle hiç alakası olmayan bir kuruntudan ibarettir, zira AB içinde kurulacak böyle bir askeri savunma ve güvenlik yapılanması NATO benzeri bir ortak savunma örgütü olmak yerine, sadece AB'nin savunma boyutu olarak kalır. Türkiye'nin böyle bir yapılanmaya davet edilebileceğini ummak ise hiç de sevinilecek bir gelişme olmayacaktır, zira AB'nin Türkiye'yi tam üye yapmak gibi bir planı yoktur. Türkiye sadece AB güvenlik yapılanmasına eklemlenebilecek bir askeri güç olarak görülmektedir.
Dünya nasıl da değişiyor... Tarih boyunca uluslararası sistemin oluşmasına katkıda bulunan bir çok gelişme Avrupalı devletlerin tecrübeleri üzerine inşa edilmiştir. 1648 Westphalia düzeninden, 1815 Viyana anlaşması ve "Avrupa uyumu"ndan beri yaşanan yüzyılların deneyiminde gerek Rusya, gerek Türkler her zaman Avrupa'da olmuşlardır. Bugün Avrupa güvenlik mimarisinde Rusya'yı dışlamak ve yabancılaştırmak gibi bir hataya düşen Avrupa'nın, bu hatasını düzeltmek için Türkiye'den destek istemesi ve bunu sadece askeri düzeyde kalan bir dirsek teması ile kurgulamaya çalışması ise yeni bir hatadan başka hiç bir sonuç doğurmayacaktır. Tam üye olacaksak olalım, yoksa Türkiye AB'nin jandarması olmamalıdır.