Lozan’ın ve Türkiye’nin 100. yılı

CEM ERCİYES


Geçen hafta tam da bugün, Lozan Antlaşması’nın 100. yılı kutlandı. İstanbul, İzmir, Ankara ve pek çok başka kentte, hatta Lozan’da çeşitli toplantılar konferanslar düzenlendi, konser ve tiyatro gösterileri yapıldı. İnönü Vakfı’nın elindeki zengin arşivi internet üstünden yayımlaması en iyi faaliyetlerden biri oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da antlaşmanın önemini vurgulayan kısa bir açıklama yaptı. Ama tüm bunlara rağmen yine de Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘kurucu senedi’ kabul edilen bu antlaşmanın hakkının yeterince teslim edilmediğini 100. yılında yeterince önemsenmediğini söyleyebiliriz. Bunun sebebi belli. Ülkeyi ikiye ayıran siyasi fay hattının bir tarafı, Lozan’a şüpheyle bakıyor. O kadar ki bu antlaşma hakkında gizli maddeleri olduğu, süresinin bittiği ya da hezimet kabul edilmesi gerektiği gibi görüşler yıllardır dile getirilip duruyor. İktidar da bu çevrenin elinde olduğu için, Lozan Antlaşması’nın 100. yılı ülke çapında hak ettiği gibi bir gündem oluşturamıyor. Muhafazakar ve İslamcı kesimin Lozan Antlaşması’na mesafeli yaklaşmasının temel sebebi, bu antlaşmayı laik ve Batılı Cumhuriyet’in simgelerinden biri saymaları. Her şeyden önce Lozan’ın yıldızı İsmet İnönü... Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Lozan’da o temsil etmiş, sekiz aya yayılan müzakereleri yönetmiş ve bugün hala geçerli olan antlaşmanın altına o imza atmıştı. Oysa aynı İnönü, günümüzde İslamcı siyasetin Cumhuriyet rejiminin beğenmedikleri bütün uygulamalarıyla özdeşleştirip her daim hedefinde tuttuğu bir isim.

Lozan Antlaşması’nın Türkiye’nin ‘kurucu senedi’ kabul edilmesinin nedenini Prof. Baskın Oran ‘devletler uluslararası tanımayla var olurlar’ diye özetliyor. Baskın Oran’a göre Lozan'a bazı çevrelerde düşmanlık beslenmesinin gerekçesi ise antlaşmanın "Batı dünyasına Türkiye'nin kalıcı biçimde katılımının belgesi" olma vasfından kaynaklanıyor. Oran’ın kastettiği ‘katılım’ın sadece Batılı ülkelerle anlaşma imzalamaktan ibaret olmadığı anlaşılıyor. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu gibi vatandaşlarını dinsel kimliklerine göre yöneten, mutlakiyetçi, müslüman bir devlet olmaktan vaz geçip Batılı ülkeler gibi laik bir hukuk devleti olma yolunu seçti. Çocukluğumuzdan itibaren ‘Atatürk devrimleri’ ya da inkılapları olarak öğretilen pek çok şey, hemen Lozan’dan sonra uygulanmaya başladı. Antlaşma Temmuz 1923’te imzalandı. Aynı yılın ekiminde Cumhuriyet ilan edildi. 1924’te halifelik kaldırıldı, Şeriye ve Evkaf vekaleti kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu, Tevhid-i Tedrisat kanunu ile dinsel eğitim veren okullar kapatıldı. 1925’te tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı, 1926’da Medeni Kanun kabul edildi ve 1928’de Anayasa’dan ‘Türk Devleti’nin dini İslamdır’ ifadesi çıkartıldı. Bu sürecin en sonuna belki 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini de ekleyebiliriz. Bu ve benzeri reformlar, Türkiye’yi Batılı değerleri önceleyen, modern ve laik bir ülke olma hedefine yöneltirken, Osmanlı devlet-toplum düzenini ve ona bağlı yaşam biçimlerini hızlıca tasfiye etti. Elbette bunu toplumun tüm kesimleri canı gönülden kabullenmedi bu gelişmeleri…

Lozan Antlaşması’nda Türkiye’yi temsil etmesi için İsmet İnönü’yü seçen Mustafa Kemal Atatürk. Mudanya Mütarekesi dışında diplomatik tecrübesi olmasa da yeni rejimin güvenilir önderlerinden biri, başarılı ve itibarlı bir asker olarak görevlendiriliyor. Lozan’da Avrupa siyasetinin kurtlarıyla aynı masada Türkiye’nin bağımsızlığını esas alan maddelerde direnen bir müzakereci olarak yer alıyor. En büyük rakibi İngiltere temsilcisi, Dışişleri Bakanı Lord Curzon oluyor. İnönü’nün kolay ikna edeceğini, Türkiye’ye yakın durduklarını düşündüğü diğer ülke temsilcileri de pek çok konuda Curzon’u öne sürüyor ve iki ülke arasındaki diplomatik mücadele bir ara görüşmelerin kesilmesi ve temsilcilerin ülkelerine dönmelerine kadar varıyor. Sonunda Türkiye tam bağımsızlıkla ilgili her istediğini alıyor. Ama tamamlayamadığı talepleri de oluyor. Osmanlı borçlarının, eski Osmanlı coğrafyası ülkeleri arasında bölüştürülmesi sağlanıyor. En çok Fransa itiraz etse de kapitülasyonlar kaldırıyor. Türkiye denizlerinde kabotaj hakkını alıyor, yabancılara tanınan ekonomik imtiyazlar kaldırıyor. Türkiye Batı Trakya’yı da talep ediyor fakat orası Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, Balkan Savaşları’nda Yunanistan’a geçtiği için konu müzakerelere dahil edilmiyor. Boğazlar konusunda Sovyetler Birliği de Türkiye’yi destekliyor. Türkiye bu topraklarda hakimiyetini kabul ettirse de su yolunun uluslararası bir komisyonla yönetilmesi ve silahsızlandırılması kararlaştırılıyor. Türkiye Boğazlar’da istediği tam egemenliği daha sonra 1936 Montrö Sözleşmesi ile elde edebiliyor. Yine Türkiye’nin çok önemsediği, antlaşma imzalandıktan hemen sonra İnönü’nün çok eleştirildiği konulardan biri olan Musul ise ne yazık ki Boğazlar gibi zamanla çözülemiyor. Türkiye Misakı Milli sınırları içinde olan Musul’den vaz geçmek istemese de İngiltere bu konuda çok ısrarlı davranıyor. Daha sonra Milletler Cemiyeti komisyonlarına havale edilen mesele Türkiye’nin aleyhine sonuçlanıyor. Sonuçta Lozan, onu imzalayan bütün taraflar için doğru ve gerçekçi olmalı ki, 1. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan anlaşmalar içinde bugün hala geçerli olan tek anlaşma…

Türkiye’yi sömürgeleştiren Sevr’in yerine geçen Lozan, hem 1. Dünya Savaşı’nı hem de Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiyor; özgür-eşit bir ülke olarak uluslararası dünyada yer almamızı sağlıyor. Hatay’ın daha sonra Türkiye’ye katılmasıyla değişecek olsa da bugünkü sınırların yüz yıllık bir kesinlikle belirlenmesini sağlayan bu antlaşma, yıllardır savaşan bir ülke halkına ihtiyaç duyduğu barışı da sunuyor. İşte bu barış ortamında Türkiye bağımsızlığını sürdürmek, kendi halkına mutlu ve güzel bir hayat sunmak için ihtiyaç duyduğu gelişmeyi sağlayacak reformlar yapılabiliyor. O reformlara inananlar bugün Lozan Antlaşması’nı ‘Sonsuz Barış’ olarak da görüyor.

100. yıl için İstanbul’da düzenlenen etkinliklerin en iyilerinden biri Şişli Belediyesi’nin açtığı Sonsuz Barış adlı sergi. Bomontiada’daki sergide Lozan’ın son verdiği Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı özetleniyor ve ardından antlaşma süreci çok sayıda belge, fotoğraf, film, sanat eseri ve tabii ki açıklayıcı panolarla aktarılıyor. Başta İnönü Vakfı olmak üzere pek çok arşivden yararlanılmış. İsmet İnönü’nün özel mektupları ve notları da var, ekibin yaptığı masraflarının faturaları da karikatürler ve gazete kupürleri de… Türk heyeti kadar görüşmelere katılan yabancı delegasyonların da tanıtıldığı, o uzun sürecin olabildiğince kısa ve anlaşılır biçimde anlatıldığı güzel bir sergi. Sergiye eşlik eden Kemal Tayfur imzalı kitabı da edinmenizi tavsiye ederim. Türkçe ve İngilizce hazırlanmış kitap tıpkı sergi gibi kısa ama doğru ve güzel metinlerle benim de bu yazıda yararlandığım pek çok bilgi veriyor, bakış açımızı zenginleştiriyor. Sergi 25 Ağustos'a kadar açık….

Önceki ve Sonraki Yazılar
CEM ERCİYES Arşivi
SON YAZILAR