CEM ERCİYES
Sivil toplumun yeniden inşası
CEM ERCİYES
Genel seçimlerin üstünden üç ay geçti ve muhalefet cephesinde hâlâ ümitsizlikten başka bir şey yok. Partilerden medyaya, kaynayan kazanlardan bir şeyler pişip gelecek yakında önümüze. Yerel seçimlere nasıl bir siyasi denklemle gireceğimizi göreceğiz… Bu arada, muhalif sivil toplum örgütlerinde de bir hareketlenme olduğunu görmek biraz daha umut verici olabilir. Geçen hafta, sosyal demokrat siyasetin önde gelen iki kuruluşu ortak bir rapor açıkladı. Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) ile Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES)’in seçimin hemen ardından yaptığı ‘Arayış Toplantısı’nın sonuç raporu, önemli görüşler içeriyor.
SODEV Başkanı Rasim Şişman ve TÜSES Başkanı Celal Korkut Yıldırım’ın ortak imzasıyla iki vakfın üyelerine gönderilen raporun, ‘gelecek dönemdeki seçim hazırlıklarına ışık tutması’ dileğiyle hazırlandığı belirtiliyor. Bu iki vakıf, başta CHP olmak üzere merkez sol parti ve hareketlerin dikkatle izlediği kurumlar. Dolayısıyla buralarda konuşulanların, hazırlanan raporların partili siyasete de bir nebze etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat daha da önemlisi sivil toplumun seçim sonuçlarıyla komaya girmek yerine işini yapmaya, yani yeni fikirler üretip çevresini hareketlendirmeye devam ettiğini görmek…
Söz konusu rapor, AKP döneminde Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının nasıl şekillendiğini, iktidar partisinin bunu nasıl kullandığını ve muhalefet partilerinin içine düştüğü hataları anlatılıyor. Bunların bir kısmı başka platformlarda da sık sık dile getirilen argümanlar. Mesela, altılı masa koalisyonunun aday belirlemekten, ilkeler bildirgesini hazırlamaya kadar tüm aşamalarda nasıl yavaş davrandığı gibi... Ne inandırıcı ve güven verici bir görünüm sundular ne de etkili bir siyasi söylem geliştirdiler. Masanın, yani Millet İttifakı’nın kurucusu CHP ise ülkenin sağcılaşmasına çare olarak muhafazakarlaşmaya çalıştı. Hatta SODEV-TÜSES raporunda söylendiği şekilde “gericiliği muhafazakarlık olarak yorumlayarak” etkili bir tutum alamadı, tam tersine milliyetçiliği ön plana çıkartmaya çalıştı…
Bu ve başka pek çok düşünce arasında raporda benim ilgimi özellikle ‘sivil toplumun durumu’ hakkındaki paragraflar çekti. İki köklü sivil toplum kuruluşları (STK’lar) tarafından hazırlanmış bir raporda, sivil toplumun gerekliliğinin vurgulanmasından daha doğal bir şey olamaz tabii ki. Ama bu görüşün, içinde bulunduğumuz çıkmaza dair önemli ipuçları barındırdığını da düşünüyorum.
Önce şu tespiti bir okuyalım: “2016 yılından itibaren neredeyse her iki yılda bir seçim gerçekleşmektedir. Bunun sonucunda siyaset alanı tamamen seçimlere odaklı hale geldi. Başka bir deyişle, siyasetin tanımı seçimle özdeşleştirildi. Bunun en önemli etkilerinden biri sivil toplumun siyasi bir özne olma özelliğini yitirmesiydi. Siyasi iktidar toplumsal muhalefeti daraltıp kriminalize ederken, kurumsal muhalefetin ‘sokağa çıkmak iktidara yarar’ şeklindeki tutumu bireylerin sivil toplum ve genel olarak toplumsal hareketler bağlamında depolitize olmalarına yol açtı. Siyaset seçimlerle tanımlandıkça ve bireylerin siyasi öznellikleri ellerinden alındıkça, seçimler ‘hayati’ olarak kodlandı ve kurtuluşun yolunun ‘doğru’ kişiye oy vermek olduğu söylemi hakim hale geldi.”
Hakikaten Türkiye’de siyaset hiç olmadığı kadar liderlere odaklandı. Başkanlık sistemi, buna bağlı olarak parlamentonun etkisinin azalması, siyasi partilerin önemini de azaltıyor. Ama daha önemlisi, AKP en büyük kozu Erdoğan’ın kişiliği olduğu için sadece liderlerin görünür olduğu bir siyasi iklim yaratıyor. Bu iklimin en önemli stratejilerinden biri ise sivil toplumu, siyasetin dışına itmek. AKP’ye yakın, muhafazakar ve İslamcı her tür dernek, vakıf ve tarikat seçim süreçlerinde partili siyasete dahil oluyor. Onun dışında ise birer yardım kuruluşu gibi çalışıp, AKP’nin toplumsal ağlarının sıkılaşmasına katkıda bulunuyorlar. Sivil toplum örgütlerinin bir kısmının bugün Türkiye’de siyasete dahil olmasını bırakın, demokratik sistemin tanımında yer alan birer ‘çıkar grubu’ olarak dahi faaliyet gösteremediklerini görüyoruz. Kendi üyelerinin haklarını koruyup, bu bağlamda siyaset üretmeleri, temsil ettikleri toplumsal kesim adına ülke siyasetinde etkili olacak şekilde seslerini duyurmaları gittikçe zorlaşıyor. Sesini yükselten, etkili olabilen sivil toplum kuruluşları ise kriminalize ediliyor. Öyle bir ortamdayız ki iktidar ortağı partinin lideri, işine gelmediğinde ‘Tabipler Odası kapatılsın’ diyebiliyor… Oda başkanı terör suçlamasıyla hapse atılıyor… Bu atmosferin sivil toplum kuruluşlarını pasifize etmeyi başardığını da söyleyebiliriz. Öte yandan gündelik hayatımızın ve geleceğimizin kaderini siyasi partilerin becerisine bırakmaktan daha fazlasını yapmak ancak STK’larda varlık göstermemizle, STK’ların Türkiye gündeminde varlık göstermesiyle mümkün. AKP’nin yerel teşkilatları ve kendine bağlı STK’ları aracılığıyla kurduğu ağlara karşı, tabana yayılacak bir siyaset yapma biçiminin de ancak böyle mümkün olabileceğini kimse yadsıyamaz.
Peki bu nasıl mümkün olacak? Bu noktada, SODEV – TÜSES raporu, siyaseti yeniden tanımlamayı öneriyor. Sadece oy verme davranışıyla tanımlanan siyasetin yerine sokaktaki ilişkilerin ve örgütlenmelerin önemsendiği yeni bir iklim oluşturulması gerektiği vurgulanıyor: “Sivil toplum örgütleri, sendikalar, kadın hakları örgütleri, hayvan hakları örgütleri gibi yapılarla siyaset alanı genişletilmelidir. İnsanlara günlük hayatlarında politize olmalarına olanak tanınmalı kitlelere siyasal öznellikleri geri verilmelidir.” Bunun için de çeşitli grupların bir araya gelebildiği yeni bir sivil toplum ortamı kurulması hedefleniyor.
“Gündelik hayatı yeniden politize etmek ve toplumsal hareketliliği canlandırmak için örgütlenmek şarttır. Daha düzenli ve sistemli bir toplumsal muhalefet oluşturulması gerekmektedir” diyen SODEV ve TÜSES’e göre sürecin başlangıcı için mahalle mahalle örgütlenerek buradaki sorunlara odaklanmak gerekiyor. Yerel sorunların ulusal düzeye taşınması, toplumsal muhalefetin yeniden örgütlenebilmesi için bir yöntem olarak destekleniyor.
Yerel düzeyde örgütlenmenin siyasetin temel hedef ve unsurlarından biri olduğu muhakkak. Raporun nihai olarak buraya odaklanması, tek başına içinde bulunduğumuz karamsar ortamı dağıtacak bir fikir değil. Ama aynı raporda da belirtildiği gibi bu iş zaman ve sabır istiyor, “sabırla, adım adım direnci ve dayanışmayı örgütlemek” gerekiyor.
‘Kurumsal muhalefet’ yani muhalefet partilerinden Türkiye’yi içinde bulunduğu cendereden çıkartmasını beklemenin tek çare olamayacağı artık belli. Bunu dert edinen kitleler için bir seçenek gidip o partilerde siyasetin bir parçası olmak. Ya da kendilerini mesleki, kültürel, yerel düzeyde temsil eden sivil toplum kuruluşlarında daha aktif yer almak. İşte sosyal demokrat vakıflar da bize bunu öneriyor.