Ve o soru soruldu

Sanırım hayattaki en deneyimli siyasetçi Hüsamettin Cindoruk. Arşivimi karıştırırken; arkasına Tansu Çiller’in desteğini alan hatta dolaylı olarak Ergenekon davalarındaki tutumu nedeniyle, AKP ile cemaatin de desteğini aldığı ileri sürülen Süleyman Soylu’nun karşısına aday olarak çıkan ve DP Genel Başkanlığı koltuğuna oturan Hüsamettin Cindoruk’un bir röportajına rastladım. Cindoruk röportajında Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirirken önemli bir tespitte bulunuyor ve “halk ona hükümet kurması için yetki verdi, yeni bir devlet kurması için değil” diyor. Yıl 2009. Bugün muhalefetteki bütün siyasetçilerin kıskanacakları bir cümle. Mesele ancak bu kadar yalın ve sarsıcı anlatılabilir. Evet Erdoğan yanındaki arkadaşlarına bile çaktırmadan kafasında planladığı devleti gücünü tahkim edene kadar gizli sonra açık açık kurdu. Lenin’den emanet alacağımız cümle, “somut durumun somut tahlili”ni yapmış olarak devam edelim.

DEVLET AMELİYAT MASASINDA

6 partiden oluşan millet ittifakının masasında da bu devlet var. Ameliyat masasına alınan hasta gibi narkozlu ve ne yaptığını bilmeden duran devlete ilişkin teşhisler ve tedaviler konuşuluyor o masada. İşin ciddiyetini toplantıların uzunluğu ortaya koyuyor. Biraz geç ya da hatalı hareket, teşhis ve tedavi bir anda meseleyi otopsiye götürebilir. Bu riskin farkındalar. O masada Erdoğan’ın kendisine göre kurduğu devletin yerine yazılı metinlere göre çalışacak bir devlet çalışması, aynen bir cerrah hassaslığında yapılıyor. Şu ana kadar, hoca olmanın verdiği heyecan ile Ahmet Davutoğlu’nun çok konuşması dışında bir sıkıntı yok.

Zaman makinesi, akaryakıta, elektriğe gelen fahiş zamlara karşın hızla çalışmasına devam ediyor. Erkeni olmasa bile seçimlere tam bir yıl kaldı. Yaklaştık yani. Adını koyarak yol almakta yarar var, üstteki paragraflarda yer alan bilgilerle birlikte değerlendirdiğiniz zaman yaklaşanın sıradan milletvekili ve cumhurbaşkanının seçileceği bir seçim değil sistemin oylanacağı bir referandum olacağı net bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu da meselenin önemini arttırıyor.

Öte yandan özelde Erdoğan’ın genelde ise iktidar bloğunda yer alan ve iktidarın siyasi tercihleriyle ticaret ya da bürokraside hayli yol almış insanlar için de bu seçim bir varlık yokluk meselesi. Onlar için de çok önemli yani. Mesela 7 Haziran 2015 seçimlerinde koalisyon mecburiyeti gündeme gelince Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan’ın aklına hemen İtalya’daki yarım kalmış mastır programını tamamlamak geldi. 1 Kasım 2015’de AKP tek başına iktidara gelince mastır programı yine yarım kaldı. Bu kısa “akademik” turun diplomatik skandallarını da hatırlayalım.

ERDOĞAN’IN ZOR GÜNLERİ

Erdoğan, politik hayatının en sıkıntılı günlerini yaşıyor. Anadolu’da çaresizliği anlatmak için kullanılan “doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor” deyimi gibi. Devlet harcamalarında kısıntıya gidemiyor. Ama devlet için toplanan para yetmiyor harcamalara.

Harcamalar da artık hem yakınındaki destekçileri hem de iktidarını sürdürmesi açısından hayati önemde, vazgeçilemez yani. İktidarındaki bir zafiyet algısı yaratma ihtimaline karşın bu ekonomik sıkıntı da hep gizleniyor. Bunun tartışılmaması için de toplumsal hayatta farklı alanlarda baskılar arttırılıyor, tartışma zemini farklı alanlara kaydırılıyor. Ama yine de olmuyor. Bisiklet kullanma metaforu gibi, sürekli ve hatta artan oranda pedal çevirmesi gerekiyor, dengede kalmak, düşmemek için.

Seçim odaklı bir lider olan ve tüm algoritmasını seçim kazanmak üzerine kuran Erdoğan hep kazanmakla övündüğü seçimlerin tamamını normal olmayan şartlar altında kazanmıştır. Şartlar normalse erken seçime gitmiş ya da normal olan şartları anormal hale dönüştürerek yine seçime gitmiştir. 1 Kasım 2015 seçimleri ve 16 Nisan 2017 referandumu bunun en somut örnekleridir. 1 Kasım’da memleketin ne hale geldiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Referandumda ise oy sayımı sırasında yasaya aykırı şekilde mühürsüz zarflardaki oylar geçerli sayılmıştı. Örnekleri arttırabiliriz. Yani seçimi kotarmak için farklı da olsa gerekenler hep yapılmış. Şartları normalken, normal olmayan hallere çevirmesine karşın kazanamadığı tek seçim yenilenen İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleridir. Zarfın içindeki 3 oy pusulasından sadece birisinin iptal edilmesi gibi gerçekten anormal bir zorlamayla yenilenen seçimler ağır yenilgiyle sonuçlanmıştır Erdoğan için.

ERKEN SEÇİM KARARI BİLE ALAMIYORLAR

Ankara’da sıkı bir erken seçim beklentisi var. Bunu iktidar bloğunda da görüyorsunuz. Ama bu kararın mecliste alınması gerekiyor. Bunun için en az 360 oy gerekiyor ve AKP ile MHP’nin toplamı buna yetmiyor. Bayramlaşmak için bile kapısı çalınmayan muhalefet partilerinin kapısı erken seçim kararı almak gerekirse mecburen çalınacak. Peki muhalefet buna hemen “evet” diyecek mi? Strateji de burada başlıyor muhalefet için. Psikolojik ve oy üstünlüğünü ele geçiren muhalefet gündem belirleme gücünü de erken seçim meselesinde kullanacak. Çünkü Erdoğan’ın eli, erken seçim kararı almakta bile zorda. Erken seçim kararı bile alamayacak bir cumhur ittifakı var. Cumhurbaşkanı olarak erken seçime götürme hakkına sahip ama o zaman seçilme hakkını kaybediyor Erdoğan ve bu çok net bir sıkıntı.

AKP’de işler yolunda değil. Yaşanan ekonomik kriz ve enflasyon yani hayat pahalılığı anketlere hemen yansıyor. Taşıma kalabalıklara bile çok ihtiyaç var. Son olarak Atatürk Havalimanı'ndaki törene tüm devlet olanakları, parti olanakları kullanılarak toplanan 560 bin kişinin sık sık dillendirilmesinin kökeninde de bu yatıyor. Hala güçlü olduklarını göstermek.

Parti çok zayıfladı, toplantılarda sık sık tabanda karşılığı olan isimleri tekrar parti çatısı altına getirmek konuşuluyor.

Örneğin seçim meydanlarında Erdoğan’ın “taklacı” diye eleştirdiği İdris Naim Şahin, “bir yoklayın” denilenlerden. Gelecek ya da Deva Partilerine gitmemiş olanlara da seri ziyaretler yapılıp nabızları yoklanıyor, Hüseyin Çelik de bunlardan birisi.

CUMHURUN ADAY MESELESİ

Millet İttifakı'nda kazanma ihtimali yüksek en az 4 aday varken Cumhur İttifakı'nda kazanma ihtimali yüksek olanı bırakın aday yok. Devlet Bahçeli "Adayımız Erdoğan’dır" dedi ve bunu ısrarlı olarak birkaç kez dile getirdi. AKP’deki sessizliği Ömer Çelik bozdu ama o Bahçeli kadar ısrarcı olmadı, bir kez açıkladı, sorulara karşın bunu ikinci kez yapmadı. Bu da kafa karıştırdı.

AKP’de olmaması gereken aday tartışması yaşanırken küçük ama çok stratejik toplantılarda Erdoğan’ın “kazanıp kazanamayacağı” hesapları, analizleri yapılırken bir de o baraj sorusu, hem de AKP çatısı altında ilk kez yüksek sesle dillendirilmeye başlandı: “Erdoğan aday olmazsa, yerine kim aday olursa kazanır?”

Bu soru profesyonellere de partinin kurumsal kimliğinden bağısız olarak soruluyor. Bunlar Erdoğan’ın bilgisi dahilinde mi yapılıyor, o biraz şüpheli. Çünkü Erdoğan’ın olduğu bir yerde ona alternatif hem de Erdoğan kazanamazken, kazanabilecek alternatiften söz etmek hayli sıkıntılıdır. Şubat ayında yaptığı araştırmada Gezici Araştırma Şirketi AKP’de Erdoğan sonrasına ilişkin bir soru sormuş. CHP için de aynı soru sorulduğu için pek dikkat çekmemişti.

CHP için bu soru her an sorulabilir ama AKP için sorulması, bugün, bu yazının haber değeri taşıyan bilgisi ile birlikte daha ilginç geliyor. O ankette birinci sırada Süleyman Soylu, ikinci sırada Hulusi Akar yer alırken ilginç bir biçimde AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş ilk 14’e bile girememiş.

Böyle bir anket niye yapıldı sorusuyla birlikte AKP tabanında en çok ilgi gören isim Numan Kurtulmuş niye Mustafa Varank’ın bile girdiği listede yer alamamıştı? soruları önemlidir.

MANSUR YAVAŞ – ABDULLAH GÜL

O dar katılımlı strateji toplantılarında isimler de tartışılıyor. Bu isimler parti dışındaki profesyonellere de soruluyor. Örneğin tartışılan ve sorulan isimlerden birisi hayli dikkat çekici, Mansur Yavaş. Seçenek olma ihtimali, Erdoğan’ın belki hiç eleştirmediği, Devlet Bahçeli’nin ilginç bir biçimde hem de eleştirerek gündeme getirdiği bir isim Mansur Yavaş’a kadar gelmiş.

Muhtemelen Millet İttifakında aday yapılmazsa küsüp Cumhur İttifakının adayı olabilir düşüncesiyle hareket ediliyordur. Çünkü Erdoğan’ın karşısında en çok oy potansiyeli bulunan siyasi figür. Bunun AKP çatısı altında tartışılıyor olması tek başına önemli. Ama muhtemelen tartışılmakla da kalacak.

Gazeteci Fehmi Koru’nun beyin cimlastiği yaparak Cumhur ittifakının adayı olarak Abdullah Gül’ü önermesinin üzerinden hayli zaman geçti. Bu öneri tartışılıp tüketildi. Gül’ün böyle bir öneriye çok soğuk baktığı onu yakından tanıyanların iyi bildiği bir durum. Gül meselesine kapandı gibi bakılırken geçtiğimiz günlerde Faruk Çelik Gül’ü ziyaret etmiş. Eski arkadaşlar tamam ama bazı “eski arkadaş” ziyareti hele bir kamu bankasında yönetim kurulu üyesi iseniz sıkıntı yaratabilir. Erdoğan’a bir biçimde bilgisi verilmiştir bu ziyaretin, amacı da muhtemelen nabız yoklamadır.

Bütün bunlar sıkışılmışlığın somut göstergeleri. Ama son tahlilde, Cumhur ittifakının elinde seçimlerde, seçmeni ikna etmek için öne süreceği var olan tek şey Erdoğan. Erdoğan’ı devreden çıkardığınız zaman politik olarak Cumhur İttifakı da biter. Erdoğan’ın aday olmadığı bir seçim bütün bunlara karşın hayal gibi. Ama buna karşın o soru soruldu ve bir arayışın mevcut olduğu ortada.

Bu dar kapsamlı toplantılarda yani AKP çatısı altında, aday arayışlarında anket sonuçları farklı çıksa da Soylu ile Akar adının hiç gündeme gelmemesi de altı çizilmesi gereken bir önemli detay.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR