Toplumsal muhalefet ve CHP

Demokrasinin temel taşı iktidar değil, muhalefettir. Sadece muhalefetin varlığı da o yönetimi veya ülkeyi demokratik yapmaz. Muhalefetin varlığını sürdüreceği ve etkinlik yapacağı özgür bir kamusal alanın varlığı, demokrasi açısından mutlak olması gereken koşuldur.
Sık sık ve kolayca kullanmamıza karşın hala demokrasiyi tanımlamakta ve uygulamakta insanlığın sıkıntısı vardır. Sadece demokrasiyi inşa etmek değil aynı zamanda da muhafaza etmenin de dünyanın yaşadığı onlarca örneğe bakıldığı zaman kolay olmadığı hemen ortaya çıkıyor.

Şekil şartlarının yerine getirilmesi, yani siyasi partilerin bulunması, sivil toplum örgütleriyle sendikaların varlığı, belli periyotlarla seçimlerin gerçekleşmesi toplamda demokrasiyi oluşturmaz. Seçim, bir rutin olarak istikrarlı bir biçimde tekrarlansa da demokrasiyi tanımlama açısından yeterli değildir. Bu form şu anda Kuzey Kore’de de mevcuttur.

Antropologlara göre demokrasi olarak adlandırabileceğimiz karar alma ve yönetim biçimine ilk olarak avcı- toplayıcı küçük topluluklarda rastlanmış. Kararları alırken de bir lidere ihtiyaç da duyulmazmış. Demokrasi, hükümet gibi tanımlar ve anayasa kavramı antik Yunan’da M.Ö 508 yılında ortaya çıktı. (Demokrasinin sürekli olarak ara vererek dinlenmek istemesinin nedeni de bu olabilir, hayli yaşlı..)

Demokrasi, düşe kalka devam eden bir yolculuk

Demokrasinin kavramsal olarak bu dünyadaki yolculuğu 2500 yıldan fazla zamandır devam ediyor. Kolay bir yolculuk değil bu. Çok bedellerin ödendiği, çok sıkıntıların çekildiği bir yolculuk. Ve halen de düşe kalka devam eden bir yolculuk.

Demokrasinin kurumsal yapılarının kalıntılarına en çok Anadolu’da rastlanır. Anadolu’da bir dönem yer almış her medeniyete ait bir senato ve tiyatro binası vardır. Bunlar ortak karar alma ya da tartışma mekanlarıdır aynı zamanda. Daha sonra demokrasinin bu coğrafyadaki yolculuğu hayli sıkıntılıdır.

Osmanlı’da başlayan demokrasi denemeleri cumhuriyet döneminde de devam etti. Cumhuriyet ilanı zaten yönetim biçiminin demokrasi olacağını göstermesi açısından önemliydi. Çok partili hayata geçme tercihi demokrasi konusundaki net kararı ortaya koyuyordu. 1950 yılındaki seçimlerin ardından iktidarın, sandıktan çıkan sonuçla kimsenin burnunun kanamadan değişmesi ancak olgunlaşmış demokrasilerin ortaya koyabileceği bir pratikti. Bunu İsmet İnönü başarmıştı.

Darbeler...

İyi başlayan bu demokrasi denemesi biraz da siyaset kurumunun iktidara geldikten sonra büründüğü “hal” ve askerin sürekli olarak ülkeyi sahiplenme “hali” gibi nedenlerle ilk olarak 1960’da kesintiye uğradı. Daha sonra 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül darbesi geldi. Askeri darbelerle mücadele etmek, kurmaya çalıştıkları otoriter rejime direnmek nispeten, seçimle iş başına gelen ve önüne aynı hedefi koymuş siyasi yapılara göre daha kolaydır.

Yaşanan darbelerden hemen sonra en geç 2 yıl sonra halkın önüne seçim sandığı getirilmiştir ve halk seçimlerde darbecileri bir biçimde tasfiye etmiştir. Örneğin aktörleri tarafından “post modern” olarak tanımlanan ve “bin yıl” süreceği de ifade edilen 28 Şubat, 6 yıl sonra tam da üzerine abandığı yapı tarafından tasfiye edilmiştir. Görüldüğü gibi siyasete, demokrasi dışı müdahalelerin tasfiyesi çok kolay olmasa da mümkün. Zor olan diğeri.
Erdoğan 2007 referandumundan sonra yola beraber çıktığı arkadaşlarını da tasfiye ederek kendi rejimini adım adım inşa etti. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra o rejimin ne olduğu da ortaya çıktı. Şimdilerde her atılan adım ile o rejim tahkim ediliyor. Devletin kılcal damarlarına kadar ulaşıldığı için de bu inşa için çok konforlu bir hareket alanı mevcut.
2013 yılında yaşanan Gezi eylemleri Erdoğan’ın en büyük travmasıdır. 17/25 Aralık’ta ortalığa dökülen rezaletler bile Erdoğan’ı Gezi kadar rahatsız etmemiştir. Tekrarlanması onun en son isteyeceği şeydi ama oldu.

12 Eylül ikliminde SHP sığınılacak bir limandı ve toplumsal muhalefetin lideri konumundaydı. Bu liderliğin de gereğini yaparak 1989 yerel seçimlerinde birinci parti oldu. SHP’nin bundan sonraki öyküsü Türkiye’deki sol hareketlerin ortak ve dramatik öyküsüydü.

Gezi'deki bedeller boşa gitmedi

2013 yılında Gezi ile ortaya çıkan toplumsal muhalefet bu ülkenin demokrasi mücadelesinde ödenen bedellerin boşa gitmediğini de anımsattı. Muhtelif kimliklerdeki insanlar bir yönetim tarzına, yaratıcılıklarını da kullanarak itiraz ettiler. Hem de uzun soluklu eylemler halinde.

Bu pratik 16 Nisan 2017 referandumunda Cumhurbaşkanlığı sistemine hayır diyebilmek için kurumsallaştı. Referandum tartışmalı bir biçimde ve kıl payı geçti. Aslında geçmedi. Burada toplumsal muhalefet bunun için bir direnç hattı oluşturamadı, sonuca itiraz edilemedi ya da edilmedi. Toplumsal muhalefete liderlik edecek yapı CHP burada rol üstlenemedi. Sıkıntının başlangıcı da burası oldu. Referandumdan 2 yıl önce yapılan seçimde oyu yüzde 60 olan MHP-AKP bloğunun oyu “hukuken sakat” referandumda yüzde 50’ye bu direnç karşısında geriledi.

Bu yapı daha sonra Millet İttifakı olarak ortaya çıktı ve işledi. 2018’de cumhur ittifakı TBMM’de 360 üye sayısına ulaşamadı. Erken seçim kararı alamadı ve zorlama bir yorumla Cumhurbaşkanı “seçimleri erkene alma” yetkisini kullanmak zorunda kaldı. 2019 yerel seçimlerinde ise somut başarı sağlandı. 2023 seçimlerine de bu motivasyonla gidildi. İlk turda Erdoğan kazanamadı. Millet ittifakı beklemediği seçim yenilgisiyle dağıldı. 2024 yerel seçimlerinde bu pratikler CHP’yi birinci parti yaptı. CHP yeni yönetimi ile bu zaferin üzerine politika inşa edemedi, savruldu.

CHP toplumsal muhalefete önderlik yapamayınca toplumsal muhalefet CHP’yi önüne katarak sokaklara indi. Ekrem İmamoğlu’na yargı üzerinden yapılan operasyon Gezi’nin başlangıcında kesilmek istenen ağaç gibi kabul edildi.

Erdoğan tepkileri ölçemedi

Erdoğan toplumda var olan kendisine karşı duyulan duyguların hepsine hakimdir. Yaptığı hamlelerle ortaya çıkacak tepkilerin boyutunu da ölçebilir. Ama bu sefer olmadı. Tepkilerin bu kadar genişleyerek katılımın bu kadar yükselebileceğini hesaplayamadı. Ekonomik olarak da bu kadar büyük maliyetle karışılacağını bilmiyordu. Oysa Erdoğan siyasetinde aynı tuşlara aynı anda basılmazdı. İmamoğlu gözaltına alınıp muhtelif iddialarla baskılanacaktı ise neden diploma iptal edildi?

(AKP’nin elindeki veriler Esenyurt, Beşiktaş ve Beykoz’daki protesto eylemleriydi. Birkaç gün içinde İmamoğlu için yapılan eylemlere katılım da heyecan da oralarda olduğu gibi düşecekti.)

Erdoğan ve ekibi şimdilik izlemede... Sokaklardaki gösterilerin azalmasını bekliyor. Bu nedenle İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya verilmiş özel bir talimat yok. Yerlikaya’nın valiler ile emniyet müdürlerine verdiği “çocuklara, vatandaşlara sert davranmayın” talimatı var. Önündeki ekranlardan Türkiye genelindeki gösterileri takip ediyor. Yerlikaya’nın bakanlık yapma tarzından hoşlanmayanlar olduğu da sır değil. Bu süreci Ali Yerlikaya bakan olarak tamamlayabilir mi? Bunu hep birlikte göreceğiz.

Sıkıntılı bir başka bakan da Mehmet Şimşek. Kariyerini ortaya koyarak dümenine geçtiği ekonomi gemisi karaya oturdu ve sıkıntıdan kimse ile görüşmek istemiyor. Halkın sırtına yüklediği enflasyonla mücadele maliyeti uzun bir yol aldıktan sonra devrildi ve şimdi daha ağır olarak tekrar halka yüklenecek. Bunu tekrar yapmak ister mi ondan da emin değiliz.
Toplumsal muhalefet ile iktidarın sıkıştırdığı CHP de hamle üzerine hamle yapıyor. Olağanüstü kurultay iktidar kanadından yeni bir hamle gelmez ise toplanacak, Özgür Özel muhtemelen güven tazeleyecek, yeni bir parti yönetimi şekillenecek. İmamoğlu’nu uzun bir mücadele süreci bekliyor. Bu doğal olarak CHP’den de bağımsız değil.

İnşa edilmek istenilen rejime karşı direnmek kolay değil ve çok uzun soluk istiyor. Nasıl direnileceğini artık CHP başta olmak üzere herkes öğrenmiştir. Sokaklarda başlayan bu mücadele, artık tek kişilik parti içi eğilim oylamasını geçtiği için sandıklarla devam edecek. Sokaktaki üniversiteli gençlerin yalnız olmadıklarını, arkalarında milyonlar olduğunu görmeleri için o sandıklarla mutlaka buluşun.

Ben öyle yapacağım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR