
SEDAT BOZKURT
Gerçeği kaybettik, hükümsüzdür
Gazetelerin küçük ilanlarının önemli bir kısmında kayıp ilanları yer alırdı. O zamanlar muhtelif resmi belgelerini kaybedenler gazeteye ilan vermek zorundaydılar; belgenin hem yenisini almak hem de belgeyi ele geçirenler nedeniyle sıkıntı yaşamamak için.
İlan tek başına yeterli değildi, bu ilan ile belgenin kaybedildiği yerdeki karakola da başvurmak gerekirdi. Ama ilan formatı hemen hemen aynıydı, belgenin adı yazılırdı ve arkasından “Kaybettim, hükümsüzdür” ifadesi yer alırdı. Bu hükümsüzdür kısmı çok önemliydi. Belgeyi ele geçirenlerin onu istedikleri gibi kullanmalarını önleyici bir ifade olarak yer alıyordu kayıp ilanında. Bazı ilanlarda da “Yenisini çıkartacağım için hükümsüzdür” ifadesi yer alırdı belgenin sahibinin adı ve soyadı ile birlikte. Hayata ilişkin alınan yeni kararların özeti gibi bir ilan formatıydı bu da.
Maalesef bugün ülkemizde de gerçekleri kaybettik. Arada ortaya çıkan gerçeklerin de aynen eskinin zayi yani kayıp ilanlarında olduğu gibi hükmü yok. Gerçeklerin hükümsüz olma hali için bir ilana bile artık ihtiyaç duyulmuyor. Çünkü gerçekler hiç kimsenin hoşuna gitmiyor, muhalefetin bile gerçeklere ihtiyacı yok. Onların dünyasında da gerçekler hükümsüz.
Ülkemizde 6 Şubat depreminde büyük bir yıkım yaşandı. Herkes deprem bölgesine koştu. İktidar yaptıklarını, muhalefet yapılamayanları anlattı. Belli bir dönem, yıllık bir rutinidir siyasetin bunu yapmak. Daha sonra inanın unutulur. Çünkü “unutmayacağız, unutturmayacağız” denilen ne varsa unutuyoruz, ilk birkaç yıl sadece günü geldiğinde hatırlıyoruz.
Deprem bölgesinde insanlar enkaz altında kısa sürede yardım gelmediği için öldü. Askerler kışlalarında CHP’li belediyelerin gönderdiği yardım ve müdahale ekipleri kent girişlerinde bekletildi. Bunu unuttuk. İnsanı yardım için bölgeye koşarak gelen politik kimlikli gençler vardı. Ellerine aldıkları ve ne buldularsa doldurdukları kolilerle geldiler deprem bölgesine. Fethiye Ülkü Ocakları yelekli genç, TKP’nin sıcacık çorbası ile ısındı, karnını doyurdu. Bu gibi durumlarda, bu iktidarın çok uğraşmasına rağmen o bozamadığı dayanışma ruhu bir kez daha kendini gösterdi orada. (Gezi’yi niye sevmediklerini buradan anlayın.)
Oğluna pantolon alamadığı için intihar eden babayı, çocuklarını parasızlıktan ısıtamadığı için son bir çaba ile saç kurutma makinesini çalıştırarak yan odada kendisini asan anneyi de unuttuk. Ben de çoğunu unuttum, art arda onlarcasını sıralayacağımız bu ölümlerin. Unutulmaması gereken en önemli nokta her şeyin bir nedeni vardır, bu ölümlerin de.
Mehmet Şimşek bakan koltuğuna oturduğunda enflasyon yüzde 39’du. Arada yüzde 71’i de gördü, şimdi 42,2 olması ile övünüyor. Merkez Bankası 2025 enflasyon hedefini sadece Ocak ayı geçtikten sonra yüzde 3 yükseltti ve 21’den 24’e çıkardı. Yüzde 5’i ilk ay tüketildi bunun. Enflasyonu en yüksek, BM’nin listesine göre dünya üzerinde yer alan 195 ülke arasında 6’ncıyız. Aylık enflasyon oranımız dünyadaki 140 ülkenin yıllık enflasyon oranından fazla. Gıda ve konut kirası enflasyon oranında açık ara Türkiye 1’inci. Bu tabloyu kimin yarattığını sormanız istenmiyor, maalesef sizin adınıza muhalefet partileri de sormuyor başta ana muhalefet.
Sadece küçük bir örnek, geçtiğimiz yıl lüks araç satışı, toplam araç satışları içinde yüzde 10,4’ten yüzde 17,7’ye yükseldi. Bir taraftan zenginlik artıyor yani. Bozulması gereken ve solun tanımladığı bu “suni dengenin” bir tarafındaki zenginlik artıyor, yoksulluğun da artmasının nedeni tam budur. Yaşananlar bu “suni dengenin” bozulduğunun da göstergesidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı her sene fitre miktarı açıklar. Bu fitre miktarı bile muhalefet partilerinden daha keskin bir muhaliflik içerir. Diyanet'e göre çay-simit hesabına gerek kalmadan bir kişinin günlük gıda ihtiyaçlarını karşılama bedelidir fitre bedeli. Fitre, Müslümanlar açısından da bir dayanışma gereği, hatta borcu olmayan fazladan varlığa sahip her Müslüman için zorunlu bir “olanın olmayana” yardımcı olmasıdır.
Diyanet 2021 yılında 28 lira olarak açıkladığı kişi başı günlük fitre bedelini bu yıl 180 lira olarak açıkladı. 4 yıllık artış oranı yüzde 600’ün üstünde. Bakan Şimşek’in 22 yılda en düşük memur maaşını yüzde 238 artırmakla övündüğü bir dönemde yaptı Diyanet bu fitre açıklamasını. Şimşek ise açıklamasını tam da zayi ilanındaki kaybedildiği için hükümsüz hale gelen gerçeklerle “Çalışanlarımızı hiçbir şekilde enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” diyerek bitirdi.
Kişi başı günlük gıda harcaması fitre hesabında 180 lira ise 4 kişilik ailenin aylık sadece gıda harcaması 21 bin 600 lira. Asgari ücret 22 bin 400 lira. Kalan 800 lira ile kira enflasyonu dünya şampiyonu Türkiye’de kira mı ödenebilir? Ne yapılabilir? Bu hesabı görünür hale getirerek muhalefetten “rol çalan” Diyanet’e Bakan Şimşek ile birlikte muhalefet partilerinin de itiraz etmesi gerekir.
Cumhurbaşkanı olarak gittiği ama AKP Genel Başkanı olarak katıldığı il kongrelerinde Erdoğan’ın da en önemli gündemi CHP. Çünkü CHP kendini konuşturtuyor, Erdoğan’a da bol malzeme veriyor o da ne enflasyonu ne de memleketteki olumsuzlukları konuşuyor.
Erdoğan’ın 2013 yılında, partisinin seçim beyannamesinde de yer verdiği ama hiçbiri tutmayan hedeflerinden biri Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi olacağıydı. 2017 yılında da Türkiye’nin 3’üncü büyük dönüşümünü yaşadığını ve ilk 10 ekonomiye gireceklerini tekrarlamıştı ve bunu da 4’üncü dönüşüm olarak adlandırmıştı. 2020 yılında ilk 10 ekonomiye gireceklerini ve bunun da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e en büyük armağan olacağına inandığını söylemişti. 2021’de de en büyük hedeflerinin ilk 10 ekonomiye Türkiye’yi sokmak olduğunu açıklamaya devam etti Erdoğan. 2022’de de ilk 10 ekonomi hedeflerinin altı boş bir söylem olmadığını ve gerçekleştireceklerini ilan etti Erdoğan. Ama 2020’den sonra yapılan hiçbir açıklamada hedefin tarihi ortada yoktu. Ulaştırma Bakanı geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin ilk 10 ekonomiye 2053 yılında gireceğini açıkladı. (Erdoğan’ın açıklamasına göre 30 yıllık sapma ile. Bu aslında ülkeyi yöneten siyasetin özetiydi.) Erdoğan’ın veremediği tarihi Ulaştırma Bakanı verdi. Ve bu “zayi ilanlarının konusu olacak” söylemler bütünüyle karşımızda seçim kazanan bir siyaset var. Oysa ilk 10 büyük ekonomi olma hedefi hem de tarihi ile açıklandıktan sonra Türkiye 17’nci büyük ekonomiden 21’inci sıraya düştü. İktidar çöken ekonomisini kurtarmak için tüm maliyeti vatandaşının sırtına yükleyen bir ekonomik program uygulayarak yoluna devam ediyor.
“Suni dengelerin” bile bozulduğu bu ortamda CHP, Erdoğan ile AKP’ye politik olarak üzerinde tepinebileceği malzemeler vermekten geri kalmıyor. CHP’nin son 1 yılda politik olarak yaptığı her hamle kendi kalesinde gol ile sonuçlanmıştır. Tam da Abdulkadir Selvi’nin yazdığı gibi “CHP yok ortada, İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı yapmak isteyen bir parti var” çünkü bu oradan da öyle görünüyor, buradan da. İmamoğlu aday yapıldıktan sonra CHP Genel Başkanı’na yapacak iş de kalmıyor. Bu nedenle İsmail Küçükkaya ile yaptığı sohbette kendisi için TBMM Başkanlığı’nı uygun gördüğünü söylerken bu makamı görüşme yaptığı isimleri ikna etmek için de vaat edebiliyor. TBMM Başkanlığını bile cebinde gören bir ruh hali, üzerinde konuşulması gereken bir durumdur.
Yapılacak iş bellidir. Mehmet Uçum ile Devlet Bahçeli dışında kimsenin savunamadığı- ki bu iki ismin savunuyor olması tartışmayı bitirmek için yeterlidir- sistemle ilgili muhalefet blogunu oluşturan paydaşlarla bir model oluşturularak bu ev ödevi açıklanacak adayın önüne hem kadro hem de takvim ile konulmalı. Anket sonuçlarına göre en rahat kazanacak aday kimse hiç mızıkçılık yapılmadan onun arkasında da blok olarak hizalanılmalı. Kemal Kılıçdaroğlu adaylığını dayatmadı, adaylığının önünün açılmasını sağladı. (Onun aday olmasını isteyenler kaybetmesini isteyenlerdi, bu çok açık artık) Oysa şimdi tam da bir adaylığı dayatmanın somut örneğini yaşıyoruz. Parti içi dengeleri de dikkate alarak genel başkanın kuramadığı otoriteyi kurmayı amaçlayan “bir an önce cumhurbaşkanı adayı” açıklama hamlesinin hevesle, Erdoğan ve iktidar tarafının takip etmesi boşuna değildir. Vardır bir bildikleri.
CHP’li seçmenin seçeceği milletvekilini ve belediye başkanını üyelere sormayıp, CHP seçmenin tek başına seçemeyeceği cumhurbaşkanı adayının CHP üyelerine sorulmasının nedenini, iktidar dahil kimsenin merak etmiyor olması da dikkatlerden kaçmıyor…