Suriye’deki yeni denklem ve istihbarat savaşları

Siyaset her koşulda kendisini yalın biçimde açıklayan bir disiplin değildir. Bilim olarak adlandırılmasının da nedeni budur. İzlenerek değerlendirilmesi pozitif bilimlere göre çok daha uzun zaman alır ve kesin sonuçlar yerine, tezler ileri sürer. Zor bir alandır çünkü siyasetin öznesi de insandır. Siyasetin irdelediği, gözlemlediği kurumların tamamı da insanlardan oluşur.

Trump ikinci kez başkanlık koltuğuna oturduktan sonra art arda aldığı kararları uyguluyor. Dünya Trump’ı izliyor. Siyaset bilimi de. Ne istediğini anlamak için yaptıklarından yola çıktığınızda bile bir yere, somut bir sonuca ulaşamıyorsunuz. Ama biliyorsunuz ki Trump’ın bir mantık kurgusu var ve yaptıklarını o belirliyor. Yani aldığı ve uygulamak istediği kararların Trump’a göre bir anlamı ve nedeni var. Bu tüm siyasetçiler için geçerlidir.

Trump üzerinden bu meseleyi anlatmamın nedeni somut bir örneğe ihtiyacım olmasından. Meseleyi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye getireceğim. Bahçeli’nin 28 yıldır genel başkanlığını yaptığı partide, siyaset yapmak aslında çok basit. Mesela “Öcalan’ı asacağız, terörle mücadeleye ödün vermeden taş üstünde taş bırakmadan devam edeceğiz…” dediğiniz zaman başka herhangi bir politik söylem ya da projeye ihtiyaç duymadan oyunuz yüzde 10’un üzerine çıkıyor. Bu oranı bulabilmek için diğer partilerin neler yaptıklarını bir düşünün. İşte Bahçeli bu “konforlu” alanı bıraktı ve hem kendisi hem de partisi için büyük bir risk aldı, Öcalan’ın serbest bırakılmasını istedi. Hatta bu konuda AKP’nin “işi ağırdan” almasını da muhtelif imalarla eleştirdi. Bu tablonun politik olarak Bahçeli’nin mantığını bile aşan bir nedeninin olması gerektiğini hepimiz düşündük ama bir yere varamadığımızı söylememiz lazım.

Tartışmalarımızın öznesi olmaya Bahçeli 1 Ekim’de DEM hamlesi ile başladı ve ardından Öcalan çıkışı ile bu hamlesini büyüterek sürdürdü. Oysa ilk işaret fişeğini, 28 Mayıs 2024’te “önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir inşallah Türkiye değişmez…” diyerek fırlatmıştı. Bütün bu “gizemli” açıklamaların nedeninin Suriye olduğu da bir süre sonra anlaşıldı.

Suriye’deki istihbarat savaşları

Bütün kapalı toplum ve katı devletler gibi Suriye’nin de istihbarat örgütü çok güçlüydü. El-Muhaberat, Esad’ın yıkılması üzerine dağıldı. Ama istihbarat örgütleri işleyişleri nedeniyle kolay kolay yok olmazlar. Muhtemelen klikler halinde ve küçük organizasyonlar şeklinde bu yapı hayatına devam ediyordur. Bir kısmını İran’ın, bir kısmını da İsrail’in “kontrol” altına aldığını da tahmin etmemiz hiç zor değil. (Rusya zaten bu yapının içindeydi) Bunun somut verileri de var. İsrail tarafından bombalanan stratejik askeri hedeflerin yanı sıra son vurulan ve Türkiye’ye verilmesi düşünülen askeri üs.

MİT Başkanı’nın Esad’ın düşmesinden hemen sonra Emevî Camii’ne gitmesi, birkaç gün sonra Dışişleri Bakanı’nın Şam manzarasında çay içmesi gibi “acemice” görüntüler vermesine karşın Türkiye, Suriye’de gücünü tahkim edip politik olarak “kalıcı” hale gelmeyi planlıyor.

Türkiye, Suriye’de üç askeri üs kuruyor. Akdeniz’de tam da Kıbrıs’ın karşısında bir deniz üssü olacak. Bunun için denizlerdeki mayınların temizlenmesi çalışmaları bile başlamış. Diğer ikisi hava üssü: Palmira ve Humus’taki T4. Türkiye’nin bu hamlesi doğal olarak İsrail’i rahatsız etti. Bilgi İsrail’e ulaşır ulaşmaz hemen hava saldırısı ile T4 üssü vuruldu. Ardından İsrail tarafından gelen açıklamaların hedefinde Suriye’nin geçici Başkanı, HTŞ Lideri Colani gözükse de Türkiye vardı. Mesajın alt okuması da tam istihbarat savaşlarına uygundu; Türkiye’nin Suriye’de yapmak istediğini biliyoruz gibi. Türkiye’den de tam da bu “tarza” uygun açıklama Dışişleri Bakanı’ndan “Suriye’de İsrail ile karşı karşıya gelmek istemeyiz” şeklinde imalı bir biçimde geldi. Unutamadığımız soğuk savaş dönemi söylemleri gibi.

DAİŞ ile mücadele

DAİŞ’in Suriye’deki varlığı ülke istikrarının bozulması için en önemli etken. İsrail’in de saldırılarına uluslararası bir meşruiyet kazandırıyor. Türkiye bunun için de plan hazırlığında. Şam ile YPG’nin tam olarak anlaşması bu planın da önünü açıyor. Türkiye, Irak ve Ürdün güçlerinden oluşan bir koalisyon ile Suriye’deki DAİŞ varlığına son vermek istiyor. Üsler dışında da Suriye’de Türk ordusu yer alacak yani. Böylece İsrail’in Suriye’ye abanmasının gerekçesi de oradan kaldırılacak.

YPG için bu bir sıkıntı olabilir mi? ABD’nin de İsrail’in de Avrupa’nın da kaygısı bu yönde. İşte Bahçeli’nin “paradigma” ile başlayan sürecinin anlamı da burada ortaya çıkıyor. Bu güvencenin verilmesi Türkiye’deki Kürt meselesindeki aşama ile karşılanacak.

Bu arada YPG’nin Suriye’nin meşru silahlı güçlerine katılmasıyla hayli ilginç ve hatta fantastik bir manzara da önümüze çıkabilir. Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’deki askeri üsler ile Suriye ordusuna hem eğitim verecek hem de kurumsallaşana kadar komuta edecek. Yani içinde YPG’nin yer aldığı silahlı güçlerin komutanının bir Türk subayı olma ihtimali hayli kuvvetli. Öcalan’ın bırakılmasını isteyen Bahçeli’nin açıklaması kadar fantastik bir tablo önümüzde duruyor.

Türkiye’nin Suriye’deki bu askeri gücünün psikolojik baskısını en çok İsrail hissedecek. İsrail’in saldırganlığının kontrol altına alınması Ortadoğu için bir mecburiyet. Bunu Türkiye sağlayabilir mi? Ya da buna teşebbüs etmenin maliyeti Türkiye’ye ağır olabilir mi? Burada Trump’a bakmak lazım Trump, Erdoğan ve Putin dışındaki her lidere “Zelensky” muamelesi yapıyor, İsrail Başbakanı Netenyahu dahil.

HTŞ Lideri Colani hem söylem hem eylemleri ile İsrail’e “sıkıntı yaratmayacaklarına” ilişkin çok açık mesajlar veriyor. Ama buna karşın İsrail’e göre HTŞ halen “mücadele edilmesi gereken terör örgütü.” Bu da İsrail açısından Suriye’deki her türlü askeri varlığı meşru hedef haline getiriyor.

ABD cephesinden görünen bu tablo hayli iyi. ABD kendisiyle uyumlu ama birbiri ile mücadele halinde olan İran’ın oyun dışı kaldığı bu ikili denklemden niye hoşlanmasın?

Suriye denklemi hayli karışık

Bir şekilde Suriye denkleminde yer alan ülkelerin hedefi de niyeti de farklı. Yani çok karmaşık bir matriks var Suriye’de. Rusya Colani ile hayli iyi ilişikler içinde. Ulusal parası Rusya’da basılıyor. Putin ile Colani temas halinde. Rusya bu ülkedeki iki üssünden ilk kez çıktı ve üç ayrı bölgede Alevilerin güvenliği sağlıyor.

Dürziler ile bazı Sünni aşiretler Suriye’de hayli güçlü silahlı örgütlere sahipler. Bunların Rusya ile iyi ilişkileri var ve İsrail ile de sorunları yok. Bunlar Şam yönetimine katılmayı reddediyor. İsrail, Rusya ile ilişkilerini de Suriye üzerinden iyileştirmenin peşinde.

Aslında Suriye meselesi Putin ile Trump’ın ilk gündem maddeleri arasında bile yer almıyor. ABD ile Rusya’nın bugüne kadar Suriye’de karşı karşıya geldikleri bir konu yok, zımni bir anlaşma var gibi aralarında. İsrail de amacına ulaştı, güvenliğini Suriye’nin iyice içine taşıyarak yerleşti. Orada kendisini rahatsız edecek silahlı yapı istemiyor. Türkiye ile sıkıntısı da tam burada başlıyor zaten.

Colani’nin de Türkiye ile “mutlak ve her konuda” ilişki kurmak istediğine ilişkin hayli de şüphe var. Körfez ülkelerinin de Türkiye’nin Suriye’de “hâkim güç” olmasını istemediği sır değil.

Cumhuriyet tarihinin en ciddi ve riskli “dış” hamlesini yapıyor iktidar. Bu nedenle “içeride” hiçbir itiraz ya da çatlak sese tahammülü yok. Dışardaki başarı ile içeriyi de kontrol etmek, bloke etmek istiyor. İçerideki “güçlü lider” profilinin dışarıda da işleri kolaylaştıracağına inanılıyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR