Kürt meselesinin yeni matriksi

Ülke olarak tekrar 50 yıllık rutinimize döndük. Bu seferin tek farkı; içinde “Kürt meselesi” kavramı geçmiyor, kimse bunu konuşmuyor ama meselenin o olduğunu herkes biliyor.

Meseleyi herkes biliyor ve herkesin kendisine göre de bir beklentisi var. Konuşulmamasının nedeni de belki bu. Bir önceki süreçten en temel farkı da başlangıç ve bitiş noktaları. Bir önceki sürecin bitmesi planlanan noktasından başlıyor bu defa yapılacak olanlar. Yani PKK kendini lağvedecek. Bir önceki süreçte gelinemeyen son noktaydı burası. Bu sefer çok kolay gelindi.

Muhtelif meselelerde anlatımı kolaylaştırmak için kullanılan bir fıkra da diyebileceğimiz anlatı vardır. Ben de ona müracaat edeceğim: Köylüler uzun zamandır kuruyan kuyuları nedeniyle susuzluk çekmektedirler. Sonunda sorunu köyün ağasına iletmeye karar verirler. Ağaya anlatırlar “Ağam susuzluktan ölüyoruz, ne olur bize yardım et…” Ağa, köylüleri sessizce dinler, “Köyün ilerisindeki dereyi biliyorsunuz değil mi, hala su akıyor mu oradan?” diye sorar. “Evet” yanıtını alınca da köylülerine, “Gidip oradan suyunuzu için” der. Köylüler gidip kana kana dereden sularını içerler ve aralarında konuşurlar: “Allah ağayı başımızdan eksik etmesin, başımızda olmasaydı halimiz ne olurdu, susuzluktan ölür giderdik.” Meseleyi bu kadar basite indirgemek yanlış görünebilir ama yaşadıklarımız aynen böyle.

İşin en metanetli tarafı, muhatapların niyetlerinin hiç bilinmiyor olması. Aynen şimdi olduğu gibi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP Genel Başkan adayı olarak kongrede yaptığı konuşmasında “Yeni bir dünya kurulurken, terör belası başta olmak üzere, Türkiye'nin safralarından kurtulması gerekiyor” dedi. Ardından Kanal 7’nin kuruluş gecesinde ilk kez meseleye somut giriş yaptı ve Bu sorunun kalıcı, kati ve kesin olarak bitmesini istemeyenler çıkacaktır. Bu süreçte gelebilecek her türlü provokasyona karşı gereken tüm tedbirleri alacağız. Silah ve terör baskısı ortadan kalkınca, doğal olarak siyasetin demokratik alanı daha da genişleyecektir” diye konuştu.

Sürecin başından beri konuya hep uzak duran bir Erdoğan var karşımızda. Oysa hepimiz biliyoruz ki Erdoğan’dan onay alınmasaydı İmralı’ya giden koster hep “arızalı” olurdu. Öcalan’ın tecridi kalkmazdı. Görüşme izinlerinin verilmesinin yöntemine bakıldığı zaman da Adalet Bakanı’nın açıklamalarıyla da bu hemen görülüyor. Uzun zamandır devlet ile Öcalan arasında bir görüşme trafiği yaşandığı ve bu görüşmelerin olumlu sonuçlandıktan sonra kamuoyuna açıklandığı artık net olarak ortada duruyor.

Erdoğan’ın konuyla ilgili olarak ve net diyebileceğimiz bu iki farklı alana işaret eden acıkmalarından hangisinin üzerinden yürüyecek süreç? Temel soru bu çünkü. “Paradigma” olarak adlandırılarak tartışılmaya başlanan meselenin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ağzından ilk duyulması ve hayli iddialı bir biçimde açıklanması, işin ciddiyetini ortaya koyması açısından hayli önemliydi.

“Devlet aklı” ya da bir “derin devlet” yapılanmasının olup olmadığı tartışmalarını geride bıraktığımız bir dönemde MHP’nin aniden Erdoğan’a yanaşması ve karşısında konumlanmasına karşın İyi Parti’yi kurarak 2018 ve 2023 seçimlerini Erdoğan’ın kazanmasına katkı sağlayan Meral Akşener’in “devlete son görevimi yaptım” ya da “devletten abiler geldi” gibi cümleler kurması hayli kafa karıştırıcı gelişmelerdi.

Burada Akşener’in aldığı politik pozisyon çok şaşırtıcı değildir ama MHP Genel Başkanı olarak Bahçeli’nin pozisyonu, ciddiyetle üzerinde durulması gereken bir durumdur. “Devlet” denilen yapı ile Erdoğan’ın politik geleceğinin faydalarının hayli kesiştiği bir döneme de işaret ediyor olabilir bu tablo. Esad/Esed söylem değişikliği ve Emevî cami üzerinden “kişiselleştirilmiş” bir Suriye meselesi kabulümüz vardı ama Esad rejiminin değişmesinin Türkiye’nin stratejik durumu nedeniyle ne kadar önemli olduğu, kapısı çalınan Öcalan üzerinden bile ortaya çıkıyor. Öcalan’ın kapısını Esad çalsaydı neler olabilirdi?

Bu noktaya da Türkiye’nin toptan Ortadoğu’da izlediği “fantastik” politikalarla geldiğimizi de unutmayalım. Erdoğan’ın “yeni bir dünya kurulurken” cümlesi hayli geniş bir anlam içeriyor. Bu nedenle bir biçimde kotarılmış olan “Kürtlerle iyi ilişkiler” politikası, aynı zamanda İran karşıtı blokun da tahkim edilmesi anlamı taşıyor. Ve Kürtlerle bir arada olan Erdoğan’ın da elini hayli güçlendiriyor. (Burada özellikle Türkiye demedim)

Önceki sürece ilişkin “samimiyet” sıkıntısının semptomları ülke açısından ağır oldu. Her iki tarafın da açıkladıkları hedef için yol almadığı belli oldu. Bu kesin cümlemin içini de doldurayım. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “Benim talimatımla görüştüler” dediği Oslo görüşmelerinin tutanağında MİT Müsteşar Yardımcısı muhatabı PKK’lıya “kentlere bombalar yığdığınızı biliyoruz” diyor. İşte söylemek istediğim tam da bu. Çözüm süreci ve önüne hedef olarak barışı koydunuz. O zaman kentlere niye bomba yığıyorsunuz ve devlet olarak niye siz bunlara izin veriyorsunuz?

Paradigma ile başlayan sürecin üzerindeki en önemli gölge de zaten bu. Erdoğan’ın normal koşullarda girip de kazandığı seçim yok. Hepsi bir biçimde normal olmayan koşullarda yapılmış seçimler. PKK’nın yaptığı yığınaklarla, normal şartlarda yapıldığı için kaybedilen bir seçim, koşulların anormal hale getirilmesiyle kazanıldı. 1 Kasım 2015 “yineleme” seçimlerinden söz ediyorum. Erdoğan siyasetinin önüne seçim kazanmayı koymamış bir hamlesine bugüne kadar rastlamadık.

Çözüm sürecinde Kürtlerin önemli bir bölümünden aldığı destekle seçimler kazandı. O süreç bitti terörle mücadele konseptine geçildi. Türk milliyetçilerinin desteği ile seçimler kazandı. Şimdi ikisini birden yanına alarak yeni bir seçim dönemini kurguluyor. (Burada Bahçeli’yi ayrı tutmamız gerekiyor. Çünkü hiçbir şey yapmasa bile yüzde 10 oy alan bir partisi var. Onun burada olması meseleyi farklılaştırıyor.)

Öcalan’ın çağrısıyla PKK silah bırakmayı koşullu kabul etti. PKK’nın da bir çatı örgütü olduğunu unutmamak lazım. PKK silahlı kolu orasının. YPG’nin de Suriye meşru güçlerine katılmasıyla Türkiye’nin istedikleri olacak gibi.

Buradaki sıkıntı Türkiye’de “Kürt meselesini” aşan bir demokrasi, hukuk ve insan hakları ihlalleri meselesi var. Paradigma tartışmasının taraflarından buna ilişkin bir talep bugüne kadar dillendirilmedi. Erdoğan’ın kongredeki açıklaması kısmen buraya işaret ediyor. Ama düne kadar “Kürt meselesi vardı, biz çözdük bitti” çizgisindeydi Erdoğan. Gelinen noktanın dış gelişmelerin yarattığı baskıdan oluştuğunu kabul ederek daha sakin gitmekte yarar var. Silahların susuyor olması her koşul altında gecikmiş ama olumlu bir karardır.

Öcalan cephesine çok vakıf değiliz. Eski görüşme notlarından Ortadoğu’da çok sıkı bir İngiliz ve İsrail karşıtı duruşa sahip olduğunu biliyoruz. Devreye sokulması işleri nereye götürür bilemiyoruz. Yine görüşme notlarında, Turgut Özal’ın, Necmettin Erbakan’ın, Bülent Ecevit’in kendisi ile temasa geçerek girişimde bulunduklarını ama her seferinde süreçlerin kesintiye uğradığını da deneyimlemiş birisi olarak aktarıyor. Hatta aynı notlarda Suriye’nin yakın zamanda karışacağını sıranın İran’a oradan da Türkiye’ye geleceğini de ileri sürüyor. Bu notlar 2008 yılına ait. O dönem çok fazla iddialı şeyler söylediğinin de altını çizelim. Bağımsız Kürdistan fikrinden uzaklaştığı dönem de o dönem, bugün değil yani.

2013 yılında Milliyet Gazetesi’nde gazeteci Namık Durukan imzasıyla yayınlanan İmralı zabıtlarındaki önemli detay bugünü anlamamıza da yardımcı olabilir. 7 Şubat MİT operasyonu sırasında Öcalan, cezaevi müdürü ile temas kurarak “Darbeyi sezdim, Hakan beyi (Hakan Fidan o zaman MİT Müsteşarı) yalnız bırakmamak gerekiyor” dediğini aktarıyor. Bugün görünürde Fidan da onun halefi İbrahim Kalın da gözükmüyor. Gözükmemeleri olmadıkları anlamı çıkarmıyor ama.

Yine aynı zabıtlarda Öcalan’ın Erdoğan’a başkan olması için kuvvetli bir destek verdiğine de tanıklık yaptık. Yani bugün bu desteği tekrarlamasının yaratacağı hiçbir çelişki yok. DEM siyasetinin erken seçim ve anayasa değişikliği konusunda Erdoğan’a destek vermesini normalleştiren sadece Öcalan’ın 11 yıl önceki açıklaması değil. DEM kent uzlaşısı yapacağını açıklamıştı. Ama nerede ve kimlerle yapacağını açıklamamıştı. CHP ise bunu hiç açıklamadı. Bunu bize iktidar yaptığı operasyonlarla açıkladı. İstanbul’da ciddi bir kent uzlaşısı yapılmış.

Erdoğan yanına DEM’i de alarak anayasayı referanduma gitmeye gerek kalmadan değiştirebilecek sayıya ulaşabilecek gibi görünüyor. En azından teorik olarak bu mümkün. Mesele sadece Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasının önünü açmakla da bitmeyecek. Seçilmek için yeterli oran olan yüzde 50 artı bir oy belki de yüzde 40 artı bir oya düşürülecek. Değişiklikler bununla da kalmayacak gibi.

Şimdi bu iş birliğine, anayasa değişikliğine CHP’nin de çok fazla itiraz edebileceği alan kalmıyor. Sen kent için uzlaşırsan onlar da Anayasa ve cumhurbaşkanlığı için uzlaşırlar. Bunu CHP’ye göre daha açık yapıyor olmaları da işin artı kısmı.

Bu ara CHP’de ne oluyor diye sorarsanız ne zaman yapılacağı ve kimlerin yarışacağı belli bile olmayan bir seçim için var olan tek adayı üyelerle belirlemek için ön seçim yapılıyor ve katılımın artması için işlerini güçlerini bırakarak parti içinde dönmüş vaziyetteler. Tek aday için oy kullanacak üyelerin de tarihe geçecekleri gibi bir de sloganları var.

Erdoğan’ın bu hamlelerine karşı pozisyon bile almakta zorlanan bir CHP var karşımızda. Fark gerçekten çok fazla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR