İBRAHİM EKİNCİ
Yabancı sermaye hukuk sever mi sevmez mi?
İBRAHİM EKİNCİ
Bu tartışma, kanımca biraz yanlış yürüdü. AKP iktidarının döviz sıkışıklığını aşmak için başvurduğu türlü yolların çözüm olup olamayacağına geldiğinde söz, muhalif iktisatçıların bir kısmı, başka şeylerin yanı sıra “Gelmez, çünkü hukuk yok, önce hukuka dönülmeli” görüşünü ileri sürdüler. Böylece, Türkiye bağlamlı bu tartışmada, dünyanın bütün haksızlıklarından, adaletsizliklerinden, sömürüden, emperyalist saldırganlıktan, savaşlardan sorumlu tutulan “sermaye”, (“yabancı sermaye”), birden Türkiye’de “hukuk talep eden”, dolayısıyla “hukuk sever” olarak tasnif edilmiş gibi oldu.
Bu tasnif ağırlıkla solcu iktisatçılardan; hırsı, yamyamlığı, kaynak yağmacılığı, sömürgeciliği, darbe tezgâhçılığı, çavuş diktatörlerle ortaklıkları, yol açtığı paylaşım, bölüşüm savaşları hatırlatılarak tepki gördü haliyle. Tartışmanın düzlemine çekildiğinde bu görüşteki arkadaşların da sanki; “sermaye hukuk filan istemez, dolayısıyla Türkiye’ye gelmesi için de hukuk şart değil” görüşünde olduklarını düşündürdü. Son birkaç yıldır tekrar Türkiye ile ilgili raporlar yayımlamaya başlayan yatırım bankalarının, uluslararası kuruluşların raporları da bu görüşü destekler nitelikteydi. Bu raporların hiçbirinde “önce bir hukuka dönün” talebine rastlamadık. Hepsi kur, enflasyon tahminlerinde bulundu ve ‘faiz şu seviyeye, kur şu seviyeye gelirse sermaye girişi olur’ demeye getirdiler. Rakamlar vardı ama hukuk talebi yoktu.
Fakat tek veri bu değil. Tersine olgular da var.
Mesela… Yabancı sermaye hukuk değil de asıl hukuksuzluk seviyorsa, Türkiye’de hukuksuzlukların patladığı, anayasanın rafa kaldırıldığı son 10 yılda neden çekilip gitti?
Not kuruluşları neden adım adım düşürerek sonunda “yatırım yapılamaz” notu verdiler Türkiye’ye?
Asıl şimdi yatırım yapılabilir notu vermeleri gerekmez miydi?
Türkiye’nin CDS’i neden 900’ü geçti bir ara?
Rakamları görelim mi?
Yurtdışı yerleşiklerin (yabancıların) portföy yatırımları toplamı 2012 yılında, 156 milyar dolarla tarihimizin en yüksek seviyesine çıkmıştı. Borsa’da 70 milyar dolar yatırımları vardı. DİBS’teki yabancı yatırımı 62 milyar dolardı.
Dikkat edelim, tarih 2012’dir. AKP rejiminin devlete yerleştiği, demokratı oynamaktan vazgeçtiği, kendi gündemine döndüğü, 17 – 25 Aralık’ın, FETÖ darbe girişiminin, tek adam rejimine geçiş gündeminin eşik yılı!
İşler karışacaktır. Yabancıların portföy yatırımları da bir daha bu seviyeyi asla görmeyecektir. Bazı yıllar ufak artışlar, düşüşler olacaktır ama trend olarak düşecek, azalacak ve 2022 başında yabancıların portföy yatırımları toplamı 53 milyar dolara, Haziran 2022’de 50 milyar dolara düşecektir. 106 milyar dolarlık çıkış olmuştur!
Halen yabancıların portföy yatırımlarının toplamı zirve yılının yarısı düzeyinde, 76,5 milyar dolardadır. 2022 başından bu yana 53 milyar dolardan 76,5 milyar dolara çıkmıştır ama bu artışın neredeyse tamamı borsadaki hisse alımlarından gelmiştir. Temmuz 2022’de yabancıların hisse senedi yatırımlarının toplamı 14,8 milyar dolardı. Halen 17 milyar dolar üzerinde, 32 milyar dolar seviyesindedir. (Burada not olarak düşelim, bu artışın önemli bir kısmı değer artışı kaynaklıdır.)
Yabancı DİBS’e gelmemiştir henüz. 2012’de 62 milyar dolar olan yabancıların repo dahil DİBS yatırımı, halen 1 milyar dolar seviyesindedir.
Bir kategori olarak “yabancı sermaye hukuk sevmez” görüşü, bizdeki gelişmelerle çelişkin düşüyor gibi.
Bu üstteki veriler portföy yatırımları ile ilgiliydi. Bir de doğrudan yabancı yatırımlara bakalım. 2007 yılında 22, 2015 yılında 19,2 milyar dolardı. Dramatik biçimde düştü. Sonradan konut alımlarını da dahil ederek, olduğundan yüksek gösterme amaçlı AKP tarzı cinlikten arındırıp bakarsak 4 – 5 milyar dolar seviyelerine düşmüştür. Üstelik kur artışı nedeniyle Türkiye’deki varlıklar kelepir fiyatına gerilemesine, yatırım maliyetleri de yabancılar için çok çok düşmesine rağmen…
Sonuç olarak ne görüyoruz?
Hem doğrudan yatırımlarda hem portföy yatırımlarında yabancı sermaye Türkiye’de hukuksuzlukların ayyuka çıktığı dönemde çekilmiş, azalmış. Ekonomi yönetimindeki değişimle birlikte izlenen artış ise sadece portföy yatırımlarında, portföy yatırımlarında da borsada olmuş… Borsaya gelmişler biraz.
Buradan yabancı sermaye hukuk istiyor sonucuna varamıyoruz ama şunu söylemek mümkün: Yabancı sermayenin gelişmelere verdiği tepki, sermayenin niteliğine (doğrudan veya portföy olmasına) göre de farklılık gösteriyor. Portföy yatırımları, kolayca girebilen, kolayca çıkabilen yatırımlar. Dolayısıyla risk alabilen bir yatırım türü… Sıcak para denilen yabancı yatırımın refleksleri ile doğrudan yatırımların refleksi aynı değil. Doğrudan yatırımcının girmesi de çıkması da zor.
Dolayısıyla bana kalırsa, bu “hukuk ister – istemez” tartışmasında gerçek tamamen başka bir yerde.
Yabancı sermaye hukuk talep etmiyor ama istikrar talep ediyor, eder.
Kararlı, oturmuş bir hukuk sistemi, evet istikrar da demek ancak “hukukun üstünlüğü” diye tarif edilen şeyin olmadığı ülkelerde de istikrarlı bir yönetim olabiliyor. Suudi Arabistan, Çin gibi ülkeler hukukun üstünlüğü ile anılan ülkeler değil ama Çin, dünyada en fazla doğrudan yabancı sermaye çeken ikinci ülke. 2022 verisi 180 milyar dolar. Hindistan 50 milyar dolar çekmiş. Suudi Arabistan Krallığı 8 milyar dolara yakın doğrudan yatırım çekmiş. BAE, 22,7 milyar dolar, Vietnam 18 milyar dolar çekmiş. (Rusya’dan 2022’de 40 milyar dolar çıkış olmuş.)
Bizim tablomuzu açıklayan şey, bence istikrarsızlık.
Türkiye, parlamenter sistemden tek adam rejimine, ekonomide piyasa ekonomisinden emirlik ekonomisine geçiyor. Ekonomik krizin kök nedeni de budur, istikrarsızlığın kök nedeni de budur. Türkiye’de iktidar islamofaşist nitelikte bir rejim inşa ediyor. Otoriterlikten totaliterliğe gidiyoruz. Dolayısıyla “piyasa koşullarında” oyuna gelmiş yabancı da şaşkındır, iktidarın keyfiliği arttıkça endişesi de artmış, çıkabilen çıkmıştır. Ancak yeni durum istikrar kazandıkça, yatırımcı önünü görebildikçe, kâr – kazanç hesaplarını güvenli biçimde yapabildiği yeni koşullarda önce portföy yatırımları, sonra doğrudan yatırımlar açılabilir, artabilir.
Kemal Derviş, piyasa ekonomisi kurmuştu. Erdoğan, tek adamın siyaset arzularına göre yürüyen emirlik ekonomisi kurmak üzere onu yıkıyor. Dolayısıyla Türkiye “ahbapçavuş ekonomileri” ligine geçiyor. Kara parada gri lige giriyor. Mafyacılık ve suç patlaması var. Yargıda borsadan söz ediliyor. Çeteler, iktidar çeperine konuşlanmış gruplar (FETÖ şirketlerin başına gelenleri hatırlayın!) şirketlere el koyuyor. İmtiyazlı şirketler türüyor. Kamu işlerinde neredeyse ihale tekeli var. Hangi varlığın kime satılacağına, hangi işin kime verileceğine iktidar karar veriyor. Derviş’in ekonomisine gelmiş yabancı bankalar, oyunun kuralları değiştiği için (bu yabancılar için “nas” mesela, ne ifade ediyor olabilir?) satıp çıkmaya, çıkamayan küçülmeye çalışıyor. Kredi baskılarından kurtulmak için Türk ortaklar hisselerini yabancılara devrediyor.
Bu yabancı için de yeni bir tablodur.
Şimdi size kısa bir hikâye anlatayım. Başka örnekleri de var da ben size İDO hikayesini anlatayım. İDO, önemli bir İBB şirketiydi. Kârlı, büyüyebilecek bir şirketti. AKP’nin kamu ekonomisini yıkma, tasfiye kararı ile başlayan hummalı özelleştirmeler döneminde 2011’de özelleştirildi. Türkiye’den Tepe- Akfen ve yabancı Souter – Sera konsorsiyumu aldı. Özelleştirilen feribotları (34 taneydi), iskeleleri (49 taneydi) değildi elbette. Hatlarını, bu hatlardaki taşıma imtiyazını aldılar. Konsorsiyumun iddiasına göre sözleşmede bu hat tekeli korunacaktı. Ama ne oldu dersiniz? Bu özelleştirmeden birkaç yıl sonra AKP’li bir şirket aynı hatlarda taşımacılığa başladı. İDO’nun yeni sahipleri itiraz etti, davalar, tahkimler, görüşmeler, çıkarız tehditleri… Olmadı. O AKP’li şirket aynı hatlarda taşıma yapmaya başladı ve halen de yapıyor. Söylemeye çalıştığım bu. AKP’lilerin göz dikip koparamadıkları herhangi bir rant alanı, imtiyaz yoktur. Dolayısıyla Türkiye’de iş yapmanın kuralları değişiyor. Yabancıların bu yeni duruma ayak uydurmaları zaman alabilir. Yabancıların Türkiye’de yatırım yapmaları önceleri bürokratik bir işti. Gelirler, başvurularını yaparlar, yatırım gerçekleşirdi. Şimdi önemli yatırımlara hükümetin bizzat izin vermesi, kimle ortak olunacağını işaret etmesi gerekiyor. Türkiye’de herhangi bir önemli yabancı yatırım hükümetin işaret ettiği kimselerle ortak olmadan, güvenceler almadan gerçekleşemez. Özetle hukuk gerekli olmayabilir ancak yatırımlarının başına bir iş gelmeyeceğine güvenmek isteyeceklerini tahmin edebiliriz.