HDP kapatıldı... Sıkıntı siyasi yasaklarda

SEDAT BOZKURT


Türkiye bir haftayı daha patinaj yaparcasına anayasa tartışmasıyla geçirdi. Bu ülkenin en yaratıcı tarafı, tartışılması teknik olarak mümkün olmayan meseleleri bile günlerce, haftalarca hatta aylarca tartışabilmesi. Bunun hakkını verdiğini de her tartışmada görüyoruz. Çünkü tartışmanın en az bir tarafı tartışmanın yapılmasını gerekli kılıyor.

Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bir de Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması şu anda içinde bulunduğumuz tartışmanın fitilini ateşledi. Mesele o kadar açıktı ki bunu -operasyonel bir niyetle yeni anayasa tartışmalarına getirmek isteyen Sarayın avukat danışmanı dışında- AKP’nin önemli isimleri bile eleştirdi. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan devreye girince ve tartışmanın taraflarından birinden yana ağırlığını koyunca “yeni ve sivil” anayasa tartışması gündemimize iyice yerleşti.

İktidar burada da tartışmayı kendi istediği alana çekti. Tartışılması gereken anayasanın uygulanmaması iken mesele bir anda anayasanın kendisine geldi. Oysa Anayasa’nın 153 ve 158. maddeleri o kadar açık ve temiz ki kim okursa okusun hemen anlamını kavrar. “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına herkes uymak zorundadır ve kararlar arasında çelişki bulunması halinde Anayasa Mahkemesi’nin kararı geçerlidir” İki maddenin özeti bu. Karara ilişkin bir nitelik belirtilse aylarca tartışırız ama yok, net şekilde ve sadece “karar” denilmiş. İnanılmaz ama günlerdir bunu tartışıyor memleket.

Türkiye sadece 5 yıl önce hukukun üstünlüğü endeksinde 101. sıradaydı, bu yıl ise 140 ülke arasında 117. ve bakın bu tartışılmıyor! Tartışılan konuyu, yani Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmaması meselesini hukukun üstünlüğü endeksinde son sırada yer alan Venezuela’ya taşıyalım ve oradaki hukukçulara anayasanın bu iki maddesini ya da tamamını, meseleyi onların diline çevirerek gönderelim. Okuduğunu anlayan dünya üzerindeki herkes gibi ne karar vereceklerini net tahmin edebiliriz sıralamada 140. olan Venezuela’da…

Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında özellikle bireysel başvurularla ilgili sürekli hale gelmiş olan bir gerginlik var. Muhtelif kararlarda yorum farkının bulunması hukukun ve karar vericilerin insan olması nedeniyle doğal, anlaşılabilir bir konu.

Mustafa Şentop bugünkü yargı kurgusunun mimarlarından. Yargı içinde Hak-Yolcular olarak adlandırılan ve Millî Görüş çizgisinde olduğu söylenen gruba yakın olduğu biliniyor. (Yazarken bana bile bu kadar kabullenmiş olmam garip geldi, okurken size de gelecektir bu yeni normalimiz!) TBMM Başkanı iken Adalet Bakanı ve yüksek yargı kurumları başkanlarını rutin olarak, bir yemekte eski TBMM Başkanları ile bir araya getirirdi. Bu toplantılarda da Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasındaki gerginlik özel dosyalar üzerinden dile getirilirdi ama hiç büyümezdi. Bu geleneği Numan Kurtulmuş da sürdürüyor. Krizden önce bu rutin yemek yenildi ve anayasa ve devlet krizi haline dönüşen bu mesele hiç gündeme gelmedi. Oysa tam da yeriydi orası.

Güçler ayrılığına dayalı demokrasi denetlenebilme niteliğiyle de çok kıymetlidir. Memleketin ana meselesi budur. Yasama, yargı ve yürütmeyi görevi olarak denetler. Çünkü seçilmişle oluşur “Milli İrade” tam olarak yani. Devletin denetim sistemi burada bitmez. Anayasamızda yazılı olan kurallara göre kurumsal olarak yargıyı kararları yönünden Yargıtay, yürütmeyi eylemleri ve kararları yönünden Danıştay, Yasamayı da yasama faaliyetleri ve anayasa yapma usulü açısından Anayasa Mahkemesi denetler. Bunların tamamı atama ile oluşmuş bürokratik yapılardır. Bu denetlemenin alanı ve yetkisi yine anayasada belirtilmiştir. 153 ve 158. maddelerde olduğu gibi boş bir alan yoktur. Anayasayı aynen bugünkü gibi devreden çıkardığınız zaman bu bürokratik yapıların neye evrileceğini tahmin etmek güç değildir. Millî Görüş’ün teorisyenlerinden Bahri Zengin bu tip yapılara “bürokratik oligarşi” adını vermişti. Ama o bununla mücadele edilmesi için bu kavramı üretmişti, siyaset arkadaşlarının bu yapıyı kurması için değil.

AKP-HEDEP görüşme meselesi

Birkaç hafta önce HEDEP ile AKP arasında “eş, dost, arkadaş” düzeyinde yapılan ve parti genel merkezlerine de aktarılan bazı görüşmelerden söz etmiştim. “Gözlerimle” göremediğim için isim veremiyorum, bana da bilgi olarak aktarıldığı için kulis olarak yazıyorum. Bu “sohbetlerde” HEDEP’in her yerde aday çıkarması halinde kayyum atanmayacağına ilişkin olumlu bir yaklaşım gözlemlenmiş. İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Ali Yerlikaya’nın ve onun yönetim anlayışının bu konuda kolaylaştırıcı etken olduğu da dillendirilmiş. Bu temasların kapı arkası ya da önü diplomasisi haline dönüşmesi için bu yeterli değil. Kimliğine bakılmaksızın hasta, yaşlı ve siyasi tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması Abdullah Öcalan’ın tecritinin kaldırılması HEDEP açısından en az kayyum meselesi kadar önemli. Bu “dost arkadaş sohbetleri” de tam burada kilitleniyor. Görüşmeleri HEDEP’in ciddiye aldığını görüyoruz. AKP tarafından da ciddiye alındığının işaretlerini de gördük. Son birkaç gün içinde bu görüşmelerin evrildiği yer konusunda da birkaç açıklama izledik.

HEDEP Grubu uzun bir aradan sonra hep birlikte TBMM bahçesinde basın açıklaması yaparak Öcalan’a uygulanan tecritin kaldırılmasını istedi. Partinin eş başkanları arka arkaya “Batıda açık olması şartıyla” ittifaklara hazır olduklarını dillendirdiler. Batıda ittifak ihtimalinin CHP ile mümkün olabileceği kabul edilirse bu mesajın AKP’ye yönelik olduğu -yoruma açık olsa da- anlaşılabilir. Yani ittifak koşulları artık resmi hale gelmiş oldu.

Bu ittifak konuşmaları ve küçük çaplı temaslar HEDEP yönetiminde heyecan yaratsa da seçmenin ruh hali çok farklı. En bilinçli seçmen kitlesine sahip olan HEDEP’in, HDP’den devraldığı seçmenlerin tamamını Yeşil Sol partiye taşıyamadığı son seçimde ortaya çıktı. Parti yönetiminin de tespit ettiği bir gerçek var ki seçmenleri çok öfkeli. İttifakın adını duydukları anda tepki gösteren bir seçmen kitlesi var HEDEP’in. İttifakların önünde en önemli sorun da bu. Tabanının ve seçmeninin öfkesini yatıştırabilmesi için HEDEP’in önündeki tek seçenek her yerde ve tek başına seçime girmek gibi gözüküyor.

HDP kapatıldı mı?

Başlığın soru hali sizi de şaşırtmış olabilir. Kapatıldığı bilgisine ulaşamadım. Ama 541 kişi için istenilen siyasi yasakların tek tek isimler üzerinden görüşülmeye başlandığını öğrenince kapatıldığına kanaat getirdim. Davanın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi kızdıracak kadar uzamasının nedeni de siyasi yasak istenilen isimlerin tek tek dosyalar halinde görüşülmesiymiş.

Kapatma kararı HDP tarafından uzun zamandır bekleniyor. Bunun için önlemler de alındı. İlk iddianamede 687 kişi için istenen siyasi yasak ikinci iddianamede 451’e düşmüştü. İlk iddianamedeki yasak istenen isimler arasında olan İbrahim Akın ikinci iddianamedeki listede yok ve kendisi şu anda listede yer alan 15 isim ile birlikte TBMM’de üye. İlk iddianamede adı olmayan ama ikinci iddianamedeki listeye alınan Saliha Aydeniz de şu anda milletvekili sıralarında. Liste, mahkeme tarafından tam olarak onaylanırsa HEDEP’li 16 milletvekilini etkileyecek.

HDP kapatma davasının öyküsü gerçekten acayip. İlginç demedim özellikle. Yargıtay’ın istemeden açtığı, Anayasa Mahkemesi’nin de gönülsüz baktığı, politik baskılar altında bir dava bu. Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi ilk kavgasını HDP kapatma davası iddianamesinin iade edilmesiyle yaşamıştı. O kavga sorunu buralara kadar getirdi.

Fazilet Partisi'ni hatırlayalım

Mahkeme üyeleri tüm tartışmalara kulaklarını tıkayarak tek tek isimleri parti kapatma davalarının bir rutini olarak değerlendiriyorlar. Bu yöntem çok önemli. Fazilet Partisi kapatıldığı zaman 71 isme iddianamede siyasi yasak isteniyordu. Sadece 5 kişi Nazlı Ilıcak, Merve Kavakçı, Bekir Sobacı, Ramazan Yenidede ve Mehmet Sılay siyasi yasaklı oldu. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Recep Tayyip Erdoğan gibi isimlere siyasi yasak gelmedi. Gelmemesinin nedeni üyelerden Haşim Kılıç ile Sacit Adalı’nın, isimler tek tek görüşülürken öne sürdükleri ve sıkı bir biçimde savundukları gerekçelerdi. Karşılarındaki 7 üyeyi bu yolla ikna ettiler. Yani o “vesayetçi” dedikleri “ideolojik” taraf olarak niteledikleri mahkeme üyeleri, muhafazakâr görüşleriyle bilinen diğer üyeler tarafından ikna edilebilmişlerdi. AKP’yi kuranların bugün üyelerin bu niteliklerden şikâyet edebilmeleri de ayrıca tartışma konusu. Bugün mevcut üye yapısında bunun olabilmesi mümkün mü, imkansıza yakın.

Bu yazı sayesinde Anayasa Mahkemesi bu Salı günü grup toplantısında biraz daha az hırpalanabilir. Biraz daha az ama…

Önceki ve Sonraki Yazılar
SEDAT BOZKURT Arşivi
SON YAZILAR