25 yıldır direnen kontrgerilla neden şimdi tercih değiştirdi?

Abdullah Öcalan, 1999 yılında Kenya’dan ülkeye getirildiğinde, uçaktaki sözleri şöyleydi; "Ben ülkemi severim. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Fırsat verirseniz, hizmet ederim."

Daha sonra, o zamanki İşçi Partisi’nin yani Doğu Perinçek’in “sızdırdığı” sorgu görüntülerinde Öcalan, “Kürtleri Türkiye’ye bağlayıp, artık Türkiye için çalışacakları” gibi ifadeleri kullanmıştı.

Hatta yargılanma sürecinde yani mahkemede “eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmiş ve idam edilmek yerine PKK isyanının barış yoluyla çözülmesi sürecine dahil edilmesini talep etmişti”.

Bu ifadeler “ilk başlarda” büyük oranda solcular tarafından teslimiyet, kendini kurtarma çabası olarak değerlendirildi. Bu değerlendirmeye Barzaniciler ve devlet yanlısı Kürtler de katıldı. Kürt siyasi hareketine destek verenler uzun bir sarsıntı dönemi yaşadı. Ancak zaman içerisinde Öcalan’ın bir “paradigma” değişikliği yaptığı anlaşıldı. Bu değişiklik yakalanmadan önceki dönemi de kapsıyordu ama asıl olarak cezaevinden sonra daha net bir sistematiğe kavuşmuştu.

"Esnek, çok kültürlü, anti-tekelci ve uzlaşma odaklı" olarak tarif ettiği Demokratik Konfederalizm diyordu. Yazı ve kitaplarında buna paralel olarak “ortak vatan, demokratik cumhuriyet, demokratik özerklikten” bahsediyordu. Ulus devlet anlayışından tamamen vaz geçmişti.

Oysa Devlet Bahçeli’nin Ekim 2024’te doğrudan Abdullah Öcalan’ı “muhatap” kabul etmesine, ilan etmesine kadar o hep “bölücü başı” idi, T.C. Devleti’nin resmi doktrininde.

Osmanlı’da oyun bitmez!

Bu konuda yani Kürt sorununun çözümünde zaman zaman ciddi başlangıç adımları olmadı değil. Örneğin Turgut Özal döneminde 1991-1993 arasında ilk başlangıç aşaması neredeyse geçilecekti ve AKP döneminde 2009- 2015 arasında daha ciddi, zamana yayılan bir süreç işledi. Ancak her iki dönem de güvensizlikler, öngörülemeyenler ve asıl olarak provokasyonlar nedeniyle ilerleme kaydedemediği gibi başlangıç noktasından daha da geriye düştü. Bu seferkinin de benzer bir akamete uğrama ihtimali elbette çok yüksek, hatta çoğu insan bundan oldukça emin ve güvensiz. Hatta “derin devlet”in bir oyunu olduğuna inananlar oldukça fazla. Ben yine de öncekiler gibi olmayacağını “varsayarak” ilerlenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.

Bu yeni sürecin samimi ve gerçek olduğunu varsayarsak iki sorunun mantıklı bir şekilde yanıtının bulunması gerek! Birincisi; Öcalan, yaklaşık 25 yıldır aynı noktada olmasına rağmen tüm bu zaman içerisinde neden şimdikine benzer bir sürece “önderlik” etmesi istenmedi? Ve asıl ikinci soru; neden şimdi?

Bilindiği üzere bizim ülkemizde bir kontrgerilla gerçeği mevcuttur. Hani köklerini Teşkilat-ı Mahsusa’dan alan ama asıl olarak ABD komutasındaki NATO tarafından örgütlenmiş ve tahkim edilmiş kontrgerilla. Sözde amacı; Sovyetler Birliği’nin genişlemesini engellemek olan ama asıl olarak gerici-faşist bir devlet yapısını kurmak, korumak ve tahkim etmek olan kontrgerilla. Söz konusu olan “ulu ve kutsal” devlet olunca da her yol mubah, her icraat haklı olur, demokrasi, seçimler, insan hakları formaliteden ibaret kalır.

Yıllar içerisinde kontrgerilla örgütlenmesi öyle bir güce (yargı, yasama, askeriye, kolluk, ekonomi, mafya, vs.) ulaşır ki kendi varlığını korumak daha da önemlisi kendini “kaçınılmaz” kılmak için düşman yoksa da düşman yaratır. Sovyetler çökmüştür ama Türkiye’nin kontrgerillası çökmez çünkü asıl amacı kendini devam ettirmektir. Cumhuriyet’in tarihi aynı zamanda kontrgerillanın tarihidir; 12 Mart-12 Eylül Darbeleri, 6-7 Eylül olayları, Çorum, Sivas, Malatya ve Kahramanmaraş katliamları, Kanlı Pazar, 77 1 Mayıs’ı, Bahçelievler Katliamı, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Uğur Mumcu suikastları, Gazi Mahallesi, 5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç, 10 Ekim Ankara katliamları, say say bitmez.

Söz konusu olan solcular, emekçiler, azınlıklar olunca tek vücuttur kontrgerilla(mız) ama kendi içinde ekipleri, devreleri, dönemleri barındıran çıkar ve mevki savaşı sürdürürler. Üstünlük mücadelesi birbirlerine saldırarak olmaz, yine solculara saldırırlar. En güçlü provokasyonu yapan muteberlik payesini alır.

Ve elbette Kürtlerle içeride ve dışarıda savaş. Uzun zamandır olduğu gibi Kürtler asıl düşmandır, devleti onlardan korumak, ülkeyi ve iktidarı asla paylaşmamak “kızıl elma”dır. Maazallah en ufak bir taviz ülkenin bölünmesine, devletin parçalanmasına neden olur. (Kontrgerilla işsiz/işlevsiz/ideolojisiz kalır.)

AKP dönemi, kontrgerilla için de bir değişim dönemidir. Amaç aynıdır, yol ve yöntemler aynıdır, düşman tanımı da aynıdır sadece kontrgerillanın iktidarı, kadroları değişime uğramaya başlar. Siyasi iktidarın yardımıyla (mesela kontrgerillanın siyasi temsilcisi olan MGK Genel sekreterliği işlevini kaybeder) Fethullahçı kadrolar adım adım kontrgerilla mekanizmasını ele geçirir. Eskinin (tamamı olmasa da) önemli bir bölümü tasfiye edilir FETÖ tarafından. Ortak paydada hiçbir sorun yoktur; FETÖ’cüsü de ulusalcısı da kafatasçı faşisti de dincisi de emekçiye, solcuya, Kürde yeminli düşmandır. Ama FETÖ’cüler iktidarı paylaşmak değil, iktidarın tamamını istemektedir. Ve sonuçta 15 Temmuz.

15 Temmuz sonrasında (anlaşıldığı üzere) kontrgerillanın merkezi bütünlüğü bozuldu, kadroları arasındaki rabıta zayıfladı. Saray iktidarı, ulusalcılık ya da Türkçülük gibi ideolojik harcı dincilik üzerinden (bir türlü ve yıllardır) oluşturamadığı için, bu boşluğu ulufe ve konum dağıtarak doldurmaya çalıştı/çalışıyor. Bu sürecin en “karlı”sı MHP içinde konumlanan ya da bir başka ifade ile MHP tarafından “menajerliği” yapılan ekipler oldu. Yargıda (HSYK, hatta AYM), askeriyede ve özellikle emniyette, elbette mafyada (Kıbrıs’a Çakıcı’nın atanması) hatırı sayılır güç elde ettiler, AKP iktidarına “dışarı”dan destek vererek.

Ancak görülüyor ki kontrgerilla ilişkileri içerisinde hala “adil” bir paylaşım yapılabilmiş değil. Bu durum basitçe siyasi menajerlik ihtiyacından ve homurtulardan anlaşılabilir. Mesela İYİP, aynı zamanda kontrgerilla içi ekiplerin bazılarında “ev sahipliği” yapmaktadır, mesela Özdağ’ın Zafer Partisi, mesela Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisi ve elbette Perinçek’i megafon olarak kullananlar. Haa, CHP içindekileri de unutmamak lazım kuşkusuz! İktidarı paylaşamıyorlar ama sol düşmanı, Kürt düşmanı olmayı paylaşıyorlar.

Neyse bu kadar çok ayrıntı “bizi” ilgilendirmiyor. Baştaki ilk soruya dönersek yani 25 yıldır Kürt Siyasi Hareketi ile neden ciddi bir uzlaşı/anlaşma aranmadı, atılan adımlar sürekli birtakım provokasyonlar ile engellendi? Bunun en net yanıtı; kontrgerilladır. Hiç kimse bu 25 yılın emekçilerin, ülke halklarının lehine yaşandığını iddia edemez, bu 25 yılın ülkede demokrasi, insan hakları, ekonomik ve sosyal ilerleme için yaşatıldığını iddia edemez. Kazanan belli; hayali düşmanlar üzerinden konum ve çıkar sağlayanlar.

Neden şimdi?

Ya ikinci soru, yani neden şimdi? Kontrgerilla(mız) neden tercih değiştirdi? Belki de değiştirmemiştir, bu süreç (de) bir aldatmacadır, kendi içerisinde bir yeniden yapılanma/tasfiye sürecinin parçasıdır. Böyle olsa bile buradan siyasi taraf oluşturulamaz. Siyaset, görünmeyenlerin farkında olmak ama görünen üzerinden yürümektir, aynı zamanda!

Açıkçası kontrgerilla tercih değiştirmez, tercih değiştirmeye zorunlu kalır ancak. Bu öneri MHP Genel Başkanı’ndan geldiğine göre; kontrgerilla örgütlenmesi içerisindeki en büyük öbek, verili durum (yani Kürtlerle savaş) sürdüğü sürece kendisinin varlık/yokluk krizine gireceğini “tespit etmiş” olmalı. (Diğerleri daha adapte olamadı, belki Özdağ’ın, ufak bir dersten sonra jetonu düşmüştür.)

Ayrıntıları bilmiyoruz elbette ancak “görünen” nedenin Ortadoğu olduğu aşikar yoksa ülke içerisinde, “bunlar” birkaç 25 yıl daha idare ederlerdi.

Bilindiği üzere 7 Ekim 2023’te Hamas, İsrail’e “Aksa Tufanı” adı altında bir saldırı düzenledi. Bugünden bakıldığında bu saldırının, son 2 yıldır yaşanan gelişmelerin başlangıcı olduğu söylenebilir. Çünkü İsrail, bu saldırıyı fırsata dönüştürerek (bu olmasa başka bir gerekçe bulurdu elbette) İran’ı gerekçe yapan ama asıl amacı Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak olan stratejiyi adım adım hayata geçirmeye başladı. Önce Hamas gerekçesiyle Filistin’i, sonra Hizbullah gerekçesiyle Lübnan’ı, daha sonra Haşdi Şabi gerekçesiyle Suriye’yi hedef aldı. Ve sıra İran’a geldi.

Suriye bu denklemde kritik. Yıllardır süren istikrarsızlaştırma, zayıflatma, kontrolsüz hale getirme tercihleri neredeyse “bir günde” yerini, toprak bütünlüğünü koruma, merkezi devlete dönüştürme tercihine evirdi (büyük ihtimalle sırada Irak var).

Saray iktidarının, bu dönüşüme ayak uydurmaya çalışsa da “çapının” yetersiz kaldığı görülüyor. İsrail’in gizli aktör olduğu, Trump’ın seçimsiz devlet başkanı olan Şara’nın doğrudan elini sıktığı, Arap sermayesinin akma sinyali verdiği ortamda, hepsinden önemlisi kurma yeteneği değil sadece bozma yeteneği olan bir kontrgerillanın Suriye’de başarılı olma ihtimali nedir ki? Bozan ile kuran aynı olmak zorunda değil!

Anlaşılmaktadır ki İsrail’in kendi çevresinde, eskisi gibi istikrarsız değil tam tersine merkezi kontrolü/disiplini olan devletleri oluşturma stratejisi (tıpkı Mısır gibi, Ürdün gibi) Suriye için hayata geçirilmiş, ABD de buna uyum sağlamış durumda.

Açıktır ki Kürtler, Suriye’nin yeniden inşasında kaçınılmaz, zorunlu bir siyasi/toplumsal güç haline gelmiştir. Bu durum, not etmek gerekir ki kontrgerillanın öngörmediği, engelleyemediği bir sürecin sonucunda gerçekleşti.

Şimdi bir ikilemle karşı karşıya kontrgerilla(mız)! Ya ABD’nin, İsrail’in çıkarları ekseninde bir Suriye’nin inşa edilmesine seyirci olacaklar ya da sürece “uyum” göstermek için çabalayacaklar. ABD himayesinde, İsrail’le iyi geçinen iktidarına YPG’nin ortak olduğu bir Suriye, zaman içerisinde oradaki bütün dükkanlarını kapatmasına neden olacağı gibi Saray iktidarının Ortadoğu hayallerinin (Osmanlıyı yeniden diriltme) bir kapısını kapatır.

Ve çok büyük bir ihtimalle aynı süreç Irak’ta karşılarına çıkacak (ve hatta belki de İran’da). Böylesi bir sonuçta; Türkiye’nin Ortadoğu sınırının tamamı Kürtler tarafından çizilir ya da bir başka ifade ile komşular (Suriye, Irak, İran) olmaz, tek bir komşu olur.

MHP aracılığı ile dillendirilen “çözüm”, bu duruma şimdiden “uyum” sağlama çabası olabilir mi? Ortadoğu’nun “yeniden değişim” sürecine girdiği bu dönemde. İran’a yapılanlar (ve hatta yapılacak olanlar) bütün aktörler için “ders” niteliği de taşıyor aynı zamanda. Tarafsız kalmak, çalıya yatmak, kendi oyununu oynamaya çalışmak neredeyse imkansız artık.

Denilebilir ki bizim kontrgerillamız bu kadar akıllı, öngörülü değil! Zaten ellerinde, tek bir araç var; çekiç (elinizde sadece çekiç varsa her sorun çivi gibi görünür). Bu da mümkün elbette!

Kontrgerillanın bu sürece uyum sağlamasındaki en büyük zorluk; bu sürecin, Türkiye sınırları içerisindeki Kürtlere “hiçbir şey vermeden” geçiştirilemeyecek olması. Bakalım nelerden vaz geçilecek ya da bir başka ifade ile neler “bahşedilecek”!

Sonuç olarak; bu süreç, başladığı noktadan doğrusal bir çizgide ilerlemeyecek. Her aktör kendi gücü ölçüsünde müdahale edip değiştirmeye çalışacak. Ama şurası bir gerçek ki bu ülkenin emekçileri, sosyalistleri bir taraf örgütlemediklerinde kendilerine biçilen “gömleği” giymeye devam edecekler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAVUZ HALAT Arşivi