SEDAT BOZKURT
Alevi meselesini de açık konuşalım
Ağustos ayının 16’sında her yıl geleneksel olarak yapılan Hacı Bektaş-ı Veli anma törenleri gerçekleştirilecek. Yine geleneksel olarak devleti temsilen de bir bakan gelecek, içinde Aleviliğe vurgu yapan cümleler kuracak ve gidecek. Devletin Alevilik ile ilgisi bu kadardır; her yıl Hacı Bektaş-ı Veli törenlerine katılarak bir görevlisinin konuşma yapması kadar yani…
Geçtiğimiz günlerde İzmir’den gelen ve hemen “meczup” olarak nitelendirilen birisi Ankara’da 45 dakika içinde bir cemevi ve iki Alevi kurumuna saldırdı, hem de Alevilerin bir kutsalı olan Muharrem ayında. Kars’ta doğmuş İzmir’de yaşanan 24 yaşındaki saldırgan, saldırıyı "İlahi bir güç tarafından içinden gelen bir emir ile yaptığını” belirtmiş ilk ifadesinde. Bu tür ifadelere alışığız aslında. Başka ne diyecekti ki? Bu ülkenin en ünlü "meczubu” Mehmet Ali Ağca’dır -ki kendini Mesih ilan ettiğini biliyoruz- yıllarca cezaevinde yatmasına karşın Papa’yı neden vurduğunu, gazeteci Abdi İpekçi’yi neden öldürdüğünü, çok iyi korunan cezaevinden asker kıyafetleri ile neden kaçırıldığını bilmiyoruz. Çünkü "meczup” olduğu için kendisi de anlatmıyor. Turgut Özal’a suikast düzenleyen Kartal Demirağ’a da aynı teşhis konulmuştu hatırlayalım. Örnekleri arttırmak mümkün…
Ve muhtelif meselelerde olduğu gibi Alevi meselesini de geleneksel olarak bir olay üzerinden tartışıp konuştuk. Belki biraz daha konuşacağız, bir sonraki olaya kadar. Bu iktidarın çok sevdiği cümleyi de onlardan önce burada hatta onlar için kuralım:
Zamanlaması manidar!
10 ay sonra cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri var. Bu seçimler için mesele bugünden ısıtılıyor, yavaş yavaş gündeme mi getiriliyor yoksa aşındırılıyor mu? Başka bir zaman diliminde malzeme olarak kullanılmasının önüne mi geçiliyor? Sorular çok…
İktidar medyası bu konun üzerine biraz da abartılı gitti, bu ilginç. Daha ilginci ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun çıtayı hayli yüksek tutan açıklamasında:
"Bu tür olaylarda hep kendini deliliğe verenler ortaya çıkıyor. Bu deliler, ben 10 yıldır Ankara'dayım 10 yılda Ankara'da bu 3 adrese bir saatte gidemem, nasıl oluyor da İzmir'den geliyor da veya Eskişehir'den geçiyor Ankara'ya, 3 saatte, bunu yapıyor? Tekrar söylüyorum eski Türkiye'nin ayak izleridir. Zaten yargı bir karar verdi, bir tutuklama, iki de ev hapsi verdi, bu soruşturmanın bittiği anlamına gelmiyor."
Burada bir tespit yapmak gerekiyor. Soylu partisi ile bu meselede ayrışıyor. AKP seçim döneminde öyle ya da böyle Alevileri politik olarak karşısına almaya hazırlanırken Soylu bir danışmanını da devreye sokarak Alevileri yanına hatta arkasına almaya çalışıyor. Danışmanı cemevlerini teker teker gezerek acil ihtiyaçlarını hemen orada çözmeye çalışıyor. Bu konuda bir hayli de yol almış gözüküyorlar. Cemevlerine yapılan bir katkının Alevilerin AKP’ye ya da muhafazakâr siyasete bakışını değiştirmeyeceğini en iyi Soylu bilir. Bunun nedenlerini biraz da devlet içinde tekrar kendisine güç ve alan yaratmaya çalışan yapılarda mı aramak lazım bilemedim. İzlemek lazım çünkü “eski Türkiye’nin ayak izleri” diyor Soylu...
ALEVİ MESELESİ VAR MI YOK MU?
Türkiye’deki meseleleri tarihsel bağlamından koparmadan tartışmak zorundasınız. Bunu yapmadığınız zaman neden sonuç ilişkisi kuramıyor ve meseleyi çözmeyi bir kenara bırakın kavrayamıyorsunuz bile. Kürt meselesi de böyledir, Alevi meselesi de.
Alevi meselesi aslında Aleviler açısından yoktur, devlet açısından vardır. Burada da aynen Kürt meselesinde olduğu gibi sorunun tarifi ve çözüm önerileri konusunda çok farklı görüşler var. Hatta Aleviliğin bizzat kendisinin tanımında bile çok farklı düşünceler var. Bu tartışmalar, Aleviler dışındaki kimseyi ilgilendirmez. Kendi içlerinde bu tartışmaları yaparlar, farklı tariflere göre örgütlenir ve ona uygun yaşarlar. Demokrasi, laiklik bunu gerektirir. Devlet buna Alevilerden herhangi bir talep gelmedikçe müdahil olamaz, olmamalı. Alevilerin farklı grupları arasında da ayrım yapamaz yapmamalı, hepsi ile aynı mesafesini korumalıdır.
Muhafazakâr siyasetin iktidardaki 20 yıllık pratiği muhteşem bir turnusol kâğıdıdır. Muhalefette söylediklerinin tam tersini yaptıkları bir pratiktir bu ve tarihsel olarak tüm siyasetin ibret alacağı dönem olarak kayıtlara geçirilerek okullarda ders olarak okutulmalıdır. Yoksa bu pratikte gördüğümüz “muhafazakâr siyaset” gelecek kuşaklar için çok sıkıntılı olabilir. Öğrenmeleri lazım. AKP’nin içinden çıktığı Millî Görüş’ün muhalefetteyken devlete en önemli eleştirisi Diyanet aracılığıyla inançlarının özellikle kendi inançlarının tarif etmesiydi. Şimdi Diyanet kendi siyasetlerinin bir uygulama aracı haline geldiği için oradan sürekli Alevilere bir inanç tarif ediliyor. Diyanetin kapatılmasını isteyenler bugün Diyaneti siyasetlerinin her alanında bulunduruyorlar. Bu sadece küçük bir örnek. (Bu arada bence de Diyanet kapatılsın oraya ayrılan bütçe üniversitelere aktarılsın.)
Devletin de AKP’nin de Alevilere bakışı hep sıkıntılıydı. Örneğin 3’üncü köprünün adı, niye Yavuz Sultan Selim? Başka bir tarihsel kişilik bulunamadı mı? Burada da ince bir Erdoğan siyaseti var. Bu işleri çok sevmesine karşın köprünün adını kendi açıklamadı dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açıklattı. Tepkiler de Erdoğan’a değil Gül’e yöneldi. Oysa Gül’e, köprünün adı bizzat Erdoğan tarafından belirlenerek, açıklamasından belki de bir saat önce bildirilmişti. Bundan duyduğu rahatsızlığı Gül, köprünün adını açıkladıktan sonra gittiği Türkmenistan seyahatinde soru üzerine gazetecilerle de paylaşmıştı.
AKP’NİN ALEVİ AÇILIMI
Erdoğan’ın meselelere politik olarak nasıl yaklaştığının bir başka örneği ise Alevi açılımıdır. Devlet Bakanı Faruk Çelik tarafından başlatılan ve yürütülen süreç, devletin bugüne kadar Aleviler için Alevilerle birlikte yaptığı en geniş kapsamlı ve katılımlı süreçtir. Bütün eksiklerine karşın 6 çalıştay çok geniş katılımlarla yapılmış ve ciddi bir aşama kaydedilmişti. Maraş Katliamında adı geçen eski BBP milletvekili Ökkeş Şendiller’in çalıştaya davet edilmesi gibi çok vahim hatalar yapılmış olsa bile Faruk Çelik bu süreci yürütürken katılımcılara ve Alevilere güven vermiştir. En azından samimi bulunmuştur.
Süreç çok zor ilerledi, bürokrasi devlet, Diyanet her aşamasında sürece direndi. Alevilerin içindeki ayrımların fazlalığı ve keskinliği de süreç açısından en önemli engeldi. Kısmen de olsa devlet içinde Alevilerin yol alabilecekleri bir noktaya geldi mesele, en azından devlet böyle bir meselenin varlığının altını kocaman çizecekti. Ama olmadı.
Faruk Çelik’i genelkurmay başkanının altında yer alan üst düzey bir komutan ziyaret etti ve bu meseleyle çok fazla ilgilenmemeleri gerektiğini o dönemin alışılmış “devlet” diliyle anlattı. Devlete göre bazı meselelere hiç el atılmaması gerekiyordu ve onlardan birisi de Alevi meselesiydi. Nitekim MGK’nın Tuncer Kılıç döneminde kapsamlı bir Alevi araştırması yaptığı da biliniyordu. Açılım süreci sıkıntıya girmişti. Konu Erdoğan’ın önüne geldi, daha önceki hükümetlerin bu meseleye el atmamış olmalarının bir nedeni olacağını belirtti ve Alevi açılım süreci sonuçlanmadan bitti.
2 Temmuz Sivas katliamının yaşandığı Madımak Oteli'nde kebapçı açılmıştı. Herkes bunun yanlış olduğunu belirtiyordu. Ertuğrul Günay, Kültür Bakanı oldu ilk olarak bu meseleye el attı. Günay bu konuda cesurdu. Devlet adına Sivas katliamı nedeniyle de açık toplantılarda özür dilemişti. Erdoğan’a da bu meselenin çözülmesini önerdiğinde tam destek aldı. Alevi açılım sürecinin bir parçası olarak bütçelendirildi, otel sahibinin gözünü bürüyen para hırsı da aşıldı ve otel kamuya geçti. Günay orayı utanç müzesi yapıp içini unutulmaması gereken acılarla dolduracaktı ama o da olmadı. Erdoğan oteli valiye teslim etti, Ertuğrul Günay’a değil. Madımak Oteli müze olmadı kültür merkezi oldu. Katledilen 33 aydının adı ile birlikte hayatını kaybeden 2 otel çalışanının yanına 2 de ölen saldırganın adı eklenerek 37 kişinin adının yer aldığı bir liste sergilenmeye başlandı.
ALEVİLİ TOPLUM ALEVİSİZ DEVLET
Bugün devlet kadrolarının üst yönetiminde Alevi görmezsiniz. Vali, rektör yoktur. TSK dahil devletin diğer kurumlarında var mı, bilemiyoruz. Devlet içinde sakıncalı bulunduğu için saklanması gereken bir kimlik haline geldi Alevilik. Sadece saklanması gereken mi? Hayır, aynı zamanda kaygı duyulması gereken bir kimlik. Yozgat Bahadın Kültür Festivali’ne katıldım geçen gün. Acı bir hatırlatma ile Alevi meselesinin çok ağır bir dönem yaşadığına tanıklık yaptım. Katı muhafazakar bir kent olan Yozgat’ın küçük kasabası Bahadın’da yaşayan Aleviler hala bir gün kalabalık bir IŞİD benzeri grubun gelerek kendilerini katledeceğinden korkuyorlar. Hatta 15 Temmuz gecesinden sonra Bahadınlılar bizzat böyle bir risk olabilir diye uyarılmışlar belediye başkanları aracılığıyla.
Şimdi başa dönüp düşünelim, saldırıya uğrayan mekanlar cemevleri değil, camiler olsaydı ne olurdu? Yaşı yetenlerin hemen aklına Maraş geldi. Tarihsel travmaları hatırlatmak değil niyetim, sadece Alevilerdeki o muhteşem olgunluğun altını çizmek istiyorum. Okuma hakkı elinden alınan türbanlıların yaşadığı mağduriyet üzerine bir iktidar inşa edenlere ve sürekli bunu tekrarlayanlara bu olgunluğun büyük bir örnek olmasını isterim. Yakıldılar, katledildiler, kıyıma uğradılar, dışlandılar ama bunların hiçbirinden “yararlanmak niyetiyle” bir mağduriyet öyküsü çıkarmadılar…