SEDAT BOZKURT
Bahçeli’nin Erdoğan ısrarının nedeni
Dönemi 12 Eylül askeri darbesi ile başlatırsak Türkiye’nin 44 yıllık kaderinde 4 isim ön plana çıkıyor. Başlangıç dönemi itibariyle Kenan Evren. Koskoca bir ülkenin üzerinden silindir gibi geçen askeri darbenin lideri, bütün kötülüklerin, hatta devam eden olumsuzlukların mimarı. Evren’i ölmeden hayli önce unutmuştuk. Hiç hayırla yad edenine de rastlamadık.
Sıradaki 3 isim Abdullah Öcalan, Fetullah Gülen ve Devlet Bahçeli. Bahçeli ile bu 2 ismin bir arada ve aynı başlık altında toplanmaması gerektiği bilecek kadar haddimi de bilirim. Amacım kabalık yapmak değil. Kısa bir süre önce aynı hafta içinde ve yoğun bir biçimde bu 3 ismi konuştuğumuz için yan yana getirmek zorunda kaldım. Kaldı ki Öcalan’la Bahçeli’yi bizzat yan yana getiren de Bahçeli’nin bizzat kendisi.
Gülen Cemaati özellikle AKP’nin iktidardaki gücünü tahkim etmesinden sonra ülkenin kaderiyle oynadı. Dini bir motivasyonla hareket etmesine karşın, klasik ve bildiğimiz anlamdaki tüm cemaatlerden, tarikatlardan ayrı bir yapıydı. Sadece varlığıyla değil, AKP ile birlikte hareket ederken de AKP’ye karşı giriştiği hamlelerle de ülkenin kaderini olumsuz etkiledi. Gülen öldü şimdi cemaatin ne olacağı tartışılıyor.
Öcalan da kurduğu silahlı örgütle sadece Türkiye’nin değil içinde Kürtleri barındıran her coğrafyanın kaderinde etkili oldu. Şiddeti araç olarak kullanan örgüt nedeniyle Türkiye’de devletin anti demokratik uygulamaları ve baskısı hep meşru zeminde gösterildi. Örgüt ile devletin bu yanı hep birbirini besledi. Öcalan’dan şimdi kurduğu örgütü bitirmesi isteniyor.
Alparslan Türkeş’in ardından MHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturan Bahçeli, ilk düzenlemeyi parti içinde yaptı. Bugün birlikte pozlar verdiği mafyaya bulaşmış tüm isimleri partiden kovdu. Ülkeyi çöküntüye götürecek koalisyon hükümetlerinin içinde yer aldı ve 2002 yılından sonra verdiği kararlar ile Türkiye’yi bam başka bir yere taşıdı. Ve Bahçeli bugün Türkiye’yi daha farklı yerlere taşıyacak kararlar arifesinde. Bunu görüyoruz.
Bahçeli Erdoğan’a kırgın
Bahçeli ile Erdoğan kritik meseleleri bir araya geldikleri zaman konuşuyorlar. Uygulama ya da detaylandırma aşamasını görevlendirdikleri isimler hallediyor. Burada tam bir koalisyon hükümeti işleyişi hakim. Karar alacak olmasalar bile her ay düzenli olarak bir araya gelmeye özen gösteriyorlar. Bunu kural haline getirmişler. Bahçeli’nin Erdoğan’ı MHP Genel Merkezi yerine evinde kabul etmesinin bile Cumhurbaşkanı olması dolayısıyla bir nedeni var.
Öcalan meselesi de ikili arasında ele alındı. Projeyi gündeme getiren Bahçeli. Öcalan’ın devreye sokulması konusunda devletin de ortaya koyduğu verilerle mutabık kalındı. Bahçeli kendi projesini dillendirmekle de kendisini görevlendirdi. Bu bilgi de Erdoğan’a verildi. Detaylar için bir arada çalışılmadı. Sonuçta açıklamayı yapacak olan Bahçeli bu meseleyle ilgili ne kadar ileri gidebilirdi? Ama hayli gitti.
Bahçeli’nin dillendirdiği “umut hakkı” ve “TBMM’de DEM grubunda konuşsun” açıklamaları Erdoğan ve AKP tarafında gerçekten bir şok etkisi yaratmış. Şok var ama tepki yok. Özellikle bir önceki sürecin önemli aktörü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu meselenin cesurca ele alınmasından hayli memnun. AKP’de de rahatsızlık yok. Sıkıntı, çıtanın çok yükseğe konulmasıyla ortaya çıkacak politik riskleri nedeniyle sahiplenilmesinin kolay olmaması. Erdoğan’ın uzun süre meseleyi sessizliğe yatırması, soğutmaya çalışmasının nedeni de bu. Uçaktaki gazetecilere bile sorulmasını bir kenara bırakın gündeme bile getirilmesini istemedikleri tek konu bu.
Erdoğan’ın uzun süre sessiz kalması doğal olarak Bahçeli’nin kırgınlığına yol açmış. Tekrarlamasının nedeni de bu kırgınlık. (Bu kırgınlıkları abartmayın, geçici bunlar)
Bahçeli’nin Erdoğan ısrarı
Devlet Bahçeli’nin Öcalan açıklamalarına tabandan birkaç cılız tepki dışında itiraz gelmemesi dikkatlerden kaçmadı. MHP’nin tarihsel verdiği mücadele çizgisinin toptan reddi anlamına da gelen bu açıklamayı Bahçeli neden yaptığını önemsediği konuklarına ve parti kurmaylarına uzun uzun anlatıyor. Bahçeli’nin her konuda ketum olmasına karşın bu konuda çok konuşması ilginç aslında.
Bahçeli’ye göre Ortadoğu’da çok büyük bir türbülans var ve Türkiye tam da bunun ortasında. (Burada yaptığı ama aktaramayacağım Kürt meselesiyle ilgili değerlendirmeleri de Bahçeli’nin hayli dikkat çekici) Burada kokpitte çok deneyimli bir pilotun oturması gerekiyor. Deneyim çok maliyet ile edinilen bir kazanımdır. Ve genellikle olumsuz olan deneyimler maliyeti yüksek olduğu için en kıymetli kazanımlardır. Sonuçları da bilindiği için hayli de uyarıcıdır. Erdoğan’ın 22 yılda hatalar yapmış olsa bile çok deneyime sahip olduğu inancında bahçeli. Ve bunu önemsiyor.
Erdoğan ve AKP’nin ideolojik yani “İslamcı” duruşunu hatırlatanlara da Bahçeli’nin yanıtı hazır:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni anlattık, Atatürkçü ve Türk milliyetçisi çizgiye, yanlarındaki varlığımızla onlar da geldi”
Muhalefetin cumhurbaşkanı adaylarına ilişkin de değerlendirmelerde bulunuyor Bahçeli. Ekrem İmamoğlu’nu “şaibeli ve güvenilmez” buluyor ve onunla randevu talep etmeden önce de görüşmesinin mümkün olmadığının altını çizmiş. Sonrasında da görüşmeyeceğini açıkça söylemiş. İmamoğlu’na karşı çok fazla mesafeli Bahçeli.
Mansur Yavaş’ı hafif sahipleniyor, “Düzgün biridir, Kendisini tanıyorum, uzun yıllar beraber çalıştık” diyerek. Ama ona da itirazı hayli keskin, “Bu dönemi yönetebilecek yeterliliğe sahip değil” diyerek.
Asıl sıkıntıya Bahçeli, “Erdoğan’ın bir kez daha aday olması için anayasanın değiştirtilmesi gerektiğini” söyleyerek neden olmuş. Başta TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş olmak üzere AKP’liler yeni anayasayı hep “sivil ve yeni” gerekçeli anlatarak tüm partileri bir masa etrafında toplamaya çalışıyorlardı. Bu anlamda kurtulmuş hayli yol da katetmişti. Şimdi bu kat edilen yol boşa çıkmış oldu.
Faiz meselesi hayli sıkıntılı
Macaristan dönüşü uçakta Erdoğan yine ekonomist şapkasını takarak enflasyon, faiz ilişkisini açıklamaya çalışmış. Açıklamalarındaki “Ben yüksek faize karşıyım, bu faiz oranlarıyla bu iş olmaz, çok rahatsız edici bu durum” kısmı deşifreden çıkarılmış. “Faiz ile birlikte enflasyon da düşecek” kısmı ise metinde tutulmuş. Bu açıklama Erdoğan’ın daha önce yüksek maliyete neden olan “faiz sebep enflasyon sonuç” açıklamalarıyla örtüştüğü için Maliye Bakanı Mehmet Şimşek başta olmak üzere ekonomi bürokratlarını hayli tedirgin etmiş ve “5 – 6 ay önce bu açıklama yapılmış olsaydı program o gün biterdi ama şimdi buna dirençli bir noktadayız” yorumları yapılmış.
Enflasyonun düşüş hızı TÜİK’e karşın Mehmet Şimşek’in beklentisinin altında ilerliyor. Ve üzerindeki “faiz indirme baskısı” da Şimşek’in son dönemdeki en önemli sorunu. Ülkeye yatırımcı çekmeyi başaramamış olması da bir başka sıkıntılı alan. Enflasyon oranında 40 ya da yüze 40’ın altı bulunamayınca faiz indirimi şubat ayına kalmış gözüküyor.
Bakan Şimşek Çin’deydi geçtiğimiz günlerde. Körfez ve Çin’den yatırımcı çekme telaşında. Şimşek bu iki yerden yatırımcı ararken Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ı da sıkıntı basıyor. Özellikle Çin sermayesinin gittiği her yerde yerli yatırımcıları nasıl tasfiye ettiğini sektör temsilcilerinden dinledikçe büyük bir ikileme kapılıyor. Çin sermayesi ortaklık istemiyor, hepsini istiyor ve mümkünse de tekel gibi hareket etme imtiyazı istiyor. Körfez sermayesi ise uyanık, hep kar eden hazır firmalara yatırım yapmak istiyor. Yeni yatırımları hep riskli buluyor.
Yazıda CHP’nin olmaması dikkatinizi çekmiş olabilir. Yazıda yok çünkü bu gibi çok sahici meselelerde yok...
(Bugün 10 Kasım Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha anma ve anlama günü, saygıyla anıyorum…)