İBRAHİM EKİNCİ

İBRAHİM EKİNCİ

Bizdeki ganimet ekonomisi, bu kriz uzun sürecek

İBRAHİM EKİNCİ


Gazete haberi:

“Erdoğan, fiyatları görünce çok sinirlendi, zeytinyağı ihracatına yasak geldi.”

Arkadaşlar, Türkiye ekonomisinin manzarası bu cümlenin içindedir.

Görünce sinirlenmiş… Peki ya görmeseydi?

Önceki akşam TV’de izledim ihracatçılar bağırıyor: Bağlantılarımız var, taahhütlerimiz var, yola çıkan ürünümüz var, bu yasak olmaz. Bari süre verilsin filan…

Ne yapalım? Erdoğan’ı sinirlendirmeyeceklerdi!

Yasaklama niye geliyor? Çünkü fiyatları yüksek bulmuş.

Yani bir etki analizi filan yok. “Erdoğan sinirlendi.”

Bu yasak tüketiciye yarayabilir de üreticiye de yarıyor mu, bilmiyoruz.

Peki bu yasakla fiyatları düşünce üretici zarar edip üretimden kaçarsa seneye ne olacak, bilmiyoruz.

Peki bu pahalılığın gerçek nedeni üreticinin afaki fiyat artırması mı, bilmiyoruz.

Zeytinyağı neye göre pahalı? Sabun ucuz mu?

4 sabuna 70 TL ödedim. İhracatı yasaklanacak mı?

Bu yıl ihracatı yasakladık diyelim, seneye ne olacak? Onu da bilemiyoruz.

Belki yine sinirlenir, yine yasaklar.

Peki Türkiye’nin dövize ihtiyacı yok muydu? Bu yasak niye ki?

Peki fiyatları pahalı olan diğer yağlar, diğer binlerce ürün ne olacak?

Göstersek, fiyat listesini göndersek sinirlenip hepsinin ihracatını yasaklayacak mı?

Nasıl yani bütün ihracata yasak mı gelecek?

Velhasıl… Bu manzaraya bin tane soru sorabilirsiniz.

Ama hiçbirine cevabı bulamazsınız.

Çünkü Türkiye’nin işlerinin içinde epey bir zamandır, bilim, hesap kitap, planlama, kurum, analiz yoktur. Ama algı vardır: Erdoğan gördü, baktı ki pahalı, yasakladı…

Onu söylüyorum. Yine epeyce bir zamandır Türkiye ekonomisi kendi sağlığı, kendi ihtiyaçları için, refah üreterek büyüme patikasında ilerlesin diye yönetilmiyor. Erdoğan’ın siyaset ihtiyacına göre yönetiliyor.

Mesela… Başka bir konuyu hatırlatalım. Bugünlerde emekli maaşlarını konuşuyoruz. Artış çok düşük kaldı, zam olacak mı? Kimse bilmiyor. Herkesin bildiği, beklediği şu: “Erdoğan seçime yakın zam yapar.”

Niye? Seçime yarar çünkü. (Bir kere çok zekice!)

Peki ya seçim olmasaydı? Onu bilemiyoruz.

Ne kadar zam yapacakmış? Onu da bilemiyoruz. Artık ne yaparsa…

Emeklinin sürünmesi önemli değil zammın seçime yaraması önemli çünkü…

Hayatımız bu. Böyle.

Ekonomimiz böyle yönetiliyor.

Ben işte bu anlayış yerli yerinde dururken Şimşek – Erkan ikilisi atandı diye ekonominin düzeleceği, işlerin yoluna gireceğine inanamıyorum. Ekonomimiz böyle yönetildiği için işler yoluna girmeyecektir. Çünkü krizin kök nedeni Erdoğan’ın onu inançlarına göre yapılandırma (Nas odur, faiz indirimleri odur, faizsiz finansın geliştirilmesi çabası odur) ve işleyişini tamamen kendi kumandasına alma eğilimidir. Türkiye kapitalizmi, bir yeniden yapılanma, piyasa ekonomisinden kumanda ekonomisine geçiş krizinin içine yuvarlanmıştır. Yaşadığımız şey kapitalizmin iki versiyonu arasındaki dönüşüm krizidir. Kapitalist piyasa ekonomisinden kapitalist kumanda ekonomisine (Rusya, İran, Türki Cumhuriyetler gibi…) geçiyoruz. Piyasanın, rekabetin yerini, kumanda alıyor. Siyasetteki tek adam ekonomiye yürüyor. Zaten bu iki katmanın ayrı telden çalması hali eşyanın tabiatına aykırıdır. Siyaset serbest rekabetçi değilken iktisat serbest rekabetçi olabilir mi?

Arkadaşlar, Türkiye çok boyutlu bir krizin içindedir. Siyasette (rejim icraatında) ve ekonomide “tek adama” dönüşüm iç içe, paralel gelişen süreçler. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen sistem, günün sonunda “Erdoğan ne derse o olur” rejimi olarak çalışıyor. Türkiye rejim düzeyinde “dini merkeze alan” bir yapıya doğru evriliyor. Bu yapı, bu eğilim ekonomiye de yansıyor. Tensiple çalışan, kuralsız, kayıtsız, kara alanlar artıyor. Üretim ve bölüşüm ilişkilerine, toplum kesimlerinin milli hasıladan ne kadar pay alacaklarına Erdoğan’ın karar verdiği bir çeşit kumanda ekonomisine geçiliyor.

Geçiliyor, geçilemedi daha. Anayasa, kanunlar değişti; ihale kanunu gibi ekonominin temel kanunları, denetim öngören düzenlemeler değişti ama Erdoğan kafasındaki siyasal rejimi ve ekonomiyi daha tam oturtamadı. Gerek siyasette gerekse ekonomide gündemini stratejik olarak kesintisiz ama taktik olarak ileri geri hamlelerle yürütüyor. Şimdi olduğu gibi, bütün diğer uygulamalar (ihaleler, rant projeleri, verimsizlik, savurganlık) aynen devam ederken çok fazla yıkım yaratan, çok fazla zorlayan taraflarında (faiz, döviz gibi) geri adım atıyor. Güç dengelerine göre, ittifaklara göre hızlanıyor veya şaşırtıcı dönüşler yapıyor. İşte şimdi yine yaptı. “Nas var, nas” derken, “Faizi indirdik daha da indireceğiz” derken… Birden bire döndü, Nas’ı unuttu ve faiz artışlarına izin verdi. Daha bir süre önce MB’de ve bakanlıkta piyasacıları görevden almışken piyasacı M. Şimşek’i göreve çağırdı. Gündemden çıkmış AB sürecini hatırladı.

O yüzden… Ekonomide krizi konuşurken, MB ve bakanlıklara atamalara ve verilen izinlere fazla bir anlam yüklemek yanıltıcı olur. Bu yakıcı döviz ihtiyacı ve patlamış enflasyon yüzünden taktik bir geri çekilme olarak görünüyor. Taktik çünkü, Erdoğan’ın siyasette ve ekonomideki “tek karar verici” konumu derinleşiyor bir yandan.

Bu dönüşüm teoriye dayalı, daha verimli bir ekonomi elde etmek için yapılmıyor. Ekonomik iktidar; üretim, bölüşüm tayinini “sistemden” alıp Erdoğan’ın yetkisine, siyasetinin hizmetine veriyor. Sistem, kurumlar, belki kaldırılmadılar ama boşa çıktılar. Görevleri formelleşti. MB yine var. PPK yine var. Rekabet Kurumu yine var. Kamu İhale Kurulu yine var ama ya doğrudan doğruya iktidar tepesinin emriyle çalışıyorlar ya da arzusunu tahmin ederek karar alabiliyorlar. Ekonomide tek adamlık sistemi, birincisi ara kademe kurumların yetki tasfiyesiyle, ikincisi İhale Kanunu’nun arzuya göre iş verebilir hale getirilmesiyle ortaya çıktı. Böylece:

1. Kamu ihaleleri ve işleri tartışmalı fiyatlarla hükümet destekçisi gruplara gitti.

2. Kamu maliyesi 150 milyar dolarlık garanti yükü altına sokuldu

3. Özelleştirme ile kamu varlıkları destekçi gruplara gitti (TT, 4 yıllık karına satıldı, Hazine kendi hissesini kaptırdı, 1.8 milyar dolar ödeyerek geri alabildi. Devletin 290 milyon dolara sattığı varlığı satın alanlar 3 katı fiyata başkasına sattı, 182 milyon dolara kurulmuş fabrika sembolik fiyatlarla iktidar destekçisi gruplara gitti)

4. Kamu yatırımları siyasal getiriye, rant olanaklarına göre seçildi

5. Kimin ne kadar zam (pay) alacağı Erdoğan’ın karar alanına gitti

6. Rant holdingleri ortaya çıktı

7. Doğa, çevre, kaynak yıkımı gerçekleşti

8. Bütün kamu makamları liyakatli olup olmadıklarına bakılmaksızın partililere tahsis edildi

9. Eğitim çöktü. Türkiye eğitimli, verimli insan kaynaklarını kaybetmeye başladı

10. İktidar olağanüstü pahalı, gösterişçi, kaynak öğüten bir icraat tarzı benimsedi.

11. Teşvik sistemi verimsizleşti, yandaş ödüllendirmeye dönüştü. Turquality gibi verimsiz teşviklerle kamu kaynağı şirketlere akıtıldı. Kurumlar, verdikleri vergiden daha fazlasını teşvik sistemleri ile geri aldılar. Böylece altyapı yükleri, tepe tepe kullanan şirketler yerine fakir fukaranın vergilerine bindi…

İşte bu yüzden atamalar beni umutlandırmadı. Çünkü bu çok yönlü dağıtım, tensip ilişkileri Türkiye’nin kaynaklarını yutuyor. Daha sağlıklı, verimli, teknolojik kapasitesini artırarak, sürdürülebilir, daha adil bölüşüm ilişkileri içinde büyüme - yürüme dinamiklerine saldırmaya devam ediyor. Bu devam ederse daha fenası olacak. Kadınlar ev itilecek, Türkiye turizm ülkesi olmaktan da çıkacak gibi görünüyor.

Her şey yerli yerinde dururken, kaynak soğuran, büyüme dinamiklerine saldıran, çürüten sistem yerli yerinde dururken faiz artışıyla kurtarılacak fazla bir şey yok. Faiz arttı ama biz daha birkaç gün önce damadın hava araçlarına garantili kiralama yapıldığını öğrendik. Daraltıcı kredi kararları geldi ama Türkiye günlerdir Akbelen’i yandaş yağmasından kurtarmaya çalışıyor. Tamam, yurtdışı seyahatlerde taksit işi kaldırıldı ama Milli Eğitim Bakanı’nın karma eğitimi bitirecek girişimleri devam ediyor. Arkadaşlar, AKP’nin gündemi ilerledikçe, anlayışı kökleştikçe aynı krizleri döne döne yaşamaktan kaçınmak mümkün görünmüyor.

Son bir şey… Krizin kök nedenine işaret etmek isterken, benim, piyasa ekonomisini geri istediğim, savunduğum anlamı çıkarılmasın. Yerine gelen bir ganimet ekonomisidir ama emekçilerin felaketi olmak bakımından piyasa ekonomisinin sicili de çok kirlidir. Bir memleket ekonomisinin görece iyiliğini ve kötülüğünü ölçmenin, huzur üretip üretmediğini ölçmenin en güvenilir yolu gelir milli hasıla büyüklüğü veya büyüme hızı değil bölüşüm adaletidir. Oraya doğru yürümeyen hiçbir ekonomi modeli bir işe yaramaz. Gelir dağılımında adalete yürüdükçe de sosyal niteliği, kamucu niteliği artar. Bunu ancak solcu hükümetlerden bekleyebiliriz. O yüzden biz emekçilerin gündemi de sol iktidarı olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İBRAHİM EKİNCİ Arşivi
SON YAZILAR