TEZCAN KARAKUŞ CANDAN
Toplumcu Belediyecilik: Proje değil yaşam tarzı
Kentin sokaklarında her yerde yıkılıp yerine yapılan tek tip binalar, kentleşme politikalarına aykırı uygulamalar görmediğimiz gün kalmadı. Kent yık-yap ya da plansız programsız kent yatırımları ile değerlerini kaybediyor. Binalar yıkılıyor, bahçeler betonlaşıyor, onlarca yıllık ağaçlar betona teslim edilerek yok olmasına göz yumuluyor. Bir yaşam tarzı bir sistemi dönüştürmek olan “Toplumcu Belediyecilik” 70’li yılları hatırlatmaktan öte gidemiyor, güncel süreçlerde bir direnme hareketine dönüşemiyor.
Mesele ağaç değil
Kavaklıdere’de Kuğulu alt geçidi yapılırken, meslek odaları olarak pek çok kez kamuoyuna alt geçitlerin vereceği zararları anlatırken, Kuğulu Park ve Cinnah Caddesi üzerindeki yetişmiş ağaçlara dikkat çekilmişti. Yeraltı sularından beslenen ağaçların alt geçidin yapılması ile zamanla kuruyacağı ve yetişmiş ağaçların kaybedileceğinin kaçınılmaz sonuçlardan biri olacağı uzmanlar tarafından dile getirilmişti. Tüm hukuksal süreçlere rağmen, Cumhuriyet’in temsil yolu olan Atatürk Bulvarı’na hançer gibi saplanan Kuğulu alt geçidi 2007 yılında Melih Gökçek döneminde yapıldı. Aradan geçen 18 yılda ağaçlar kurumaya başladı. Kavaklıdere’de anıt ağaç olarak tescil edilmiş onlarca ağacımız kurudu. Benzer bir durumun yıllar sonra betonla çevrelenen Güvenpark’da yaşanacağına da geçtiğimiz günlerde dikkat çekilmişti.
Kuğulu Park’ta 2017 yılında Çankaya Belediyesi’nin güçlendirme yapıyoruz diye yaptığı budama çalışması, birçok ağacın kurumasına ve kamuoyunun tepkisine neden olmuştu. Ağaçlar daha güçlü yetişecek sözleri gerçekleşmedi ve ağaçlar “odun alma” denilen bu yanlış budama ile kurudu. Aynı budama yöntemi pek çok yerde devam ediyor.
Kuruma bir sistem
Alt geçit ve betonlaşmaya Kavaklıdere Mahallesi’nde birde kentsel dönüşümün virüs gibi girmesi ile birlikte binalar yıkılırken arka bahçeler ve yetişmiş ağaçlarında kesilmesi ile sokaklar çıplak betonlara teslim olmaya başladı. 1950’li 60‘lı yılların apartmanlarının yoğun olduğu bölgede binanın yaşı kadar 60-70-80 yıllık ağaçlar da bu yıkımlarla birlikte kentimizden yaşamımızdan kopartılıyor.
Bu yıl kuruluşunun 30. yılını yaşayan Kavaklıderem Derneği ağaçlarımızı geri istiyoruz diye kampanya başlatarak konuyu gündem taşıdı. Böylece ağaçtan öte derinlikli ve önemli bir kentsel meseleyi de böylece gündeme getirdi.
Konunun sadece bir ağaç dikme ile çözülemeyeceği ortada. Yerel yönetimler, bütüncül bir planlama bir sistem bir yaşam tarzı oluşturabilecek mi yakından izleyeceğiz.
Kentlerde toprak parçasının kalmayacağı günlere doğru gidiliyor. Bütüncül bir kentsel planlama ve yeşil planlama yapılamadığı, betonlaşma ve rantın adı olan kentsel dönüşüm süreci yerine yerel yönetimlerin yaratıcı ve korumacı yapı üretim ve onarım süreci koymadığı sürece, günübirlik çözümler çözüm olmayacak. Her gün bir anıt ağacımız kurumaya ve yok olmaya maruz kalacak. Kent betonlaşacak, kent yaşamı dayanılmaz hale gelecek. Bu kuruma hali geleciğimizin kurutulmasına neden olacak.
Aynı kuruma ve yok olma sistemi kentsel dönüşümün canhıraş girdiği, Emek, Bahçelievler ve Esat bölgesinde de yaşanıyor. Binalar yıkılıyor. Binalarla birlikte değerler de yok oluyor. Yerel yönetimler kentsel dönüşüm süreci yerine yaratıcı çözümler üretmediği için mülkiyet sahipleri inşaat sermayesinin eline bırakılıyor. Kentlerimiz bellek deformasyonu, bellek yitimi ile birlikte ağır bir canlı varlığın yok oluşu ile karşı karşıya kalıyor. Ağaçlar kesiliyor, ağaçlara konan kuşlar göç ediyor, toprak betonlaştıkça, doğanın dengesi ve zincir bozuluyor, yıkımlarla yaşanan tozlar sağlığı bozarken trafik yükü artıyor. Kazanan müteahhitler oluyor. Kentin ciğerleri nefessiz kalıyor. Oysa kentsel dönüşüm yerine, belediyeler mülkiyet sahiplerine destek çıksa, adaptasyon projesi yapılsa ve ihtiyacı olan yapılar güçlendirilerek erişilebilir hale getirilse ve arka bahçelerin birleştirilmesi ile kente yeşil vahalar kazandırılsa kentimiz için bir nebze nefes olacak. Ama nafile…
Mesele kentsel planlamada ve hizmetlerde, menfaat çevrelerine teslim olmamakta
Köklü mahallelerde yeni inşaat ruhsatı verilirken, ağaçların korunmasını sağlayacak bir uygulamaya geçilmesi kaçınılmaz. Bu bölgelerde ağaç envanterlerinin çıkartılarak bütüncül bir yeşil koruma planının çıkartılması ve plan dahilinde sürecin işletilmesi zorunluluk. Yoksa her kuruyan ağacın yerine ağaç dikmek sonra da yine kuruduğu için ağaç dikmek bir çözüm olamayacak. Asıl sorulması gereken ağaçlar neden kuruyor? Sorunun kaynağı betonlaşma ve aşırı kentleşme çözülmedikçe ağaçlar kurumaya devam edecek.
Ankara Cumhuriyet döneminde yapılan planlama sürecindeki yeşil koridorları giderek kaybederken, sokaklarımızda o dönemin izlerini gördüğümüz yetişmiş ağaçların kesilmesi, yok edilmesi kabul edilemez. Ağaçların ve yaşamımızın kurumasına neden olan yanlış kentleşme politikalarının ivedi olarak terk edilmesi bir çözüm. Ancak kentin rant alanı haline geldiği bir dönemde bunu uygulayacak yerel yöneticileri görememekte Başkent’in en büyük talihsizliği.
İşte bu tür durumlarda inşaat sermayesine ve otoriter rejime karşı bir direnme noktası olarak yerel yönetimlerin tek tek projeler yerine bir yaşam tarzı olarak toplumcu belediyeciliği ve direnme üzerine şekillenen yerel yönetim politikalarını kurması gerekiyor.
Aydan Bulca Erim’e saygıyla
19 Ocak 2025 tarihinde Atatürk’ün çocukluk arkadaşı, silah arkadaşı Fuat Bulca’nın torunu mimar Aydan Bulca Erim’in aramızdan ayrılışının ardından Demokrasi İçin Mimarlar Platformu’nun gerçekleştirdiği “Bir Toplumcu Mimar Aydan Bulca Erim” anmasındaydık. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanlığı, Mimarlar Odası 2. Başkanlığı yapan, ODTÜ’de öğretim görevlisi iken ihraç edilen Aydan Bulca Erim, 1970’li yıllarda, Vedat Dalokay, Ahmet İsvan ve Erol Köse ile çalışarak toplumcu belediyecilik çalışmalarında öncü rol oynamış. Aydan Bulca Erim, parçası olduğu ve bugün de çok ihtiyaç duyduğumuz Toplumcu Belediyeciliği ve zor koşulları şöyle anlatıyor:
“70’li yıllar ekonomik olarak da siyasi olarak da çok zor yıllardı Türkiye için. Bir askeri muhtıra ile başladı, bir askeri müdahale ile bitti 1980’de. 10 yıllık sürede ikisi güvenoyu alamayan 13 tane hükümet kuruldu. Bunların 4 tanesi koalisyon hükümetleri idi. İki yerel seçim arasında belediyeler 6 hükümetin, 7 içişleri bakanı, 6 imar iskan bakanı, Ankara’da Vedat Dalokay dört, İzmit’te Erol Köse 3 vali ile çalışmak zorunda kaldı. Yani bu toplumcu belediyecilik hareketi bütün bu sıkışmanın içinde bir fışkırtma, bir direnme bir alternatif arayışı olarak ortaya çıktı. O dönemde ODTÜ’den Mimarlık Fakültesi ve Şehir Bölge Planlama bölümünden ihraç edilen hocaların bu belediyelerde işe başlatılması ve sahip çıkılması toplumcu belediyecilikte önemli rol oynadı. Yenilikçi dedik, toplumcu dedik, demokratik belediyecilik dedik bu harekete. Bu çeşitli öğelerin doğru zamanlarda doğru yerlerde doğru kadrolarla bir araya gelmesinin sonucuydu. Bu tür rastlantılar kaç kez olur tarihte onu bilemiyorum. Toplumcu belediyecilik hareketinin temel mantığı tek tek projeler değil, bir sistem bir yaşam biçimi dönüştürmekti .”
70’li yıllardaki zorluk toplumcu belediyeciliği bir direniş hareketi olarak var etmiş durumda. Bugünde hem siyasal hem ekonomik olarak ağır koşulların yaşandığı dönemde, yerel yönetimlerin daha dirençli, daha toplumcu, mücadele ettiklerine benzemeyen, şeffaf bir yaklaşımla yönetilmesi ve bellek kaybı yaşamadan süreci analiz etmesi gerekiyor ki başarı sağlansın.
Ağacından, kentine, yönetiminden kadrolarına, planlamasından ihalesine kadar, yerel yönetimlerin her alanda her türlü menfaat ilişkilerinden arındırılmış, bir kentsel direnme ile unutmadan hafızayı koruyarak, etik değer ilkelerinin ışığında bir sistem, bir örgütlenme, bir yaşama biçimi oluşturması hepimizin hakkı. Gerisi lafı güzaf.
Kavaklıderem Derneği, ABB'ye başvurdu: Çankaya'da ağaçlarımızı geri istiyoruz