
ALTAN SANCAR
Çözmezsek çözecekler
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Partililerin elini sıkıp ardından “Yeni bir döneme giriyoruz” demesiyle yeni bir ‘süreç’ duyuruldu. Aslında bu süreci yeni duyduk demek daha doğru olur çünkü perde arkasında uzun süredir devam ediyordu. Geçmişte olduğu gibi, bugün de bir yandan çatışmalar sürerken kayyumlar atanıyor, siyaset gerilirken diğer yandan İmralı’da ve başka platformlarda görüşmeler yapılıyordu. Her sürecin iç ve dış dinamikleri olduğu gibi, bugün de dış dinamikler süreci tetikliyor ve başarıya ulaşması için baskı yapıyor.
1948’den bu yana çözülemeyen İsrail-Filistin sorunu, bölgesel krizleri tetiklerken Türkiye’nin de yumuşak karnı olan bazı meseleleri çözmesini zorunlu kılıyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı yıkım politikası, Filistin direnişinin son kalelerinden birini hedef alırken, bölge genelinde taşların oynadığını gösteriyor. Türkiye, bu değişim dalgasının sınırlarını aşarak iç meselelere sıçramaması için bazı sorunlarını çözmek zorunda.
Suriye’deki dengeler de bu zorunluluğu pekiştiriyor. YPG’nin bölgedeki hakimiyeti ve ABD-İsrail ittifakının bu yapıya verdiği destek, Türkiye’yi yeni bir çözüm arayışına itiyor. Küresel güçlerin “Çözmezseniz biz çözeriz” mesajı, Ankara’nın bu süreci yönetmesini zorunlu kılıyor. Aksi takdirde çözümün, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı şekilde şekilleneceği aşikâr. Bu bağlamda ‘süreç’, ‘terörsüz Türkiye’ ve ‘kardeşlik projesi’ gibi kavramlar sadece siyasi söylemler değil, aynı zamanda ulusal güvenliğin de gerekliliği olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün, devletin farklı kademelerinden ve Kürt siyasetinin çeşitli aktörlerinden, doğrudan olmasa da bu sürecin mesajlarını duyuyoruz. ‘Kürt sorunu yok’ diyenler bile bu meseleyi görmezden gelemiyor. Sorunun çözülmesi gerektiğini taraflar kadar, toplumun da idrak etmesi gerekiyor. Ancak bu idrak süreci, taraftarların ve muhalefetin keskin söylemleriyle gölgeleniyor.
Özellikle DEM Parti’nin her demokratikleşme talebinin ‘anayasa sinyali’ olarak yorumlanması, devletin ‘teröre boyun eğdiği’ iddiası ve Kürt siyasetine ‘son şans’ verildiği söylemleri, çözüm sürecini zehirliyor. Medyada bu söylemleri köpürten konuşmacılar, bir halkın yaşadıklarını ve devletin geleceğini küçümsemeye devam ediyor. Oysa sahada ilginç gelişmeler yaşanıyor ve tüm güvensizliklere rağmen “Bu işi bitirip sonrasına bakalım” fikri giderek güç kazanıyor.
Meclis’in bu sürecin merkezine yerleşeceği de açıkça görülüyor. DEM Parti heyetinin ziyaretleri, Öcalan’ın açıklamalarında Meclis’i işaret etmesi ve Bahçeli’nin Meclis vurgusu, bu sürecin artık siyasi zeminde yürütüleceğini gösteriyor. Özellikle Öcalan’ın PKK’ya yapacağı ‘silah bırakma ve dönüşüm’ çağrısı sonrası Meclis’te bazı adımların atılacağı bekleniyor. Silahın gündemden çıkmasıyla birlikte kayyum uygulamalarının da yeni bir biçim alması muhtemel görünüyor. Cumhurbaşkanı danışmanı Mehmet Uçum’un “Terörsüz Türkiye’de kayyum uygulamalarına da ihtiyaç kalmayacaktır” açıklaması, sürecin sonuçlarına dair önemli ipuçları veriyor.
Suriye’de ise ENKS ile PYD’nin birlik görüntüsü verme çabaları ve Mazlum Abdi’nin Erbil’de Barzani ile görüşmesi, bu sürecin Suriye ayağının da şekillendiğini gösteriyor. ABD’nin Suriye’de kendisiyle uyumlu bir yapı kurma hedefi, Türkiye’nin çekinceleriyle çatışıyor. Ancak Türkiye, bu yapıyı ‘risk sınıfından’ çıkarmak için farklı stratejiler deniyor. Yabancı savaşçıların bölgeden çıkarılması veya YPG’nin merkezde erimesi gibi senaryolar, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik adımlar olarak öne çıkıyor.
Son olarak, DEM Parti’nin Bahçeli’ye yönelik dilindeki değişim de dikkat çekiyor. İmralı’daki görüşmelerde Öcalan’ın Bahçeli’ye karşı daha dikkatli bir dil kullanılmasını istediği belirtiliyor. Özellikle ‘faşist’ ve ‘AKP-MHP iktidarı’ söylemlerinden kaçınılması, Bahçeli’nin ‘gelişmeleri doğru okuduğu’ yorumlarını beraberinde getiriyor. Toplumun geniş kesimlerinde şaşkınlık yaratan bu dil değişimi, aslında stratejik bir hamle olarak değerlendirilmeli.
Ayrıca PKK yöneticilerinden Cemil Bayık’ın geçtiğimiz gün duyurduğu mektupta Öcalan’ın kararlılığı görülüyor. Zira Öcalan beklenenden biraz geç teslim edilen mektupta sürece iyi hazırlık yapılmasını, büyük bir dönüşüm yaşanacağını ve bunun kritik önemde olduğunu vurguluyor. Çok fazla ayrıntı sızmasa da mektupla örgüt için yeni bir sürecin başlayacağı belli oluyor. Öyle görünüyor ki 2015’te yapılamayanın yapılması ve kongre kararının alınması için artık günler sayılıyor.
Bu süreç, tüm umutlara rağmen ciddi riskler de barındırıyor. Suriye’de YPG’nin ABD kartını cebinde tutması ve Türkiye’nin büyük operasyon kartını masada tutması, sürecin zaman zaman gerilmesine neden olabilir. Ancak bu risklere rağmen çözüm arayışı devam ediyor. Çünkü eğer biz çözmezsek, başkaları çözmek için çoktan hazırlık yapmaya başladı bile.